Sosyalizm Kazanacak!
/ Kültür-Sanat / Kibar Feyzo – Ali Niyazi Erden

Kibar Feyzo – Ali Niyazi Erden

on 27 Mayıs 2015 - 17:15 Kategori: Kültür-Sanat

Sinema, tıpkı sanatın diğer kolları gibi içinde bulunduğu toplumun maddi koşullarından bağımsız değildir. Bu bağlamda da yaklaşık 150 yıllık tarihi boyunca hem geçirdiği teorik atılımların hem de bir çok değerli eserin, devrimci hareketin yükseldiği zamanlara denk gelmesi tabi ki tesadüf değildir. Örneğin 1917 Ekim Devrimi bize Sergey Ayzenştayn’ı ve beraberinde Sovyet Montaj Teorisini getirmiştir. Ayzenştayn’ın Marx’ın diyalektiğinden esinlenerek geliştirdiği montaj teknikleri bugün izlediğimiz filmlerin çoğunda kullanılmaktadır. Türkiye’de ise 60’ların sonlarına doğru yükselişe geçen sol hareket Yeşilçamın ufkunu açmış ve Türkiye sinemasının birçok değerli eseri bu etkileşimle ortaya çıkmıştır. İşte Kibar Feyzo da bu filmlerden biri.

Geçtiğimiz günlerde Oradaydım belgeselinin Kibar Feyzo filmini konu alan bölümünü tekrar izleme fırsatı buldum. Bölümün konuğu olan İlyas Salman filme başlamaları sürecini şöyle anlatıyor: 1978 yılıydı; Sadık Şendil, Ertem Eğilmez abi, Şener Şen, ben, İhsan Yüce, Arzu Filmin Beyoğlu caddesinde ufak bir yazıhanesi vardı, orada buluştuk. Oturduk bir öykü yazalım dedik. Ne yapalım? Dünyada iki tane çelişki var: bir, aşk çelişkisi; yoksul oğlanla zengin kızın hikayesi ya da zengin oğlanla yoksul kızın hikayesi, bir de emek sermaye çelişkisi, onun üzerine bir film yapalım dedik.(…)Herkes bir fikir koyuyor ortaya; ama en güzel fikir İhsan Abiden geldi. Nitekim o dönem sinemasının bu en önemli kahramanları oturup İhsan Yüce’nin fikrini hep beraber senaryolaştırırlar. Yer olarak da yapılan uzun araştırmalar sonucu, 11 Mayıs 2013’deki acı katliamdan hatırlayacağımız Hatay’ın Reyhanlı ilçesi seçilir. Filmi hatırlayamayanlar ya da henüz izlememiş olanlar için -kaldıysa tabi- önce konuyu bir özetleyelim.

Film bir mahkemede açılır ve biz hikayeyi sanık Feyzo’nun ağzından dinleriz. Feyzo(Kemal Sunal) ve Bilo(İlyas Salman) askerden köylerine yeni dönmüş iki gençtir. İkisi de askerde para biriktirmiş, aşık oldukları Gülo(Müjde Ar) ile evlenmek istemektedir. Fakat Feyzo’nun annesi Sakine Kadın(Adile Naşit) oğlunun getirdiği parayla öküz almak niyetindedir. Feyzo, deli taklidi yaparak, annesini sevdiği kadını istemeye ikna eder. Bu arada Gülo’nun babası Hacı Hüso(İhsan Yüce) başlık parasını yükseltmek için Bilo’yu da aynı gün kızını istemeye çağırmıştır. Rekabet sonucu fiyat iki tarafında ödeyemeceği bir meblaya yükselir. Hacı Hüso, Feyzo’nun 5 taksit borçlanıp kızını almasına razı olur ama bir şartı vardır: köyün ağası Maho’nun(Şener Şen) kefil olması. Ağadan da kefillik alınır ve evlenirler fakat düğünde çıkan olaylar yüzünden Maho Ağa Feyzo’yu köyden sürer. Feyzo taksidin ödeme günü her geldiğinde geri çağrılır; ama kentten her seferinde yeni şeyler öğrenmiş olarak döndüğünden, sürekli ağayla sürtüşüp tekrar köyden sürülür. Sonunda öyle bir hale gelir ki, ağa Feyzo’yu köyden kovmaya bile korkar hale gelir. Peki nedir Maho Ağayı böyle korkutan?

Aslında sadece Maho Ağayı değil daha onun gibi birçoklarını korkutmuştur o dönem kentlileşen köylülerin dönme ihtimalleri. Tabi Feyzo’nun şehre gidişi geç bir döneme tekabül eder. Aslında kente göçler filmin geçtiği yetmişlerden çok daha önce başlamıştır, hem de köyden sürülmeyle falan değil. 1950’lerden beri o dönem iktidarı Demokrat Partinin de teşvikiyle yoksullaşan köylüler özellikle İstanbul’a yığılan sanayinin ucuz işgücü olmaya başlamışlardı. Peki neydi onları bu kadar korkutucu yapan? Kentlileşmeleri… Daha doğrusu işçileşmeleri. Köyden göçen yığınlar yıllarca işçileştiler, ve işçileştikçe birlikte mücadeleyi, grevi, ellerinde bulundurdukları gücü, (ve aslında zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri olmadığını!) öğrendiler. İşte Feyzo da tam bunların üzerine büyük şehre gelir ve benzer bir sürece girer. İlk kırılma aslında şehre sürülmesinden daha evvel, askere gitmesiyle olmuştur. Zaten ilk kovulması da bu yüzdendir. Askerdeyken “Şehirde gördüm orada herkes takıyor” diyerek düğününde taktığı fötr şapka köyün ağası tarafından bir tehdit olarak algılanır. Çünkü köyde ağa dışında kimse fötr şapka takmamaktadır. Bir sonraki icraatı borcunun taksidini tamamlayabilmek için şehirde gördüğü paralı tuvaleti köyde denemesi olur. Bu da tuvaletin ağanın adamları tarafından yıkılmasıyla sonuçlanır.

Öte yandan kentte çalıştığı her işte bir şeyler öğrenmektedir. İnşaat işçisi olarak çalışırken sendikal mücadeleyi, eylemlerde ayran satarken eylemliliği ve duvarlardan yazılama silerken sol sloganları öğrenir. Son olarak da tesadüfen denk geldiği bir düğün arabasındaki çiftten şehirde başlık parası olmadığını öğrenince köye son gidişi diğerlerinden çok farklı olur. Bu sefer ağanın çağırmasını beklemeden döner ve herkese gördüklerini anlatıp eyleme çağırır. Köyün duvarlarını sloganlarla doldurur ve nihayetinde köy meydanında bir eylem yaparlar. Maho Ağayı çileden çıkaran da bu olur.

Parmak basılması gereken bir başka nokta da filmde bu ana kadar hep ayrı ayrı yerlerde toplanmış gördüğümüz kadınlar ve erkeklerin, bu eylemde biraraya gelmesidir. Tam da bu noktada filmde çizilen kadın figürünü de incelemek yararlı olacaktır.

Kibar Feyzo barındırdığı kadın karakterler açısından da ilgi çekici bir film. Özellikle Müjde Ar’ın oynadığı Gülo karakteri, düğün bitmeden sürülen kocası Feyzo’yu köyden ayrılmadan bulup, onunla beraber olarak kendi kaderini kendi çizen bir kadın profili çiziyor. Film boyunca da yoksulluk yüzünden evlenememenin sıkıntılarını erkeklerden olduğu kadar kadınların ağzından da dinliyoruz. Hatta yukarıda bahsi geçen sol yazılamaların köyde kadınların ağzından yazıldığını görüyoruz. Öte yandan başlık parası üzerinden kadın bedeninin metalaşmasını da film bize çok sert iki örnek üzerinden sunuyor. Birincisi Gülo’nun Feyzo’ya borç karşılığı verilmesinden sonra arzuhalciden yazılan senetin içeriği. Aktaracak olursak: “On bin lira peşin geri kalan on bin lira da beş eşit parçaya bölünüp her altı ayda bir vadesinde ödenmek üzere beş kıta senet tanzim edilmiş olup senetlerin hepsi ödenene kadar malın mülkiyeti babasına, kullanma hakkı kocasına aittir.” Mal diye bahsedilenin Gülo olduğunu hatırlatayım.

İkinci örnek ise Feyzo’nun köyden çıkışının artık yasaklandığı ve zorla çalıştırıldığı tarlada borcunu ödeyemeyeceğini anladığı kısım. Feyzo, kente gidip gelmeleriyle geçen sürede karısıyla iki kez beraber olabilmiş; ilkinden bir oğlu, ikincisinden de bir kızı olmuştur. İşte bu parasız anında nasılsa büyüyünce almayacak mısınız, bari şimdiden satayım diyerek 1 yaşına basmamış kızını köy kahvesinde satmaya çalışır.

Kibar Feyzo, döneminde kadın sorununu işleyen tek film değildir (Şalvar Davası filmi de örnek olarak gösterilebilir). Filmin çekildiği 75-80 arası dönemin aynı zamanda sinemada seks furyasının patladığı dönem olduğu düşünülürse dönemin devrimci ruhunun -şartların getirdiği- tüm eksikliklerine rağmen kendini gösterebildiği açıktır. Tabi ki bu başarı filmin yapımından yalnızca 2 sene sonrasına kadar sürecek, girişte bahsi geçtiği gibi toplumsal koşullardan bağımsız olmayan sinema, 12 Eylül darbesinin baskı ortamından da nasibini alacaktır. Baskı ortamı demişken de biraz Maho Ağa’ya değinelim.

Maho Ağa’yı ilk görüşümüz askerden yeni dönen Feyzo ile Bilo’nun ağaya getirdikleri hediyeleri sunmalarıyla olur. Filmin başlarında köylülere karşı yumuşak başlı tavır sergileyen bir figürle karşılaşırız. Zaten film boyunca da Ağa sürekli köylüleri, köyü satmakla tehdit eder, yerine gelecek olan ağanın çok sert olacağı korkusundan beslenir. Köylüleri karşısına topladığı sahnedeki “şurada 141, 142 başsınız” repliği de TC anayasasının meşhur 141, 142. maddelerine göndermedir. Fakat film ilerleyip köylüler ayaklandıkça o yumuşak başlı ağanın da üzerlerindeki baskıyı hızlıca arttırdığını görürüz (bu değişimin yıllardır demokrasinin beşiği diye lanse edilen Amerika Birleşik Devletleri’nin yakın zamanda Ferguson olayları karşısındaki tavrını hatırlattığını söylemem gerek). İşte tam da burada ağanın yapabileceklerini ve sınırlarını da göz önünde bulundurmak gerekir. Çünkü olanca toprağına ve ağa olarak gördüğü saygıya rağmen(ki filmde Feyzonun eylem sonrasında anlattığı gibi “Ağanın yüzüne karşı gelince hepimizin eli ayağı kesilmiştir. Bakarsın o da bizim gibi bi insan. Tükürsek boğarız. Ama kapıda gözükünce boğazımızdaki tükürük bilem kurumuştur.”) Maho Ağanın kapitalist sistemin altında kaldığını film boyunca defalarca görürüz. Zaten filmin kurgusu da bunun üzerinedir. Feyzo kaç kere sürülürse sürülsün Hacı Hüso’ya olan borcun tarihi yaklaşınca kefili olan Ağa tarafından el mahkum köye çağrılır. Burada Hacı Hüso’nun rolü de semboliktir. Filmin başında Hüso’nun köyde bir küçük dükkan sahibi olduğu gösterilir. Hüso da film boyunca tam buna uygun davranır. Kızını istemeye iki tarafı da rekabet olsun, fiyat yükselsin diye çağırır. Hatta Sakine Kadın böyle yapmasının yakışık almadığını söylediğinde de; “Sen ne diyosun Sakine Kadın benim yaptığım tam demirkırat(demokrat) usulü bir seçim.” diye cevap verir. Bir yandan kızını en yüksek fiyata satmaya çalışırken, öte yandan oğlunu para gitmesin diye evlendirmez. Kızını verirken de borç yapılmasını kabul eder ama senet yapılmasını ve Ağanın kefil olmasını ister.

Başka bir sahnede de Maho Ağa’nın köye gelen devlet görevlileri karşısında eğilip büküldüğünü görürüz. Filmde gösterilen bu kısa sahnede devletin köylünün ihtiyacının karşılandığı müddetçe Ağaya dokunmadığını, Ağanın da devlet tarafından yaptırılacak bir su projesi için görevlilerin karşısında kırk takla atmasını izleriz.

Ağaya değinmişken sağkolu olan Bilo’dan da bahsetmek gerekir ki filmin önemli ikilemlerinden biridir. Filmin başında askerden yeni dönen Feyzo ve Bilo köye girmeden karşılaşırlar. Feyzo’nun gözü Bilo’nun üniformasındaki pırpıra takılır. Bilo da resimdeki cevabı verir. Film aslında ikisi arasındaki ayrımı net olarak burada kurar. Bilo itibar adına yüksek yerlere yaranmaya meyillidir. Feyzo’nun ise böyle şeyler hiç umurunda değildir. Sonrasında da Bilo’nun Gülo’yla evlenmek adına Ağanın ve Hacı Hüso’nun(köydeki otoritelerin) yanına yanaştığını görürüz. Feyzo’nun ise bambaşka yöntemleri vardır. Film burada açıkça taraf tutmaktan çekinmiyor. Kibar Feyzo hem Gülo tarafından aşkına karşılık bulur, hem de köy ahalisi tarafından desteklenir. Bilo ise yandaşlığı yüzünden sürekli itilip kakılır.

Sonuç olarak Maho Ağa, her döndüğünde Kibar Feyzo’dan daha çok korkar. Öyle ki en sonunda köyden çıkışını yasaklayacak hale gelir. Feyzo şehirde daha çok para kazanıp borcunu ödeyebileceğinden kendini kovdurmak için çeşitli yöntemlere girişir. Bu yöntemlerden en çok akıllara kazınanı da…

Feyzo’nun şehirde gördüğü sloganları köye uyarlamasından bahsetmiştik. “Faşo Aga” da onlardan biridir aslında. Kendini köyden kovdurmak istemektedir. Bunun yöntemlerinden biri olarak da duvardan ağaya küfreder. “Faşo” Feyzo’nun dilinde bir küfürdür. Zaten genel kullanıma baktığımız zaman bugün de faşizm kelimesinin bir terimden çok bireyin üzerinde baskı kuran, insani olan her şeye karşı bir küfür olarak günlük jargona girdiğini görüyoruz. Buradan faşizm tahlili tartışmalarına girmeyeceğim. Film de girmiyor.

Onun yerine biraz Kardeş Payı dizisininden bahsedelim. Dizinin 15. bölümünde Emrah karakteri sevdiği kadının çalıştığı eczaneye, kadın orada değilken gider. Amacı kadının yokluğundan faydalanıp o varken almaya utandığı birkaç şey almaktır; ama tam bu sırada kadının ablasına yakalanır. İçine düştüğü durumdan sıyrılmaya çalışırken kendisine uzatılan tenya ilacına bakar, yanlış anlamış gibi davranıp; “Kenya ilacı mı? Ama bu faşistlik.” der. Kelimenin günümüzdeki kullanımına dair hoş bir göndermedir.

Yeşilçamda “Brecht” Esintileri

Girişte sinemanın dönemin devrimci havasından etkilendiğinden bahsetmiştim. Bunun etkilerinden birisi de dönem filmlerinin bir kısmında hissedilen Brecht esinlenmeleridir. Bertolt Brecht 1898-1956 yılları arasında yaşamış Alman oyun yazarı, yönetmeni ve epik tiyatronun kurucusudur. Kendisini komünist olarak tanımlayan yönetmen yazdığı eleştirel oyunlar sebebiyle 1935 yılında Alman vatandaşlığından çıkarılmış, 1948 yılına kadar yurtdışında kalmıştır. Yeşilçam’a dönecek olursak, Kibar Feyzo da döneminde Brecht’ten esinlenmeler taşıyan filmlerden biridir. Örneğin Brecht’in yabancılaştırma tekniğini, mahkeme sahnelerinde Kemal Sunal hakime olanları doğrudan kameraya bakarak anlatırken görürüz. Feyzo kameraya dönmüş olanları anlatırken sürekli olarak yaşananları seyirciye sorgulatır ve yaşanabilecek bir katarsisi (izlerken kendini hikayeye -ya da duygularına- kaptırma) engeller. Aynı şekilde film bir mutlu sonla değil sorgulamayı seyirciye bırakacak şekilde biter. Öte yandan olayların köydeki yansımasını dinlediğimiz köylülerin söylediği şarkı sekansları Brecht tiyatrosunda da kullanılan öğelerdir.

Gelgelelim filmin karakterleri Brechtyen karakterlerin çelişkili yapısından yoksundur. İncelediğimizde hepsinin Yeşilçam geleneği gereği iyi karakterler ve kötü karakterler diye ikiye ayrıldığını görürüz. (Kibar Feyzo filmde Brecht’in oyunlarında göremeyeceğimiz şekilde kahramanlaştırılır.)

Filmi de genel hatlarıyla inceleyecek olursak, gelenek olarak Yeşilçam Sinemasının tekniklerine sadık olduğunu söyleyebiliriz. Sadece bir sahne özellikle dikkat çekmekte. Maho Ağa, Feyzo’yla Gülo’yu ceza olarak zorla tarlada çalıştırmaktadır. Başlarında nöbet tutan Bilo; Feyzo’nun, Gülo’ya baktığını görünce “Bakmak yasak. Ağam emir vermiştir. Bugün üç kere bakmışsan. Üç lira vermezsen ağaya söylerem.” der. Bunun üzerine Feyzo peşin beş lira verip iki dakika doya doya bakayım der. Önce Feyzo’yu Gülo’ya bakarken izleriz. İki dakika dolduğunda da Bilo’nun gelip görüşü kesmesini Feyzo’nun gözlerinden görürüz.

Oyuncu kadrosuna baktığımızda da yine Yeşilçam klasiği olarak iyi ve oturmuş bir oyuncu kadrosu görüyoruz. Kemal Sunal, Şener Şen, İlyas Salman ve Adile Naşit artık birbirlerine alışmış bir kadro olarak film süresince döktürüyorlar. Oradaydım belgeseli boyunca İlyas Salman’ın “hoca” diye hitap ettiği Erdal Özyağcılar ise belki de çok sıradan olabilecek, çok arkada kalabilecek bir rolde oyunculuğuyla devleşiyor.

Toparlamak gerekirse Kibar Feyzo filmi, gerek emek mücadelesine bakışıyla, gerek kentlileşen köylü anlatımıyla, gerek kadınlara yönelik tavrıyla, gerekse de etkilendiği ekollerle bize sinemanın içinde bulunduğu toplumla nasıl iç içe olduğunu net bir şekilde gösteriyor. Bunu yaparken de 82 dakika bizi eğlendirmeyi başarabiliyor ve bize dönemin filmleri arasında önemli bir yere sahip olduğunu gösteriyor.

Yazıyı bitirirken bahsi geçen-geçmeyen alakalı referansları da yazayım: İzlememiş olanlar(!) ve tekrar izlemek isteyenler için Kibar Feyzo filmi: https://www.youtube.com/watch?v=2ItIN2q5ok8

Oradaydım belgeselinin Kibar Feyzo’yu konu alan ve İlyas Salman’ı konuk eden bölümü: http://alkislarlayasiyorum.com/icerik/175660/kibarfeyzo-belgeseli-ilyas-salman-oradaydim İstanbuldaki kentleşme ve “kentsel dönüşümü” anlatan ve başlarında Demokrat Parti dönemindeki köyden kente göçü kısaca özetleyen Ekümenopolis filmi: https://www.youtube.com/watch?v=maEcPKBXV0M Brecht ve Ayzenştayn’ı merak edenler zaten Wikipedia’dan bakarlar.

*Dipnot olarak da filme dair iki soru var akla takılan 1. Filmde Feyzoyu okuyup üflesin diye götürdükleri hocayı Ali Şen seslendiriyor olabilir mi? 2. Filmin başında askerden dönen Feyzo ve Bilonun neden hala üzerlerinde asker üniforması var?

Yorumlar Kapalı

Yorumlar Kapalı