22 Kasım, 2013
Çağımızın sihirli sözcüğü, demokrasi. Özgürlük, insan hakları da yanına eklenmeyi hak ediyor. Çağın öyle yükselen deÄŸerleri ki Avrupa’nın aşırı saÄŸcı partilerinden tutun OrtadoÄŸu’nun kanlı diktatörlerine kadar herkes partisinin adının önüne bu sihirli sözcüklerden birini ekleme gereÄŸi duyuyor. Irak’a, Afganistan’a, Libya’ya, Suriye’ye müdahalenin nedeni; emperyalist güçlerin eylemlerinin en güçlü meÅŸrulaÅŸtırıcısı yine demokrasi…
Demokrasi sözcüğünün bu sihirli havası yeni deÄŸil. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Batı Bloku ile SSCB arasında baÅŸlayan emperyalist hegemonya mücadelesini ifade eden SoÄŸuk SavaÅŸ dönemi boyunca Batı’nın en büyük argümanlarından biriydi demokrasi. DoÄŸu Bloku’nun tek parti iktidarına dayanan devlet kapitalisti rejimleri karşısında Batı demokrasinin temsilcisi kesiliverdi. DoÄŸu Bloku’nun yıkılmasından sonra da içi boÅŸaltılmış demokrasi sözcüğünün sihri devam etti.
Demokrasi, Türkiye’de de 1980’li yıllardan baÅŸlayarak egemen sınıf içindeki kavgada bir tarafın temel argümanı haline geldikçe önemini giderek artıran bir kavram oldu. Liberal sermaye, sivil-askeri bürokrasi ile çatışmasında kendisini askeri vesayete karşı demokrasinin, özgürlüğün, insan haklarının savunucusu ilan ederek halk içinde destekçilerini artırma yoluna gitti (diÄŸer tarafın temel ÅŸiarları ise laiklik ve ulusalcılık idi). 2002’de AKP’nin iktidar olmasıyla bu kavganın ÅŸiddetlenmesi ve boyut deÄŸiÅŸtirmesi üzerine demokrasi söyleminin hayatımızdaki yeri büyük oranda arttı. AKP’nin bu yönde propagandasına en büyük destek liberal aydınlardan geldi; onlar toplum nezdinde AKP’nin demokratlığın tescilleyicileri oldu. AKP’nin askeri-sivil bürokrasiyi geriletmesinde saÄŸladıkları ideolojik cephanelikle büyük hizmet gördüler; kitlelerin desteÄŸinin kazanılması ya da en azından muhalefet edemez hale getirilmesini saÄŸlayarak AKP’nin hegemonya kurmasını saÄŸladılar. Bu dönem boyunca AKP’nin icraatlarının demokrasi-darbe ikilemi yaratılarak desteklenmesi zorunlu adımlar olarak sunuldu (12 Eylül 2010 referandumu sırasındaki tartışmaları hatır- layın). AKP’ye karşı çıkanlar hızla darbeci, ulusalcı olarak yaftalandı. AKP’nin iktidarını saÄŸlamlaÅŸtırmasıyla birlikte muhaliflerine yönelik baskıcı uygulamaları (öğrencilere, gazetecilere, Kürt ulusal hareketinin siyasal temsilcilerine vb.) arttıkça demokratlığı tartışılmaya baÅŸlansa da bu noktada hegemonyanın asıl dağılışını Haziran direniÅŸi ve AKP’nin dizginsiz ÅŸiddeti belirledi. Her ne kadar AKP ve ona hala desteÄŸe devam eden bazı liberal aydınlar demokrasi söylemini dillerinden düşürmemiÅŸ olsalar da artık bu propagandaların toplumun önemli bir kısmında alıcısı yok. Ancak yine de demokrasinin sivilleÅŸme-askeri vesayet ikiliÄŸi temelinde ele alınması AKP’nin argümanlarından bağımsız olarak da varlığını korumaya devam ediyor; demokrasi üzerine tartışmalar bu ikilik referanslı yürütülüyor. Egemen sınıfların sınırlarını çizdiÄŸi bir tartışmayı sürdürmek devrimci hareketi onun düşünce dünyası içinde hareket etmeye, burjuva sistemin deÄŸerlerini referans alarak tavır almaya götürür. Tarihsel materyalist yönteme, tarihin sınıf merkezli kavranışına temelden zıt bu burjuva ideolojisini referans almak devrimci hareketi devrimci özünden uzaklaÅŸtırır. Kaldı ki bu burjuva ideolojisinin içinin ne ölçüde boÅŸ olduÄŸunun en büyük tanıkları bizleriz. Askeri vesayet rejimini bütün kötülüklerin kaynağı olarak gösterenler ÅŸimdilerde sivil vesayet rejiminden bahseder oldular. Haziran günleri sırasında iyice ayyuka çıktığı gibi sivilleÅŸme ile demokrasi arasında otomatik bir baÄŸlantı yok. Cemaat medyasında bile askeri-sivil bürokrasinin borusunun öttüğü 1990’lı yıllarla bugünü karşılaÅŸtırıp demokrasi anlamında gerilediÄŸimizi söyleyenlere rastlamak mümkün.
Burjuva Devrimlerinin Ayrılmaz Parçası Demokrasi?
Demokrasiyi, Batı toplumlarının ayrılmaz bir parçası olarak ele almak; onu toplumlarına içkin olarak kabul etmek yaygın bir görüş. Modernleşmenin (burjuva devrimlerinin) doğal sonucunun demokratik toplumlara ulaşmak olduğu fikri burjuva düşüncesinin önemli argümanlarından biri. Modernleşme süreci sonucunda bu organik sonuca ulaşamayan ülkelerde, bu çerçevede, hatanın nerede olduğu arayışına girildiği görülür. Öyle ya modernleşme yaşandı ama ortada Batı tipi bir demokrasi yok. Murat Belge gibi sol liberaller modernleşmenin taşıyıcısının sivil-askeri bürokrasi olmasına bağlarlar bu sonucu. Ne güzel değil mi bütün kötülüklerin kaynağı na askeri koyarak kapitalizmi hedef tahtasından kurtarmak! Gerçekten sorunun kaynağı hangisi, burjuva demokrasisinin gelişim seyrini inceleyerek karar verelim.
Feodalizmin egemenlerine karşı mücadelesinde burjuvazi kralların otokratik ve monarşik hakimiyetine karşı kendi ekonomik gücünü siyasal güce dönüştürecek parlamenter rejim için kavga verdi. Fransız Devriminin ateşi, kralın daha çok vergi toplamak için meclisi toplamaya girişmesi ve burjuvazinin meclisin faaliyetine devamında ısrar etmesiyle başlayan olaylarla yakılmıştır.
Ancak parlamenter rejimin demokrasinin yeterli koÅŸulu olmadığı açıktır. Burjuvazi, iktidarı eline tamamen aldığı örneklerde bile herkese oy hakkını kendiliÄŸinden sunmamıştır. İşçi sınıfı uzun süreli mücadelesinin sonucunda oy verme hakkını burjuvaziye raÄŸmen kendisi kazanmıştır. ÖrneÄŸin 1819’da sadece belli miktarda araziye sahip erkeklerin oy verme hakkı olmasını protesto ederek genel oy hakkı talebiyle Manchester’da biraraya gelen 100 bine yakın göstericinin (ki bu sayı Manchester çevresi halkının yarısına yakındır) üzerine süvarilerin saldırması sonucunda Peterloo Katliamı yaÅŸan- mıştır. Yine 1838’den 1859’a kadar Çartist hareket herkese oy hakkı talebiyle mücadele yürütmüştür. 1848 devrimleri, 1871 Paris Komünü, 1893 Belçika genel grevi (çok sayıda kayba raÄŸmen erkekler için -çoÄŸul oylamayla- oy verme hakkını kazanan) bu uÄŸurda verilen önemli mücadelelerden bazılarıdır.
New Left “Sermayenin Demokrasinin Review dergisinde Yönetimi ve YükseliÅŸi” isimli makalesinde Göran Therborn, Avusturya, Avustralya, Belçika, ABD, İngiltere, Kanada, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya, Hollanda, Yeni Zelanda, Norveç, İsviçre, İsveç’ten oluÅŸan 17 ileri kapitalist ülkeyi inceleyerek genel oy hakkının hiçbirinde 1900’lerden önce olmadığını ortaya koymaktadır. Bu ülkelerde genel oy hakkına en yakın duruma (sadece beyazlara yönelik olarak) 1917-20 arasında ulaşılmıştır: Avusturya-1918, İsveç-1918, İngiltere- 1918, Finlandiya-1919, Almanya-1919, Kanada-1920 gibi.
Kısacası, işçi sınıfının genel oy hakkı kazanımı yürüttüğü uzun süreli mücadelelerin birikimiyle Birinci Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan ve Avrupa’yı saran devrimci dalganın bir ürünü olmuÅŸtur. Kadınların oy hakkına kavuÅŸması ise İkinci Dünya Savaşı sırasında üretim sürecine katılan kadınların hakları için mücadele etmesiyle mümkün olmuÅŸtur. Yine 1950 ve 60’larda Amerika’daki sivil haklar hareketi siyahların oy hakkına kavuÅŸ- masını saÄŸlamıştır.
Burjuva demokrasinin bile sadece parlamenter sistem, serbest seçimler ve oy hakkından ibaret olmadığı açıktır. Söz ve eylem özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, basın özgürlüğü, yasalar önünde eÅŸitlik olmadan demokrasiden bahsetmek mümkün deÄŸildir (bugünün sivil Türkiyesi’nin ne ölçüde demokratik olduÄŸu bu demokratik hakların durumundan bile anlaşılmaktadır). Bu hakların her biri uzun mücadelelerin konusu olmuÅŸ, bu kavgaların sonucunda bedeller ödenerek kazanılmıştır. Kısacası demokratik haklar burjuvazi tarafından yukarıdan baÄŸÅŸedilmemiÅŸ, her bir parçası kitleler tarafından söke söke alınmıştır.
Neoliberal Dönemde Demokrasi
Bugün Türkiye ve dünyanın birçok yerinde esin kaynağı olarak görülen Batı demokrasisinin İkinci Dünya Savaşı sonrasında kapitalizmin altın çağını ifade eden refah toplumlarına dayandığını görmekteyiz. Ekonomik olarak geniÅŸleyen kapitalizm altında (güdük olmakla birlikte) Batı tipi bir demokrasi hayat bulabilir. Çünkü sınıfsal çeliÅŸkiler ortadan kalkmamış olsa da keskinliÄŸi azalmış; devlet-iÅŸveren-işçi adına sendika üçlemesi temelinde bir uzlaÅŸma yaratılmıştır. İşlerin kendileri adına iyiye gittiÄŸi koÅŸullarda, kapitalizmin kitlelere hala sunabilecekleri var gibi göründüğü bir ortamda egemen sınıfların işçi sınıfından, ezilenlerden, muhalefetten çekinmesine, onların söz ve eylemlerine kapıyı kapatmasına gerek yoktur; tercih burjuva demokrasisinden yana kullanılabilinir. İşte bugün cilalanarak önümüze sunulan demokrasinin perde arkasında egemen sınıfların böyle bir özgüveni vardır. Ancak 1970’lerden itibaren kapitalizm için bu altın çaÄŸ kapandığı gibi yapısal krizlerinden çıkmak için 1980’lerden baÅŸlayarak uygulamaya koydukları neo-liberal politikalar dünya siyasetinde baÅŸka rüzgarların etkili olmasını saÄŸlamıştır. Sosyal devletin geri çekilmesini, emeÄŸe yönelik amansız saldırıları yaÅŸama geçiren neo-liberalizmin işçi sınıfının direniÅŸine hizmet edecek örgütlülüklere (sendikalar örneÄŸin)de tahammülü yoktur. Dolayısıyla demokrasinin olmazsa olmazları olan grev, örgütlenme ve eylem haklarında hukuken ya da fiilen kısıtlamalar dönemi açılmıştır. Demir lady olarak anılan Thatcher, Bush, Berlusconi, AKP benzeri otoriter, baskıcı iktidarlar iÅŸte böyle bir dönemin ürünleridir. Artık ihtiyaç duyulan işçi sınıfıyla uzlaÅŸmaya dayalı “demokrasi” deÄŸil, onu daha fazla sömürmek için iktidarların elinden “sopa” eksik olmazken emekçilerin her türlü demokratik haktan yoksunlaÅŸtırılmasıdır.
İşte, size kapitalist demokrasi!











