Gezi’nin 3. yıldönümünün içerisindeyiz. 3 sene önce baÅŸlayan Türkiye tarihinin en büyük isyanının b
izzat içerisindeydik. Bedel ödedik, bedel ödettik. Sokakları terk etmedik. Polisin yetmediÄŸi yerlerde askerler sokaÄŸa indi. Tayyip, isyan büyüyünce, yurtdışı görüşmeleri süsü verilen kaçış planıyla ülkeyi terk etti. Zira çatışmalar Dolmabahçe’deki BaÅŸbakanlık Çalışma Ofisi’nin yakınına kadar sıçramıştı.
Nerede Yanlış Yaptık?
Evet, çok büyük bir isyandı. Yıllar sonra bile anlatılacak olan bir destandı. Fakat Gezi’ye tamamıyla duygusal yaklaşıp romantik methiyeler düzmek ciddi bir yanlış. Gezi geride kaldı. Evet, Gezi Parkı’na Topçu Kışlası’nı yaptırmadık; fakat Gezi isyanını büyütemedik. Bu bir gerçek. Bu noktada sorulması gereken asıl soru, “Nerede yanlış yaptık?” olmalıdır. Bu mesele sorgulanmayıp “Gezi şöyle büyük bir isyandı, böyle destan yazdık. Günlerce sabahladık. Polis kaçtı biz kovaladık” sarmalından çıkamazsak bir arpa boyu yol gidememiÅŸ oluruz.
Sahi, nerede hata yaptık? Evvela, Gezi’nin “kendiliÄŸindenliÄŸini”, örgütlülüğe evriltemedik. Hal böyle olunca, iktidarın hamlelerine karşı stratejik manevralar üretemedik. Ne diyordu Lenin? ” Bana devrimci bir örgüt verin, Rusya’yı yerinden oynatayım.” Lenin’in bu sözü, aslında çok ÅŸey ifade ediyor. Karşımızda hamle üstünlüğü olan burjuva devlet aygıtı var. Bu mekanizma, Gezi’de isyanı bastırabilmek için birçok hamle üretti. Peki biz ne yaptık? Kitlelere sokağı iÅŸaret etmekten baÅŸka hiçbir ÅŸey yapamadık. Polis ÅŸiddeti ayyuka çıktığında, insanların biber gazlarından kafaları yarılıp gözleri çıktığında insanlar sokaÄŸa çıkmamaya baÅŸladı. Bu malumun ilamıydı. İnsanlar robot deÄŸil. Korku, en doÄŸal duygu. “Gezi’de korku eÅŸiÄŸi aşıldı” romantizmini bir kenara bırakalım. Korku eÅŸiÄŸi topyekûn bir ÅŸekilde öyle kolay aşılmaz. İnsanlar, ödedikleri bedelin sonucunda bir ÅŸeyleri deÄŸiÅŸtirebileceklerine inandıklarında korku eÅŸiÄŸini aÅŸarlar. Hiç kimse “boÅŸu boÅŸuna” ölmek istemez. Gezi’de de böyle oldu. Gezi’nin ilerleyen günlerinde, kitlelerin sokaÄŸa çıktıklarında bir ÅŸeyleri deÄŸiÅŸtirebileceklerine dair inançları giderek azaldı. İnsanlar sokaÄŸa çıkıyor, dayak yiyor, evlerine geri dönüyorlardı. Bu sarmal sokağın gücünü giderek azalttı.
İşte örgütlülüğün önemi bu noktada bir kez daha ortaya çıkıyor. Peki ne yapmalıydık? Ortak somut kampanyalar geliÅŸtirebilmeliydik. O dönemde yüz binlerce insan biber gazının yasaklanması gerektiÄŸini savununuyordu. Sosyalist sol olarak bu noktadan bir kampanya örgütleyebilseydik, yüz binlerce kiÅŸinin doÄŸal aktivisti olacağı bir hareket yakalayabilirdik. Ama yapamadık! Evet, bunu söylemekten çekinmeyelim: yapamadık! Dar grupçu anlayış, Gezi’yi salt polisle çatışmaktan ibaret gören dar kavrayış yüzünden sokaktaki enerji giderek çekildi.
DiÄŸer eksiklik, üretimden gelen gücün Gezi’ye enerjisini yansıtamamasıydı. İşçilerin sokaÄŸa çıkması her zaman farklı sonuçlar doÄŸurur. Zira işçiler sokaÄŸa çıktığında üretim de durur. Böyle bir olasılık burjuva devlet aygıtına en büyük ÅŸamar olur. Lâkin Gezi’de bunu da baÅŸaramadık. Sendikaların birkaç saatlik “dostlar alışveriÅŸte görsün” grevleri dışında hiçbir hamle yapılamadı (ki bu grevler de yaprağı kımıldatmayacak güçsüzlükteydi)
Geleceğe Sağlam Hazırlanalım; Kavgayı Büyütelim!
Lâfı uzatmayalım. Aslında tüm bu sorunlar, bir noktaya baÄŸlanıyor: örgütlülük. Birçok umutlu insan, ikinci Gezi’nin ayak seslerinden söz ediyor. Elbette yeni bir isyan dalgası yayılacak. Fakat geçmiÅŸe bakıp geleceÄŸe dair yeni dersler çıkartamazsak, sonuç öncekinden farklı olmaz.
Bakınız, biz bir Metal Fırtına yaÅŸadık. Bu süreç en az Gezi kadar önemliydi. Ancak doÄŸru noktalara evriltemedik bu isyan dalgasını. Zonguldak’ta işçiler yer altında günlerce direndi. Onların seslerini duyuramadık. Üretimden gelen güçle baÄŸ kuramadığımız müddetçe ülke tek adam diktatörlüğüne doÄŸru hızla ilerleyecektir. Evde oturup ikinci Gezi’yi beklemek Pollyanna’dan daha fazla Pollyannacılık oynamak anlamına gelir.
Bu noktada sendikalara da birkaç ÅŸey söylemek lazım. Bu iÅŸ, “hadi bir miting yapalım sonra eve dönelim” anlayışıyla olmaz. Salt laiklik çaÄŸrısıyla da olmaz. Laiklik için sokaÄŸa çıkıp canını ortaya koyacak bir kitle bulamazsınız; ancak ekmeÄŸi için aşı için savaÅŸacak bir ordu var bu coÄŸrafyada. Mesele, bu orduyla arada bir baÄŸ kurabilmektir. Bu da, ortak somut kampanyalarla mümkün olabilir.
Sosyalist Emekçiler Partisi olarak, işçi bölgelerinde gerçekleÅŸtirdiÄŸimiz çalışmalarda çok büyük enerji görüyoruz. AKP, sadece CHP’ye, MHP’ye oy veren işçilerin ekmeÄŸini çalmıyor. Patronların ceplerini doldururken işçileri topyekûn yoksulluÄŸa itiyor. Bu bilinci sınıfa yayabilmek için çok çalışmak gerekiyor.
Sonuç
Yapamadıklarımızdan fazlaca söz ettik fakat yaptıklarımız zaten herkesin malumu. Bu ülkede bomba tehlikesi altında binlerce kiÅŸi ölümü göze alıp 1 Mayıs’ta sokaÄŸa çıkıyorsa, KESK’in, utanmasa saatini mitingden sonra açıklayacağı rica minnet yaptığı mitinge yüzlerce insan katılıyorsa  bu coÄŸrafyada çok büyük bir umut var demektir. Önemli olan bu umudu örgütlemektir. Ya bunu baÅŸaracağız; ya da katliamlar ülkesi olacağız. Arada bir yol yok!
bolsevik.org












