Sosyalizm Kazanacak!
/ Devrimci Perspektif / Sahi Marksist Ekole Gerçekte Ne Oldu? – V. U. Arslan

Sahi Marksist Ekole Gerçekte Ne Oldu? – V. U. Arslan

on 2 Ekim 2021 - 13:06 Kategori: Devrimci Perspektif, V. U. Arslan

“Tarih bir şey yapmaz, sınırsız zenginliklere sahip değildir, savaş vermez. Tüm bunları yapan, yaşayan ve gerçek insandır; sahip olan ve savaşan insan; olduğu haliyle tarih insandan ayrı ve kendi amaçları için insanları araç olarak kullanan birşey değildir; tarih kendi amaçları için mücadele veren insanın faaliyetinden başka birşey değildir” ( K.Marx ve Friedrich Engels, Kutsal Aile, Sol Yayınları, s.93)  

Metin Çulhaoğlu geçtiğimiz haftalarda Marksist Ekol Ne Oldu başlıklı bir yazı yayınladı. Bundan yaklaşık 25 yıl kadar önce, Türkiye’de ‘yeni bir Marksist ekolün’ oluşmasının mümkün ve gerekli olduğunu söylemiştim. Bugün bakıldığında görünen durum ise şudur: Böyle bir “ekol” oluşmadığı gibi oluşacağa da benzememektedir.” 25 yıl sonra gelen, nerden baksanız feci şekilde karamsar bir yorum. Bu karamsarlık ve iddiasızlık, TİP’in son dönemde halktan gördüğü ilgiyi de hesaba kattığımızda epeyce çarpıcı duruyor.  

Çulhaoğlu da bu çelişkinin farkında olduğundan yazının devamında Türkiye’de sosyalist bir yükselişin olabileceğini, hatta bu şansın son 40 yıla bakıldığında her zamankinden yüksek olduğunu belirtiyor. Gelgelelim hemen ardından “bu yükselişe Marksist düşünce alanında bir canlanmanın eşlik etmesinin çok güç olduğunu” yeniden vurguluyor.  

İyi de Marksizmin belirleyiciliği, gücü, etkisi vs olmadan sosyalist yükselişten ne ölçüde bahsedilebilir ki! Çulhaoğlu da bir paragraf sonra uygun bir üslupla bu durumu teslim ediyor: “bu canlılık ve yaygınlığın Marksist girdiler olmadan şekilsiz, içeriksiz ve istikametsiz kalma ihtimali çok yüksektir”. 

Peki, Marksist düşünce alanında bir canlanmanın eşlik etmediği sosyalist bir yükseliş olabilir mi? Aklımıza ilk olarak Gezi İsyanı geliyor. Gezi’de Marksizmin etkisinde bir canlanma olmadı. Ama Gezi zaten sosyalist bir yükseliş de değildi. Geçtiğimiz yıllarda dünyanın birçok ülkesinde emekçiler ve gençler kapitalist krize ya da burjuva diktatörlere karşı ayaklandılar, ama Marksizmin etkisi zayıf olduğundan eylemsel radikallik ile fikirsel radikallik arasında büyük bir uçurum oluştu. Kitleler belki sokaklarda büyük bedeller ödediler ama burjuva yanılsamalara sahip olmaya devam ettiklerinden toplumların sola kayışı sınırlı oldu, sosyalist bir canlanma yaşanmadı. Yani kendiliğinden gelişen emekçi ve gençlik hareketlerinin, etkin sosyalist öznelerin müdahalesi olmaksızın, burjuva hegemonyayı kırarak sosyalizme evrileceğini varsaymak gerçekçi olmayacaktır.  

Burjuva yanılsamaların panzehiri Marksçı sınıf perspektifi, enternasyonalizm ile devrimci eylem ve örgüt fikridir. Bu yüzden de sosyalizmin yükselişini Marksizmin entelektüel hegemonyasının gelişmesi dışında düşünemeyiz. Diğer taraftan sosyalizmin gelişimi adına sol liberal kimlik siyasetinin ilerlemesini anlayacaksak o başka. Bu durumda ABD’de Biden’a, Almanya’da kadavra Yeşiller’ine, Yunanistan’da Syriza’ya bel bağlarız. Ama bu partilerin yükselişleri hiç de sosyalizmin yükselişi anlamına gelmedi. Türkiye’de HDP’nin yıldızı parlıyorken de yaşadığımız şey, sosyalizmin yükselişi değildi.

Sosyalizmin Gelişim Şansı

Peki Çulhaoğlu’nun sözünü ettiği 40 yıllık zaman dilimi içerisinde sosyalizmin gelişim şansının her zamankinden yüksek olması meselesi nedir? Çulhaoğlu’nun ima ettiği şey, kuşkusuz, TİP’in yakaladığı momentle alakalı. Gerçekten de TİP’in son dönemde yakaladığı halk ilgisi gözle görülür düzeyde. Peki emekçilerin, gençlerin ve entelektüellerin TİP’e yönelik destek ve sempatileri Çulhaoğlu’nu neden umutlandıramıyor? Ya da Marksist bir ekol belki iddialı duruyor ama Marksist düşüncede bir canlanma nasıl mümkün olabilir? 

Belki de bir ya da birden çok ülkedeki başarı öyküleriyle dünyada yeniden kızıl rüzgarlar esmeye başlayabilir. Belki de ama oturup bu rüzgarları bekleyecek halimiz yok. Marksist düşüncede canlanma ancak sosyalistlerin yeniden heyecan yaratmasıyla mümkün olabilir. Türkiye’de Marksist hegemonyanın taşıyıcısı olacak köklü bir entelektüel miras var. Akademisyeni, sanatçısı, öğrencisi Marksist bir perspektife çok etkin bir şekilde kazanılabilir. Ama bu, ancak sosyalist özne(ler) sayesinde mümkün olabilir. Sosyalist güç(ler) hem eylemcillikleri, hem örgütsel yapıları, hem de ideolojik-politik netlikleriyle toplumun en dinamik kesimlerini kendisine çekmekte zorlanmayacaktır. Ama bunun için devrimci çalışkanlık, yetişen Marksist kadrolar, güçlenen parti örgütleri ve Marksist ideolojik netlik gereklidir. Bu da ancak sınıf mücadelesi içinde, teorik ve pratik çabalarla zaman içerisinde şekillenebilir. 

Kapınızı çalan yeni unsurlara Marksist eğitimlerin verilmesi, bunların pratik sınıf mücadelesinde istihdam edilmesi, emekçi ve gençlik mücadelesinde bir dinamizm oluşturulması ve neticede Marksist kadroların yetiştirilmesi söz konusu olsa sosyalistlerin ülkenin kaderine etki etme iddiası ete kemiğe bürünecektir. İşte o zaman Marksist düşüncede canlanma meselesi Çulhaoğlu’na o kadar uzak bir ihtimal gibi görünmez. Yani gerekenleri yapmadan “olmadı, olmuyor” demek mesuliyetten kaçmak ve umutsuzluk yaymak olacaktır.

Geçmişte Fatih Maçoğlu da Ovacık’ta koyduğu pratikle “komünist başgan” olarak halktan büyük destek görmüştü. TİP’e ya da Maçoğlu’na, halkın sosyalist siyasete gösterdiği teveccüh gerçekten sevindirici. Ama Maçoğlu deneyimi, bizlere bir başka olguyu daha hatırlatmalı. Maçoğlu’na gelen halk desteğini örgütlenmeye dönüştürecek ve geleceğe aktaracak teşkilat yapısı zayıf kaldığından bu destek daha ileri noktalara evriltilemedi ve bu enerji kendi içinde bir noktada sönümlendi. Neticede seçim siyasetinin nereye evrileceği belli olmaz, ama parti örgütleri ve kadroları geleceğe miras kalır.  

Burada parti örgütü, devrimci sınıf mücadelesi ve yüksek siyaset konusundaki tercihler konusuna geliyoruz. TİP’li dostlar belki de bir yol ayrımındalar. Politik içeriği ve örgütsel yapısı itibariyle yüksek siyasete oynayan, “Syriza”vari bir kitle-seçim partisi mi olacaklar, yoksa sınıf mücadelesinin devrimci Marksist partisine mi dönüşecekler?        

Sene 1996 

Çulhaoğlu yazısında 25 yıl önce yazdığı makalesine atıf yapıyor. 1996 yılı ve civarında Çulhaoğlu’nun SİP’li eski yoldaşları epey mesafe alıyordu. Canlı parti teşkilatlarıyla örgütleniyor ve parti kadrolarını genişletiyorlardı. 1990’lı yılların bereketini değerlendirebilen çok az sayıdaki yapının başını onlar çekiyordu. Çulhaoğlu’nun kendisi de bir süre sonra o rüzgara kapılacaktı. Sonrasında işler SİP (TKP) için pek iyi gitmedi, Marksist canlanma da yaşanmadı, ekol de gelişmedi. Peki sorun neydi? Sorun SİP ile güçlenenin Marksizm olmayışıydı. Güçlenen Stalinizm’di, güçlenen sol cumhuriyetçilik ve küçük burjuva siyaset anlayışıydı. Devlete bu kadar sadık, radikalizmden ve emekçilerden bu kadar uzak bir “komünizmin” mana sorunu yaşayarak krize girmesinde şaşılacak bir şey yoktu. 

1996’daki bir başka durum daha Marksist ekol meselesi için belirleyici önemde. O dönem yüzyıla damgasını vuran koca bir Doğu Bloku (Çin’i de hesaba katalım) türlü türlü çürümeler ve bir sürü dogmanın arasında, rezil biçimde, daha yeni yıkılmıştı. Ama Türkiye’de Marksizm adına hareket edenler Marksist yöntemle zıt biçimde bu dev sorunun üstüne gitmediler, konuyu geçiştirdiler, hiçbir şey olmamış gibi yeni kuşaklara ölü bir kabuğu gelenek diye sunmaya devam ettiler. İçlerinde daha parlak olanları ise Troçkizm umacısını başına bela etmemek için riskli ve meşakkatli işlere girmekten köşe bucak kaçındı. Zira Stalinizmin soldan eleştirisinin nereye gittiği belliydi. 

Çöken Stalinci dogmaya sarılanlar, konuyu geçiştirenler ya da suçu Marksizmin ya da Leninizm’in kendisinde bulanlar… Solun genel panoraması buydu ve bu ortamda Marksist bir ekolün gelişmemesi hiç de sürpriz değil.  

Çulhaoğlu bugün dahi bahsini ettiğimiz yazısında Türkiye’de solun en etkili olduğu dönemlerde bile Marksizmin ne ölçüde benimsenmiş olduğu tartışılabilir” derken yine aynı çekingelikte. Bu tarz kritik çıkışların altı ne zaman doldurulacak? Şöyle bir değinip geçelim kolaycılığı ile gençlere uğruna mücadele edecekleri bir gelenek sunulamaz. 

Peki ideolojik netlik neden önemli? Hayati derecede önemli çünkü emekçilere önderlik edecek inançlı kadroları kaçamak açıklamalarla yetiştiremezsiniz. İdeolojik netlik sağlanmadan heyecanlı ve özgüvenli kadrolarınız olmaz, entelektüel üstünlük kazanamazsınız ve de bu şekilde asla toplumun devindirici gücü olamazsınız. 

Marksist ekolün neden gelişemediğini sosyalist öznelerden bağımsız ele alamayız. Bu aktörler ortaya çıkmayınca Stalinizmin yarattığı teorik boşluk, soldaki büyük çoğunluk tarafından, anti-Marksist liberal kimlik siyaseti ile dolduruldu. Bugün bu her zamankinden daha net. 

Peki Marksist bir ekol bundan sonra gelişebilir mi? Devrimciler sınıf mücadelesine müdahil olan Marksist kadrolar yetiştirirse, sosyalistler emekçilerin mücadelesi içerisinde gelişerek, kendi öykülerini yazarak halkın umudu haline gelirse Marksist düşüncede canlanma elbette ki yaşanacaktır. 

Yorumlar Kapalı

Yorumlar Kapalı