Sosyalizm Kazanacak!
/ Kültür-Sanat / Sanata Yönelik Komünist Politika (1923) – Lev Troçki

Sanata Yönelik Komünist Politika (1923) – Lev Troçki

on 20 Nisan 2023 - 14:43 Kategori: Kültür-Sanat

Devrimci sanatın yalnızca işçiler tarafından yaratılabileceği fikri doğru değildir. Devrim, bir işçi sınıfı devrimi olduğu için -daha önce söylediğimizi yinelersek- işçi sınıfı, enerjisinin çok daha az bir kısmını sanata ayırabilir. Fransız devrimi sırasında, devrimi doğrudan veya dolaylı olarak yansıtan en büyük eserler Fransız sanatçılar tarafından değil, Alman, İngiliz ve diğer ülkelerdeki sanatçılar tarafından yaratılmıştır. Devrimi doğrudan doğruya yürütmeye çalışan Fransız burjuvazisi, devrimin sanat yoluyla yeniden yaratımı ve kalıcılaşması konusuna yeterli güç ayıramadı. Bu durum, siyasal alanda önemli bir kültüre sahip olmakla birlikte sanat alanında daha az kültüre sahip olan proletarya için daha çok geçerlidir. Entelijensiya, biçimsel niteliklerindeki üstünlükleri bir yana, Ekim Devrimi’ne karşı az ya da çok dostluk veya düşmanlıkla malûl pasif bir siyasi tavra sahip olmak gibi tiksinç bir ayrıcalığa da sahiptir.

O hâlde, bu edilgin entelijensiyanın sanatsal yaratımlarının, bir miktar çarpık biçimde de olsa, devrimin sanatsal yeniden üretimini devrimi gerçekleştiren proletaryadan daha iyi verebilmesi ve vermesi şaşırtıcı değildir. Yol arkadaşlarımızın siyasi sınırlarını, istikrarsızlıklarını ve güvenilmezliklerini çok iyi biliyoruz. “The Naked Year”ıyla Pilnyak’ı, “Serapion Kardeşliği”yle1 Vsevolod Ivanoy, Tikhonoy ve Polonskaya’yı ve Mayakovski’yi, Eannin’i çıkarırsak bize gelecekte doğması beklenen proleter edebiyatının ödenmemiş birkaç senedinden başka geriye kalacak bir şey var mıdır? Hele ki yol arkadaşlarımızın arasında sayamayacağımız ve umarız ki devrimci edebiyatın dışına çıkarılamayacak Demyan Byedny Kuznitsa Manifestosu’nun2 tanımladığı anlamda proleter edebiyatla sayılmazken geriye ne kalacak?

Bununla, partinin -doğasına tamamen aykırı olarak- sanat alanında tümüyle eklektik bir tutum almasını mı kastediyoruz? Çokça inandırıcı görünen bu çıkarım, aslında son derece çocukçadır. Marksist yöntem, yeni sanatın gelişimini tahmin etmeye, onun tüm kaynaklarının izini sürmeye, gittiği yönün eleştirel bir izahını yaparak en ilerici eğilimlere yardım etmeye olanak verir; bundan daha fazlasını yapamaz. Sanat, kendi yolunu yine kendi araçlarıyla kendisi çizmelidir. Sanatın yöntemleriyle Marksizmin yöntemleri aynı değildir. Parti, tarihin tarihsel süreçlerine değil, proletaryaya önderlik eder. Partinin doğrudan ve zorunlu olarak liderlik ettiği alanlar olmakla birlikte yalnızca iş birliği yaptığı alanlar da vardır. Son olarak, partinin yalnızca uyum sağlamakla yetindiği alanlar vardır. Sanat alanı, partinin hakim olmaya çağrıldığı bir alan değildir. Parti, sanatı korumalı ve ona yardım etmelidir ancak sanat alanına yalnızca dolaylı olarak yön verebilir. Parti, devrime içtenlikle yaklaşmak için çabalayan ve böylece devrimin sanatsal bir formülasyonuna olanak sağlayan çeşitli sanat gruplarına desteğinin sınırlı bir kısmını gösterebilir ve göstermelidir. Ancak parti, ne olursa olsun diğer edebiyat çevreleriyle mücadele eden ve rekabet halinde olan bir edebiyat çevresinin yerini alamaz ve almayacaktır.

Parti, bir bütün olarak işçi sınıfının tarihsel çıkarlarını korur. Parti, bilinçli ve adım adım yeni bir kültüre dolayısıyla yeni bir sanata zemin hazırladığı için edebiyatçı yol arkadaşlarını, işçi sınıfının yazarlarının rakipleri olarak değil, büyük yeniden yapılanma çalışmalarında işçi sınıfının gerçek ya da potansiyel destekçileri olarak görür. Parti, edebiyat çevrelerinin epizodik karakterini anlar ve bu çevreleri tek tek bireysel yapılarıyla hangi sınıfa ait olduğu açısından değil, sosyalist bir kültürün inşa sürecinde aldıkları ve alabilecekleri yer açısından değerlendirir. Şayet bulunulan zaman diliminde herhangi bir edebiyat çevresinin konumunu belirlemek mümkün değilse, parti sabırla ve anlayışla beklemelidir. Eleştirmenler ya da okurlar bireysel olarak bir edebiyat çevresine veya diğerine önceden sempati beslemiş olabilir.

Ancak parti, bir bütün olarak, işçi sınıfının tarihsel çıkarlarını koruma iddiasındaysa daha nesnel ve ferasetli olmak zorundadır; dikkatinin iki ucu da keskin olmalıdır. Parti, sırf işçiler yazıyor diye Kuznitsa’ya tasdik damgasını vurmaya yanaşmamalıysa aynı şekilde entelijensiyadan bile olsa hiçbir edebiyat çevresini de geri çevirmemelidir; elbette bu çevreler devrime yaklaşmaya çalıştığı ve devrimin bağlarından -bağlar her zaman zayıf noktalardır- birini, kentle köy arasındaki, partili olanla olmayan arasındaki, aydınlarla işçiler arasındaki bağlardan birini güçlendirmeye çaba gösterdiği sürece.

Peki, böyle bir politika partinin sanat alanında korunmasız bir kanadı olacağı anlamına gelmez mi? Böyle olacağını söylemek, büyük bir abartıdır. Parti, şüphesiz sanatın zehirli ve parçalayıcı eğilimlerini kendinden uzak tutacak ve bunu kendi politik ölçütlerine göre yapacaktır. Bununla birlikte, partinin sanat alanında siyasal alandan daha az korunaklı olduğu doğrudur. Ama bu bilim için de geçerli değil midir? Pirüpak proleter bir bilimin metafizikçileri, görelilik kuramı hakkında ne söyleyebilirler? Görelilik, materyalizmle bağdaştırılabilir mi, bağdaştırılamaz mı? Bu sorunun cevabı kararlaştırıldı mı? Nerede, ne zaman ve kim tarafından kararlaştırıldı? Fizyoloğumuz Pavlov’un çalışmalarının materyalist bir çizgide olduğu herkes için, hatta bu konuda deneyimsiz olan kimseler için bile, açıktır. Fakat Freud’un psikanalitik teorisi hakkında söylenecek ne var? Örneğin, psikanaliz kuramı Karl Radek’in (ve benim de) düşündüğü gibi materyalizmle uzlaştırılabilir mi yoksa materyalizme düşman mıdır? Aynı soru atomun yapısı hakkındaki tüm yeni teorilere vb. sorulabilir. Tüm bu yeni genellemeleri yöntemsel olarak kavrayabilecek ve onları diyalektik materyalist dünya anlayışına yerleştirecek bir bilim insanının ortaya çıkması iyi olurdu. Böylece bu bilim insanı, aynı zamanda yeni teorileri test edebilir ve diyalektik yöntemi daha derinlemesine geliştirebilirdi. Korkarım ki böyle bir çalışma -bir gazete ya da dergi makalesi olarak değil, tıpkı Türlerin Kökeni ya da Kapital gibi çığır açan bir çalışma- ne bugün ne yarın ne de daha sonra yaratılacak, ya da daha doğrusu bugün böyle çığır açıcı bir kitap yaratılsa bile proletaryanın silahlarını bırakacağı zamana kadar sayfalarının açılmama tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır.

Peki ya yeni kültürü inşa etmek yani proleter-öncesi kültürün temellerini elde etmek, mantıken eleştiriyi, ayıklamayı ve bir sınıf ölçütünü oluşturmayı gerektirmez mi? Elbette gerektirir. Ancak bu ölçüt, soyut bir kültürel ölçüt değil politik bir ölçüttür. Politik ölçüt, kültürel ölçütle yalnızca devrimin yeni bir kültür için koşullar yaratması gibi geniş bir anlamda örtüşür. Ancak bu, böyle bir örtüşmenin her zaman kesin olarak olacağı anlamına gelmez. Eğer devrim gerektiğinde köprüleri ve sanat anıtlarını yıkma hakkına sahipse, biçimsel olarak başarısı ne olursa olsun devrimci ortamı yıkmakla tehdit eden ya da devrimin esas güçleri olan işçi sınıfını, köylüleri ve aydınları birbirine düşürme tehdidini içeren her sanat akımına elini uzatma konusunda daha da fazla hakka sahiptir. Ölçütümüz, açıkçası politik, zaruri ve müsamahasızdır. İşte tam da bu nedenle, bu ölçütün sınırlarını net bir şekilde belirlemek gerekmektedir. Ne demek istediğimi daha net biçimde ifade etmek için şunu söylemeliyim: Sanat alanında tetikte bir devrimci sansüre ve dar görüşlü partizan kötü niyetlilikten arınmış geniş ve esnek bir politikaya sahip olmalıyız.

Fütüristler, yalnızca biçim olarak eskidiği için değil, aynı zamanda proletaryanın kolektivist doğasıyla çeliştiği için eski bireyci edebiyatı terk etmeyi önerdiklerinde bireycilik ile kolektivizm arasındaki çelişkinin diyalektik doğası hakkında çok yetersiz bir anlayış ortaya koymaktadırlar. Soyut doğrular yoktur. Farklı bireycilik türleri vardır. Aşırı bireycilik yüzünden, devrim öncesi entelijensiyanın bir bölümü kendini mistisizme kaptırdı ancak başka bir kesim ise fütürizmin kaotik çizgileri boyunca ilerledi ve devrime kapılarak -burada onur payı kendilerine aittir- proletaryaya yaklaştı. Ancak, bireycilikten ağzı yananlar bu duygularını proletaryaya taşıdıklarında kendi benmerkezciliklerini yani aşırı bireyciliklerini görürler. Sorun şu ki, ortalama bir proleter tam da bu nitelikten yoksundur. Proleter bireysellik, yığınlar içinde yeterince oluşmamış ve farklılaşmamıştır.

Bugün eşiğinde bulunduğumuz kültürel ilerlemenin en değerli katkısı, tam da bireyselliğin nesnel niteliğinin ve öznel bilincinin bu şekilde yükselmesidir. Burjuva edebiyatının sınıf dayanışmasında bir gedik açabileceğini düşünmek çocukçadır. İşçinin Shakespeare’den, Goethe’den, Puşkin’den ya da Dostoyevski’den alacağı ders, insan kişiliğinin, tutkularının ve duygularının daha bir derin fikriyatı, psişik güçlerinin, bilinçdışının rolünün vb. daha derin ve engin bir kavrayışı olacaktır. Son tahlilde, işçi bu anlamda daha da zenginleşecektir. Gorki, başlangıçta bir aylağın romantik bireyciliğiyle doluydu. Ama yine de 1905’in arifesinde,  proletaryanın erken bahar devrimciliğini besledi; çünkü Gorki, bireyselliğin bir kez canlandıktan sonra başkaca bireyselliklerle temas kurmaya çalıştığı sınıfta, bireyselliğin canlanmasına yardım etti. Proletaryanın sanatsal gıdaya ve eğitime ihtiyacı vardır, ancak bu durum geçmişteki ve gelecekteki sanatçıların proletaryayı kendi zihinlerindeki imgelere ve şemalara göre şekillendirebileceği anlamına gelmez.

Proletarya, ruhsal ve dolayısıyla sanatsal açıdan çok duyarlı olsa da estetik bakımdan eğitilmemiştir. Büyük yıkımdan önce entelijensiyanın bıraktığı yerden proletaryanın öylece başlayabileceğini düşünmek pek mantıklı değildir. Tıpkı bir bireyin embriyo halindeki gelişiminde türünün tüm biyolojik ve psikolojik -kısmen de hayvanlar aleminin tarihini- yeniden yaşaması gibi, tarih sahnesine yeni çıkan bir sınıf da sanatsal kültürün tüm evrelerinden geçmelidir. Tarih sahnesine yeni çıkan bu sınıf, yani proletarya,  eski kültürlerin tüm öğelerini özümsemeden ve hazmetmeden yeni bir kültürün inşasına başlayamaz. Bu, proletaryanın tüm sanat tarihinin içinden adım adım, yavaş ve sistematik bir şekilde geçmesi gerektiği anlamına gelmez. Bu özümseme ve dönüşüm süreci, biyolojik olarak tek bir bireye değil de toplumsal bir sınıfa ait olduğu için daha özgür ve daha bilinçli karaktere sahip olacaktır. Ancak yeni bir sınıf, geçmişteki en önemli dönüm noktalarını dikkate almadan da ilerleyemeyecektir.

Devrimci Sanat ve Sosyalist Sanat

Henüz devrimci bir sanat yoktur. Ancak, bu devrimci sanatın unsurları, yine bu devrimci sanatın oluşturulmasına dair girişimler ve ipuçları vardır. En önemlisi, bu devrimci sanata gittikçe daha çok ihtiyaç duyan ve yeni nesli kendi imgesiyle şekillendiren devrimci insan vardır. Böyle bir devrimci sanatın kendini açıkça ortaya çıkarması ne kadar sürecektir? Bu süreyi tahmin etmek bile zordur, çünkü bu süreç elle tutulabilir ve hesaplanabilir değildir; kaldı ki daha elle tutulur ve somut süreçleri hesaplarken bile tahminlerle sınırlı kalırız. Peki ama neden bu devrimci sanat ya da en azından onun ilk dalgası, devrimle doğan ve devrimi sürdüren genç kuşağın sanatının dışavurumu olarak bir an önce ortaya çıkmasın ki?

Devrimden sonraki yeni toplumsal düzenin tüm çelişkilerini kaçınılmaz olarak yansıtan devrimci sanat, henüz temeli atılmamış sosyalist sanatla karıştırılmamalıdır. Öte yandan unutulmamalıdır ki sosyalist sanat, bu geçiş döneminin devrimci sanatından çıkacaktır.

Böyle bir ayrımın üzerinde ısrarla dururken, soyut bir programın sığ bir değerlendirmesinin bize yön verdiği de söylenemez. Engels’in sosyalist devrimden, “zorunlulukların hükümdarlığından özgürlüklerin hükümdarlığına bir sıçrama” olarak bahsetmesi boşuna değildi. Devrimin kendisi henüz özgürlüklerin hükümdarlığı olarak nitelenemez. Tam tersine, devrim zorunluluğun niteliklerini en yüksek dereceye kadar geliştirmektedir. Sosyalizm, sınıfları kaldıracağı gibi sınıflar arasındaki karşıtlıkları da ortadan kaldıracaktır; oysa devrim sınıflar arasındaki mücadeleyi en üst gerilime taşır. Devrim döneminde, yalnızca işçilerin sömürücülere karşı mücadelelerinde sağlamlaşmalarını sağlayacak edebiyat gerekli ve ilericidir. Devrimci edebiyatın, proletarya diktatörlüğü çağında yaratıcı bir tarihsel faktör olan toplumsal nefret ruhuyla dolu olması kaçınılmazdır. Sosyalizmde dayanışma, toplumun temeli olacaktır. Edebiyat ve sanat bugün olduğundan bambaşka tonlara bürünecektir. Bugünün devrimci kuşağı olan bizlerin adlandırmaktan endişe duyduğumuz duygular (ki bu duygular ikiyüzlülük ve bayağılıkla fazlasıyla yıpratılmıştır),  yani çıkar gözetmeyen dostluk, yakınlarımıza olan sevgi, sempati gibi duygular, sosyalist şiirin güçlü tonlarını oluşturacaktır.

Bununla birlikte, aşırı dayanışma, tıpkı Nietsczhe’cilerin korktuğu gibi insanı duygusal, pasif bir sürü hayvanına dönüşeceğinin işareti midir? Hiç de öyle değildir. Burjuva toplumunda niteliğini piyasa rekabetinden alan keskin rekabet gücü, sosyalist toplumda yok olmayacaktır; ama psikanalizin diliyle söyleyecek olursak, yüceltilecek3 yani daha yüksek ve daha verimli bir biçim alacaktır. Kişi, tasarıları, zevkleri ve fikirleri için gayret gösterecektir. Politik mücadeleler ortadan kaldırıldığı ölçüde (sınıfların olmadığı bir toplumda zaten bu tür mücadeleler olmayacaktır), özgürleşen tutkular sanatı da kapsayacak şekilde tekniğe ve  yapıcılığa doğru yönelecektir. İşte sanat o zaman genelleşecek, olgunlaşacak ve kıvama gelecek; her alanda ilerici bir yaşam inşa etmenin en kusursuz yöntemi haline gelecektir. Başka hiçbir şeyle ilişkisi olmayan bir “güzellik” olmaktan çıkacaktır.

Sınıfların ortadan kaldırıldığı sosyalist toplumda, toprağı işlemekten yerleşim yerlerinin planlanmasına, tiyatroların inşasından çocukların sosyal olarak eğitilme yöntemlerine, bilimsel problemlerin çözümünden yeni tarzların yaratılmasına kadar yaşamın tüm alanları herkesin meşgul olduğu alanlar haline gelecektir. İnsanlar yeni bir devasa kanalın açılması, Sahra’daki vahaların dağılımı, havanın ve iklim koşullarının düzenlenmesi, yeni bir tiyatro salonu yapımı, kimyasal hipotezlerin ortaya çıkarımı, müzikte iki okulun tartışması ve en iyi spor sisteminin ne olacağı gibi konularda “partilere” bölünecektirler. Bu partiler, hiçbir biçimde kast ve sınıfın açgözlülüğüyle zehirlenemeyecektir. İnsanların tamamı, bütünün başarısıyla eşit derecede ilgilenecektir. Mücadele tamamen ideolojik bir nitelik taşıyacaktır. Bu mücadele, kâr peşinde koşmayacak, sınıflı toplumlarda “rekabet”in özünü oluşturan hainliği, rüşveti ve ihaneti içermeyecektir. Fakat bu durum, mücadelenin sürükleyici, çarpıcı ve tutkulu olmasını engelleyemeyecektir.

Sosyalist bir toplumda bütün sorunlar, yani daha önce kendiliğinden halledilen yaşamsal sorunlar ve rahibimsi kastların vesayetinde bulunan sanatsal sorunlar, tüm insanların sorunları haline geleceği için kolektif çıkarların, tutkuların ve bireysel rekabetin en geniş kapsama ve sınırsız fırsatlara sahip olacağı söylenebilir. Dolayısıyla, sanat yeni sanatsal eğilimlerin yaratılmasında ve üsluptaki değişimlere yol açan bu türden kolektif, sinirsel enerji patlamalarının ve bu türden kolektif psişik dürtülerin eksikliğini çekmeyecektir.  “Partilerin” mizaç, zevk ve ruh hali birliktelikleri etrafında toplanacağı estetik okullar olacaktır. Gitgide yükselen bir kültürün temeli üzerinde yükselen ve çıkar gözetmeyen böylesi bir mücadelede paha biçilemez niteliği sürekli yenilik ve yetinmeme olan insan kişiliği, kabuğunu kırarak gelişecektir. Sosyalist bir toplumda, kişiliğin geri plana itilmesinden ve sanatın çoraklaşmasından korkmak için hiçbir neden yoktur…

Çeviri: Y. Can Derdiyok & Mert Saygın

Çevirenlerin Dipnotları

(1): Serapian Brothers ya da Serapian Fraternity.

(2): Smithy ya da Demirciler. 1919’un sonunda kurulmuştur.

(3): Psikanaliz literatüründe “sublimation” olarak geçmektedir. Engellenmiş arzuların toplumsal açıdan “kabul edilebilir” kanallara yönlendirilmesi durumu olarak tarif edilebilir.

Metnin Linki: https://www.marxists.org/archive/trotsky/1923/art/tia23.htm Son Erişim Tarihi: 30.03.2023

Yorumlar Kapalı

Yorumlar Kapalı