Sosyalizm Kazanacak!
/ Devrimci Perspektif / Erdoğan'ın Geçmişiyle İmtihanı – Emre Güntekin

Erdoğan'ın Geçmişiyle İmtihanı – Emre Güntekin

on 29 Ekim 2015 - 22:58 Kategori: Devrimci Perspektif, Emre Güntekin, Gündem

Türkiye’nin yüz yıllık geçmişinde Kürt Sorunu konusunda birçok rapor yayınlanmıştır. 1925’te Meclis Başkanı Abdulhalik Renda’nın raporuyla başlayan bu süreçte gerek devletin üst düzey isimleri, gerek bürokratlar gerekse de akademisyenler eliyle hazırlanan raporlar çoğu kez Kürt sorunu konusunda devlet politikalarına yön vermiştir. Bu raporların psikolojisinden dönemin devlet politikalarına ilişkin çözümlemeler yapmak mümkündür. Örneğin 1930’larda yayınlanan raporlarda ağırlıklı olarak Kürt halkının baskı altına alınması ve nasıl Türkleştirileceği gibi konular ele alınmıştır (1931 Fevzi Çakmak ve 1935 İsmet İnönü raporlarında olduğu gibi.) Devletin içinden zaman zaman sağduyuyu ele alan, yahu durun bu iş öyle her zaman silahla yürütülemez diyen seslerde çıkmıştır. 1936’da Celal Bayar’ın ve 1990’da SHP’nin hazırladığı raporlar bunların başlıcaları ve içerisinde liberal açılımlara rastlamak mümkündür. Bu raporların içeriği ayrı bir yazıda ele alınabilir. Bu yazının asıl konusu 1991 yılında Recep Tayyip Erdoğan’ın Refah Partisi İstanbul İl Başkanı olduğu sırada hazırladığı rapor olacaktır.
Bugün iktidarını sürdürebilme uğruna iç savaş ortamını körüklemekten ve ultra milliyetçi bir söylem kullanmaktan çekinmeyen Erdoğan bakın raporuna nasıl başlıyor: “Bugün ‘Doğu’ veya ‘Güneydoğu Sorunu’ olarak adlandırılan sorun, aslında bir ‘Kürt Sorunu’dur… Sorun gerçekte ulusal bir sorundur, yani bir Kürt sorunudur… Bugün Doğu ve Güneydoğu olarak adlandırılan bölgeler, tarihin en eski devirlerinde ‘Kürdistan’ olarak adlandırılan coğrafyanın içinde yer alan bölgelerdir…
Kürtlerin konuştuğu dil olan Kürtçe, Türkçeyle ilgisi olmayan müstakil bir dildir…”
Zamanımızın Erdoğan’ı ise yakın geçmişte şöyle haykırıyordu: “Dört tane kırmızı çizgimiz var. Tek devlet, tek millet, tek bayrak ve tek din” . Ayrıca Kürtçe konusunda da meclis kürsüsünden “Benim milletimin dili tektir, Türkçedir. Bunu öğrenemediyseniz bundan sonra da öğrenemezsiniz”  deyişini dün gibi hatırlıyoruz.
Raporda Kürt coğrafyası için yapılan tanımlama bugünün Erdoğan’ı tarafından hatırlanmak istenemeyecek kadar radikal: “Bugün Doğu ve Güneydoğu olarak adlandırılan bölgeler, tarihin en eski devirlerinde “Kürdistan” olarak adlandırılan coğrafyanın içinde yer alan bölgelerdir…”
Erdoğan raporda dönemin devlet politikasında OHAL uygulamalarının bölge halkını nasıl tehdit ettiğini şu sözlerle vurguluyor: “Özel Timin bölgedeki uygulamaları adeta hesap dışıdır. Bölgede yaşayan insanların ne mal ve ne de can güvenlikleri sözkonusudur. İnsanlara bölgede gerektiğinde ‘bok’ bile yedirilmektedir.” Erdoğan acaba bugün Kürdistan’da uygulanan baskıları gördükçe dönüp raporundaki bu satırları hatırlıyor mudur?
Hatta Erdoğan sorunun o dönem nasıl çözülemeyeceğini de anlamış görünüyor: “Devlet, kontrgerillasıyla, özel timiyle, harcadığı trilyonlarca lirasıyla,köy korucularıyla vs. bu sorunun üstesinden gelinemeyeceğini artık anlamış bulunmaktadır.”
“Kemalist Devletin geleneksel zora ve silaha başvurma yöntemi artık iflas etmiştir.” diyor ama eleştirdiği ‘Kemalist devlet’in zor ve silaha başvurma yöntemini mumla aratan bir devlet baskısı bugün Kürdistan sokaklarında hüküm sürüyor.
“Kürtler ne mi istemektedirler? Çoklarının zannettiği gibi Kürtler, Türkiye”den kopmak istememektedirler. En azından Kürtlerin büyük çoğunluğu Türklerle birlikte eşit ve gönüllü bir birliktelik oluşturmak istiyorlar.” demeyi akıl edebilirken, bugün bunun tam tersine Kürt ve Türk halkları arasına kan davası sokmaya çalışan, diliyle düşmanlık köprüleri atan da tam olarak kendisi.
Raporda dönemin cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ve SHP iktidarının attığı adımlar olumlanırken, asıl vurucu noktaya şu sözlerle destek veriyor: “Yerel parlamentoların oluşturulması ve merkezî devletin küçülmesi Türkiye”de tam demokrasinin yerleşmesi için atılacak önemli adımlardır.” Madem öyle bugün neden Kürt siyasetçiler özerklik açıklaması yaptığı için, yerel yönetimlerin güçlendirilmesini savunduğu için neden hapse atılıyor, soruşturmalarla baskı altına alınıyor?
Öneriler kısmında da bol bol ‘resmi ideoloji’ye eleştiriler yapılırken Erdoğan, PKK’ye karşı devletin kullandığı “bölücü”, “terörist”, “ayrılıkçı” gibi sıfatların kullanılmamasını öneriyor. Bugün Erdoğan’ın ağzından kendine muhalif herhangi bir kesim için terörist damgasının çıkmadığına tanık olan var mı?
Bu raporu okurken ve bugünle karşılaştırmasını yaparken aklıma Erdal İnönü’nün Süleyman Demirel’i miting kürsüsünden eleştirirken kullandığı “Biraz böyle biraz böyle diyenlere güvenmeyin.” sözleri geldi. Malum Türkiye sağı kaypaklığın kitabını “Dün dündür bugün bugündür.” sözüyle yine Demirel aracılığıyla yazmıştı. Aynı geleneği Erdoğan’da oldukça başarılı bir şekilde sürdürmeye devam ediyor.
Erdoğan’ın Kürt Sorunu Rapor Metni:

KÜRT SORUNU RAPORU
(18 ARALIK 1991)

Bugün Doğu ve Güneydoğu olarak adlandırılan bölgeler, tarihin en eski devirlerinde “Kürdistan” olarak adlandırılan coğrafyanın içinde yer alan bölgelerdir…
Kürtlerin konuştuğu dil olan Kürtçe, Türkçeyle ilgisi olmayan müstakil bir dildir… Bugünkü Güneydoğu’ya kısa bir bakış: Türkiye’nin Güneydoğusu bugün hâlâ geri kalmışlık sorunuyla yüzyüzedir. Bölgede “Kürt Sorunu” dolayısıyla olağanüstü yasalar uygulanmakta ve bölge geniş yetkilere sahip olan genel bir vali tarafından idare edilmektedir.

1985’ten itibaren başlayan PKK saldırıları dolayısıyla bölge bir yanda devlet terörü, öbür yanda da PKK terörü arasında sıkışıp kalmaktadır.
Bölge halkı PKK”ye bir biçimde arka çıktığı gerekçesiyle sürekli baskı ve işkence altında tutulmaktadır. Özel Tim”in bölgedeki uygulamaları adeta hesap dışıdır. Bölgede yaşayan insanların ne mal ve ne de can güvenlikleri söz konusudur. İnsanlara bölgede gerektiğinde “bok” bile yedirilmektedir.

Demokratikleşme ve insan hakları noktasında Güneydoğu son derece geridir.
Yakın bir zamana kadar anlamsız ve çağdışı Kürtçe yasağı dolayısıyla bölge insanları hayli baskılarla yüz yüze gelmiştir. Güneydoğu ve Doğu”da aşiretler halen gücünü korumaktadırlar. Özellikle kırsal alanda aşiretlerin gücü ile devletin gücü neredeyse özdeş kabul edilmektedir.
PKK’ya karşı devlet-aşiret işbirliği söz konusudur. Aşiretlerin gücü haliyle siyasal hayata da yansımaktadır. Sadece aşiret reislerinin değil şeyhlerin gücü de inkâr edilemez derecede fazladır. Nitekim Doğu ve Güneydoğu’daki şeyhlik ve ağalık sistemi dolayısıyla siyasal tercihler son derece kaypaktır. Aşiret reisinin veya şeyhin desteğini türlü vesilelerle alan partiler kazanabilmektedirler. Şehirlerde insanlar bağımsız oldukları için siyasal tercihler daha bir bilinçle yapılmaktadır. Şehir insanı bireysel olarak etkilenmeye ve etkilemeye açık bir karakter arzetmektedir.
Son zamanlarda bölgenin siyasal tercihinde PKK da belirleyici olmaya başlamıştır. Özellikle kırsal kesimde PKK”nın belirleyiciliği giderek artmaktadır. PKK”nın güç ve nüfuz kazanması, haliyle Doğu ve Günaydoğu”daki feodal ilişkilerin kırılmasına yol açmaktadır.
Şehirlerde de PKK’nın etkisi giderek artmaktadır. Diyarbakır, Batman, Muş vb. illerde Kürt sorunu konusunda oldukça duyarlı aydın ve entellektüel bir kesim oluşmuştur. Bu kesim, Güneydoğu halkının her türlü problemleriyle yakından ilgilenmeyi zorunlu bir eylem olarak kabul etmektedir.
Kürt sorununa sahip çıkan ve Kürt halkına yönelik her türlü şiddet, baskı ve zulme karşı çıkan HEP”in kazandığı güç, bu açıdan değerlendirilmelidir.
HEP hem PKK”nın desteğini almakta, hem de bölgede bulunan aydın/entellektüel Kürtlerin ilgi odağı haline gelmektedir. HEP”in bölge halkının acil ve somut problemleriyle yakından ilgilenmesi ona hayli puan toplamaktadır. Güneydoğu iktisadi bakımdan geri bırakılmıştır. Bölgede doğru dürüst sanayi tesisleri bulunmamaktadır. İşsizlik ve yoksulluk dizboyudur. Bölge insanları bulundukları yerlerden, özellikle kırsal kesimlerden şehirlere doğru akın etmektedirler. Şehirlere doğru başlayan bu göçün iki nedeni vardır:
En temeldeki neden siyasidir.
Devlet-PKK çatışmasında iki arada bir derede kalan yoksul Kürt halkı köyünü terketmek zorunda kalmaktadır. Bazen de Devlet PKK”nin uzakta kalan köylere gidip yiyecek-giyecek türü şeyler edinmesini engellemek için köyleri boşaltmaktadır. Güneydoğu”da bu yüzden boşaltılan çok sayıda köy olmuştur. Göçün diğer bir sebebi de hiç kuşkusuz iktisadidir. Yani yoksunluk ve yoksulluktan dolayıdır. Bugün Güneydoğu’da PKK eliyle sürdürülen Kürt silahlı mücadelesi şehre inmiştir.
Devlet, kontrgerillasıyla, özel timiyle, harcadığı trilyonlarca lirasıyla,köy korucularıyla vs. bu sorunun üstesinden gelinemeyeceğini artık anlamış bulunmaktadır. Kemalist Devletin geleneksel zora ve silaha başvurma yöntemi artık iflas etmiştir. Kürtler ne mi istemektedirler? Çoklarının zannettiği gibi Kürtler, Türkiye”den kopmak istememektedirler. En azından Kürtlerin büyük çoğunluğu Türklerle birlikte eşit ve gönüllü bir birliktelik oluşturmak istiyorlar. TC devletinden kopup bir Kürt devletini kurma düşüncesini marjinal Kürt unsurlar savunmaktadırlar. Gerçi bunlar da yakın vadede değil ancak uzun vadede bunun mümkün olabileceğini söylemektedirler.
Kürt halkının büyük bir çoğunluğu Kürt ulusal kimliğinin tanınmasını ve Kürt kültürünün geliştirilmesini istemektedirler. Dahası ve en önemlisi,kaç zamandan beridir kendilerine yönelik baskıların son bulmasını dilemektedirler. Yaşadıkları bölgenin iktisadi ve sınai açıdan kalkındırılmasını beklemektedirler. İnsan hakları temelinde özgürlükler istemektedirler. Resmî ideoloji bütün bu noktalarda artık iflas etmiştir.
Kürt gerçekliği 1980 askerî darbesiyle birlikte yeniden inkâr edilmiş,Kürtçe 2932 sayılı yasa ile yasaklanmıştır. Ancak dış dünyada meydana gelen değişmelerin içerde yol açtığı zorunlu zihinsel değişimler ve en önemlisi de PKK ile sürdürülen geleneksel zora dayalı yöntemin başarısızlığa mahkûm olduğunun anlaşılması, Kürt sorununa “tam demokrasi” ve “kültürel çoğulculuk” temelinde yaklaşmayı beraberinde getirmiştir.
Cumhurbaşkanı Özal”ın ilk defa Kürt varlığını tanıdıklarını ilan etmesi ve sonraki günlerde “Federasyon da dahil her konu tartışılmalıdır.” türünden demeçler vermesi, Körfez Krizi esnasında Celal Talabani ve Mesut Barzani”nin temsilcisiyle en üst düzeyde görüşmeler yapması, Kürt sorununun yeni bir bakış açısı temelinde konuşulmasına rahat bir imkan sağlamıştır. AGİK hükümeti olduklarını söyleyen DYP-SHP Hükümeti ise Kürt gerçekliğini tanıdıklarını ilan ettiler.
Başbakan Demirel ve Başbakan Yardımcısı İnönü”nün kuvvet komutanları ve
çok sayıda bakanla birlikte Güneydoğu”ya düzenledikleri “şefkat”gezisinde, resmî ideolojinin 70 yıldır sürdürdüğü inkârcı, asimilasyoncu ve baskıcı yaklaşımların/politikaların artık terk edildiği, ülkede tam demokrasi ve çoğulculuk temelinde Kürt kültürünü geliştirme imkanı sağlanacağı, Kürt Enstitüsü”nün kurulabileceği resmen ilan edilmiştir.
Kürtçe gazete, dergi, kitap, tiyatro vb. etkinliklerin artık serbest olduğunun ilan edilmesi, Kürtçenin özgürce kullanılabileceğinin ve bir lisan olarak öğretilebileceğinin ilan edilmesi, Kürt sorununda yeni bir dönemin başladığına işaret etmektedir. Mevcut hükümetin tam demokrasi ve çoğulculuk temelinde yerinde yönetimlere ağırlık vereceğini de açıklaması ayrıca yeni bir dönüşümün yaşanacağına işarettir.
Yerel parlamentoların oluşturulması ve merkezî devletin küçülmesi Türkiye”de tam demokrasinin yerleşmesi için atılacak önemli adımlardır.
Bizim Görüşümüz ve Tavrımız Ne Olmalı?
1. Yeni dönemde RP olarak gelişmelerin gerisinde kalmak istemiyorsak artık Kürt sözcüğünü rahatlıkla telaffuz edebilmeli, Türkiye”de Kürt halkının çektiği onca acıya ve sıkıntıya tercüman olabilmeliyiz.
2. Türkiye”de 75 yıldan beridir resmî ideolojinin Kürt meselesinde inkârcı, asimilasyoncu, baskıcı davrandığını açık seçik söylemeli ve resmî ideolojiyi yüksek sesle sorgulayabilmeliyiz.
3. Türkiye”de Kürt kimliğinin tanınması ve Kürt kültürünün geliştirilmesi için engelleyici tüm yasaların kaldırılması gerektiğini, Kürtlerin yaşadığı bölgelerde Kürtçenin öğrenilmesi ve öğretilmesi için yasal imkanların hazırlanması gerektiğini, bütün bu hakların Türkiye”de yaşayan diğer halklara da -Laz, Çerkez, Gürcü, Arap vs.- tanınması gerektiğini bu çerçevede Türkiye”nin kültürel bir çoğulculuğa sahip olması gerektiğini savunmak.
4. Türkiye”de dileyen herkesin kendi anadilinde eğitim-öğretim yapabilmesini savunmak, kitle iletişim araçlarından yararlanmasını savunmak.
5. Türkiye”de resmî ideolojisi ırkçı, asimilasyoncu ve baskıcı olmayan,Türkiye”de yaşayan herkesin eşit siyasal, sosyal ve kültürel haklar temelinde gönüllü bir birlikteliğini esas alan yeni bir hukuk devleti anlayışını ön plana çıkartmak. Ülke bütünlüğünü bu gönüllü kardeşlik temelinde savunmak.
6. İnsan hakları konusunda herkesten çok duyarlı politikalar geliştirmek.
Bu politikaları somut bir biçimde davranışlara dönüştürmek. Ne yazık ki partimiz bu konuda henüz istenen bir seviyede değildir. Konumuz Güneydoğu olduğu için örnekliği oradan vereyim: Güneydoğu”da kan gövdeyi götürse bile, orada yaşayan halk türlü baskılarla yüz yüze kalsa bile partimizin bu konuda somut adımlar atmadığını görüyoruz. Kınama düzeyinde bile partimiz diğer partilerden geri kalmaktadır. Oysa Güneydoğu”da yaşanan her türlü haksızlıkların karşısında dikilen parti RP olmalıdır. Önerim şu: bundan sonra bölgede ortaya çıkacak her türlü gelişmeyi yerinde ve zamanında en üst düzeyde heyetler göndererek değerlendirmek, insan haklar ihlalleri karşısnıda herkesten önce ve herkesten çok tepki göstermek. Bu tavrı bütün bir Türkiye”de göstermek gerekir ayrıca.
7. PKK terörünü kınadığımız kadar devlet terörünü de kınamak. Devlet-PKK çatışmasında devletçi bir safta gözükmemek, devletin eleştiri üslubunu benimsememek; “Bölücü”, “Terörist”, “Ayrılıkçı” vs…
8. Her türlü ırkçılığa karşı çıktığımızı, Türk ırkçılığına da Kürt ırkçılığına da eşit ölçeklerde karşı çıktığımızı açık bir biçimde ilan etmek ve bunu davranışlarımızla göstermek.
9. Güneydoğu”da RP’nin diğer partilerden şanslı bir yanı var. O da inanç partisi olmasıdır. Müslüman Kürt halkının problemleriyle yukarıda belirttiğimiz yaklaşımlar çerçevesinde ilgilenildiği zaman RP büyük bir başarı kazanacaktır.
10. Güneydoğu”da İttifak dolayısıyla RP’ye küsen veya küstürülen insanlarımızın geri kazanılmasını sağlamak. İttifakın getirip götürdüklerini parti içinde bir özeleştiriden geçirilmesi ve bunun münasip bir dille kamuoyuna anlatılması gerekmektedir. RP, Türk ırkçısı MÇP ile işbirliği yapan milliyetçi-muhafazakâr-sağcı bir parti şeklindeki eleştirilerden yakasını ancak böylelikle kurtarabilir. Bu özeleştiri veya değerlendirme süreci, İttifak”tan dolayı RP”den kopan arkadaşları tekrar kazanmaya, hem de bölgeye dönük yeni taktik ve stratejilerin daha aklıbaşında bir biçimde belirlenmesine imkan sağlayacaktır.
11. Artık RP”nin de bir Kürt politikası olmalıdır. Bu konuda düzenlenecek parti içi tartışmalarla, yazarlarımız ve araştırmacılarımızla yapacağımız müzakerelerle ve düzenleyeceğimiz ilmi sempozyumlarla RP’nin Kürt sorununa nasıl baktığı ve sorunun çözümü için neler önerdiği açıklıkla ortaya konulmalıdır. Bu çerçevede bir programa sahip olmalıyız diyorum.
12. Güneydoğu’daki teşkilatlarımız daha disiplinli ve düzenli örgütlere dönüştürülmeli. RP’nin yeni dönemde bölgede yeniden güç kazanması için İttifak dolayısıyla ayrılan arkadaşlarımızın bölgede önemli görevlere getirilmesi gerekir. Bölgede çalışma yapacak görevlilerin veya
yetkililerin bölge sorunlarını çok iyi bilmeleri, kültürlü ve ağzı laf yapan insanlar olmaları ve teşkilatçılığı da artık modern bir biçimde götürebilecek evsafta olmaları gerekir.
RECEP TAYYİP ERDOĞAN
RP İSTANBUL İL BAŞKANI

Yorumlar Kapalı

Yorumlar Kapalı