
Bu yazı  ilk kez 2008 yılında Marksist Bakış dergisinin 15. sayısında yayımlanmıştır.
40.yılını geride bırakan 68 dönemine dünyada ve Türkiye’de damgasını vuran sosyal hareketliliklerin niteliÄŸi tartışma konusu yapılmaya devam ediliyor. Burjuva yazar-çizer takımınının da ilgisiz kalamadığı bu tartışmalar genelde bir yerleri budanarak, 68 gençliÄŸini bu kadar öne taşıyan sınıf mücadelesinden ve tüm dünyada geliÅŸen devrimci uyanıştan kopartılarak kısır bir ÅŸekilde ele alınıyor. Bu tartışmalar ya Deniz GezmiÅŸ’lerin Kemalizminde ya da 68 gençliÄŸinin maceracı-romantik eÄŸiliminde kilitlenip kalıyor. Halbuki 68 hareketinin ve Denizleri, Mahirleri bu denli efsaneleÅŸtiren uyanışın altında burjuvazinin duymaktan, hatırlamaktan bile korktuÄŸu radikal sınıf mücadelesi yatıyor. Bu mücadelenin Saraçhane Mitingi’yle baÅŸlayıp, 15-16 Haziran’la zirve noktasına ulaÅŸan geliÅŸimi içerisinde toplumun alt sınıfları sosyalist düşüncelerden etkilenmiÅŸ ve geniÅŸ halk kitleleri sosyalist örgütlenmeler etrafında mücadeleye atılmışlardır. Fakat 60’lı yılları bu yönde bütünsel bir bakış açısıyla ele almayan yaklaşımlar, tüm dünyayı sarsan 68’in içini boÅŸaltmaktadır. Bunun önüne geçmek adına Türkiye devrimci hareketinin en başından itibaren geçirdiÄŸi ideolojik dönüşüme, örgütlenme anlayışına ve sınıf hareketiyle olan iliÅŸkisine bir yorum getirmek bu yazının temel iÅŸlevi olacaktır.
TKP ve Mirası
Türkiye’de devrimci Marksizmin örgütlü anlamda ilk temsilcisi Mustafa Suphiler öncülüğündeki TKP olmuÅŸtu; fakat daha yolun başındayken Mustafa Suphi’nin başını çektiÄŸi parti önderliÄŸi Kemalist iktidar tarafından katledilmiÅŸti. Bu katliamla birlikte TKP’nin bizzat Ekim Devrimi, iç savaÅŸ ve Komünist Enternasyonal deneyimlerine sahip önder kadrolarının bıraktığı boÅŸluk doldurulamadı. Sonraki süreçte SSCB’de işçi iktidarının Stalinist bürokrasi tarafından boÄŸulmasına ve Ekim Devrimi’nin hafızasını taşıyan BolÅŸevik kadroların temizlenmesine paralel olarak tüm dünya komünist partilerinde benzer temizlikler yaÅŸandı. Türkiye’de bu kuÅŸakları temizleyen Stalinistlerden önce Kemalistler oldu ve TKP Komintern’in bir uydusu konumuna getirildi. 1930’larda tüm dünyada “ılımlı” burjuva iktidarlarla girilen ittifakların bir benzeri Türkiye’de yaÅŸandı ve TKP Kemalist iktidarın çıkarları doÄŸrultusunda ÅŸekillendirildi. İdeolojik alanda Mustafa Suphilerin miras bıraktığı devrimci Marksist gelenek, Kemalizm-Stalinizm bulamacı bir ideolojiyle yer deÄŸiÅŸtirdi, pratik alanda da Kemalist iktidarın çıkarları doÄŸrultusunda tavırlar geliÅŸtirildi. ÖrneÄŸin, defalarca katliama uÄŸrayan Kürtler üzerine tek bir kelime edilmedi, ezen ulus ÅŸovenizminin suyuna gidildi. KurtuluÅŸ Savaşı için destan yazan Nazım Hikmet’in, yaÅŸanan katliamlarda en ufak bir dize yazmaması bile bunun en basit örneÄŸidir. Yani, bu dönemin önder kadroları ÅŸefik Hüsnü, Nazım Hikmet, Hikmet Kıvılcımlı ve Mihri Belliler bir yandan Kemalist iktidarın zindanlarında yatarken, siyasi faaliyetlerinde bu iktidarın savunucuları oldular. TKP’de yaÅŸanan bu köklü dönüşüm sonucu oluÅŸan politik çizgi, 1960’lı yıllarda oluÅŸacak örgütlenmelerin ideolojik yapılarının oluÅŸmasında önemli rol oynadı.
Bir Dönüm Noktası: 27 Mayıs Darbesi
Türkiye tarihinde tek parti diktatörlüğü ve DP iktidarı altında geçen dönem sosyalist örgütlenme açısından karanlık bir zaman dilimini ifade etmektedir. Bu dönemde Türkiye’nin ABD ile yakınlaÅŸması sonrası tekrar faaliyete baÅŸlayan dar TKP örgütlenmeleri, tutuklamaların ardından tamamen dağıtıldılar. 1960’ların baÅŸlarında Türkiye’de kapitalizmin geliÅŸimine paralel olarak işçi sınıfı kendini hissettiren bir uyanış içerisine girdi. Ayrıca 27 Mayıs’ın bir ürünü olan 1961 anayasası işçi sınıfına eylem ve örgütlenme konusunda kısmi özgürlükler getiriyordu. 1961 anayasası bu yönüyle darbecilerin o dönem için ihtiyacını duydukları toplumsal meÅŸruiyetin kazanılması amacına hizmet ediyordu. Fakat bu durum burjuvazinin işçi sınıfına ve toplumsal muhalefetin diÄŸer kesimlerine dikensiz gül bahçesi yarattığı anlamına gelmiyordu. En basitinden anayasada siyasal amaçlarla grev yapılması yasaklanıyor, bir yandan toprak reformu dillendirilirken, toprak reformu yasalarla imkansız hale getiriliyor ve Türkiye’de devrimci mücadelenin en hareketli olduÄŸu dönemlerde katliamların, kirli savaşın sorumlusu Milli Güvenlik Kurulu bu anayasayla siyaset sahnesine çıkıyordu. Bu gerçekliÄŸe raÄŸmen, Türkiye’de sol 27 Mayıs darbesini deÄŸerlendirirken büyük illüzyonların etkisi altındaydı.
Türkiye solunun 27 Mayıs’a yaklaşımı incelendiÄŸinde, sınıf iÅŸbirlikçiliÄŸinin, işçi sınıfının bağımsız siyasetini egemen sınıflara terk etmenin tipik örnekleri görülmektedir. Darbeden sonra boy gösteren küçük burjuva-reformist kaygılar, toplumsal devrimin önderliÄŸini orduya bırakma eÄŸilimi, sol içerisinde ciddi bir zaafiyetin belirtileri olmuÅŸtur. Gerek eski TKP’liler olsun gerekse Mehmet Ali Aybar gibi siyasal Program içerisinde işçilerin emekçilerin bağımsız siyasetinden ne kadar bahsedilse de bu retorikten öteye gidilemez. DeÄŸil TİP, Türkiye solunun hiçbir unsurunda böyle bir açılımı gerçekleÅŸtirebilecek devrimci Marksist bir eÄŸilim bulunmamaktaydı. MuÄŸlak ve eklektik ideolojik tutumuyla TİP, geleceÄŸin sosyalist örgütlenmelerinin nüvelerini de içerisinde barındıran bir çatı durumuna gelecekti.
YÖN Dergisi ve “Sol” Cuntacılık
 
TİP’le birlikte 1960’ların ilk yarısında ortaya çıkan bir diÄŸer önemli siyasal hareket de 20 Aralık 1961’de yayın 
hayatına baÅŸlayan YÖN dergisiydi. 1930’lu yılların Kadro dergisinin Kemalist-milliyetçi çizgisini kısmi farklılıklar dışında sahiplenen DoÄŸan AvcıoÄŸlu önderliÄŸindeki YÖN dergisi, 27 Mayıs darbesinin hedeflediÄŸi reformların tutarlı bir ÅŸekilde yapılmasının ve ordu içerisinde 27 Mayıs darbesini daha ileriye taşıyacak yeni bir radikal ordu hareketinin ideolojik arka planını hazırlayan bir aydın hareketiydi. TİP ile YÖN hareketi arasında söylemsel bazda ciddi farklılıklardan söz edilemez. Hızlı kalkınma, devletçilik, bağımsızlık, batılılaÅŸma, aydınlanma vb. Bu kavramlar ve bunların ifade ediliÅŸ biçimleri her ikisi için de Kemalizm’in sol bir retorikle sunulmasından ibarettir. Ne var ki, programlarının ve söylemlerin bu kadar benzer oluÅŸu; iktidara ulaÅŸmada izlenecek strateji ve buna uygun düşen örgütsel formlarının da benzer olduÄŸu anlamına gelmez. YÖN için asıl konu, dergilerinde ideolojik zeminini hazırladıkları sol cuntanın ne ÅŸekilde geleceÄŸidir. Zira tüm çabalarını, gelecek tahayyüllerini buna baÄŸlamışlardır. 27 Mayıs onlara göre yarım kalmıştır ve ancak sivil-askeri bürokrasi içerisinden yeni bir müdahale 27 Mayıs’ın görevlerini tamamlayarak, hedeflenen sosyal dönüşümleri tamamlayacaktır. Bunu, 22 ÅŸubat’ta Talat Aydemir’in darbe giriÅŸimi öncesi DoÄŸan AvcıoÄŸlu’nun ifadelerinden görebiliyoruz: “Türkiye, orduya dayanarak ve ordunun desteÄŸiyle, gericiliÄŸi ve geriliÄŸi yenmesini bilecektir.”(1) Fakat darbenin yenilmesi sonrasında AvcıoÄŸlu küçük burjuva hareketlerin üzerinde yükseldiÄŸi kaygan zemine nazire yaparcasına, darbeyi geri püskürten İsmet İnönü’den yana tavır aldığını ÅŸu ÅŸekilde ifade etmiÅŸtir: “Toplumun zinde kuvvetleri yeni bir ilerleme devriminin öncülüğünü yapacak olan liderin(yani İsmet İnönü’nün) iÅŸaretini sabırsızlıkla beklemektedir.”(2)
YÖN dergisinin meÅŸrulaÅŸtırmaya çalıştığı olguların başında toplumda iktidarın elitist bir zümre tarafından alınması gelmektedir. YÖN’e göre Türkiye’de toplumun sınıfsal yapısı ele alındığında bu iktidarı alabilecek tek güç ordu ve sivil bürokrasiydi. O dönem sınıf mücadelesini yükselten, gelecekte yaÅŸanacak patlamaların haberini adım adım vermeye baÅŸlayan işçi sınıfı YÖN’ün stratejisi içerisinde ancak bir süs olabilirdi. Programında sınıf savaşımının reddini Kemalizm’in “halkçılık” ilkesinin bir ürünü “kaynaÅŸmış, sınıfsız, imtiyazsız bir kitleyiz” sloganlarıyla somutlayan YÖN hareketi, bu kaynaÅŸmış kitle içerisinde işçilere ancak bir subayın arkasında yer veriyordu. Bu anlamda YÖN’ün çizdiÄŸi ideolojik perspektife göre sosyalizmden, işçi sınıfının haklarından bakmak, o aÅŸamada “devrimci” yegane güç olarak görülen seçkinci asker-sivil tabakadan oluÅŸan milli cepheyi dağıtmak anlamına geliyordu. Ancak ÅŸunu da belirtmek gerekir. 1960’ların başında yükselen sınıf hareketi ve özellikle Saraçhane Mitingi sonrası YÖN’de işçi sınıfının politik bir özne olarak toplumdaki yerini alacağının farkına varmışlardı. TİP’in sosyalist aydınlara kapısını açmasıyla birlikte güçlenmesi ve oluÅŸan hareketliliÄŸin örgütlenme sorununa verimli bir çözüm sunması YÖN çevresini bir parti kurma çabalarına sürükler. Özellikle Türk-ış’le birlikte yapılan iÅŸbirliÄŸiyle örgütlenmeye çalışılan Çalışanlar Partisi’ne TİP’e alternatif oluÅŸturması açısından da özel bir önem atfedilmekteydi. Fakat bu çabaların işçi sınıfını politikanın asıl öznesi haline getirmek niyetiyle harcandığını sanmak safdillik olacaktır. Asıl amaç YÖN’ün cuntacı perspektifine toplumsal bir taban oluÅŸturmaktan ve oluÅŸan hareketlilikten nasıl pay kaparım uyanıklığından baÅŸka bir ÅŸey deÄŸildir. Ayrıca yazının ilk kısımlarında da deÄŸindiÄŸimiz gibi YÖN’ün tasarladığı iktidar anlayışı OrtadoÄŸu’da ve geliÅŸmemiÅŸ ülkelerde SSCB tarafından bol keseden “sosyalizm” payesi dağıtılmış Baasçı rejimlerin Türkiye versiyonuydu.Fakat, gelecek, YÖN’cülerin istediÄŸi gibi ÅŸekillenmedi ve yayına devam ettiÄŸi ilk beÅŸ yıllık süreçte giriÅŸilen iki askeri darbenin bertaraf edilmesi, TİP’in 1965 seçimlerindeki baÅŸarısı ve sol üzerinde kazandığı otorite ve yine aynı seçimlerde 1960 yılında süngüyle gidenlerin AP bünyesinde tekrar iktidara yerleÅŸmesi YÖN’ün stratejisinin hayatta pek de karşılık bulamayacağının anlaşılmasına neden oldu.
1965 Seçimleri ve TİP’in Parlamenterizme Saplanması

 Türkiye’de örgütlülüğün geliÅŸimi 60’lı yıllarda devrimci bir ideolojiyle birleÅŸtirilememiÅŸtir. Lenin, devrimci teori olmadan devrimci bir pratiÄŸin hayata geçirilemeyeceÄŸini ifade ediyordu. Bu sözü kanıtlarcasına, 60’ların siyasal atmosferinde yaratılan ve proleter devrimci bir ideolojik çizgiye sahip olmayan örgütlerin, reformizmden küçük burjuva radikalizmine kadar pek çok alana doÄŸru savrulmalarına neden olmuÅŸtur. YÖN gibi yukardan devrim hayalleriyle süslenen küçük burjuva anlayıştan tutun da TİP’in parlamentarizmi ve bunun neden olduÄŸu yasalcı pasifizmine kadar pek çok hastalık devrimci yükseliÅŸin önünde bir set oluÅŸturmuÅŸtur. Durum TİP açısından ele alındığında, karşımıza partinin 1960’ların sonlarına doÄŸru yükselen kitle radikalizmi karşısında gözden düşüşünün ayrıntıları çıkmaktadır. 1965 yılında seçimlere hazırlanırken TİP içerisinde “bağımsızlık, demokrasi ve sosyal adalet” temelinde CHP ile bir koalisyon oluÅŸturulması hedefleyenler bulunuyordu. Yapılan seçimlerde alınan %3’lük oy meclise 16 milletvekilinin girmesini saÄŸladı. Bu TC’nin 40 yıllık tarihi ele alındığında işçi sınıfı açısından da önemli bir aÅŸama oldu. Ayrıca TİP Kürt aydınları tarafından ulusal özlemlerinin dile getirileceÄŸi bir platform olarak görülüyordu. Türkiye’de ilk defa kendisine sosyalist diyen bir parti meclis kürsüsünden seslenme olanağını yakalıyordu. Fakat herkes açısından durumun bu kadar toz pembe olduÄŸu söylenemez. Seçimlerden çok önce parlamenter yollarla iktidar hedefleyen parti liderlerinde bir hayal kırıklığı söz konusudur. 1965 seçimleri TİP için parlamentarizm bataklığına sürükleniÅŸin hızlandırıcısı oldu. Parti kadrolarında gelecek seçimler konusunda hala ümit bulunmaktaydı ve Mehmet Ali Aybar tarafından ortaya atılan 1969 genel seçimlerinde baÅŸa güreÅŸecekleri iddiası parti politikasının nasıl ÅŸekillendirileceÄŸinin ipuçlarını veriyordu. TİP bu dönemden itibaren siyasal perspektifini ve faaliyetlerini dört yıllık seçimlere göre belirleyen bir parti konumuna geldi. Meclise girdikten itibaren her ne kadar sosyalist devrim gibi kavramlar seslendirilse de parti parlamenter stratejiyi tek mücadele alanı olarak belirleyerek radikal hareketliliklerden köşe bucak kaçınmaya baÅŸladı.
 TİP’in parlamentarist tutumu ve geleceÄŸi bunun üzerine kurması, parti politikalarının toplumsal alanda pragmatik bir ÅŸekilde kurulmasına neden oldu. Oy kaygısı, 1965 seçimlerinde elde ettikleri konumu koruma güdüsü ve en önemlisi partinin gençlikten işçilere kadar tüm kadrolarının bu politika etrafında yönlendirilmeleri; partinin kuruluÅŸunda temel aldığı sosyal sınıflardan iyice uzaklaÅŸmasına neden oldu. Bu yönde atılan adımlardan birisi de o dönem Türkiye’sinde oy deposu olarak görülen köylülüğe ulaÅŸma gayretidir. Özellikle yığınlar halinde mücadeleye katılan genç kuÅŸak köy çalışmalarında aktif bir ÅŸekilde kullanıldı.
Kendisine sosyalist payesi yapıştıran bir partinin iktidarı parlamenter yollarla fethedebileceÄŸini bir hedef olarak önüne koyması SoÄŸuk SavaÅŸ atmosferinde oldukça kaygan bir zemini de beraberinde getirmektedir. Türkiye gibi devlet geleneÄŸinin ceberrutluÄŸunun tarihsel olarak da kanıtlandığı bir ülkede ve özellikle SoÄŸuk SavaÅŸ’ta reformist parlamenterist çizgiyle iktidarı alma amacı güden hareketlerin kılıçtan geçirildiÄŸi bir dönemde TİP’in hayalleri gerçekçi olmaktan bir hayli uzaklaÅŸmaktadır. Parti kadroları 1965 seçimlerinde %3 oy alan, sonraki senato seçimlerinde bunun gerisine düşen bir sonuç karşısında parlamenterizm çıkmazıyla baÅŸbaÅŸa kaldı. Bu durum ülke içi ve uluslarası koÅŸullara baÄŸlı olarak mücadele dalgasını yükselten ve radikalliÄŸi 1968’le birlikte tavana vuracak olan toplumsal muhalefetten etkilenen parti tabanının TİP’in geleceÄŸi konusunda şüphelerini artırdı. Ayrıca parti yönetiminin, o dönem yoÄŸunlaÅŸan baskılara ve olası bir kapatılma ihtimaline karşı oluÅŸan radikalliÄŸi soÄŸurmaya çalışması ve katı bir yasallığı dayatması parti saflarında kitlesel çözülmeleri hızlandırıcı bir etki yaratacaktı.
Sosyalist Harekette Çatışma Dönemi
TİP’in 1966 yılında yapılacak genel kuruluna giden süreç, partide savaÅŸ çanlarının daha yüksek sesle çalmasını ve parti içi muhalefetin parti çizgisiyle aralarına daha keskin sınırlar koymasını beraberinde getirdi. Özellikle, DoÄŸan AvcıoÄŸlu TİP’e yönelik eleÅŸtirilerinin dozunu giderek artırıyordu. Parti içerisinde de AvcıoÄŸlu’nu Mihri Belli gibi eski TKP’liler takip ediyordu. Bu noktada Mihri Belli’ye ayrı bir parantez açmak gerekmektedir. Mihri Belli bu dönemde parti içerisindeki taraftar kitlesini artırarak yeni bir siyasal çizginin öncülüğünü yapmaya baÅŸladı. TİP’in parlamentarist tutumunun karşısına Milli Demokratik Devrim tezini çıkararak bir anlamda gelecekte oluÅŸması muhtemel yeni bir ordu darbesinin ideolojisini üretiyordu. İçerik açısından bakıldığında YÖN’ün siyasal çizgisini aÅŸmayan MDD tezi, sonraki yıllarda TİP’in pasifizminden kopan genç kuÅŸak için bir alternatif haline gelecekti.
1960’lı yılların baÅŸlarında örgütsel ayrımların çok farkedilmemesinin yarattığı toz pembe hava dağıldıkça tartışmalarda içerik ve üslupta sertleÅŸmeye baÅŸladı. Tartışmaların esas sorununu iktidar perspektifi, sınıfların konumlandırılması ve mücadele yöntemi oluÅŸturuyordu. Kaderini sol darbeye baÄŸlayan DoÄŸan AvcıoÄŸlu ve Mihri Belli önderliÄŸindeki kesim için TİP, ordu eliyle yapılacak milli bir “devrim”in siyasal organı hüviyetine büründüğü sürece faydalıydı, toplumun alt katmanlarının haklarını ele alan, “sosyalizm” mücadelesiyle “antiemperyalist” mücadeleyi bir tutan söylemleri kullandığı zaman deÄŸil.
DoÄŸan AvcıoÄŸlu ve takipçilerinin aÅŸamalı devrim anlayışına göre öncelikli sorun Türkiye’nin emperyalizme olan bağının kırılmasıydı ve bunun asıl öznesi işçi sınıfının iktidarı alma gücünün bulunmadığı bir ortamda zinde güçler (ordu, aydınlar ve sivil bürokrasi) olacaktı. BaÅŸlatılan bu saldırıya karşı TİP yönetiminin cevabı uzun bir sessizlik oldu. Teori konusuna kurulduÄŸundan beri kısır bir parti programı dışında sistemli katkı sunmayan, sosyalizmle yeni yeni tanışan ve kendi bünyesinde mücadeleye atılan kitleleri bu konuda aç bırakan önderler, aslında kendi teorik yetersizlikleriyle ve özgüvensizlikleriyle baÅŸ baÅŸa kalmışlardı. Bu durum partiye yönelen sistemli eleÅŸtirilerden etkilenen taban içerisindeki huzursuzlukları artırıyordu. TİP’in önder kadroları yaÅŸanan tartışmaların sonucu oluÅŸan teoriye yönelimi ucuz demogojilerle kırmaya çalışırlar. Aybar, parti içerisinde teori tartışmalarının körüklenmesini, o dönem sol yayıncılığın geliÅŸimini TİP’i parçalamak için Amerika’nın kurduÄŸu bir tezgah olarak lanse etti. Bu türden demogojik söylemler, tartışmaların alevlendirildiÄŸi ortamda lider kadro tarafından sık sık dillendirildi. Fakat bürokratik engellemeler, partinin alt kadrolarının teori konusunda açlığını gidermek için birikime yönelmesine engel olamadı ve bu birikim sonucunda parti içerisindeki farklı perspektiflerin ortaya çıkışı hızlandı. TİP yönetimi ise bu süreçte oluÅŸan parti içi muhalefeti sıkı disiplin tedbirleriyle bastırmaya yöneldi. Böylece parti içerisinde hiyerarÅŸi mutlak bir hale sokularak, parti iÅŸleyiÅŸinde hantal bir bürokrasinin oluÅŸumunun önü açıldı.
Burada yükselen gençlik hareketine ayrı bir paragraf açmak gerekmektedir. Çünkü polemiklerin ÅŸiddetlenerek artması ve yükselen gençlik hareketini örgütleme kaygısı gelecekteki yaÅŸanacak ayrımlarda gençliÄŸin önemini artıracaktır. 68 döneminde işçi sınıfının yanı sıra öğrenci gençliÄŸin yükselen eylemliliÄŸi toplumsal mücadeleleri zirve noktasına taşımıştır. 1968 yılına gelirken üniversite kökenli öğrenci gençlik hareketi toplumsal mücadelelere büyük bir ivme kazandırmıştır. Uluslararası arenada süregiden emperyalist savaÅŸlar ve anti-emperyalist mücadelenin yükseliÅŸi, 60’lı yıllara damgasını vuran Che Guevara ve Latin Amerika kökenli gerilla hareketleri gençlik üzerinde muazzam etkiler yaratmıştır. Bu potansiyeli deÄŸerlendirme kaygısı gençlik üzerinde örgütlenme çabalarını artırmıştır. Bu yönde ciddi atılımlardan biri TİP’ten geldi ve Fikir Kulüpleri Federasyonu kuruldu. FKF’nin ilk büyük eylemi bu dönemde gerçekleÅŸti ve 1967 yılında 6. Filo’nun ıstanbul’a geliÅŸine yönelik on bin kiÅŸilik bir eylem örgütledi. Öğrenciler, gençlik eylemlerinin yanısıra TİP’in parlamentarist stratejisinin temel dayanağı olarak gösterilen köylülere yönelik çalışmaları da örgütlediler. FKF bünyesinde örgütlenen öğrenciler, 1967-1968 yılları arasında her ne kadar aktif bir çalışma içerisine girmiÅŸlerse de, bu aktiflik TİP yönetiminin çizdiÄŸi sınırların içerisine sıkışıp kalacak ve FKF, TİP’in doÄŸal bir müttefiÄŸi haline gelecekti.
Öte yandan TİP’e yöneltilen eleÅŸtirilerden birisi var ki, bu da partinin 60’ların sonlarında gençlik hareketi içerisinde neden hızla sönümlendiÄŸinin yanıtı gibidir. DoÄŸan AvcıoÄŸlu ve Mihri Belli TİP’e ve sol harekete burjuvazi cephesinden baÅŸlatılan saldırılar karşısında parti yönetimini pasifizmle suçlar. Gerçekte de bu doÄŸru bir yaklaşımdır. Özellikle militan gençlik hareketinin tavan yaptığı 60’ların son döneminde TİP yönetimi gençlik hareketinin önüne set çekmeye çalışmaktadır. Bunu da ülkede radikal hareketlenmelerin faÅŸizme yolaçabileceÄŸi senaryolarını üreterek meÅŸrulaÅŸtırmaya çalıştılar. Ayrıca TİP’in gençliÄŸe önerebildiÄŸi tek faaliyet alanı dört yılda bir genel seçimlere hazırlık çalışmalarıyla sınırlandırıldı. Ne var ki gençlik hareketinin artan radikalliÄŸi TİP’in bu bürokratik kabuÄŸunu parçalayıp attı.
Bir süre sonra yöneltilen eleÅŸtirilere cevap vermek kaçınılmaz hale geldiÄŸinde ise TİP yönetimi, yarım ağız bir karşılık verdi. Bu cevaplarda bir yanda yasal olmayan, parlamento dışı yollardan iktidara gelme biçimi ÅŸiddetle reddedilirken, TİP’in çizdiÄŸi parlamentarist stratejinin, sosyalist ve antiemperyalist mücadelelerin gerekliliklerini aynı anda karşılayacağı söylenmekteydi. Asıl TİP’in parçalanışını hızlandıransa TİP içinde faaliyet yürüten, Mihri Belli gibi eski TKP’lilerin TİP’e muhalefet ederek geleceÄŸin Milli Demokratik Devrim Çizgisi’ni ÅŸekillendiren tartışmaları oldu. 1967 yılında YÖN dergisinin faaliyetini durdurmasının ardından Mihri Belli, İlhan Selçuk önderliÄŸindeki grup Türk Solu dergisini çıkarmaya ve MDD stratejisini geniÅŸ bir gençlik kesimini arkalarına alarak uygulamaya baÅŸladılar.

 DİSK’İN KuruluÅŸu ve Sınıf Hareketi
1966 yılında PaÅŸabahçe grevi sınıf mücadelesi açısından önemli sonuçlar doÄŸurdu. 1964 yılından itibaren AP eÄŸilimli sendikacıların etkin konuma gelmesi sonucunda Türk-İş, grev hareketlerini desteklemeyen hatta engelleyen tutumlar sergilemeye baÅŸladı. Bu tutuma karşı muhalefet bayrağını açan sendikalar, PaÅŸabahçe Grevi’ne karşı Türk-İş’in tutumu üzerine ipleri koparma noktasına geldi. Grev desteklenmeyince, zaten uzun süredir TİP eÄŸilimli sendikacıların üzerinde yoÄŸunlaÅŸtıkları bir proje olan sol bir sendika kurma fikri, Türk-İş’ten kopan Maden-İş, Gıda-İş ve Lastik öncülüğünde 13 ÅŸubat 1967’de Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu ile yaÅŸama geçti. DİSK, 1960’larda radikalleÅŸen işçi hareketinin bir meyvesi olarak dünyaya geldi ve DİSK’le birlikte sınıf mücadelesi yeni bir devreye girdi. Militan işçiler DİSK çatısı altında patronların korkulu rüyası olurken düzenin ve patronların payandası olan Türk-İş bürokrasisi de bu durumdan oldukça rahatsız olan unsurların başında geliyordu. Bürokratik zorluklar ve engellemeler nedeniyle DİSK’e üye olamayan işçiler de DİSK’e karşı büyük bir sempati besliyorlardı.
Bütün bunlar DİSK’i ve militan işçi sınıfı mücadelesini düzenin hedefi haline getirecekti. İşçi sınıfının radikalizmi salt ekonomik eylemlerle belirlenen niceliksel bir sıçramaya tekabül etmiyordu. İşçi sınıfının politik anlamda ne kadar radikalleÅŸtiÄŸinin en önemli göstergesi 60’ların finali anlamına gelen 15-16 Haziran eylemleridir. 15-16 Haziran direniÅŸi açık bir ayaklanmaya evrilme aÅŸamasındayken politik perspektif yoksunluÄŸu, proleter devrimci unsurların eksikliÄŸi ve DİSK bürokrasisinin engellemeleri sonucunda sona erdi. Yine de 15-16 Haziran direniÅŸinin somut kazanımı DİSK’in kapatılmasını engellemek oldu ki bu da 1970’lere bırakılan önemli bir mirastı. 15-16 Haziran direniÅŸi bir kendiliÄŸinden işçi kalkışması olarak 60’larda (ve daha sonra da 70’lerde) Türkiye solunun temel tıkanıklığını ortaya koyması bakımından önemlidir. TİP’in genel parlamentarist eÄŸilimleri zaten gençlik tarafından aşılmıştı. DiÄŸer taraftan gençlik eylemleri sınıf perspektifinden çok uzakta, MDD çizgisinin yönlendiriciliÄŸinde ilk önce Kemalizm ve sol cunta tezlerinin daha sonraysa maceracılığın etkisi altında geliÅŸecekti. Stalinizmin genel çizgisini kabullenmiÅŸ olan gençlik mücadelesinin yaratacağı örgütler bir yandan kendi içinde düzenli olarak bölünürken diÄŸer yandan da 15-16 Haziran’dan gerekli sonuçları çıkarmayarak 70’lerin sınıf mücadelesinin  tıkanıklığını da belirleyeceklerdi.
1- AvcıoÄŸlu, DoÄŸan,”Rejim Buhranı”, YÖN, sayı 10, 21 ÅŸubat 1962
 2- Avcıoğlu, Doğan, a.g.e. 














