Sosyalizm Kazanacak!
/ Güneş Gümüş / Sınıf Mücadelesinin Dinamikleri-Güneş Gümüş

Sınıf Mücadelesinin Dinamikleri-Güneş Gümüş

on 10 Haziran 2018 - 16:29 Kategori: Güneş Gümüş, Marksist Teori, Seçme Yazılar, Yazarlar

Şubat Devrimi’nden sonra Rusya’ya dönüşü türlü şekillerde engellenmeye çalışılan Lenin, devrimin getirdiği yeni durum karşısında partisinin eylemlerine yeniden şekillendirmek için yazdığı mektuplardan (Uzaktan Mektuplar) ilkine sınıf mücadelesinin 1905 depremine dayanabilmiş Çarlık rejiminin 1917 Şubat Devrimi’nde 8 günde nasıl alt üst olduğu sorusuyla başlar?

Lenin, bir devrimi mümkün kılan koşullara dair daha sonra da yazacak ve onun şu 3’lü formülasyonu çok kullanılacaktır: “Yönetenlerin eskisi gibi yönetemediği ve yönetilenlerin de eskisi gibi yönetilmek istemedikleri bir kriz hali… bunların bir sonucu olarak ezilen sınıfların bağımsız tarihsel eyleminde oldukça büyük artış olduğu koşullar.”

Lenin’in bu tanımı, toplumsal dönüşümlerin nasıl gerçekleşeceği konusunda Marks’ın değerlendirmeleriyle de benzerdir. Marks bir yandan üretim ilişkilerinin üretici güçlerin gelişimi önünde bir engele dönüşmesiyle açığa çıkacak kriz halini, diğer yandan da sınıf mücadelesini devrimci dönüşümün olmazsa olmazları olarak belirtir. Lenin’in formülasyonu da hem kapitalizme içkin yapısal faktörü (yöneten ve yönetilenleri alt üst eden derin bir krizin varlığı) hem de öznel bir etken olan sınıf mücadelesini (ezilen sınıfların bağımsız tarihsel eyleminde muazzam bir artış) devrimci durumun temel belirteçleri olduğunu savunur.

Marksizmi determinizm (belirlenimcilik) – hatta daha da çok ekonomik belirlenimcilik – ile suçlayanların bilmediği, çoğunlukla da bilmezden geldiği bir çok yönlülük vardır bu tespitlerde. Engels, Marksizmin bu şekilde karikatürize edilmesine karşı altyapı ile üstyapı arasında karşılık bir etkileşim olduğunu ve altyapının nihai olarak üstyapıyı belirlediğini özellikle vurgulamıştır. Gramsci’nin ifade ettiği gibi altyapı ile üstyapı arasındaki ilişkiye dair şemalaştırma birçokları için hızlı şekilde bütün bir tarihin bilgisine ulaşıldığı hissi yaratsa da bu bakışın Marksizm olarak sunulması teorinin gücüne zarar vermektedir: “Tarihsel materyalizm, bir kez tarihsel ekonomizme kaymaya görsün … birçok insanın az bir maliyetle ya da çaba harcamaksızın bütün tarihi ve siyasi bilgeliği cebe indirdiklerine inanmalarını sağlar… yorum hataları kimi zaman büyük boyutlarda olur ve sonuç olarak bu hatalar, orijinal teorinin prestijinde olumsuz etkilere yol açar.”

Oysaki Marksizm, öz ile görüngünün tam olarak birbirlerine tekabül etmediğini (sadece görüngüye bakarak özü anlamanın mümkün olmadığını) savunarak özü kavramak için onu oluşturan ilişkili parçacıkların bilgisine ve onların süreç içindeki gelişimini bilmeye ihtiyaç olduğunu belirtir. Engels, maddeci bir tarih anlayışının inceleme yöntemini şöyle anlatır: “…bizim tarih konseptimiz, Hegelcilerin ardından inşa için bir manivela değil, her şeyin ötesinde bir çalışma kılavuzudur. Bütün tarih, baştan araştırılmalıdır; farklı toplum formasyonlarının varlık koşulları, onlardan politik, sivil-hukuki, estetik, felsefi, dini çıkarımlar yapmadan önce tek tek incelenmelidir.”

Sınıf Mücadelesi

“Mesele dünyayı kavramak değil değiştirmektir” şiarıyla yola çıkan Marksizmin determinist olduğunu söylemek akıl dışıdır. Bu kara propagandanın sahipleri haklı olsalardı Marks’tan başlayarak işçi sınıfının devrimci eylemini örgütlemek için kurulan onca örgütü, bu uğurda hayatını kaybeden yüzbinlerce devrimciyi açıklamak imkansız olurdu. Marksizm, var olan koşulları insan eyleminin değiştirebileceğini savunduğu için kapitalizmin ortadan kalkmasını beklemek değil (ki sadece sosyalizm değil geriye doğru bir çöküş demek olan barbarlık da imkan dahilindedir) fiilen bunu mümkün kılmak için insan eylemine yön vermenin teorisidir. Bakın Marks’ın Paris Komünü konusunda yazdıklarına. Marks, Paris Komünü’nün 72 günlük kısa ömrü zarfında başarılı olunmak isteniyorsa alınması gereken devrimci tedbirleri yineleyip durmuş; yenilginin de bu tedbirleri alınmamasından kaynaklandığını söylemişti:

“…Parisliler yeniliyor, bu açık, ve kendi kusurlarıyla yeniliyor, en sonu, aşırı bir dürüstlükten doğan bir kusur bu. Merkez Komite ve daha sonra da Komün, o pis Thiers cücesine düşman güçleri toplama zamanını bıraktılar: 1) Çünkü, sanki Thiers Paris’i zorla silahsızlandırmaya çalışarak iç savaşı kararlaştırmaya çağrılan Ulusal Meclis hemen cumhuriyete savaş ilan etmemiş gibi, budalalıkları yüzünden iç savaşı başlatmak istemediler! 2) İktidarı zorla ele geçirmiş olmakla suçlanmamak için gericiliğin Paris’teki yenilgisinden (Vendome alanı) hemen sora Versailles üzerine yürüyecek yerde, örgütlenmesi vb. daha da zaman isteyen Komünü seçmekle, değerli bir zaman yitirdiler” (Marx, 1991: 145).

Marks açısından yapısal faktörler devrimci dönüşümün zeminini yaratabilir ama sonucun ne olacağını belirleyen sınıf mücadelesinden başkası değildir. Sınıf mücadelesinin aktörleri de tek tek bireylerden öte – tarihte özel zamanlarda elbette bireylerin özel roller oynadığı olmuştur (bakınız Sezar, Bonaparte) – kolektif özneler olarak sınıflardır.

Marks, kapitalist ilişkilerinin doğallığında sınıflar arasında çıkar karşıtlığına dayanan bir mücadeleyi beraberinde getirdiğini anlatır. Ancak sınıf mücadelesinin şiddeti ve kazananı önceden belirlenmiş değildir. Sınıf mücadelesinin seyrini belirleyen bu mücadelenin aktörlerinin/öznelerinin durumlarından başkası değildir. Öncelikle politik bir özne olma yolunda ilerlemeyen bir işçi sınıfının sınıf mücadelesini şiddetlendirme ve zafere ulaştırma imkanı olamaz. Peki bu politik özne olma durumu nasıl gerçekleşir? Sınıf mücadelesinin içinde. İşçi sınıfının bilinçli bir özne haline gelmesi, karşıt sınıflara karşı mücadele içinde gerçekleşir.

Örnekler üzerinden tartışmaya açıklık getirelim. 1970lerdeki derin kapitalist krizden çıkmak adına egemen sınıflar dünya çapında sermaye birikim modeli olarak neoliberalizme 1970lerin ikinci yarısından, aslen de 1980lerden itibaren geçiş yaptılar. Bu geçiş sınıf mücadelesinin denklemlerine göre kimi ülkelerde ancak darbeler eliyle mümkün oldu. Bu durumun iki örneği Türkiye ve Arjantin’dir. Yine bu iki ülke 2000’lerin başında derin bir krizle karşı karşıya kalmışlardı; ama sonuçlar farklı olmuştu. Arjantin’de bu kriz sosyalist hareketi beslerken Türkiye’de ise AKP’yi iktidara taşıyan etmenlerden olmuştu. Arjantin, Türkiye’den çok daha ağır bir darbe yaşasa da bugün dünya devrimci hareketinin en güçlü mevzisi durumundadır. Türkiye içinse bambaşka koşullar geçerli. Arjantin ile Türkiye karşılaştırması yaparken egemen sınıfın kendi içinde bölünmüşlüğünden büyük bir ulusal sorun ve ulusal hareketin varlığına, sosyalist örgütlenmelerin gücü ve niteliğinden İslamcıların politik bir güç olarak yükselmelerine kadar birçok meseleyi düşünmek gerekir. Aradaki muazzam farkı belirleyen nedir sorusunda cevap ararken sınıf mücadelesinin dinamiklerine bakarsak… Darbe karşısında yenilgi nasıl gerçekleşti, direniş yaşandı mı? 2000’lerdeki kriz yaşanırken işçi sınıfının örgütlülüğü, mücadele düzeyi ne durumdaydı? Sınıf mücadelesinde işçi sınıfı lehine devrimci müdahalenin aracı olan devrimci örgütlenmelerin durumu neydi? Bu ve benzeri soruların cevapları gelecek mücadelelerin seyrini de etkilemektedir.

Bir ülkede sınıf mücadelesi adına yaratılmış gelenek, gelecek mücadelelerin şekillenmesi üzerinde de etkilidir. Lenin, Uzaktan Mektuplar’ın ilkinde 1917 Şubat Devrimi’nin kaderini belirleyen bu durumu şöyle açıklar:

Rusya proletaryası 1905’ten 1907’ye üç yıl içinde çok büyük sınıf mücadeleleri yaşamamış ve büyük bir devrimci çaba göstermemiş olsaydı, ikinci devrimin bu kadar hızlı gelişmesi, yani başlangıç aşamasını birkaç gün içinde tamamlaması asla mümkün olamazdı. İlk devrim (1905) toprağı derinden işledi, yüzyılların önyargılarını kökünden temizledi, milyonlarca işçiyi, onmilyonlarca köylüyü siyasal hayata ve siyasal mücadeleye uyandırdı ve Rusya toplumunun bütün sınıflarını (ve bütün önemli partilerini) birbirlerine – ve bütün dünyaya – gerçek nitelikleriyle, çıkarları, güçleri, eylem yöntemleri, yakın ve uzak hedefleri bakımından gerçek saflaşmaları içinde gösterdi. Bu ilk devrim ve onun ardından gelen karşı-devrim dönemi (1907-1914), çarlık monarşisinin özünü bütün çıplaklığıyla ortaya serdi, ‘en uç sınırına’ dek götürdü ve bütün çürümüşlüğüyle kepazeliğini, Rasputin denen canavarın avucunda olan çarlık hizbinin sinikliğini ve kokuşmuşluğunu gözler önüne serdi.”

Sınıf mücadelesi geleneği, gelecek mücadelelerin şekillenmesi açısından belirleyici olmakla birlikte elbetteki yapısal bütün faktörlerden bağımsız kendi başına işleyen bir güç değildir. Sonuçta sınıf mücadelesinin aktörleri arasındaki ilişkinin bir darbeyle değiştirilmesi, yeni bir sermaye birikim rejimiyle üretimin parçalanması ve dolayısıyla işçi sınıfı örgütlenmesinin sekteye uğratılması gibi önemli dönüşümler sınıf mücadelesinin işlediği zemini, sınıf aktörlerinin gücünü değiştirmektedir. Kapitalizmin içsel çelişkileri sınıf mücadelesini kızıştırdığında bu mücadelenin seyri, gücü ve başarısını belirleyecek olan hem önceki deneyimler hem de sınıfın devrimci öncülerinin sürece müdahalesi olacaktır. Arjantin ile Yunanistan örneğine bakalım. Yunanistan, uzun yılların devrimci mirasıyla Almanya eliyle AB’nin işçi sınıfı ve emekçi halka yönelik dayatmalarına karşı mücadele yürütse de kendilerini komünist-sosyalist diye nitelendiren partilerin gerek öngörüsüzlükleri gerek sistemi krize sokmamaya özen gösterecek kadar düzene bağlılıkları nedeniyle doğru taktik ve araçlarla yürütülmeyen –etkisiz tek günlük genel grevler yerine üretimin uzun bir dönem boyunca durdurulması gibi- sınıf mücadelesi hem başarıya ulaşamamış hem de toplumsal muhalefet içinde karamsarlık ve umutsuzluğun yaygınlaşmasını sağlamıştır. Arjantin’de ise sosyal demokrat iktidarın ABD destekli sağcı hükümet tarafından yerinden edilmesi durumunda bile sınıf mücadelesi ilerletilmiştir.

Kısacası kapitalizm dönem dönem sınıf mücadelesinin hızlanmasının zeminini hazırlamaktadır. Bu dünyanın her yeri açısından bir gerçektir. Bakın 2008 krizi sonrası ABD’ye… Bu mücadelenin çapı, etkisi ve başarısı sınıf mücadelesi geleneğinden beslenmektedir, onun sırtında yükselmektedir. Ancak bu geleneği var olması bile bugün yanlış politik aktörlerin önderliğinde işçi sınıfının enerjisinin heba edilmeyeceği anlamına gelmez. Sisteme bağlı, kapitalist düzenin ideolojik hegemonyasına tabi politik güçlerin emekçi sınıflara yol açmasının imkanı yoktur. Kapitalizmin yarattığı yıkıma karşı Troçki’nin dediği gibi “İnsanlığın tarihsel krizi devrimci liderliğin krizine indirgenmiştir.” Bu bağlamda sınıf hareketinin başarısı sadece Türkiye’de değil bütün dünyada; sınıf mücadelesine doğru müdahaleleri yapacak sınıfın devrimci öncüsünün güçlü bir aktör olarak yaratılabilmesine bağlıdır.

Yorumlar Kapalı

Yorumlar Kapalı