Sosyalizm Kazanacak!
/ Devrimci Perspektif / Hemingway’in Mirası 78 Yaşında: Çanlar Kimin İçin Çalıyor! – B. Defne Erten

Hemingway’in Mirası 78 Yaşında: Çanlar Kimin İçin Çalıyor! – B. Defne Erten

on 21 Ekim 2018 - 21:00 Kategori: Devrimci Perspektif, Kaybedilen Devrimler

“mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,

yahut kocaman gözlüklerin,

                        beyaz gömleğinle bir laboratuvarda

                                    insanlar için ölebileceksin,

                        hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,

                        hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,

                        hem de en güzel en gerçek şeyin

                                      yaşamak olduğunu bildiğin halde. “

Nazım Hikmet

Image result for hemingway spainErnest Hemingway’in bizzat içinde yer aldığı İspanya İç Savaşı’nda, faşist Franco güçlerine karşı mücadele eden gerillaların öyküsünü anlatan Çanlar Kimin İçin Çalıyor” romanının yayınlanışının ardından tam 78 yıl geçti. Eserlerini sade ve öz anlatımıyla birlikte diyalog ağırlıklı yazan Hemingway, bu üslubuyla Amerikan edebiyat camiasına bile kendini kabul ettirmekte zorlansa da, olayları oldukça yoğun bir şekilde okuyucuya yaşatır. Hemingway bu yönü 20. yy’ın ve savaş anlatılarının en büyük isimlerinden biri haline gelmişti.

Yazarlık hayatına gazetecilik ile başlayan Hemingway, I. Dünya Savaşı, İspanya İç Savaşı ve II. Dünya Savaşı sırasında bizzat cephede bulunarak savaşın getirdiği acılara tanıklık etti, kendisi de birçok kez ağır şekilde yaralandı. Hem savaşı hem savaşın insanlara getirdiği yorgunluğu hem de savaşın içinde bile var olan aşkı yazdıklarında usta bir kalemle anlatan Hemingway’in 1940 yılında yayınlanan Çanlar Kimin İçin Çalıyor romanı dünyada büyük ilgi topladı.

Roman Amerikalı bir İspanyolca Profesörü olan Robert Jordan’ın gerilla saflarında savaşmak için düzenli ordudan milislere gönderilmesiyle başlıyor. Görevi, faşistlerin mühimmatlarını taşıdığı bir köprüyü patlatmak. Göreve gönderilmeden önce bir Sovyet subayı olan Golz, başında bulunduğu askeri harekâtlarla ilgili şunları söylüyor: “Benim saldırılarım değil onlar. Ben yapıyorum onları ama benim değiller. Toplar benim değil. Onları almak için yalvarıp yakarmam gerekiyor. Verebilecekleri zaman bile istediklerimi vermediler bana. Bu en hafifi. Daha başka şeyler de var. Hep bir şeyler dönüyor. Hep birileri işe burnunu sokuyor. Bu yüzden olanları adamakıllı anlamalısın.”. Yoldaş Golz’in bu sözleri Robert’ın kafasında soru işaretlerine yol açsa da yola çıkmaktan vazgeçmiyor ve en büyük deneyimlerini yaşayacağı dağlara doğru yola koyuluyor. Vardığında karşılaştığı manzara pek de iyi değil. Düzenli ordudaki disiplinden, mühimmattan yoksun milisler ve şatafattan yoksun milis liderleri… Buradaki düzen epeyce farklıdır; fakat o kadar da yabancı olmadığı bir şey olduğu için Robert hızlı alışır ve görevine odaklanır. Köprü ne bir saat erken, ne de bir saat geç patlatılmalıdır. Her şey tam olması gerektiği anda, tam olması gerektiği şekilde olmalıdır. Hemingway burada köprünün patlatılmasından Lenin’in devrimci durumu analizi ve tahlilinden bahsettiği gibi bahseder. Burada patlatılması gereken köprü, kitapta bir dönüm noktası olarak belirtilmiştir. Operasyon başarılı olursa cumhuriyetçiler, başarılı olmazsa Franco kazanacaktır. Yani köprü metaforu aslında en temel şekliyle, devrimin kendisini simgeler.

Peki, herkes köprünün havaya uçurulmasından yana mıdır? Gittiği yerde Robert’a yardım edecek iki milis vardır. Bunlardan birinin lideri Sordo devrime bağlılığı ve fedakârlığıyla nam salmış yiğit bir devrimcidir. Diğer lider olan Pablo ise inancını kaybetme noktasında, harekete geçme konusunda da kararsızdır ve köprünün patlatılmasına karşıdır. Kitap boyunca da bu tartışmalar devam eder. Köprüyü patlatıp Frnaco güçleri engellenecek midir? Yoksa dağlarda saklanılıp sadece yemek ve para bulmak için mi gün yüzüne çıkacaklardır? Nitekim operasyon öncesi Pablo dinamitlerin bir kısmını alarak ortadan kaybolur, operasyon sırasında saldırıya uğrarlar, birçok kişi ölür, Robert Jordan da faşistlerin eline geçmemek için intihar eder.

Hemingway çoğu eserinde olduğu gibi bu romanda da savaşın kanlı kısmını gözler önüne serip, insan öldürmenin “manasızlığına” vurgu yapıyor. Kitabın esas kahramanı Robert Jordan’ın yol arkadaşı, yaşlı bir köylü olan Anselmo adeta Hemingway’in hümanist yanını temsil edercesine şunları söylüyor: “Bir Psikopos bile öldüremem ben. Ne türden olursa olsun,mal mülk sahibi birini de öldürmezdim. Bundan sonraki yaşamları boyunca onları tıpkı bizim tarlalarda çalıştığımız gibi, tıpkı bizim dağlarda odun kestiğimiz gibi her gün çalıştırırdım. Böylece insanın ne yapmak için yaratılmış olduğunu anlarlardı. Bizim uyuduğumuz yerde uyumaları gerektiğini, bizler gibi yemeleri gerektiğini ama her şeyden önce çalışmaları gerektiğini anlarlardı. Böylece öğrenirlerdi işte.”.          

Fakat Hemingway bir yandan da Franco ile savaşmadan en temel insani hakların bile korunamayacağının farkında. Bu yüzden romandaki bazı cümleler bir hümanistin ağzından çıkmış imajı verse de, gerillaları konuşturduğu diyaloglarda savaşa inanmışlığın, ölüme adım adım giden yolda, devrim uğruna hiç tereddüt etmeden yürüyen insanların kararlılıklarıyla karşılaşıyoruz.

Hemingway, gerillaların bu dört gününü anlattığı beş yüz sayfada İspanya İç Savaşı’nın kritik dönemeçlerini köprü metaforuyla ustaca betimlemiştir. Kazanılabilecek bir savaşın ve emperyalist-kapitalist sisteme alternatif olabilecek bir devrimin nasıl boğazlandığını, SSCB’nin ihanetlerini karakterler ve diyaloglar aracılığıyla bizlere göstermiştir. İspanya İç Savaşı dünya devrimci geleneğinde önemli bir yer tutmaktadır ve hem teorik hem de pratik olarak çıkarılması gereken bir çok ders koymuştur ortaya. İşçi sınıfı içinde kök salmış bir Devrimci-Marksist öncü olmaksızın bu kadar organize bir sistemle ve onun yürütücüsü burjuvazi ile girilen savaşta belli kazanımlar elde edilebilir; fakat nihai zafer, yani kapitalist sistemi bütün dünyada yok etmek olanaksızdır.

İspanyol komünistler tarihin en önemli kırılma anlarından birisinde işte bu Bolşevik öncüden yoksun kaldılar ve başarısızlığa uğradılar. Fakat insanlığın hiç bitmeyen kavgasına önemli bir devrimci miras bıraktılar. Nazım Hikmet’in şiirinde de dediği gibi yaşamın en güzel şey olduğunu bildikleri halde bütün insanlık için verilen kavgada canlarını feda etmekten kaçınmadılar. Hemingway gibi devrimci edebiyatçıların bizlere bıraktığı Çanlar Kimin İçin Çalıyor gibi görkemli eserler gelecek kuşakların bırakılan bu mirası taşımasının birer aracı olacaklardır.

Yorumlar Kapalı

Yorumlar Kapalı