Geç kapitalistleÅŸmiÅŸ ülkelerdeki devrim sorunsalına Rusya’da üretilen bir yanıt da 26 yaşındaki L.Troçki’den gelecekti: Sürekli devrim. Bir teorinin tarih tarafından üstelik ayrıntılarıyla birlikte bu kadar net bir ÅŸekilde doÄŸrulanması, gerçekten insanı ÅŸaşırtıyor. Troçki’nin tarih algısı, doÄŸrusal ve determinist aÅŸamacı yaklaşımdan temelden ayrılıyordu.
Devrim, günlük dilde kökten dönüşüm anlamında kullanılır. Peki “devrim” sınıf mücadelesinde ne anlama gelir? Burada ilk önce politik devrim-sosyal devrim ayrımını yapmak gerekli. Politik devrimler, hakim iktidar gruplarını grevler, protestolar ve ayaklanmalar eÅŸliÄŸinde deviren, ama mevcut üretim ve mülkiyet iliÅŸkilerine dokunmayan devrimlerdir. Mısır’da 2011’de Hüsnü Mübarek’in, 1974’te Yunanistan’da ve Portekiz’de askeri diktatörlüklerin halk hareketiyle devrilmesini politik devrimlere örnek gösterebiliriz. Bu devrimlerde askeri diktatörlükler devrilmiÅŸtir, ama üretim ve mülkiyet iliÅŸkileri deÄŸiÅŸmemiÅŸtir. Yani kapitalistler büyük üretim araçlarının sahibi olarak kalmıştır, ücretli kölelik sistemi sürmüştür. Özellikle Yunanistan ve Portekiz örneklerinde devrim daha ileri gidebilir, kapitalistler alaÅŸağı edilebilir, malları kamulaÅŸtırılır, işçi sınıfı iktidara geçebilirdi. Bu da sosyal devrim olurdu. Bu noktada sosyal devrimi açıklamaya çalışalım.
Sosyal devrim, bir diktatör ya da yönetici bir kliÄŸin devrilmesi deÄŸil; bir sınıfın alaÅŸağı edilmesi, üretim iliÅŸkilerinin ve buna uygun olarak mülkiyet iliÅŸkilerinin deÄŸiÅŸmesidir. Örnek vermek gerekirse 1789 Fransız Devrimi ya da Büyük 1917 Ekim Devrimi, sosyal devrim örnekleridir. Bu iki örnekten sosyal devrimin iki türü olduÄŸunu çıkarabiliriz. Kronolojik olarak önce gelen burjuva demokratik devrimdir. Burjuva demokratik devrimlerde feodal iliÅŸkiler ortadan kaldırılır, kilise ve aristokrasinin toprakları köylülere dağıtılır, burjuva demokratik bir anayasa yapılır, kapitalist geliÅŸmenin önündeki engeller ortadan kaldırılır… Fransız Devrimi’nin yanısıra, 1650 İngiliz Devrimi, 16.yy’daki Flemenk Devrimi, 1783 Amerikan Bağımsızlık Savaşı yeni bir çağı baÅŸlatan burjuva demokratik devrimlerdir. Burjuva demokratik devrimler, kapitalist geliÅŸmenin önünü açtılar, sanayileÅŸmeyle birlikte işçi sınıfı hızla serpilip geliÅŸti.
Avrupa’nın Geç Kalanları
ABD ve Batı Avrupa’nın bir bölümünde bunlar yaÅŸanırken arkadan gelen Orta ve DoÄŸu Avrupa’da kapitalist geliÅŸme, (1800’lerin ortalarına gelinirken) artık mevcut feodal kalıntılarla çatışma içerisine girmiÅŸti. Bu ülkelerde monarÅŸiler ve aristokratik haklar hüküm sürüyor ve ulusal birlik oluÅŸturma çabasının yanısıra baskı gören uluslar, kendi devletlerini kurma mücadelesi veriyordu. Burjuva demokratik devrim sırası Almanya, Avusturya, Macaristan, İtalya, Polonya vb’lerine gelmiÅŸ miydi? 1848 Devrimleri tam da bu sorunun cevaplanacağı arenaydı. Burjuvaziye karşı bir işçi ayaklanmasına ev sahipliÄŸi yapan Paris’i dışarıda bırakırsak Berlin, Viyana, BudapeÅŸte, Krakow, Torino, Frankfurt, Poznan,
Palermo, Prag ve daha bir çok kent, burjuva demokratik devrim sancısı çekiyordu. Ama bu ülkelerde beklenen olmadı, devrimler yenildi. Bunun en büyük sebebi burjuvazinin devrimlerden desteÄŸini çekmesi ve karşı devrimin safına geçmesiydi. İşçiler, kent yoksulları ve küçük burjuvazi, üniversite öğrencileri ve yer yer köylüler, barikatlarda kanlarını dökseler de devrimler kaybedecekti. Burjuvazi, monarÅŸiden, aristokrasiden, ayrıcalıklarından, bunların siyasal yönetimlerinden ve ekonomik parazitliklerinden tiksinti duysa da yükselen yeni güç proletaryadan duyduÄŸu korku, çok daha baskın çıkacaktı. Nasıl olsa ekonomik iktidarını adım adım güçlendirirken siyasal kazanımlar zamanla gelebilirdi, ama servet düşmanı işçiler herÅŸeyi altüst etmeye niyetliydiler, gidilen yol buydu. Fransız Devrimi’nde “sans-culottes”un devrimci aşırılıklarını nasıl unutabilirlerdi? Lyon’da 1831’de patlak veren işçi ayaklanması, Britanya’yı sallayan Çartist Hareket ve nihayet 1848’de Paris’i almaya yaklaÅŸan Parisli proleterler… Åžimdi Orta ve DoÄŸu Avrupa’nın hemen hemen her ÅŸehri, ayaklanmalarla sarsılıyor, burjuva devrim sancısını yaşıyor ama burjuvazi kendi önünü açacak devrimden korkarak geri çekiliyor… İşte Marks, 1848 devrimlerini ele aldığı Louis Bonaparte’in 18 Brumaire’i adlı eserinde burjuvazinin devrimci rol oynama konusundaki tarihsel sınırlarını ortaya koydu. İşçi sınıfı, siyasal ve örgütsel bağımsızlığını kıskançça müdafa etmeli ve devrimi sürekli kılmalıydı. Sürekli devrim teorisinin kökenleri, Marks’ta bu ÅŸekilde bulunmaktadır. Burjuvazinin devrimci rolü sona ererken yeni bir tarihsel evreye girilmiÅŸtir. Burjuvazi, aydınlık için atacağı son mermisini Amerikan İç Savaşı’nda kullanacak ve 1871’de Paris Komünü’nü kanla boÄŸarken bozuk düzenin yeni efendisi olarak kesin pozisyonunu alacaktı. Artık emperyalizm çağı baÅŸlıyordu. İşçi sınıfı, toplumun ezilen kesimlerinin devrimci önderi olarak yükselmek zorundaydı, burjuvaziden ilerici bir rol oynamasını bekleyemezdi.
Düğüm Rusya’da Çözülüyor
Kapitalist geliÅŸme dünyanın yeni yeni bölgelerini kendi anaforuna kattıkça geç kapitalistleÅŸen ülkelerdeki devrim sorunsalı iyiden iyiye kendisini dayatmaya baÅŸlayacaktı. Marks ve Engels’in saÄŸlığında bu konunun kendisini ağırlıklı olarak hissettirdiÄŸi söylenemez. O dönemde henüz herÅŸey baÅŸlangıç aÅŸamasındaydı. Ama 20.yy’ın başında durum kökten bir ÅŸekilde deÄŸiÅŸmeye yüz tutmuÅŸtu. Geç kapitalistleÅŸen ülkelerde genç ve dinamik bir işçi sınıfı en modern iÅŸletmelerde yoÄŸunlaşıyor, mücadele ettikçe deneyim kazanıyor ve toplumsal muhalefetin öncüsü rolüne soyunuyordu. İşçi sınıfı bu gibi ülkelerde kendisini devrimci demokratik görevlerle mi sınırlandıracaktı, yoksa sosyalist devrim yolunu mu tutturacaktı?
O zamanlar dünya işçi sınıfının en büyük otoritesi olan 2.Enternasyonal’in liderliÄŸi, tarihin materyalist yorumlanışında diyalektik yöntemi terk ederek kaba, mekanik ve determinist bir yorumu kendisine kılavuz edinmiÅŸti. Buna göre işçi sınıfının sosyalist devrimi hedefleyebilmesi için söz konusu ülkede sanayileÅŸme ve kentleÅŸmenin geliÅŸkin bir hal alması, köylülüğün eriyerek işçi sınıfının sayısal olarak toplumun çoÄŸunluÄŸuna eriÅŸmesi gerekiyordu. Bu yaklaşım, kökenlerini diyalektiÄŸin tersi olan, topluma fizik ve matematiÄŸin yöntemlerini uygulamaya çalışan pozitivizmden alıyordu.
Rusya bu kritik meselenin tam göbeÄŸindeydi, zira geç kapitalistleÅŸen Rusya bir yanıyla köylü deniziyken diÄŸer yanıyla da ÅŸehirlerde güçlü bir proleter harekete tanıklık ediyordu. Bir yanı en eski, en köhnemiÅŸ, en geri feodalitenin içerisindeyken diÄŸer yanı en geliÅŸkin fabrikalarda, en ileri Marksist fikirlerin nüfuz etmekte olduÄŸu, kaynaÅŸan radikal bir proleter harekete sahipti. 2.Enternasyonal’in Rusya seksiyonu olan RSDİP’in hem MenÅŸevik hem BolÅŸevik kanatları, o zamanki ortodoksiye uygun olarak yaklaÅŸan devrimin burjuva demokratik bir devrim olduÄŸunu düşünüyorlardı. Ama BolÅŸevikler, MenÅŸeviklerin aksine yak- laÅŸan devrimde burjuvazinin asla devrimci bir rol oynamayacağının farkındaydılar. Burjuvazinin Çarlık ile içiçe geçtiÄŸi ortadaydı. MenÅŸeviklerin sınıf iÅŸbirlikçiliÄŸini mahkum eden BolÅŸeviklerin devrim programı yine de demokratik devrim sınırlarını aÅŸamıyordu: işçilerin ve köylülerin demokratik diktatörlüğü. Bu formülasyon reel politikada devrimci bir eÄŸilimi ifade etse de mücadele ilerleyip devrime dönüştüğünde tamamen havada kalacaktı. Zira iki sınıfın ortaklaÅŸa diktötörlüğü pek açıklanması mümkün bir yaklaşım deÄŸildi, zaten köylüler de farklı farklı sınıflara mensuptu, kaldı ki köylülüğün bu heterojen yapısı ve geri kalmışlığı bir köylü partisinin oluÅŸumuna tarih boyunca asla izin vermemiÅŸti. Lenin ve diÄŸer BolÅŸevikler de bu formülasyonu uzun uzun açıklamaya pek kalkışmadılar. Gelgelelim bu eksiklik, 1917’de Åžubat Devrimi ertesinde BolÅŸevikleri çok büyük bir krizle karşı karşıya bıraktı. EÄŸer Lenin, Nisan Tezleri ile parti içi mücadeleden galip çıkarak eski formülü rafa kaldırmasaydı, BolÅŸevikler açıkça karşı devrimci bir duruma düşeceklerdi.
Troçki ve Sürekli Devrim
Geç kapitalistleÅŸmiÅŸ ülkelerdeki devrim sorunsalına Rusya’da üretilen bir yanıt da 26 yaşındaki L.Troçki’den gelecekti: Sürekli devrim. Bir teorinin tarih tarafından üstelik ayrıntılarıyla birlikte bu kadar net bir ÅŸekilde doÄŸrulanması, gerçekten insanı ÅŸaşırtıyor. Troçki’nin tarih algısı, doÄŸrusal ve determinist aÅŸamacı yaklaşımdan temelden ayrılıyordu. Troçki, burjuvazinin ilerici bir rol oynamasının mümkün olmadığını, işçi sınıfının köylülüğün desteÄŸini alarak devrimde öncülüğü üstleneceÄŸini söylerken aslında hemen hemen Lenin ile aynı ÅŸeyi söylüyordu. Fark devrimin sınırları konusunda kendisini gösteriyordu. Troçki, demokratik devrimin görevlerinin yerine getirilmesi için devrimin demokratik aÅŸamada durdurulamayacağını ve monarÅŸi ve aristokrasiyle birlikte büyük mülkiyetin tamamına karşı işçi sınıfının kendi iktidarını kurmak durumunda olduÄŸunu belirtir. ÖrneÄŸin demokratik devrimin temel görevlerinin başında gelen köylülüğe toprak dağıtımı mülk sahibi sınıflar için iç savaÅŸ anlamına gelir. Yani aristokrasiyle iç içe geçen burjuvazinin beli kırılmadan emekçi halkın sahici hiçbir talebi gerçekleÅŸtirilemez. Bunun anlamı da proletaryanın kendi diktatörlüğünü örgütlemesi ve devrimin sosyalist tedbirlerle yoluna devam etmesidir. DiÄŸer taraftan Rusya’daki devrim, diÄŸer ülkelerdeki devrimi tetikleyecek ve küresel çapta kapitalizmin tasfiyesine giriÅŸilecektir. Kesin zafer ancak ve ancak devrimin yayılmasına baÄŸlıdır.
Köklerini diyalektik materyalizmden alan sürekli devrim teorisi 1917 Ekim Devrimi ile adeta ispatlanırken, 2.Enternasyonal’in sözde Marksist ortodoksisi adına vaaz ettiÄŸi mekanikçi aÅŸamalar teorisi de kesin yenilgiye uÄŸradı. Proleter devrimin ileri Batı Avrupa ülkelerinde deÄŸil de Rusya’da gerçekleÅŸmiÅŸ olmasını büyük coÅŸkuyla karşılayanlardan birisi de İtalya’da Marksist “papa”larla mücadele içerisinde olan Gramsci idi. Gramsci, Ekim Devrimi için “Das Kapital’e darbe” derken hedeflediÄŸi aÄŸzından Marks ve eserlerini düşürmeyen ve son zamanlara kadar en büyük Marksist otorite olarak kabul edilen Kautsky ve İtalyan fikirdaÅŸlarıydı. Bahsi geçen papalar 2.Enternasyonal’i emperyalist kapitalizme eklemlemiÅŸ, emperyalist paylaşım savaşında da ÅŸovenist bir tutum almışlardı. DoÄŸal olarak Ekim Devrimi’nin de karşısında yer alacaklardı. Bu papalığın Rusya temsilcileri Plehanov ve MenÅŸeviklerden baÅŸkası olamazdı. Troçki, Ekim 1917’deki Sovyet Kongresi’nde bu papaların tarihin çöplüğüne gittiklerini müjdeliyordu.
BilindiÄŸi gibi Ekim Devrimi’nin ardından baÅŸlayan dünya devrimi kasırgası, BolÅŸevik tipte devrimci öncülerin diÄŸer ülkelerde hazır olmayışı yüzünden baÅŸarıya ulaÅŸamadı. Rusya’da sıkışan işçi iktidarı da olaÄŸanüstü baskılara dayanamayacak, içerideki geri gidiÅŸ ve bürokratik yozlaÅŸma, 1928’de tam bir karşı devrimle neticelenecekti. MenÅŸevik aÅŸamalar teorisini de tarihin çöplüğünden çıkararak dünya işçi sınıfının başına bela eden Stalinizm olacaktı, üstelik bu gericilik bu defa gerçek BolÅŸeviklik olarak tüm dünyaya lanse ediliyordu.
Geç Kapitalistleşen Ülkelerde Devrim Sorunsalı Sürüyor
20.yy’ın geri kalanında kapitalist pazar ekonomisi yeryüzünde girilmedik delik bırakmadı. Avrupa’nın ardından Asya ve Latin Amerika’da da devrimler, emek sermaye çeliÅŸkisinin yanısıra tasfiye edilmeyi bekleyen yarı feodal kalıntılarla karşı karşıyaydı. Kimi durumlarda monarÅŸilerle iktidar savaşına giren milliyetçi burjuvazi, feodal unsurları tasfiye etmek şöyle dursun bu elementlerle iÅŸbirliÄŸi yapıyordu. Ekim Devrimi’nin ardından kurulan 3.Enternasyonal, proleter devrimleri Asya’ya da yaymak için kolları sıvamıştı. Bakü’de yapılan DoÄŸu Halkları Konferansı’nda kurulan Türkiye Komünist Partisi’nin lideri Mustafa Suphi, sürekli devrim programı dahilindeki görevlerini ÅŸu ÅŸekilde tanımlıyordu: “Amele ve köylü ÅŸuraları hükümetini kurarak cihan komünizmi davasına katılmak”. Osmanlı İmparatorluÄŸu’ndan kalan mirasın kayda deÄŸer bir işçi sınıfı ağırlığı ifade etmediÄŸi düşünüldüğünde TKP’nin o dönemki programı gerçeklikten kopuk muydu? Hiç de deÄŸil, çünkü sürekli devrim programı ulusal bir program deÄŸil, uluslararası bir programdır. O zamanki Türkiye’nin sınır komÅŸusu Sovyetler BirliÄŸi ile birleÅŸildiÄŸi, kuzeyde kopan büyük fırtınaya katılınıldığı bir durumdan bahsediyoruz. O dönem belki İstanbul, İzmir, EskiÅŸehir gibi illerde yoÄŸunlaÅŸan proleterler, kendi baÅŸlarına belki çok cılızdı ama dünya işçi sınıfının ve komÅŸu Sovyet proleterlerinin bir parçası olarak, tarım proleterleri ve yoksul köylülerin desteÄŸini alacak bir devrimci güç olarak hiç de zayıf deÄŸillerdi. Gerçekten de Ekim Devrimi ve işçi iktidarı, geri kalmış Anadolu’da büyük yankı bulacak, işçilerin öncülerini kendisine çekecekti. Zamanın aydınları ve Çerkez Ethem gibi asker kökenli unsurlar bile Sovyet atılımının cazibesine kapılmışlardı. EÄŸer Mustafa Suphi önderliÄŸindeki komünist hareket, örgütlenme ve geliÅŸme imkanına sahip olabilseydi, tıpkı Kafkasya’nın, Orta ve Uzak Asya’nın geri kalmış Müslüman bölgelerindeki gibi devrim heyecanı İstanbul ve Anadolu’daki emekçileri kendisine çekebilirdi. Tabi bu ihtimali deÄŸerlendirenler sadece komünistler deÄŸildi, tehlikenin farkında olan Mustafa Kemal ve ekibi TKP’nin önderliÄŸi olan Mustafa Suphi ve yoldaÅŸlarını yok ederek böyle bir fırsatı komünistlere vermediler.
AÅŸamalar Teorisinin Yeniden DiriltiliÅŸi
Mustafa Suphi’den sonra TKP’nin başına gelenler dünyadaki bütün işçi hareketinin ve KP’lerin başına gelecekti: Stalinizasyon. Stalinizmin Rusya’daki zaferinin ardından benzer dönüşümler dünyadaki bütün komünist partilerde uygulandı. Sisteme yedeklenen, ÅŸovenizme kayan, işçi hareketinin sırtındaki bürokratik bir kambura dönüşen KP’ler, geç kapitalistleÅŸen ülkelerde yeniden aÅŸamacı programı savunmaya baÅŸladılar. Böylelikle Ekim Devrimi’nde mezara gönderilen MenÅŸevik aÅŸamalar teorisi yeniden diriltiliyordu. Buna göre Batı Avrupa ve Kuzey Amerika dışındaki bütün ülkelerde sosyalist devrim hedefi rafa kaldırıldı. Böylelikle devrimlerdeki ihanetçi tutumun teorik mazereti de hazırlanmış oldu: üretici güçlerin geliÅŸim düzeyi sosyalist devrim için uygun olmadığından ilerici burjuvalarla iÅŸbirliÄŸine gidilmeli ve bu yeni ortaklar ürkütülmemeliydi. Nice devrimler bu palavralarla ölüme yollandı, nice devrimci bu ihanet girdabında kayboldu… 20.yy’da kapitalizmin bu ihanetler sayesinde hayatta kalabildiÄŸi kesindir. Türkiye sosyalist soluna da bu deli gömleÄŸi giydirildi. Proleter sürekli devrim programı yerine Türkiye’de yeni kuÅŸaklar Stalinizmi devrimcilik diye öğrendiler. Halen ciddi ÅŸekilde etkili olan Kemalizme baÄŸlılık ve yurtseverlik o dönemden yadigardır. Bunun dışında aÅŸamacılık da devrimci hareketi kötürüm kılan en büyük ideolojik sapmaydı. 1968 hareketine damgasını vuranlar ve gençlik önderliÄŸine Milli Demokratik Devrim (MDD) çizgisini benimsetenler TKP’nin eski kadrolarıydı. Buna göre Türkiye’de sosyalist devrim mümkün deÄŸildi, işçi sınıfı olgunlaÅŸmamıştı, verilmesi gereken antifeodal, antiemperyalist bağımsızlık ve demokrasi savaşıydı. Türkiye işçi sınıfı 15-16 Haziranları yaratırken işçi sınıfı devrimciliÄŸi ve programı asla kendisine yol bulamadı. 12 Eylül yenilgisi de herÅŸeyden çok teori ve programla alakalıdır. 12 Eylül yenilgisinden sonra devrimci Marksist programa cılız kayışlar oldu. Gelgelelim bu unsurların BolÅŸevik inÅŸa için gerekli nefese sahip olmadıklarını zaman gösterecekti. Bunların dışında eski Stalinci hattı savunmaya devam ederek devrimci Marksist programdan esinlenenlere de deÄŸinmek gerekir. Bu cılız merkezci salınımlar, devrim sorunsalında sosyalist devrimi savunmaya baÅŸlasalar da bu dönüşüm, eski mekanikçi pozitivist yöntemden kopuÅŸ anlamına gelmedi. Meseleyi yine olgucu sosyolojinin diliyle anlattılar: Sanayinin geliÅŸmesi, kentleÅŸme vb. Yani, ne bir kopuÅŸ, ne teorik bir derinlik, ne de geçmiÅŸle bir hesaplaÅŸma söz konusudur. Artık iyice saçma duruma düşen bir takım köhnemiÅŸ formülasyonlar usulca terk edilmiÅŸtir o kadar. Bunların dışında bugün Türkiye sosyalist solunun ana eÄŸilimi hala aÅŸamalar teorisine körü körüne baÄŸlıdır. Behice Boran – TİP çizgisi ve onun bugünkü devamcısı olan SİP-TKP sosyalist devrimi lafzi olarak kullansa da bu geleneÄŸin burjuva devlete sadık Kemalist bir çizgiyi savunan bir tür parlamentoculuk olduÄŸunu belirtmek gerekir.
Sürekli Devrim 21. Yüzyılda da Tek Yol Olduğunu Gösteriyor
Nikaragua’da 1980’lerin sonunda küçük burjuva devrimcisi bir programa sahip olan Sandinistlerin kendi elleriyle iktidarı burjuvaziye teslim ediÅŸine tanıklık etmiÅŸti. 20 yıl geçtikten sonra eski gerillalar burjuva devletin baÅŸbakanlık koltuÄŸuna oturdular. 21.yy’da ise en bariz örnek Nepal oldu. Geç kapitalistleÅŸen ülkelerde ileriye doÄŸru ancak ve ancak proletarya iktidarı ile gidilebileceÄŸi ya da emperyalist kapitalist sistemle uzlaÅŸmanın kaçınılmaz olduÄŸunu en iyi Nepalli Maoistler sergilediler. Ya emperyalist kapitalizme teslim oluÅŸ ya da devrimin sürekli kılınması. Nepalli işçi ve emekçilerin geri bir ülkede iktidarda kalabilmeleri devrimin yayılmasına baÄŸlıdır. DiÄŸer taraftan kapitalizmin dünya çapındaki krizi ve kitlesel mücadelelerin atılım yaptığı bir dönemde Nepal’deki yarıda kesilen proleter devrim, yeni bir çağın baÅŸlaması anlamına gelebilecekti. Sürekli devrimin ispatlandığı bir diÄŸer örnek de Mısır ve Tunus’tan geldi. Bu ülkelerdeki geliÅŸmeleri demokratik devrimler olarak sunanlar çok olmuÅŸtu. Gelgelelim demokratik devrimin görevleri olarak sunulan hiçbir mesele hallolunamadan yeniden diktatörlük ve iç savaÅŸ baÄŸlamına dönülmüştür. Milyonluk kitle hareketi, verilen binlerce kayıp, sosyalist bir perspektif olmaksızın ileri gidilemeyeceÄŸini ortaya koymuÅŸtur. Sosyalist perspektifin tek anlamı da köylülüğün ve diÄŸer ezilenlerin desteÄŸini alan işçi hareketinin yönetimi ele alması ve devrimin diÄŸer Arap ülkelerine yayılmasıdır. BirleÅŸik Sosyalist OrtadoÄŸu mücadelesi sürekli devrimin temel sloganıdır. Kısacası kapitalist barbarlıktan çıkış için tek yol olan sürekli devrim programını hayata geçirecek BolÅŸevik bir geleneÄŸin inÅŸası görevi bizleri beklemektedir.











