AKP sıradan bir hükümet deÄŸil. Bir rejim tasarısı. Dinsel otoriter bir tek adam rejimi hedefi ile hareket ediyor. Türkiye’de egemen sınıflar arasındaki bölünmüşlükten ve zayıflıktan faydalanarak uzun yıllardır ittifaklar kurup bozarak hedefinde ilerliyor. Türkiye sermayedarlarının, kapitalist asalakları ne istediyse verdi. Bu sayede kendisine derin rant çıkarlarıyla baÄŸlanmış bir oligarÅŸik aÄŸ yarattı. Ki kendi çıkarlarını korurken kendisini de canı pahasına korusun, karşılıklı var olsunlar… En çok da büyük geleneksel sermaye ihya oldu. Kölelik koÅŸullarında bir ülkeyi örgütsüzleÅŸmiÅŸ, tepesine balyoz inen bir toplumun üzerinden büyük kar eden kan emiciler otoriter rejimi bu temel üzerine koyuyor. Solun, örgütlülüğün, emekçi milyonların ezilmediÄŸi yerde böyle bir projeyi var etmenin olanaksızlığının en çok onlar farkında.Â
 AKP hayatın her alanında dinselleÅŸme ve tarikatların ağırlığının gün geçtikçe artırılması projesi ile “yeni Türkiye”yi 2023 hedeflerine yakınlaÅŸtırmak istiyor. DinselleÅŸme sadece bir siyasal proje deÄŸil, aynı zamanda kendi kitlesinde “din düşmanları”na karşı kutuplaÅŸma yaratacağı bir zemin olarak da çok iÅŸlevli. Yani akan suları durduran “din” AKP’nin fanatik azınlığını her yerde cesaretle saldırganlaÅŸtıran, motive eden önemli bir kaynak. Tek adamın çıkarları ve oligark asalakların zenginlik ve yozlaÅŸmışlığıyla  yönetilemeyeceÄŸine göre milyonlara “davanın” kutsallığı etrafında kenetlemek dahası, cesaretlendirmek çok iÅŸe yarıyor. Bunun iyi bir örneÄŸini yakın zamanda Maçka Parkı’nda bir kadının güvenlik görevlisince giydiÄŸi ÅŸort nedeniyle parktan atılmak istenmesi olayında gördük. Evvelinde otobüste yine ÅŸort giyen bir kadına tekme atan dincide… Örneklerin çok olması vahim. Yobazların böyle cesarete gelmiÅŸ olmasının sebebi elbette iktidarın ta kendisi. Kadın düşmanlığı, dinse rejimin inÅŸa edilmesinden aldıkları “bizim günümüz geldi” hissiyatı. Poliste, yargıda “başıma bir ÅŸey gelmez” inancı. Saldırdığı kesimin zaten iktidarın da hedefinde olması, dolayısıyla devletin sokaktaki “adamı” olma bilinci…Oysa birkaç yıl öncesinde böyle saldırganlıklar istisna iken son bir iki yılda gösterdiÄŸi artış, içinden geçtiÄŸimiz olaÄŸanüstü koÅŸullarda bu kesimin önlerinin açılması ile sıkı sıkıya iliÅŸkili.Â
FETÖ ilan edilen Gülen tarikatının tasfiyesinden sonra İsmailaÄŸa ve Menzil tarikatları devlet kurumlarının kadroları haline getirilmeye baÅŸlandı. Ankara’da Milli EÄŸitim Bakanlığı tecavüzcü Ensar Vakfı ile proje protokolü imzaladı. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile NakÅŸibendi tarikatının Ankara kolu olarak bilinen Muradiye Kültür Vakfı arasında imzalanan protokol kapsamında Ankara’da 31 çocuk evi açıldığı ortaya çıktı. Yeni tarzda “Işık Evleri” örgütlenmeye baÅŸlandı bile. İmam Hatip dayatmasıyla milyonlarca öğrenci dinsel eÄŸitime mecbur bırakıldı.Â
Dinselleşmeden, toplumsal muhafazakarlığın artmasından en önce etkilenenler kadınlar. Kız çocuklarının hayatında ciddi gerileme söz konusu. Müfredattan biyoloji neredeyse silindi, yerine cihat getirildi. Çok yönlü bir dönüşüm içindeyiz.

Kadınlara ve çocukları hedef alan saldırılar ile gündeme gelen dinselleÅŸme- otoriterleÅŸme daha büyük bir hedefin parçası. Maçka Parkındaki ve otobüsteki ÅŸortlu kadınlara yapılan saldırılara verilen tepkiler bu ülkede kadınların yaÅŸamı açısından çok önemli. Umut da verici. Ancak bu süreci ne kadar geriletebilir, buna ne kadar yeter? ApolitikleÅŸtirilen içerik ve toplanıp dağılan öfkeli kalabalıklar ile giderek daha da azınlık olmayı mı bekleyeceÄŸiz? Ya sesi duyulmayan vakalar? Ya taÅŸrada olan bitenler? “Kıyafetime karışma” yürüyüşü ile verilen refleks ne kadar bir tepkiyi örgütlemesi bakımından önemli ise de belli sınırlılıklar içinde hareket ettiÄŸimizi göstermiyor mu?
Başka bir noktadan devam edelim: din adamlarının resmi nikah kıyma yetkisinin gündeme gelmesi. Dinsel uygulamaların yürütücüsü din adamlarının gündelik yaşamda ağırlığının artması, mertebelerinin yükselmesi, hukuki yetkilerle donanması ve bütün bunların yeni normal olması. Toplumda sadece dini ve siyasi kanaat değil, hukuki yetkisi de olan bir siyasi sınırı geçmek anlamına geliyor. Yeni kurumsallaşmanın sembol adımı olabilecek nitelikte bir adım.
Peki, böyle büyük geri adımlar atılırken ne yapmalı? DinselleÅŸen rejime, yobaz saldırılara karşı nasıl mücadele etmeli? Öncelikle bunların birbirinden kesinlikle ayrılamayacağını söyleyelim. İstanbul, Maçka gibi merkezi bir yerde bile cesarete gelen bir yobazın anlayacağı dil bellidir. Evirip çevirmeye gerek yok. Ancak cesaretin kaynağını ortan kaldırmazsak yarın baÅŸka bir yerde ve sonu gelmeyen küçük olayların sıradanlaÅŸması içinde yaÅŸayıp gitmek kaçınılmaz. Bu saatten sonra varılacak olan nokta bu saatten sonra tamamen toplumsal muhalefetin ortaya koyduÄŸu direniÅŸ etrafında belirlenecek. Çünkü karşımızda her ÅŸeye muktedir ve iknaya deÄŸil, zora ve sopaya dayanan bir rejim ve aynı zamanda da önemli direnç odakları var. Teslim olmayan milyonlar var. O halde, dinselleÅŸme ve kadınlara yönelik yobaz saldırılara tekil saldırılar peÅŸinde refleksif eylemlerden ve özsavunmadan öte bir noktadan cevap vermek zorunluluÄŸu doÄŸuyor. Güçlü bir kadın hakları savunma cephesi tekil olaylar üzerine deÄŸil, topluma sunulması gereken bir program etrafında: bir talepler bütünlüğü ile baÅŸarılabilir. En kritik nokta da bu program ve taleplerin niteliÄŸi sorunudur.Â
Birinci olarak sokakta olmak her koÅŸulda mücadelenin dinamiklerini devam ettirmek açısından önemli. Kadın döven bu zorba yobazlar kadar cesur ve örgütlü olmak zorundayız. Hayat güçlü olana yaÅŸam ÅŸansı tanıyor. Ancak “kıyafetime karışma yürüyüşü”nde olduÄŸu gibi duyarlı ve bilinçli bir azınlığa hitap eden bir eylem, protesto edip dağılan bir zemin yaratıyor. Saldırının büyüklüğü karşısında verilen cılız tepki yobazların cesaretini arttırıyor. Oysa kadın mücadelesinin eksenini emekçi kadının talepleri oluÅŸtursa, AKP’nin tabanındaki emekçi kadın ile yaÅŸam tarzı üzerinden büyük bir kutuplaÅŸma içine girilmemiÅŸ olsa zaten varlık zeminlerini önemli ölçüde yitirir. MeÅŸruiyet popüler biz kazanıma dönüşür. Dolayısıyla üzerine düşünülmesi gereken sorun, bu kutuplaÅŸmanın aşılması olmalı.
Sosyalist aklın ilerleticiliÄŸi burada yatıyor. Emek ekseninle, ezilenlerin mücadelelerini birleÅŸtirmek. KutuplaÅŸmayı aÅŸmak. Bu yönde bir örgütlenme çabası yeni  bir zemin açar. Böylece sol büyür. Çünkü ülkede AKP’nin rejiminden muzdarip olanların yine AKP’ye oy vermesi temel sınıf içi çeliÅŸki. Somut gündemlerle bu çeliÅŸki sınıf politikasının gücünü ortaya koyar, AKP’yi yıpratır. Solun büyüdüğü yerde kalıcı dinamikler yaratılarak ilerleme saÄŸlanır. Solun sesinin güçlü çıkması, kadın düşmanlarının cesaretini kırar. Yobaz saldırıların bertaraf edilmesi mümkün olur. Kadınların bu somut gündemler içinde büyük kampanyalar halinde, kutuplaÅŸtırıcı deÄŸil, iktidarı yıpratıcı bir noktadan vurarak küçük burjuva hassasiyetlerden deÄŸil, milyonların yakıcı sorunu olan kadın sorunundan hareket etmesi gereklidir. Kadınlar nasıl bir özgürleÅŸme istiyor ve somutta da kendi gelecekleri nasıl bu ülkenin emekçi sınıflarının geleceÄŸi ile sıkı sıkıya baÄŸlı görülebilecektir. Süreç, kadınların önderlik edeceÄŸi canlı bir toplumsal dinamiÄŸe dönüşebilir. Bu potansiyel gerçek anlamda mevcut. Kadınların meÅŸruiyeti ve geniÅŸ kesimlerde uyandıracağı sempati, doÄŸru söylemle dikta karşıtı mücadelede önemli bir adım attırabilir. Fakat hali hazırda kadın hareketinin zayıflığı da zaten bu söylemi oluÅŸturamamış olmasından ve bu hareketin bileÅŸenleri olan sol yapıların kimlik eksenli kısırlığa girmiÅŸ olmasından ileri geliyor. Bu noktada solun kendisine dönüp bakması bir iç tartışma konusu deÄŸil, milyonların geleceÄŸini belirleyen bir ÅŸeydir. Åžakaya gelecek tarafı yok.

Laiklik için mücadelenin bu kadar sorunlu olması, temelde sorunun kavrayışındaki problemden ileri geliyor. Solun din ile iliÅŸkisinin Marksist perspektiften oldukça uzaklaÅŸtığı AKP rejimi dönemi boyunca “din” kelimesinin kendisi otomatik reflekslerin kaynağı haline geldi. Marks, kendi döneminde, özgürleÅŸme talep eden burjuva Yahudi siyasete “önce dininizden özgürleÅŸin” diyen Bauer’le girdiÄŸi polemik sonucu Yahudi Sorunu broşürünü yazar. Laiklik tartışmasının ekseninde yürütülen bir rejim tartışmasının koyu bir idealizmden beslendiÄŸi bugün bazı noktaları hatırlamak önemli.  İdealizmle materyalizm arasındaki bu tartışmada Marks der ki,  “Din artık bizim için neden deÄŸil, tersine yalnızca dünyasal sınırlılığın fenomeni olarak söz konusudur. Bu yüzden biz, özgür yurttaÅŸların dinsel sıkıntılarını onların dünyasal sıkıntılarıyla açıklıyoruz. Dünyasal kısıtlamalardan kurtulabilmeleri için, dinsel sınırlılıklarının üstesinden gelmek zorunda olduklarını öne sürmüyoruz. SöylediÂÄŸimiz, onların dünyasal kısıtlamalarından kurtuldukça, dinsel sınırlılıklarının üstesinden gelecekleridir… Dinden  politik özgürleÅŸme sonlandırılmış, çeliÅŸkisiz bir dinsel özgürleÅŸme deÄŸildir, çünkü, politik özgürleÅŸme insani özgürleÅŸmenin sonlandırılmış, çeliÅŸkisiz bir biçimi deÄŸildir.”  (Yahudi Sorunu, Sol Yayınları, sf 14-15)Â
Dünyasal sıkıntıları sol tarafından dert edilmeyen milyonlarca muhafazakar emekçinin kadın sorunu gibi ileri konularda kadın düşmanı bir pozisyona itilmesinin arkasındaki diyalektik bu. Sorunun kaynağını toplumun dinselleÅŸmesi olarak görenler, feodal rejimin ve kilise otoritesinin altında verilen büyük mücadelelerin sınıf savaşımı ile baÅŸarıya ulaÅŸtığını çok çabuk unutuyorlar. Kilise’nin dönemin en büyük toprak sahibi olması, yani gerici bir sınıf olması onu siyasal bir otorite olarak tarihe gömdü. Sınıfsal dinamikler iÅŸledi. Laiklik, sömürücü sınıfa saldırı ile kazanıldı, teokratik iktidar böyle yok edildi.
Özetle,  toplumsal mücadelelerde “biz dindarız” ve “onlar laikler” ikiliÄŸindeki AKP’li emekçileri örgütleme derdi olmayan bir sol anlayış ilerletmiyor, geriletiyor. Solun orijinalliÄŸi ezilenin, eÅŸitsizliÄŸin emek eksenli mücadele ile bertarafıdır. Tarihsel baÅŸarılarının hangisine bakarsanız bunu göreceksiniz. LaikliÄŸin  kutuplaÅŸtıran siyasetini doÄŸrudan siyasetin temel konusu yapmak baÅŸka ÅŸeydir; güçlü olduÄŸunuz yerden ilerleyip varlığınızla laikliÄŸin teminatını saÄŸlamak baÅŸka ÅŸey. İkincisi baÅŸarı getirir. İlki ise küçük bir ileri kabuk ile el elde baÅŸ baÅŸta kalmanız sonucunu doÄŸurur.
Klasik bir slogan vardır: “haklıyız, kazanacağız”. Bu slogan direngen bir inanç ortaya koysa da maalesef hayat bu kadar otomatik deÄŸil. Kavgada kazananı belirleyen ahlaki ve siyasi haklılık deÄŸil, bilek gücü oluyor. Yukarıda kısaca ifade etmeye çalıştığımız biçimde güçlenmek solun kazanmak yolundaki tek ihtimal. Ne laikliÄŸin tarihsel deÄŸeri, ne kadınların eÅŸitlik ve özgürlük deÄŸerleri, ne de insanlığın kadim deÄŸerleri kendi başına bir baÅŸarı getirmiyor.Â














