2001 krizi sonrası iktidara gelen AKP’nin 17 yıldır övünç kaynaklarının başında ekonomik istikrar geliyordu. Åžimdilerde o istikrarın yerinde yeller esiyor. Trump’un bir tweeti ya da bir gerilimin ayak sesleri doları zıplatmaya yetiyor. Ulusal ve uluslararası konjonktürdeki deÄŸiÅŸimler, aşırı kırılgan Türkiye ekonomisini yaprak gibi titretiyor.
Elbette kapitalist bir ekonomide öyle ya da böyle krizler olacak; bu sistemin kaçınılmaz bir özelliÄŸi. Ancak Türkiye’de ÅŸu anki krizin daha ağır geçmesinin ve toparlanmanın uzun sürecek olmasının ardında AKP’nin ekonomi politikaları var.
Yoksulun Sırtından Bütçe Disiplini

1980’lerden AKP iktidarına kadarki dönem boyunca borç yükünün asıl sahibi devletti. 2001 krizinden sonra ise IMF anlaÅŸması uyarınca emekçi-halk düşmanı uygulamalarla bütçe açığını yüzde 3’ün altına geriletecek bir bütçe disiplini uygulandı. 2002 sonrasında borç denklemleri deÄŸiÅŸti ve yurtdışından akan ucuz ve bol para özel sektörün borç hanesine yazıldı.
Ancak son birkaç yıldır bu tabloda deÄŸiÅŸim var. AKP kendisi için kritik seçimleri kazanmak adına bütçe disiplinini gevÅŸetti. Mesela yerel seçimlere kadar kullanmak için Merkez Bankası’nın karını Hazine’ye aktarma iÅŸini Nisan’dan Ocak ayına çektiler. Böylece yılın ilk üç ayında ortaya çıkan bütçe açığı 2018’in toplam bütçe açığına eÅŸit oldu. 2015’ten baÅŸlayarak seçimlerle dolu 4 yılda vergi gelirlerinden feragat edildi; kamu bankaları aracılığıyla ucuz krediler saÄŸlandı; teÅŸvikler verildi…
Åžimdi tekrar sıkı bir bütçe disiplini yaratma peÅŸindeler. Ancak 17 yıl boyunca bütçe açıklarına karşı kaynak saÄŸlayan özelleÅŸtirme gelirleri artık yok: 2003-2018 arası 62 milyar $’lık özelleÅŸtirme geliri
elde edilmişti. Şimdi ise gözlerini yoksul halktan toplanacak daha çok vergiye, kamu çalışanlarının ve emek
çilerin haklarının budanmasına, işsizlik fonu-kıdem tazminatı gibi fonları iç etmeye dikmişler. Önümüzdeki dönemde dolaylı vergilerin giderek artışı, kazanılmış haklara saldırı gibi emekçi düşmanı uygulamalarla karşı karşıya olacağız.
Müdahale Araçlarının Krizi

Yüksek miktarda borçlu (çoÄŸunluÄŸu döviz cinsinden) bir özel sektör var; enflasyon artmış, faizler yükselmiÅŸ durumda; üretip satmakta zorluk yaÅŸanıyor. Özel sektörü derinden etkileyen bu krizde AKP, ekonomik çöküşü engellemek için – ki böyle bir durumda fatura kendisine de kesileceÄŸinden – 2015’ten beri sürekli krizi öteleme peÅŸinde. Eldeki kamu kaynakları bu amaçla çokça kullanıldı. Merkez Bankası, TL’nin deÄŸerini döviz karşısında korumak, faizi iktidarın istediÄŸi deÄŸerde tutmak için müdahaleler yaparken çok kritik olan rezervlerini tüketti. Bu rezervler, ani sermaye çıkışlarına karşı bir garanti ama o iÅŸlevi yerine getirecek kapasitede artık deÄŸiller. Merkez Bankası’nın net rezervi, neredeyse bir aylık ithalatın bile altına gerilemiÅŸ – 16 milyar dolar – durumda. Merkez Bankası, iktidarın doların yükseliÅŸini faizi artırmadan frenleme baskısı yüzünden arka kapılardan dolanarak iÅŸ çevirme peÅŸinde. Ama bunun bedeli uluslararası sermayenin Türkiye’ye para yatırma konusundaki güvenini sarsmak oluyor. 2 Mart’a kadar 586 milyon dolar gelmiÅŸken swap iÅŸlemlerine kısıtlama yaptıkları 29 Mart haftasında – son 4 yılın en yüksek haftalık çıkışıyla – 1,4 milyar dolarlık çıkış gerçekleÅŸti. Bu durum, sıcak para akışına delicesine bağımlı bir ekonomi açısından büyük bir açmaz!
AKP’nin krize diÄŸer bir müdahale aracı olan kamu bankalarının durumu da iç açıcı deÄŸil. AKP direktifleriyle batık kredileri kurtarmak için kamu bankalarının kredi hacmi tehlikeli ÅŸekilde arttı. BDDK verilerine göre kamu bankalarının 28 Aralık-12 Nisan döneminde kredi hacmi 100 milyar TL’ye yakın arttı. Ve bu krediler geri dönüşü konusunda büyük soru iÅŸaretleri olan krediler.
Ne Dövizi Ne Faizi Yerinde Tutabilirler
İktidar ekonominin tamamen gümlemesini seçim öncesi engellemek için döviz/TL kurunu ve faizleri düşük tutmak için elinden geleni yaptı; hatta koÅŸullarını zorladı. Ancak iÅŸler önümüzdeki günlerde iktidarın müdahalesiyle toparlanmayacak noktaya hızla gelebilir. Öncelikle ABD ile S-400 üzerinden yaÅŸanan gerilim bir kırılmaya gebe. Bunun dışında ödenmesi gereken büyük bir dış borç var ve çoÄŸunluÄŸu döviz cinsinden. Türkiye’nin toplam 445 milyar dolarlık dış borcunun yüzde 58’i dolar, yüzde 32’si Euro cinsinden. Bu dış borç rakamının önümüzdeki bir yıl içinde ödenmesi gereken kısmı 177 milyar dolar. Bu borcun çoÄŸunluÄŸuna sahip olan özel sektörün ödeme yapabilmesi için borçlanması lazım. Ama borçlanma maliyeti Türkiye için artıyor. CDS olarak bilinen risk primi Mart sonunda 475 gibi rakama fırladı; bu durum borçlanma faizlerini de artıracak. Uluslararası düzeyde ABD ile iliÅŸkilerin gerilim yetmezmiÅŸ gibi iktidar TL eriÅŸimini kısıtlayarak doları düşürmeye çabalarken, BDDK ve SPK eliyle JP Morgan’a soruÅŸturma açarak uluslararası sermaye için risk algısını yükseltiyor. Bunun anlamı daha pahalıya, daha az sıcak para giriÅŸi olacaktır.
Kaldı ki iç piyasada da TL’ye güven kalmadığından, faizler enflasyon karşısında tat vermediÄŸinden ciddi bir dolara kayış (dolarizasyon) gözleniyor. 2019’un ilk üç ayında 20 milyar dolar büyüklüğünde bir mevduat dövize kaydı.
Üretim Dibi Görüyor
Krizin daha da kötüye gideceÄŸinin, uzun süren ağır etkileri olacağının en büyük göstergesi reel sektördeki tıkanma. Sanayi üretimi 2018’in son çeyreÄŸinde yüzde 5,2; yıllık bazda yüzde 9,8 geriledi. Ara malı ve yatırım malları sanayinde daralma dikkat çekici boyutta. İşsizlik ÅŸimdiden Cumhuriyet tarihinin zirve noktasına ulaÅŸtı; resmi rakamlarla 4 milyonu geçti. Kaldı ki TÜİK’in kendi rakamlarından yola çıkarak daha geniÅŸ bir iÅŸsizlik sayısı çıkarılsa iÅŸsiz sayısının 7 milyonlarda olduÄŸu görülüyor. Üretimin tıkanması demek, bu iÅŸletmelerin iflas etmesi ya da en azından ciddi sayıda işçi çıkarması demek. Yani iÅŸsizlik rakamları daha da büyüyecek. İşsiz kalan kredisini ödeyemeyecek, alışveriÅŸini kısacak; piyasa daha da daralacak. Bütün bu geliÅŸmeler dünya ekonomisinin de yavaÅŸladığı bir dönemde yaÅŸanıyor. 2001 krizi döneminde dünya ekonomisi çıkış eÄŸilimindeydi; ucuza-bol
likidite vardı. Dolayısıyla IMF ile anlaşıp emekçilere bedeli ödetilerek bütçe disiplini sağlandığında sıcak para akışıyla krizin etkileri hızla atlatılabilmişti. Şimdi durum sermaye ve iktidar açısından öyle parlak da görünmüyor. Kriz uzun sürecek, etkileri ağır olacak ve faturanın bize kesilmesine karşı mücadele etmezsek bu kriz asıl bizim belimizi bükecek. Daha şimdiden maaşlarımız soğan-patates karşısında erirken sırtımıza yükleyecekleri yeni vergiler, haklarımıza yönelik saldırılar ve enflasyon altında kalacak maaş zamlarıyla geleceği siz düşünün. Mücadele etmekten, yeni bir emekçi baharı yaratmaktan başka yolumuz yok!














