Sosyalizm Kazanacak!
/ Derya Koca / Ken Loach Sineması: Umutsuzluk Değil Öfke Hissedin – Derya Koca

Ken Loach Sineması: Umutsuzluk Değil Öfke Hissedin – Derya Koca

on 17 Haziran 2015 - 18:40 Kategori: Derya Koca, Gündem, Kültür-Sanat

İngiltereli Troçkist Yönetmen bugün 79 yaşında. Daha önce Marksist Bakış dergisinde Berlin Film Festivalinde aldığı onur ödülü sonrası çıkan bu yazıyı yeniden yayınlıyoruz. İyi ki doğdun işçi sınıfının devrimci yönetmeni!

17706_1
Dünya sinemasının en iyi yönetmenlerinden birisi olan Ken Loach, meslektaşları içinde işçi ‘sınıfının yönetmeni’ ünvanını hak eden yaşayan yegane yönetmendir. Ken Loach’un 4. Uluslararası Berlin Film Festivali “Berlinale”de, Altın Ayı onur ödülünü alması vesilesiyle hayatını, eserlerini ve elli yıllık sanat mücadelesini bir kez daha anlatmak istedik.

Televizyon Yılları

Asıl adı Kenneth Loach olan İngiliz yönetmen 17 Haziran 1936 yılında işçi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. gençlikOxford’da hukuk okuduktan sonra sinemaya yöneldi. İlk sinema deneyimlerini aktörlükte yaşasa da 1961 yılında Nothampton Tiyatrosu asistanlığına geçerek yönetmenliği dair adımlar atmaya başladı. Döneminin diğer bağımsız sinemacıları gibi TV’deki deneyimlerinden sonra sinemaya adım attı. Dönemin büyük Amerikan rüyalarını anlatan, egemen sınıfa göbekten bağlı büyük film tekellerinin baskısından uzaklaşmak için bütçesi olmayan bir yönetmen olarak 1963 yılında BBC’de çalışmaya başladı. BBC için çektiği televizyon filmleri ya da film dizileri, Ken Loach’un piyasacılığa, kapitalizmin büyük bir yıkıma terk ettiği toplumsal ilişkilere ve emperyalizme karşı söylemini çok net ortaya koyduğu ürünler oldu. Bu dönemde çektiği önemli eserler arasında Z Arabaları, Cathy Eve Dön, Genç Bir Adamın Günlüğü, Umut Günleri ve 45 Ruhu vardır. Bu dönem eserlerinde Ken Loach, genç bir sosyalist olarak refah devletinin çöküşe geçmesiyle birlikte işçi sınıfına yönelen saldırıları ve toplumsal çelişkilerin derinleşmesini gözler önüne sermeye çalışmıştır. Berlinale’de Onur Ödülü almasında büyük etkisi olan eseri Cathy Eve Dön (Cathy Come Home)’da Loach, belgesel niteliklerine sahip bir yapımla konut sorunun piyasalaşmayla beraber toplumsal olarak büyük bir sorun haline gelişi masaya yatırırken bir yandan da evsizliği toplumsal ilişkiler ve bireylerin yaşadıkları yıkım boyutuyla ele alıyor. Dönemin konut piyasasının azgın ilişkilerine ışık tutarken Loach; toplumsal sorunlara kökten çözümler üretilmesi gerektiğini anlattığı için ilk baskılarla da karşılaşacaktı.

Yeni Gerçekçilik Akımı ve Loach

Döneminin dünya sinemasında kendisine İtalyan ve Çek sinemasını örnek aldığını söyleyen Ken Loach üzerinde Yeni Gerçekçilik akımının etkileri çok yoğun olarak görülmektedir. 1900’lerin ilk yıllarından bu yana “klasik” olmanın sinemada Hollywood’un “yıldız” oyunculuğu, zengin ve lüks yaşantının içindeki aşk ve entrikalar; neşe ve müzikal, güzel ve bakımlı leydiler ile yakışıklı centilmen aktörlerin dünyası olarak sunulduğu sinema dünyasının bu kalıpları da toplumsal mücadelenin yükseldiği dönemlerde kırılıp atılacaktı. Ekim Devrimi’nden sonra Rusya’da büyük bir atılım gösteren sinema sanatına dünyanın dört bir yanından katkılar sunularak Hollywood’un tekeli kırıldı. 2. Dünya Savaşı’nda başlamak üzere soğuk savaş döneminde propaganda ve kara propagandanın en kaba hallerinin verildiği sinema dünyası, bu süreçte büyük bir gerileme içine girmişti. Ancak bu dönemde 2. Dünya Savaşı’nın ve Mussolini’nin faşist İtalya’daki yıkımına tepki olarak ortaya çıkan İtalyan Yeni Gerçekçiliği çok önemli eserler vererek bu kısırlığı kırmış, bir yandan da işçi sınıfının sinemada yeniden yerini almasını sağlamıştır. Bu akımın önderliğini yapan önemli filmler Bisiklet Hırsızları, Roma Açık Şehir gibi filmler olmuştu. İtalyan yeni gerçekçiliği 1944-1952 arasında yoksulların hayatlarını sinemaya taşıdı. Hollywood sinemasının idealize ettiği insanların aksine hayatı ve insanları çelişkileriyle kavradı. Mussolini döneminde faşist diktanın toplumu uyutmak için patlattığı eğlencelik “Beyaz Telefon” filmlerine (zengin evlerindeki önemli bir dekordur), yıldız aktörlerine, onların büyük yolcu gemileri ya da villalarında geçen burjuva yaşantılarına karşılık bir başkaldırı yaşandı. Aktör dahi olmayan ve gerçek hayatında da işçi ve yoksul olan insanların filmleri çekildi. Kapitalizmin kendini toparladığı ve refah devletlerini kurmaya başladığı, dünya devriminin yenildiği yıllarda ise bu filmlerin sayısı giderek azaldı. Liberalizmin öne çıkmasıyla her alanda olduğu gibi sinemada da piyasacılık yükseldi. Ancak 1960’larla birlikte yeniden hareketlenen sokaklar ve devrimler sinemayı da hareketlendirecek avant-garde kalıplar oluşacak, Fransız Yeni Dalgası, İngiltere Özgür Sinema Hareketi, Genç Almak Sineması 70’lere kadar önemli eserler verecekti.

Ken Loach da tam olarak bu kuşağın içinden bir isimdir. Ancak O, yeni gerçekçilik akımı gibi yitip gitmeden sinemada sözünü söylemeye devam etti. 1969’ta Loach, ilk kez kendi filmi Kerkenez’i (Kes) çeker. Kes, Loach’ın images (1)açıkça ilham aldığı İtalyan Yeni-Gerçekçilik akımından etkilendiği bir filmdir. Sokaklara ve işçi mahallelerine çevirdiği kamerasının karşısında oynadığı role yakın hayatlar yaşayan sıradan insanları geçirdi. Filmde başrolü oynayan David Bradley, tıpkı filmde canlandırdığı karakter olan Billy gibi Kuzey İngiltere’de maden işçisinin oğlu olarak yaşıyordu. Toplumun muhafazakar aile ve okul yaşamı içinde yoksunluklara rağmen hayata tutunmaya çalışan çocuğun bir öyküsüdür Kerkenez. Yaşamak için hem çalışıp hem okumaya çalışan Billy, filmde önüne tek seçenek olarak sunulan işçilik eğitimi ve örselenmiş yaşamının dışına çıkma azmi içerisinde anlatılır. Oldukça sıcak ve yalın anlatımıyla Loach, hiçbir ajitasyon ya da didaktik yönteme başvurmadan, Billy’nin bir kerkenez kuşunu eğiterek var olanın dışında bir yaşamın; kendini gerçekleştirebileceği bir şeylerin var olduğunu keşfetmesini öykülendirir. Yönetmenin sembol olarak kerkenez kuşunu seçmesi de bir tesadüf değil; kerkenez, Orta Çağ’da köylülerin sahip olmasına izin verilen tek avcı kuşudur. Ve sınıflı toplumlarda emekçi sınıfların baki kalan ezilen konumunu anlatmak için de başarılı bir imgedir.1999 yılında otuz yıl sonra film yeniden vizyona girdiğinde David Bradley, “14 yaşındaydım, İngiltere’nin kuzeyinde yaşayan bir işçi çocuğu olarak sistemin bana sunduğu fazla bir seçenek yoktu. Benim kerkenizim Ken Loach oldu” demişti.

1970’lerin Baskı Yılları

1970’ler Ken Loach gibi birçok muhalif yönetmenin büyük baskı ve sansüre uğradığı yıllar oldu. Finansman sıkıntısımovieposter yaşadığı on yıl boyunca bağımsız film veremedi ve televizyona geri dönerek filmlerine devam etti. Umut Günleri adındaki dört bölümlük dizide, 1926 genel grev arifesinde işçi sınıfının sendika ve kendisinin de bir zamanlar üyesi olduğu İngiltere İşçi Partisi liderleri tarafından uğratılan ihaneti yansıtır. Bu yıllar aynı zamanda İngiltere işçi sınıfının büyük düşmanı azgın bir piyasacı olan Margaret Thatcher dönemidir. Ve Loach’un her filmine büyük bir baskı ve sansür uygulanmaya çalışılmaktadır. Bu yıllarda çektiği Bir Liderlik Sorunu (A Question of Leadership) ile madencilerin büyük grevini ve sedikal liderliğin ihanetlerini anlattı. Yani Troçkist yönetmen Loach’un tek derdi, düzen içinde kavga vermek değil, sosyalizme giden yolda doğru devrimci politikanın gösterilmesidir de. Daha sonraki filmlerinde de Stalinizme karşı büyük bir eleştiri getirmiştir. Muhafazakar Parti’nin büyük tepkisini çekse de bir sosyalist olarak, bireycilik döneminin ağır saldırısı altında kolektif eylem gücü ile dünyayı değiştirecek tek sınıf olan işçi sınıfına sadakatini filmlerinde göstermeye devam edecekti.

Politik Sinemada Ustalık Dönemi: 1990’lar

Ken Loach, 1990’lara gelindiğinde düşük bütçeli filmleriyle büyük yankı uyandırdığı ustalık eserlerini vermeye başlamıştı. 1990’da Gizli Ajanda (Hidden Agenda) ve Ayak Takımı (Riff-Raff), 1993’te Raining Stones (Yağan Taşlar), 1994’te “Minik Kuş, Minik Kuş” (Ladybird Ladybird), 1995’te Ülke ve Özgürlük (Land and Freedom) ile Karla’nın Şarkısı (Carla’a Song), 1998’de Benim Adım Joe (My Name is Joe) filmlerini peşisıra dünya politik sinemasına kazandıran Ken Loach, artık dünyaca ünlü bir yönetmen haline gelmişti. Filmlerinde İrlanda’daki kirli savaştan, Nikaragua’daki Sandinist devrime, işsizlikten özelleştirmeye işçi sınıfını yaşamını çekmeye devam etti. “Ayak Takımı”, Thatcherizm’in sebep olduğu yıkıma ağır bir eleştiri yöneltirken umutsuzluğu her zamanki gibi umut kapısını açık bırakarak anlatmayı başardı.

Bu filmler arasında Ken Loach’u devrimci Marksistler ve politik sinema için önemli kılan diğer önemli eserlerin ulkeveozgurluk_filmbaşında hiç şüphesiz Land and Freedom (Ülke ve Özgürlük) başı çekiyor. Ülke ve Özgürlük filmi ile İspanya İç Savaşı’nda görünmeyeni gösteren Ken Loach, dünya devriminin Stalinizm tarafından nasıl bir ihanete uğratıldığını büyük bir cesaretle anlatıyor. Dünya devriminin bu önemli halkasını anlatırken Ken Loach bir Troçkist olarak dünya sinemasına en büyük armağanlarından birisini sunuyor. İngiltere’den gönüllü olarak İspanya’ya savaşmaya giderek POUM’a katılan işsiz bir gencin hayatını George Orwell’in Katalonya’ya Selam kitabından esinlenerek çekti. Loach, filmin en çarpıcı sahnelerinden biri olan kolektivizasyon tartışmasında devrimden yana taraf tutarken dönemin SSCB politikaları ile İspanya yenilgisi arasında çok çarpıcı bir açıklıkla ışık tutuyor. Filmin sonlarına doğru genç devrimci kadın Blanca’nın Stalinistlerce vurulması ile dünya devriminin yenilgiye uğramasını sembolize eden Loach, son sahnede tüm dünya işçi sınıfını “Bizim de günümüz gelecek” diyerek devrimci mücadeleye çağrı yapıyor.

2000’li yıllarının eserleri olan Ekmek ve Güller (2000), Demiryolcular (2001), Afili Delikanlı (2002), Özgürlük Rüzgarları (2006), İşte Özgür Dünya (2007), Hayata Çalım At (2009), Meleklerin Payı (2012) yine benzer şekilde dönemin politik dünyasına yüzünü dönüyor;göçmen ve kadın işçiler, umutsuzluk içinde çırpınan insanlar, İrlanda özgürlük mücadelesi ve ağır sömürü…

İşçi Sınıfının Yönetmeni

images (2)Ken Loach sadece beyaz perdede değil hayatında da sosyalist kimliğinden taviz vermediği için işçi sınıfının yönetmeni ünvanını hak etmektedir. Her durumda tavır alan yönetmen, 2009’da Melbourne Film Festivali’nden İsrail’in sponsor olması nedeniyle “Hayata Çalım At” filmini sadece seyirci kalamayız diyerek geri çekmişti ve İsrail’e yönelik her türlü boykotun arkasında olduğunu ilan etmişti. Irak işgalinde meydanlara çıktı. Wikileaks’te ABD’nin gizli belgelerini açıklayan Julian Assange’a sahip çıkarak kefalet bedelini ödemeye hazır olduğunu açıkladı. Dünya işçilerinin düşmanı Thatcher ölünce onu tüm kamuoyu önünde bir kez daha onunla alay ederek teşhir etti. 2012 Torino Film Festivali tarafından verilen yaşam boyu onur ödülünü onurlu bir duruşla reddetti, sebebi ise film festivalini düzenleyen Ulusal Sinema Müzesi’ndeki işçilerin taşeron sistemiyle, düşük ücretlerle ve güvencesiz bir şekilde çalıştırılması, haklarını savunan işçilerin ise işten atılmasıydı. Ödülü reddeden Loach, açıklamasında “Toplumun zayıf olan bireylerinin sorumlu olmadıkları bir iktisadi buhranın faturasını ödemesini doğru bulmuyorum. Bu konuyla ilgili ‘Bread and Roses’ adlı bir film gerçekleştirdik. Nasıl olur da kendi hakları için mücadele eden ve bu sebepten dolayı işlerinden olan çalışanların dayanışma çağrısını duymazlıktan gelirim? Bu ödülü kabul etmek ve bir kaç küçük eleştiri ile durumu geçiştirmek zayıf ve iki yüzlü bir davranış olurdu.Beyaz perdede belirli bir duruşa sahip olup öte yandan diğer ortamlarda faklı tutumlarla bu duruşa ihanet edemeyiz” demişti. Açıklamanın ardından ise müze işçileriyle Ekmek ve Güller filmini hep birlikte izlemiş ve taşeron sistemini protesto etmişti.

İşçi sınıfının filmlerini çekmekten onur duyduğunu açıkça söyleyen Loach, her daim mücadele içinde olmuştur. Söyleyecek sözü vardır. Sınıfının yanını seçmiştir. Dayanışma, özgürlük, umut ve devrimi tüm insanlığın hayallerini söylemekten çekinmemiştir. “Artık kapitalizmden kurtulmalıyız” diyerek dünya sinemasına piyasa ilkelerinin hakim olduğu bir dönemde Loach, kendi kuşağının içinden hiç yılmayan bir figür olarak işçi sınıfına mal olmuştur. Şimdiden tarihe geçmiştir. Onurlu yaşamını dünyanın emekçi halklarına adayan devrimci yönetmen Ken Loach, Berlin Film Festivali’nin kendisine verdiği ödülü de sonuna kadar hak etmiştir.

Yorumlar Kapalı

Yorumlar Kapalı