Sosyalizm Kazanacak!
/ Gündem / Narcos: Bir Diziden Fazlası – V.U. Arslan

Narcos: Bir Diziden Fazlası – V.U. Arslan

on 3 Kasım 2016 - 17:56 Kategori: Gündem, Kültür-Sanat, V. U. Arslan

ABD merkezli Netflix şirketi, bir zamanların dünya çapında şöhreti olan Kolombiyalı uyuşturucu baronu Pablo Escobar’ın öyküsünden Coppola’nın kült filmi Godfather esintili çok yankı uyandıran bir dizi film çekmeyi başarmış.

Kolombiya gibi her şeyin en uç boyutta yaşandığı bir ülke ve sınırsız paranın döndüğü kokain piyasasının dünya çapındaki lideri Pablo Escobar… CIA, ölüm mangaları, gerillalar, karteller, bitmeyen savaş… Bir tarafta arka bahçesinde yeni bir Küba ya dres 2a Nikaragua görmek istemeyen ABD ve en keskin şekillerde yürüyen sınıf mücadelesi, diğer tarafta bu savaşa bir şekilde müdahil olan, kokainden gelen milyar dolarları ele geçirmek için su gibi kan döken acımasız karteller. “Böyle zengin bir malzemeden ilgi çekici bir öykü her türlü çıkardı” diyebilirsiniz, ama Narcos’un bu malzemeden iyi iş çıkardığını teslim etmek gerekiyor.

Ama mesele dizinin ortaya koyduğu sanatsal performasla sınırlı kalmayacak kadar politik ve bir o kadar da güncel. Düşünün bugün Meksika’da yaşayan “zamane Escobar”ları en az Pablo kadar güçlü ve acımasızlar, 52 yıldır savaşan ve dizide de geçen gerilla örgütü FARC silah bırakmaya hazırlanıyor. Ve tabi Latin Amerika’yı arka bahçesi olarak gören ABD’nin çevirdiği dolaplar bugün de iş başında. Yani karşımızdaki yapım, dizi film endüstrisinde varlık gösteren çoğu apolitik, başarılı-başarısız ve sıradan çok sayıdaki yapımdan birisi değil.

Narco-Politico

Narcos, Kolombiya’da Pablo Escobar’a karşı başlatılan savaşı ABD Uyuşturucuyla Mücadele Dairesi (DEA) ajanı Steve Murphy’nin perspektifinden anlatır. Murphy, Miami’de esrar satan terlikli hippilerin peşinde koştururken kendisini Kolombiya’da ABD büyükelçisi, kontralar ve ajanlarla beraber muazzam bir çatışmanın içerisinde bulur.

Mesele sadece küçük çaplı bir kaçakçının dünya çapında tanınan dolar milyarderi bir mafya babasına dönüşmesi ve ABD’den hatırı sayılır bir parayı çekmesi değildir. Pablo Escobar ABD’nin parayla, silahla, kirli işlerle, her türlü politik destekle zar zor ayakta tuttuğu Kolombiya devletine kafa tutmaktadır. Hatta daha iyi ifade edersek Kolombiya devletini sarsmakta ABD’ye kafa tutmaktadır.

Narcos, meseleyi yorumlarken ABD emperyalizmi için önemli bir gerekçeden daha bahseder: Kolombiya’ya akan akıl almaz kokain parasının ABD’nin yine açıktan tarafı olduğu Nikaragua’daki iç savaşta düşman Sandinistlere gidebilme ihtimali keşfedilir. Gringo ABD, kendi ülkesinden çekilen bu büyük paraların Latin Amerika’daki komünist düşmanlarına gitmesine izin verecek değildir!

ABD’nin Pablo Escobar’a kafayı takmasının dizide geçen bir sebebi daha var: Kendisini “kanunun ve düzenin adamı” olarak tanıtan ABD Devlet Başkanı Ronald Reagan, şöyle afilli bir başarı öyküsüne ihtiyaç duymaktadır. “Şimdi özgürlüğümüz için yapılan başka bir savaştayız.” ABD’nin Narco-Savaşı bu şekilde başlayacaktı. Escobar, aynı zamanda
escobarortağı olan kuzeninin (Gustavo Gaviria) uyarılarına rağmen o kadar dikkat çeker ki gringo ABD’nin kellesine ödül koyup seçmen kitlesini tatmin edeceği uygun bir hedef haline gelir. Nitekim solcu gerillaları bitirmek pek mümkün değildir, ancak sınırlandırabilirsiniz, yani oradan tatmin edici bir sonuç alamazsınız; ama Pablo’dan bir başarı öyküsü çıkabilirdi. Gelgelelim, Pablo Escobar öldürüldükten sonra ne uyuşturucu pazarı küçülecektir, ne de sabırsızlıkla Escobar’ın tahtına geçmek isteyen diğer uyuşturucu çeteleri birden bire buharlaşacaktır.

Yoksulluk ve Parasızlığın Esirleri

Kolombiya, Meksika ve Latin Amerika’nın genelinde Narco-Düzenin temeli yoksulluk, işsizlik ve geri kalmışlığa dayanır. Şayet ABD’deki uyuşturucu düşkünlerinden gelen milyar dolarlar bu ülkelere akacaksa bu para ve güç için savaşacak ölümcül çeteler ve onlara bağlı ölmeye ve öldürmeye hazır on binler ve hatta yüz binler bulmak hiç de zor olmaz. Örneğin 2012 tarihli tahminlere göre Meksika’da kartellerin doğrudan istihdam ettiği kişilerin sayısı tam 450 bin, dolaylı yoldan uyuşturucu parası ile ilişkili olan insan sayısı ise 3.2 milyon.

Karşımızda geç kapitalistleşen ülkelerdeki başarısız burjuva sistemlerin Latin Amerika örneği bulunuyor. Ekonomik kalkınma yok, gençler için nitelikli iş yok, gelecek yok, insanın değeri yok… Örgütlü devrimci hareketin eksikliğinin hissedildiği her boşluğu kapitalist çürümenin yansımaları ve doğal olarak çeteleşme dolduruyor.

Milyonlarca köylü başka alternatif olmaksızın uyuşturucu ekonomisine bağımlı iken Narco-Düzen’e bu kesimden gelen sessiz desteği anlamak aslında pek de zor olmasa gerek. Benzer şekilde şehirlerdeki yüz binlerce genç işsiz, karteller için yetiştirici, tetikçi, haber elemanı, paketçi, sürücü, muhafız ve torbacı olarak hayatlarını devam ettiriyor. Pek çok kırsal yerleşim birimi uyuşturucu ticaretinden gelen karla para yüzü görüyor.

Tam da bununla alakalı olarak Pablo Escobar Medellin’de bir ilahtı. Nereye harcayacağını ya da saklayacağını bilemediği uyuşturucu paralarıyla Medellin yoksullarına yardımlarda bulunmuştu. Belki politik tutkuları bağlamında popülizme oynamasından belki de içinden çıktığı yoksullara karşı “hayırsever” duygular beslemesinden. Kesin olan şu ki oynadığı Robin Hoodculuk zamanınelnda Escobar’ın şanına şan katmış, kendisini ayırt edici kılmıştır. Çabuk biten politik kariyerinin nihai amacı olan Kolombiya devlet başkanı olma hedefinin gerekçesi de yoksul Kolombiyalıları çektikleri sıkıntılardan kurtarmak şeklinde anlatılacaktır.

Narco-Düzen’in ekonomi-politiğinin halkın yoksulluğu dışında epey bir derinliği olduğunu kavramak gerekir. ABD’den gelen uyuşturucu paralarından milyarlarca dolar kazanan bankacılık sistemiyle ve bu sistemin büyümesine yardımcı olduğu taşımacılık, oteller, güvenlik, hayvan çiftlikleri, kayıt firmaları ve film şirketleri gibi “legal” sektörlerin gerçekliğini de hesaba katmak zorundayız.

Medellin ve Cali’den Sonra Meksikalı Karteller

Escobar ve çetesi ortadan kaldırıldıktan sonra Kolombiya kokain üretimi ve pazarlama işini Cali karteli devralır. Ama Kolombiya-Florida kokain hattı kesilip, Miami bataklığı kurutulduğunda Kolombiyalı kartellerin gücü tükenir. Diğer taraftan ABD’ye uzanan uyuşturucu güzargahının ana rotası haline gelen Meksika’daki çeteler, ABD sınırında oynadıkları kritik rol sayesinde, Kolombiyalıların iyi para kazanan kaçakçıları olmaktan çıkıp ortalıklığa terfi etmek isterler ve istediklerini alırlar.

Meksikalı karteller kokain ticaretinden baş döndüren servetler edindikçe polisten, yargıya ve hükümete kadar devlet görevlilerine teklif ettikleri rüşvetler iyiden iyiye baştan çıkartıcı hale gelir. Neoliberal dönemin her türlü yolsuzluğa kapı aralayan değerler erozyonu ortamında namuslu kalmanın bedeli kurşunlara gelmekti. Bu uğurda üst düzey ve tanınmış savcı ve diğer yetkililer ortadan kaldırıldı. Gerek kan dökücülük açısından olsun gerekse de çevrilen işin boyutları açısından olsun Meksika’daki karteller Pablo Escobar ve diğer Kolombiyalıları çoktan geride bırakmış durumda. Örneğin Meksika ordusuna ait elit birliklerin komutanı Arturo Guzman Decena kendisine bağlı askerlerle en gelişmiş silahları ve teknolojik gözetim araçlarını beraberinde getirerek kartellerin safına geçiyordu. Meksika’daki etkin kartellerden Arellano Felix Kardeşler, DEA ve FBI ile yakından çalışan uyuşturucu karşıtı savcı Pepe Patino’yu kaçırmışlardı. Ona işkence yaparak vücudundaki tüm kemikleri kırmışlar ve kafatasını ezerek yavaşça öldürmüşlerdi. Bu, ABD güvenlik güçlerini tahrik etti ve kartellerle savaş başladı. Savaş o kadar kanlıydı ki kolluk kuvvetlerinin bir kısmı rüşvet paralarına uyum sağlarken bir kısmı kartellere katılıyor ama önemli bir kısmı da korkudan kayıplara karışıyordu. 2000 ve 2006 arasında 123.218 kişi güvenlik güçlerini terk etti. Zamanın devlet başkanı Vicente Fox göreve geldiğindeki 185.143 kişinin 3’de 2’siydi bu, ancak çoğunun yerine yenileri alındı. Kanlı savaş sürdü.

Meksika’dan ABD’ye uyuşturucu akışı olağandı, ama ABD’den Meksika’ya silah akışı yeni bir şeydi. ABD’li silah üreten tekeller ve onlarla yakın ilişkideki Cumhuriyetçi Parti bu tatlı karlardan gayet memnundu. Gelgelelim ağır silahlara kavuşan karteller, Meksika ordu ve polisiyle yarışır duruma geldiler. Bir yandan devletle diğer yandan kendi aralarında karteller arasında yürüyen savaşta on binlerce sivil hayatını kaybedecekti.

Meksika devletinin şiddet araçlarından daha da zayıfı ise adalet kurumlarıydı. Adalet sistemi kötü bir şaka gibiydi, yolsuzluk inanılır boyutların dışındaydı, sistem çok verimsizdi, suçluların hüküm giyme oranları 0’a yakındı, hapishaneler mahkumların kontrolündeydi ve çıkmak çok kolaydı.

Uzmanlara göre yıllık ortalama 50 milyar dolara kadar çıkabilen uyuşturucu geliri için Meksikalı karteller her yıl on binlerce insanı öldürüyor. Tabi yeni Pablo Escobarlar da eşyanın tabiyatı gereği türemeye devam ediyor. Meksikalı kartel şeflerinden El Chapo lakaplı Joaquin Guzman bu sene bir kez daha sansasyonel biçimde hapisten kaçmayı başararak tüm dünyada adını duyurdu. Meksika devleti ve ABD’liler ne mi yaptı? Escobar’a yaptıklarının aynısı: El Chapo’nun yakalanmasına yardım edecek bilgi verenlere 3.5 milyon dolar verecekler.

Bu arada bu çetelerin 2014’te Ayotzinapa’da 43 solcu üniversite öğrencisini birden katlettiğini, bu çetecilerin eylemci öğrencileri bastırmak isteyen yerel yöneticiler tarafından yönlendirildiğini de ekleyelim. Burjuva devlet-siyaset-mafya üçgenin en pis örneklerini Meksika’da ve tüm Latin Amerika’da görmek mümkün.

Kapitalist Bir Kapitalizm Eleştirisi

Narcos, ABD emperyalizminin egemen bir ülkede nasıl fink attığını oldukça sade ve bir o kadar da çarpıcı şekilde gözler önüne seriyor. Öyle ki ülkenin esas yönetim yeri Bogota’daki ABD büyükelçiliği. Kolombiya devlet başkanı görüntüde etkin ama diziden de anlaşıldığı üzere temel meselelerde bütünüyle ABD güdümünde ve esasında ABD olmadan bir hiç. CIA, DEA ve bilumum ABD ajanları ülkede fink atıyor ve her türlü yasadışı işi çevirebiliyorlar. Egemen bir devletin sınırları içerisinde başka bir devletin bu şekilde at koşturabilmesi, emperyalizm kavramını izleyicinin kullanımına açıyor. Narcos bütün bu gerçekleri o kadar yalın bir şekilde ortaya koyuyor ki gringolara karşı Latin Amerika’da çok güçlü olan anti-emperyalist refleksleri anlamakta güçlük çekmiyorsunuz.

Ayrıca dizi kocaman bir soru işaretini daha ortaya koyuyor. Tamam Escobar kötü adam ama diğerleri “iyi” adamlar mı? Escobar’ın işini asıl bitiren aşırı sağcı kontra ölüm mangaları mı, yoksa dizide de iğrenç bir karakter olarak çizilen CIA’nın operasyon sorumlusu mu kötülerin karşısındaki iyilik savunucusu? Ya da yargısız infazlar yapan Kolombiyalı psikopat polis şefleri ve bizzat kendileri de canavarlaşabilen filmin kahramanı Murphy gibi narko-terör ajanları mı? Kolombiya ve hatta bütün dünya, kimsenin masum ve iyi olmadığı karanlık bir dünyanın zebanileri tarafından mı yönetiliyor?

Dizi, cevapları ortada olan bu soruları öyle isabetli bir şekilde izleyiciye sorduruyor ki yaptığı bütün pis işler ekranlara aktarılsa da Pablo Escobar, kendine has karizması ve Medellin’deki Robin Hoodculuğu sayesinde diğerlerinin yanında fazlasıyla sempatik kalabiliyor.

Diğer taraftan izleyici “Escobar öldürülse ne değişecek ki?” sorusunu sormadan edemiyor. Başka başka kartellerin aynı işi yapacağı ortada. Narcos yapımcıları, bilerek ya da bilmeyerek sistemin çalışma mantığını ve sorunların çok daha derinde olduğunu gözler önüne seriyorlar.

Gelgelelim dizide gelişmeleri ve sonuçları özetleyen, fazlaca sırıtan bir üst akıl edasıyla haklıyı-haksızı belli ölçülerde ortaya koyan, ama bir yandan da sorgulamalar yapan ve kendi çelişkilerini ve kafa karışıklıklarını da anlatan ajan Murphy’nin arka plan sesi, gerekli derinlikten çok uzak. Murphy, hala kötülüğün kaynağı uyuşturucu ile savaştığına, ABD’nin büyüklüğüne, komünistlerinse aptal olduğuna inanmaktadır. Solcu gerillaları “çok fazla Marx okuyan bir grup profesör ve öğrenci” olarak resmeder. Murphy’nin arka plan sesi olarak anlattıkları fazlasıyla yüzeyseldir ve belki de bu özelliği yüzünden dizinin en zayıf noktasıdır.

Sahi ya Narcos’ta geçen bütün güçler (ABD bile) masum olmayan karanlık odaklar, ama dizide çok yüzeysel aktarılan Kolombiya gerçeğinin bir diğer yüzü var: Gerillalar. Yoksul köylülüğe dayanan iki ana örgütten ELN bahsi dizide hiç geçmezken büyük örgüt FARC, Pablo’nun düşmanı Castano kardeşler liderliğindeki aşırı sağcı ölüm mangalarının tanıtıldığı bölümde bir miktar anılıyor. Castano kardeşler büyük toprak sahipleridir ve babaları FARC tarafından öldürülünce gerillalara ve onların bölgesindeki köylülere karşı psikopatça bir savaşa girişirler. Bu noktada Narcos yapımcıları Kolombiya’daki sınıf mücadelesine ve FARC’a az da olsa girebilirlerdi, ama belli ki FARC’a yapılması gerekecek ufak da olsa bir övgü için ABD iklimi hala uygun değildir. Netflix, konunun üzerinden atlamayı seçer. Ama iş öğrenci-yarı aydın dinamiğine dayanan M19’a gelince Narcos döktürür. Doğruluğu epeyce tartışmalı bir çok konu gerçek gibi anlatılır. M19‘un yaptığı büyük sansasyonel eylemlerde talimatı Escobar’ın vermesinden tutun, Simon Bolivar’ın kılıcının çalınması ve bunun Pablo Escobar’a verilmesi ve M19 liderinin bizzat Escobar tarafından öldürülmesi gibi konuların bazıları açıkça çarpıtma ve yanlış bilgi düzeyindeyken diğerleri tartışmalı konulardır. Bir zamanlar binlerce silahlı militanı olan M19 bugün artık yok. Legal siyasette bir süre varlıklarını sürdürdüler, başından beri savundukları ulusalcı sol bir programı mecliste savundular. Bu süreçte savunmasız kalan örgüt liderlerinin suikastle öldürüldüğünü de ekleyelim. Ve en nihayetinde tamamen tarihten silinip gittiler. M19’un gelişigüzel ve bayağı bir şekilde dizide geçirilmesi ayrı bir konu ama FARC’a ve mücadelesine hiç değinilmemesi de olsa olsa bir çeşit otosansürdür. Gelgelelim şimdilerde devletle silah bırakma anlaşması yapmaya çalışan FARC’ın başına gelecekler için M19 örneği öylece incelenmeyi bekliyor. Kıtasal çapta sosyalist devrimler hedefleyen, enternasyonalist sınıf mücadelesini temel alan, gerçek Marksist bir program olmadan devrim adına yola devam etmenin imkansız olduğunun öyküsüdür aynı zamanda FARC’ınki.

Neticede Narcos akıcı bir öykü tutturmayı başarsa da çıkardığı sonuçlar itibariyle bir hayli yetersiz kalıyor. Steve Murphy’nin arka plan sesi meseleleri anlamanın çok uzağında, ama Narcos bir bütün olarak izleyiciye gerekli sonuçları çıkarması için iyi bir malzeme sunuyor.
bolsevik.org

Marksist Bakış

Yorumlar Kapalı

Yorumlar Kapalı