Sosyalizm Kazanacak!
/ Devrimci Perspektif / Zizek Tipi Komünizm ve Akademinin Sahte Solcuları – Gökçe Şentürk

Zizek Tipi Komünizm ve Akademinin Sahte Solcuları – Gökçe Şentürk

on 7 Nisan 2020 - 12:16 Kategori: Devrimci Perspektif, Gökçe Şentürk, Polemik

Herkesin sistemi ve kurumlarını sorguladığı günlerden geçiyoruz. Salgın ekolojik yıkım ile sistemin savaş, kriz, açlık gibi çelişkileriyle olan bağı yalın bir şekilde gösteriyor ve geçtiğimiz yıl büyük isyanlara imza atmış olan alt sınıflarda sistem karşıtlığı oluşabilmesinin potansiyellerini açığa çıkarıyor. Bugüne kadar kimlik politikaları eşliğinde kapitalizmle bağı koparılan sorunlar tek vücut halinde sınıfsal birer mesele olarak insanlığın karşısına dikilmiş gibi.

Salgın süreci doğrudan neoliberalizmin zaten yıllardır tartışılan çöküşünü kanıtlıyor. Bir yandan da neoliberalizmi eleştirip kapitalizme ve yarattığı medeniyete saldırılmasından korkanlar da öne çıkıyor. Akademik çevrelerde önünü göremeyen ve endişeyle bekleyip göreceğiz diyenler çoğunlukta. Tüm bu karmaşanın içinde Sloven yazar, çağdaş filozof ve postmarksist Slavoj Zizek’in salgın karşısında uluslararası komünist önlemler alınması gerektiği üzerine yazısı[1] popüler bir tartışma konusu oldu. Zizek’in uzun yıllardır Batı entelijansiyası arasında hatırı sayılır bir yeri var. Burjuva medyanın çok sevdiği popülist radikal çıkışlara çok uygun bir entelektüel olarak parlatılıyor. Zizek nasıl bir ‘komünist önlemden’ bahsediyor hep birlikte bakalım.

Kavramların Altının Boşatılması yoluyla Kapitalizmle Uyumlu bir Sol Entelektüellik:

Yazının tamamını okumak isteyenler ön plana çıkarılan “komünist önlemler” söylemiyle hiç alakası olmayan bir sıradanlıkla karşı karşıya kalacaklar. Ama bu bilinçli bir tercih. Açık bir şekilde var olan sistemin kurumları ve devlet arasında salgını ortadan kaldırmaya yönelik merkezileşmiş bir uluslararası iş birliği detaylardan da yoksun bir biçimde “komünist önlem” adı altında sunuluyor.

“… bu sadece bir perspektif değil, uluslararası iş birliği, devletin piyasaya şimdikinden fazla doğrudan müdahalesi, binlerce kişinin mobilizasyonu gibi bir seri öneri ve önlemleri içeren bir perspektif. Bunu kimin yapacağının bir önemi yok, bu önlemlerin kendisinin bir politik anlamı var.” diyor ve çaresizce ekliyor;

“Bunun hangi şekilde yapılabileceğini bilmiyorum. Hatta yapılabilecek mi ondan bile emin değilim fakat uygarlığın hayatta kalabilmesi için bunun bir yolu olmalı”

Yani özetle salgının atlatılabilmesi için zaten 2008 krizi sonrası çokça dillendirilen neo-keynesyen politikalara başvuruyor;

“Devlet en azından maskeler, test kitleri ve respiratörler gibi acilen gerekli şeylerin üretimini düzenleyerek, otellere ve diğer konaklama yerlerine el koyarak, çalışmayan herkesin hayatta kalmasının asgari koşullarını garanti etmeli ve piyasa mekanizmalarını göz ardı ederek çok daha aktif bir rol üstlenmelidir. Kaynakların üretimi ve paylaşımında bir tür etkili uluslararası iş birliğinin düzenlenmesi gerekir. Benim ‘komünizm’ dediğim şey budur ve ‘yeni barbarlık’ dışında buna karşı hiçbir alternatif görmüyorum[2]

Zizek’in satırlarında niyetini belli ettiği önemli noktalar var. Kapitalizmin çürümüşlüğünü kavramanın dışında sağduyunun dünya kamuoyunda açığa çıkarttığı başka bir şey daha var; o da salgının alınacak halkçı önlemlerle bir an önce bertaraf edilmesi ve ölüm oranlarının minimum seviyede tutulması. Bu yaşamları ve sevdikleri tehdit altında olan milyonlarca insan için gayet anlaşılabilir. Ama yere göğe sığdırılamayan, yazıları dilden dile çevrilen bir entelektüel olarak Zizek halkın hislerine tercüman olmuyor. Yaklaşan tehlikenin farkında olarak alt sınıflar tarafından açığa çıkabilecek radikal hareket ve taleplerin sistemin krizini derinleştireceğine ve o çok sevdiği kapitalist uygarlığın altını oyarak “yeni barbarlık” açığa çıkarabileceğine işaret ediyor.

Komünizm ifadesi bir defa kullanıldı ya “teşbihte hata olmasın” diyerek tarihsel referansını da vermeyi unutmuyor;

“Bu ütopyacı komünist bir vizyon değil; bu yalın hayatta kalma mücadelesinin gereksinimlerinin dayattığı komünizmin ta kendisi. Bu, ne yazık ki 1918’de Sovyetler Birliği’nin “savaş komünizmi” dediği şeyin bir biçimi.”

Aslında sistem içinde bile olsa Zizek’in önerdiği devletin piyasaya olan müdahalesinin artması ve merkezileşmiş devlet aygıtının salgının bertaraf edilmesi yönünde piyasacı olmayan düzenlemeleri krizi aşmak için bir ehvenişer. Savaş Komünizmi, daha önce emperyalist savaşta birbirlerini yiyen 17 ülkenin birleşerek oluşturduğu Beyaz Ordu aracılığıyla Sovyetlere açtığı savaşın ardından devrimi korumak ve Kızıl Ordu’yu zafere taşımak için alınan önlemlerin yarattığı bir süreçti. Zizek’in önlemleri ise var olan kapitalist sistemi korumak ve barbarlığı da ona karşı açığa çıkacak alternatiflerde görmekten başka bir şey değil. Ne yaman bir çarpıtma!

En radikal kavramların içini boşaltarak sistem içinde pandeminin yarattığı şokun etkisiyle ehlileştirmek; tam bir sahte solculuk!

Elde ettiği kürsülerin ve medyada bulduğu geniş yerin altında sistemin entelektüellere verdiği destek var tabii. Ama böylesine sistemi ayakta tutmak için vasatlıkla kapitalizmin karşısında tek alternatif olan sosyalizmi ve kavramlarını ehlileştirenlere verilen bir destek.

Akademinin Sahte Solcuları ve İşlevleri

Marx’ın ünlü alıntısıyla başlayalım: “Egemen sınıfın düşünceleri, bütün çağlarda, egemen düşüncelerdir, başka bir deyişle, toplumun egemen maddi gücü olan sınıf, aynı zamanda egemen zihinsel güçtür. Maddi üretim araçlarını elinde bulunduran sınıf, aynı zamanda, zihinsel üretimin araçlarını da emrinde bulundurur, bunlar o kadar birbirinin içine girmiş durumdadırlar ki, kendilerine zihinsel üretim araçları verilmeyenlerin düşünceleri de aynı zamanda bu egemen sınıfa bağımlıdır. Egemen düşünceler, egemen maddi ilişkilerin fikirsel ifadesinden başka bir şey değildir, egemen düşünceler, fikirler biçiminde kavranan maddi, egemen ilişkileridir, şu hâlde bir sınıfı egemen sınıf yapan ilişkilerin ifadesidirler; başka bir deyişle, bu düşünceler, onun egemenliğinin fikirleridirler. Egemen sınıfı meydana getiren bireyler, başka şeyler yanında, bir bilince de sahiptirler ve sonuç olarak düşünürler; bu bireyler, bir sınıf olarak egemen oldukça ve tarihsel çağı bütün genişliğince belirledikçe, elbette ki, bu bireyler sınıflarının bütün genişliğince egemendirler ve öteki şeyler bakımından olduğu kadar, düşünürler, fikir üreticileri olarak da egemendirler ve kendi çağlarının düşüncelerinin üretimi ve dağıtımını düzenlerler; o halde onların düşünceleri, çağlarının egemen düşünceleridir.”[3]

Bugün dünyanın her yerinde alınan tedbirlerin arka planında kapitalist ekonomiyi ayakta tutmak için emekçilere verilenden kat be katının kapitalistlere aktarıldığını görüyoruz. Yaşamak ve ölmek arasında bu denli net çizgiler oluştuğunda Marx’ın bahsettiği sistemin egemen zihniyetinin de sorgulandığı ve devrimci alternatiflerle birleşirse yıkıcı bir güç haline gelebildiği potansiyelleri taşıdığını tarihte pek çok örnekten biliyoruz.

Özellikle Ekim Devrimi’nin 20.yy’da başlattığı kırılma, 1929 Buhranı, faşizmin yükselişi ve 2. Dünya Savaşı’nın ardından sağın düşünsel hegemonyası büyük ölçüde kırılmıştı. Radikal sol entelektüeller yetiştirdikleri öğrenciler, üniversitelerin geçmişe nazaran katlanan sayıları ve artan gençlik radikalizmiyle emperyalist kapitalist sistemin başını ağrıtıyordu.

Sağın kendi ideolojik araçlarıyla yaptığı saldırılar yeni nesillerin kendini radikal solda ifade etmesinin önüne geçemeyince eğitim sisteminin tamamen bilimsel ve teknolojik meslek edinme içeriğiyle daraltılması politikaları izlendi. Ama asıl kırılma SSCB’nin Stalinizmle özdeşleşen totalitarizminin, Marksist fikirlerin ve sosyalizmin vadettiği eşitlikçi dünya görüşüyle birleştirilmesiyle gerçekleşti. Bunun için 68 hareketinde Fransız Komünist Partisi’nin ihanetleri, SSCB’nin Çekoslovakya işgali ve bir dizi ihanetçi politikayla komünist partilerin düzeniçi politikalara teslim olması tarihsel zemin oluşturdu. 1980’lerden sonra uluslararası işçi hareketinin yenilgiye uğratılması, neoliberalizme geçiş ve SSCB’nin sorgulanmasıyla bu süreç tamamlanacaktı. Sözüm ona eski Marksistlerin Stalinizm’i işaret ederek Marksizmin ulaşacağı noktanın da bir çeşit totaliter, özgürlükleri yok eden aygıta dönüşme eleştirisiyle kapitalizm zihinsel bir ferahlama evresine girdi. Postmodernizmin modernizm eleştirisinden kapitalizmin topyekün tasfiyesini gerçekleştirebilecek tek düşünsel silah olan Marksizmi hedef tahtasına oturtma süreci böyle başlayacaktı.

Felsefeci ve siyaset kuramcısı olan Gabriel Rockhill’in 28 Şubat 2017’de The Philosophical Salon’da yayınlanan Fransa’da radikal solun CIA destekli Tasfiyesi adlı yazısı[4] bu anlamda önemli bir tartışma yürütüyor.

“Söz konusu Marksizm karşıtı kişiler gençliklerinde solla haşır neşir oldukları için; hayal kırıklığına dayalı bir anlatı kurma açısından uygun kişilerdi: bu anlatılarda bireylerin siyasi alanda yaşadıkları sözde olgunlaşma ile zamanın ilerleyişi birbirine karıştırılıyor, bireysel yaşam ve tarih sanki bir “olgunlaşma” meselesiymiş gibi ele alınıyor ve eşitlik temelinde toplumsal dönüşümün –hem kişisel hem de tarihsel açıdan- geçmişte kaldığı kabul ediliyordu. Bu dayatmacı ve ukala bozgun yemişlik tavrı yalnızca –özellikle gençlerin başı çektiği- yeni hareketlerin gözden düşmesine sebep olmuyor, aynı zamanda karşı-devrimci baskının nispî başarısını sanki tarihin doğal akışıymış gibi sunmaya çalışıyordu

Tümden ortadan kaldıramayacağını anladığında, dünyanın en güçlü istihbarat servisi; sol kültürü, kararlı kapitalizm karşıtlığından ve dönüştürücü siyaset anlayışından, ABD dış ve iç politikasına daha ılımlı muhalefet edecek merkez-sol reformcu bir pozisyona doğru çekmeye çalıştı.

(Çoğu zaman kendi teleolojik varsayımının farkında olmayan) Aşama aşama ilerleyen tarih anlayışına göre; Foucault, Derrida ve diğer önemli Fransız teorisyenlerinin eserleri sezgisel bir biçimde, sosyalist, Marksist ya da anarşist literatürde yer alan eleştirilerin fersah fersah ötesinde bir tür derin ve incelikli bir eleştiriyle eşlendi. 

Ajanın söylediklerine göre, post-Marksist French theory CIA’in solun biraz daha sağa doğru çekilmesine, emperyalizm ve kapitalizm karşıtlığının gözden düşürülmesine ve nihayetinde emperyal projelerin entelijansiyadan gelecek ciddi eleştirel bir tutumla karşı karşıya kalmadan izlenebileceği entelektüel bir atmosfer yaratılmasına dayalı kültürel programına doğrudan katkı sağladı.”

Yeni kürsüler açıldı, yayınevleri bu yeni filozofların sistemle barışık tezlerini basmak için yarıştılar. Böylece SSCB’nin yıkılmasının ardından sınıf tezleri karşısında kabul edilebilir sol entelektüellerle, sağın güle oynaya ortaya attığı “tarihin sonu” ve “medeniyetler çatışması tezleri” birbirini bütünledi. Kapitalizm rıza-zor arasındaki dengede rızanın elde edilmesi lehine bir mevzi daha kazanmıştı. Artık sınıflar değil kimlikler siyasetin ve toplumun kurucu öznesi oldu.

Bu süreç sadece Stalinizmin günahlarının arkasına sığınılmasıyla hoş görülemeyecek kadar bugüne etkilerini bıraktı. Artık özellikle dünyada eskisi kadar karşılık bulamamakla birlikte sosyalizmin toplumu değiştirme ideali ve bu anlamda genç nesillerin mücadeleye kazanılması noktasında yarattığı tahribat büyük oldu.

Kriz Zamanlarında Saflar Netleşiyor

Zizek gibiler de bu geleneği devam ettirenler olarak parlatılıyor. Ne yazık ki Türkiye’de de liberal sol kesimlerin pohpohladığı ve yazılarını paylaştığı bir isim olarak öne çıkıyor. Yazılarında kriz, sömürü ve yoksulluğun etkisiyle kaderine terk edilen (bugün açıkça gördüğümüz) alt sınıflardan bahsettiğini görmek mümkün değil. Ya da haksızlık etmeyelim yok denecek kadar az. Bakın nasıl bahsediyor.

2016 yılında Almanya’nın Köln kentinde yapılan yılbaşı kutlamasında gerçekleşen taciz ve hırsızlık olaylarına dair yazdığı A Carnival of Underdogs[5] başlıklı rezil yazı alt sınıflara ve ezilenlere ve özellikle ‘batı medeniyeti ve demokrasisini tehdit eden’ mültecilere bakışını net bir şekilde gösteriyor;

İdollerinden biri olan Fransız filozof ve postmarksist Alain Badiou’nun ardından giderek, “günümüz küresel kapitalizminde üç tür başat öznellik türünü ayırt ettiğini” söylüyor: “Batılı “uygar” orta sınıf liberal-demokratik özne; batının dışında yer alan ancak Batılı orta sınıflarının “medeni” yaşam tarzını taklit etmeye çabalayan “batı arzusunun esiri olmuş özne; ve batıya duydukları kıskançlıkları, kendi kendini yiyip bitiren ölümcül nefrete dönüşen faşist nihilistler.”

Yani mülteciler. Daha da ileri giderek vahşilik, güçsüzlere, hayvanlara, kadınlara vb. karşı zulüm, “alt sınıfların” geleneksel bir özelliğidir; iktidardakilere direnme stratejilerinden biri her zaman orta sınıf ahlak duygusunu bozmayı amaçlayan korkunç bir vahşet gösterisiydi.” demekten de kendini alamıyor. Bütün bu debdebeli cümlelerinden arkasında Batı medeniyetinin ayrıcalıklı sınıflara ve onları okşayan entelektüellere sundukları ve bunun karşısında ezilen ve sömürülenlerin egemenlere karşı öfkesinden korku var. Yeni bir buluşmuşçasına ortaya atılan Weberci tezler anlaşılması güç benzetme ve cümlelerle tamamlanarak medeni Batı toplumları, çağdaş insan yapısı, orta sınıf ahlakı bir yanda; vahşi, Batı’ya özenen ve elde edemediğini yok etmek isteyen Doğu başka bir yanda.  Bununla “komünist önlem” adı altında yazılan zırvaları ve yapılamadığı takdirde açığa çıkacak “yeni barbarlık”ı birleştirebilirsiniz. Çünkü Zizek Batı ve Doğu toplumları arasında tarihsel gelişmişlik farkından ortaya çıkan ve egemenlerin demokrasi ve medeniyet yalanlarıyla Batı ve Doğu emekçi sınıfları arasında yarattığı ayrışma ve yanılsamanın pandeminin etkisiyle alaşağı olabileceğinin farkında. En azından şu an düşünsel seviyede bunun potansiyelleri güçleniyor.

Kritik zamanlarda kapitalizmin insanlığı sürüklediği bataklığın yanında saflar da netleşiyor. 10 yıldır atlatılamayan kriz pandemiyle birlikte yeni bir evreye sıçradı. Salgın tehdidi geçtikten sonra uzun yıllar sürecek yeni bir bunalımın açığa çıkması kaçınılmaz görünüyor. Şimdiden kapitalizmin merkezi sayılacak metropollerde emekçi hareketlilikleri yaşanmaya başladı bile. Barbarlık bugün insanlığın bütün potansiyellerini kar uğruna sömüren kapitalizmin kendisinden başka bir şey değildir. Emekçi sınıflar kapitalizmin karşısında devrimci partilerle buluşursa ileriye dönük kazanımlar ancak böyle elde edilebilecektir. Bazı avanaklar devletlerin uluslararası iş birliğine vurgu yapadursun ticaret savaşlarından sonra bugün maske savaşları[6] gerçekleşiyor. Gramsci, batıda düzenin surları yıkılmaya başladığında arkasından yeni surlar çıktığını ifade ederken mevzi savaşı verilmesi gerektiğini söyler. Zizek’in pozisyonu da krizi normalleştirmek için yıkılmaya yüz tutan fikirleri kurtarma çabasından başka bir şey değil. Ama kapitalizmden kurtulmak için tarihsel fırsatların açığa çıktığı bir dönemece giriyoruz.

 

[1] https://www.independentturkish.com/node/145632/dünyadan-sesler/koronavirüs-bizi-seçim-yapmaya-zorluyor-ya-küresel-komünizm-ya-orman

[2] https://www.haberturk.com/zizek-insanligin-hayatta-kalabilmesi-icin-kuresel-komunist-tedbirlere-ihtiyac-var-2625909

[3] Marx, K., Engels, F., Alman İdeolojisi (Feuerbach), Çev.: Sevim Belli, Sol Yay., Ank., 1992, S. 70

[4] https://medyascope.tv/2019/08/14/sartrea-karsi-foucault-fransada-radikal-solun-cia-destekli-tasfiyesi-yeni/?fbclid=IwAR0oaidTX1XEDeZF9kq2PtVor8p6XyaWIVEdZt-9FVYz5hRcgZLkG3Sa8fg

[5] https://www.newstatesman.com/world/europe/2016/01/slavoj-zizek-cologne-attacks

[6] http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/maske-savaslari-1731277

Yorumlar Kapalı

Yorumlar Kapalı