Sosyalizm Kazanacak!
/ Dünyadan / Fransa’da Seçimlerin İlk Turuna Dair Bir Değerlendirme: Macron Le Pen’in Önünü Nasıl Açtı? – Emre Güntekin

Fransa’da Seçimlerin İlk Turuna Dair Bir Değerlendirme: Macron Le Pen’in Önünü Nasıl Açtı? – Emre Güntekin

on 18 Nisan 2022 - 21:42 Kategori: Dünyadan, Emre Güntekin

Fransa’da Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin birinci turu ülkedeki aşırı sağ tehlikesinin ciddiyetini gözler önüne serdi. İlk turu birinci sırada kapatan Emmanuel Macron oyların % 27,84’ünü alırken; aşırı sağın adayı, Ulusal Birlik Partisi (RN) lideri Marine Le Pen % 23,15, Boğun Eğmeyen Fransa hareketinin lideri olan Jean Luc Melenchon ise % 21,95 oy oranında kaldı.

Seçimlerde solun farklı yelpazelerinde yer alan adaylar ise büyük hayal kırıklığı yarattılar. Yeşillerin adayı Yannick Jadot % 4,5, Fransa Komünist Partisi (PCF) adayı Fabien Roussel % 2,4, Sosyalist Parti (PS) adayı Anne Hidalgo ise % 1,8 oy oranında kaldı. En dikkat çekici çıkış ise aşırı-sağın bir başka adayı Eric Zemmour’dan geldi. Zemmour % 7 oy alarak büyük bir çıkış yakalamış oldu. Seçimlere katılım oranı ise 2017 yılının da gerisinde kalarak % 65 olarak gerçekleşti. Şimdi gözler ikinci turun gerçekleşeceği 24 Nisan’da.

Bu sonuçların ardından ikinci tur için sadece iki seçenek kaldı: Neoliberal sağın prensi Macron ya da aşırı-sağ popülizmin başını çeken Le Pen.

Sınıfsal çelişkilerin Macron’un göreve geldiği günden bu yana uyguladığı neoliberal program nedeniyle hayli keskinleştiği, geçmiş yıllarda Sarı Yelekliler gibi etkisi tüm Avrupa’ya yayılan bir sınıf hareketine ev sahipliği yapmış olan Fransa’da emekçi sınıfların iki sağ seçeneğe sıkışmış olmaları büyük bir çelişkiye işaret ediyor. Birçok ülkede olduğu gibi kapitalist krizin yarattığı fırsatlardan aşırı sağın, sola nazaran daha büyük avantaj sağladığı seçimin en göze çarpan sonucu. Yapılan anketler seçimin ikinci turuna Macron’un bıçak sırtında gireceğini ve zaferin çantada keklik olmadığını gösteriyor.

Dahası Fransa’da seçim sonrasında özellikle gençlik hareketinin geliştirdiği tepki, kitlelerin bu seçeneksizliği pasif bir sessizlik içerisinde izlemekle yetinmeyeceğini gösterdi. 1968 Mayısında gelişen öğrenci hareketinin merkez üssü olan Sorbonne’un işgali sembolik olmanın ötesinde bir tepkiyi ifade ediyor. Paris, Lyon, Marsilya ve Nice gibi Fransa’nın en büyük kentlerinde de kitleler “Ne Macron ne Le Pen” sloganıyla seçim sonuçlarına tepkilerini gösterdiler. Macron Fransız toplumunu seçimin ikinci turunu Le Pen’in kazanması halinde “milliyetçiliğin ve savaşın geri dönüşü” üzerinden korkutmak istese de, sol adaylar Le Pen’e oy vermeme çağrısı yapsa da; özellikle yoksul emekçiler ve gençliğin duyduğu nefret oyların otomatik olarak Macron’a akmasını sağlamayacaktır.

2017 yılında seçildiğinde Macron, özellikle toplumun liberal orta sınıflarından, LGBT ve kadınlar gibi ezilen kimliklere ve çevrecilerden Fransız sermayesine kadar uzanan önemli bir desteğe sahipti. Fakat asıl olarak Macron’u asıl parlatan olgu 1958 yılından bu yana süren Beşinci Cumhuriyet’in klasikleşmiş Sosyalist Parti-Cumhuriyetçi Parti statükosuna yeni bir alternatif olarak sivrilmesi, giderek kötürümleşen yaşam koşullarına bir çözüm üretebileceğine ve aşırı sağın durdurabileceğine dair güven vermesiydi. Bu sayede seçimin ikinci turunda Le Pen’e üstünlük sağlayabilmişti; zira sol seçmenin önemli bir bölümü aşırı sağdansa Macron’a bir şans vermeyi tercih etmişti.

Ancak Macron’un vadettiği güleryüzlü neoliberalizm Fransa’da iki açıdan hayal kırıklıklarıyla doluydu: Bu beş yıllık süreçte emekçi sınıfların sosyal ve ekonomik haklarına yönelik sert saldırılar gerçekleştiren Macron “zenginlerin cumhurbaşkanı”, “Fransız Tony Blair” gibi lakaplarla anılır oldu ve aşırı sağın durdurulması bir yana biriken sınıfsal öfke aşırı sağa göçmen politikaları üzerinden emekçi sınıfları manipüle edebileceği bir alan açtı.

Özellikle göreve gelir gelmez Hollande döneminin bakiyesi olan çalışma yasası reformu ile işe alımlarda ve işten çıkarmalarda patronlara esneklik sağlayan ve kıdem tazminatı gibi hakları tırpanlayan uygulamalar hayata geçirilmiş ve bunlar protestolarla karşılanmıştı. Öyleki Macron’a verilen destek anketlerde sadece birkaç ay içerisinde % 57’den % 40’a düşmüştü.

2018 yılında ise yükselen akaryakıt fiyatlarına ve hayat pahalılığına karşı başlayan Sarı Yelekliler hareketi Avrupa genelinde neoliberal politikalara yönelik öfkeyi harlamıştı. Macron’un protestolara tepkisi ise yoğun bir polis terörünü devreye sokmak oldu.

Öte yandan ülke içerisinde radikal İslamcı örgütlerin gerçekleştirdiği saldırılar sonrasında ülke içerisinde Müslüman nüfusa yönelik ayrımcılık yoğunlaşırken; Macron’un başörtüsü gibi dini semboller üzerinden dile getirdiği söylemler İslamofobinin önünü kesmek bir yana güven kazanmasına yol açtı. Dahası bu saldırılar Macron’un güvenlik politikalarını sıkılaştırması ve muhalif hareketler üzerinde polisiye tedbirleri artırması için bahane olmuştu.

Le Pen’in ve son seçimlerde Zemmour’un yaptığı çıkış Fransa’nın özellikle 2008 krizinden sonra geçirdiği bu politik süreçlerin doğal bir sonucu. Aşırı sağ diğer birçok ülkede olduğu gibi merkez partilerin onyıllarca al gülüm ver gülüm bir tarzda sürdürdükleri, fakat emekçilerin yaşam koşullarının günden güne kötüleşmesine sadece seyirci kaldıkları emekçi düşmanı iktidarlarının açtığı kanaldan ilerledi. Le Pen sıklıkla merkez partilerin bir kenarda unuttuğu “unutulan Fransa”ya sesleniyor. Politik söylemlerini ise elitler ve onların temsilcisi Macron’a karşı özellikle kırsalda yoksullaşmaya terk edilmiş kitlelere seslenerek inşa ediyor.

Hem Zemmour hem de söylemlerini ondan daha ılımlı tutmaya çalışsa da Le Pen, radikal solun zayıf kaldığı ortamda göçmen düşmanlığı, İslamofobi, homofobi gibi gerici eğilimleri mevcut sorunlara birer çözüm aracı olarak pazarladılar ve bunda da başarılı oldular. Sonuç olarak Sosyalist Parti ve Cumhuriyetçi Parti gibi Beşinci Cumhuriyet’e damga vuran düzen partileri siyaset sahnesinin dışına itilirken; Melenchon ve Le Pen gibi soldan ve sağdan isimler popülarite kazanabildiler.

Fransa, 24 Nisan’da seçimin sonucu ne olursa olsun tartışılmaya devam edecektir. Zira, Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ile birlikte Fransa’nın daha aktif bir emperyalist güç olarak öne çıkmasına yatırım yapan Macron’un kazanması halinde emekçi sınıflara yeni saldırıları söz konusu olacaktır. Ya Le Pen kazanırsa? Liberal demokrasilerin olağan koşullarda işleme kapasitesini sorgulamak adına daha fazla gerekçe ortaya çıkacaktır.

Yorumlar Kapalı

Yorumlar Kapalı