10 Ekim sabahı her türlü istihbarata sahip devlet tarafından önü açılan IŞİD, Ankara’yı kana buladı. “400 vekil” karşılığı “huzur” vaadeden ErdoÄŸan’ın kapamaya çalıştığı koltuk açığına destek uzun yıllardır el bebek gül bebek her türlü imkânı sunduÄŸu eski dostu IŞİD’den gelmiÅŸti. Bir savaÅŸ sürecinde gerçekleÅŸen katliam, öylesine yüzsüzce bir fırsata çevrildi ki iÅŸ, katliamın PKK tarafından yapıldığına dair akıllara zarar bir propagandaya kadar geldi. Savaşın baÅŸlaması ile asker, polis cenazelerinde baÅŸlayan protestolarla AKP zor bir süreç geçirse de ölümlerin tırmanması kısa sürede rüzgarı AKP lehine çevirmiÅŸti. Åžovenizm tırmanıştaydı. Böylece 10 Ekim katliamı bir kesimin gözünde yas ve öfke kaynağı olmadı, olamadı. 103 canımınızı, yoldaşımızı ışıklara uÄŸurladık. Sokaklar, cenazeler öfke ile doldu taÅŸtı. Ne var ki katliamın ardından AKP’den hesap soran bir hareket yaratamadık. Neden?
Kürt halkına yönelik katliamları mübah gösterme operasyonunun tuttuÄŸu seçim öncesinden kendisini belli etmiÅŸti: Konya’daki maçta saygı duruÅŸu sırasında getirilen tekbirler… Toplumun bir kısmı diÄŸerinin cumhuriyet tarihinin en büyük katliamına kurban gitmesine yönelik dahi insani bir duygudaÅŸlık yaÅŸamıyordu. Aynı Konya’da DavutoÄŸlu’nun seçim sonuçlarının belli olmasının akabinde meydanda binlerce insan tekbir getirerek seçim zaferini kutluyordu. Konya, belki, ülkenin AKP’nin en büyük destekçisi kitleyi barındıran ÅŸehri olması itibariyle genel eÄŸilimden saÄŸda kalıyor ancak toplumun sinir uçlarının en keskinleÅŸtiÄŸi noktaları iÅŸaret ediyor.
1 Kasım günü itibariyle şantaj siyasetinin işe yaradığı görüldü. Kanlı 10 Ekim bu sürecin bir parçası olarak yeniden değerlendirilmeyi hak etmektedir. Fakat katliamın asıl tartışılması gereken yönü, kitlelerin özgüveni ve mücadelenin geleceği açısından da çok önemli dersler içermesidir.
Katliamın Aktörleri
AKP’nin Suriye’de Esad’ı devirmek için uzun yıllardır desteklediÄŸi, hastanelerinde yatırdığı, eÄŸitip donattığı cihatçı çeteler tamamen kontrol edilebilecek unsurlar olarak görüldü. Ancak deÄŸillerdi. İdeolojik bir hareketin militanları oldukları gerçeÄŸi oldukça iyi bilinse de görmezden gelindi. Sahada güçlendiler, savaÅŸ deneyimi edindiler. Bazıları geldikleri ülkelere geri döndü. Ve onlar bugün kentlerde. 10 Ekim’de patlatılan bombalar, bu gerçeÄŸi ikinci kez gün ışığına çıkardı. Aslında en az 10 Ekim kadar canımınızı yakan bir saldırıyı Suruç’ta yaÅŸamıştık. Türkiye solunun uÄŸradığı en büyük saldırıydı. AKP ciddi köşeye sıkışmıştı. Kürdistanla dayanışmaya gittiÄŸi bilinen gençler sahiplenilmiÅŸti. Toplumsal öfke büyüktü. Ancak AKP savaÅŸ ile gündemi belirledi. Kanın üzerini taze kanla kapattı. Çünkü seçimler yaklaşıyordu.
10 Ekim günü yapılacak olan büyük bir mitinge, Barış Mitingi’ne iki canlı bomba saldırdı. Ancak 10 Ekim’in faillerini, yoldaÅŸlarımızı katledenleri görmek için 10 Ekim’e bakmak yetmiyor. Gerçek failler 2003’te ilk kez Irak’a adımını atmıştı.
Irak iÅŸgali ile güçlenen cihatçı çetelerin bölgede zemin kazanmasında en büyük aktör ABD’dir. Emperyalizmdir. Onu taÅŸeronu AKP’dir. Suriye’ye savaşı yayan ABD, halen, cihatçıların sahadaki varlığını göstermelik atışlarla sınırlıyormuÅŸ gibi yapıyor çünkü varlıkları iÅŸine geliyor. AKP’nin ABD’nin bölgedeki en sıkı müttefiki olması, Türkiye’nin lojistik bir üs olarak kullanılmasıyla birlikte Türkiye halkları boÄŸazına kadar savaşın içine sokulmuÅŸ oldu. Bugün yaÅŸadığımız ÅŸey Suriye’deki emperyalist saldırganlığın sonuçlarıdır.
10 Ekim’den 1 Kasım’a
Peki IŞİD Türkiye’de nasıl güç kazandı? Bu sorunun cevabı, AKP’nin zihniyeti ve toplumu yönetme stratejisi ile paralellik gösteriyor: “düşmanlaÅŸtırma” siyaseti ve kutuplaÅŸtırma. O halde soru aynı zamanda da ÅŸudur: AKP her türlü pisliÄŸi ayyuka çıkmış bir iktidar olmasına, ülke tarihinin en büyük isyanına sebep olmuÅŸÂ otoriter rejimi tesis etmesine raÄŸmen nasıl ayakta kalabildi? Bu sorunun cevabı da aynı.
AKP, iktidar koltuÄŸuna yapıştığı 2002’den beri hep bir karşı düşman yaratarak kitlesini konsolide etti. Önce darbecilere karşı olma “iddiası”, sonra anayasa, türban… Gezi’de bile iÅŸin içine cami ve “türbanlı bacılarımız” katılarak meÅŸruiyet savaşı verildiÄŸini hatırlayalım. EÄŸer AKP’nin bu ülkede bir baÅŸarısından söz edeceksek o da bu manipülasyonu gücü ve kutuplaÅŸtırma siyasetidir. Herkesin kendisinden farklı olanı varlığına yönelecek potansiyel bir düşman olarak görmesi zihniyeti topluma zerk edildi. İşte size cihatçı tohumlarının yeÅŸereceÄŸi bereketli topraklar. Herkes düşman, kendinden olmayan kimlikler başı ezilecek birer yılan.
Cihatçıların kendinden baÅŸkasına yaÅŸam ÅŸansı tanımayan katliamcı zihniyeti ÅŸimdilik küçük de olsa bir desteÄŸe sahip. Fakat gücü kitle ile deÄŸil, vurucuÄŸuyla ölçülebilen bir örgüt IŞİD. Türkiye’de uyuyan hücereleri var. 2 Kasım sabahı ODTÜ’de IŞİD flaması ÅŸeklindeki bildirileri dağıtma cesaretini kendisinde görmesi AKP’ye bir gün elde ettiÄŸi seçim zaferinden bağımsız deÄŸil. Çünkü AKP’nin siyaset biçimi her yönüyle cihatçı zihniyeti besliyor. Kadın düşmanlığı, laik yaÅŸam tarzına saldırganlık, dinsel eÄŸitim dayatması, Kürt ulusal hareketine düşmanlık, sert bir anti komünizm, otoriter yönetime alıştırılmış toplum, katliamlarla ve savaÅŸlarla korkutularak yönetilen halk… Yani ortam tam da cihatçıların karakterine uygun.
AKP’nin daha ilk günden muhalefetle hesaplaÅŸmaya giriÅŸtiÄŸi 4 yıllık bir döneme giriyoruz. Ancak hayatın aÄŸacı yeÅŸil. IŞİD’in zemin kazandığı, AKP’nin oy sayısını zirveye çıkardığı bu dönem aynı zamanda AKP’den nefret eden, yüzünü geleceÄŸe dönmek isteyen, yaÅŸamak isteyen, özgürlük isteyen, IŞİD’in düşmanı olduÄŸu deÄŸerlerle dolu bir gençlik kuÅŸağı daha iki sene önce AKP’ye kabuslar gördürtmüştü. Bu dalga ÅŸimdi geri çekildi, kabul edelim. Fakat bu insanlar hala orada: ÅŸimdi öfkeli ve ne yazık ki umutsuz. İşte görevimiz tam da burada baÅŸlıyor.
O Çocuklar Büyüyecek
 O çocuklar büyüyecek
O çocuklar büyüyecek
O çocuklar…
Bilmezlikten gelme Ahmet Abi
Umudu dürt
Umutsuzluğu yatıştır
O çocuklar, yaşıtları Berkin Elvan’ın cenazesini görerek büyüyor. O çocuklar büyüyecek.
O çocuklar büyürken sosyalistlerin bir umut olabilmesi gerekir, çünkü insanlık tarihinde salt öfke ile yıkılan saraylar yok. Sosyalistlerden başka da bu krizi aşabilecek hiç kimse yok. Umut veren, cesaret veren, her şeye rağmen varlığını devam ettiren ve sert koşullarda pişmiş devrimci bir gelenekten geliyoruz. İşte bu, bizi, bu koşullarda ayakta tutabilecek avantaj. Ancak geleneğin kendisi hiçbir zaman tek başına otomatik bir büyüme sağlayamaz. Mücadelenin doğru ideolojik hatta oturması ve çalışkan-başaran bir profil ortaya konması zorunludur.
Cihatçılarla ve onu besleyen AKP ile mücadele etmek, Türkiye’de sıradan bir hükümet deÄŸiÅŸikliÄŸi ile olabilecek bir ÅŸey deÄŸil. Çünkü toplumsal bir dönüşüm, örgütlü bir toplum yaratma mücadelesi olmaksızın AKP rejimi gitmez. Toplumsal anlayış dönüşüm geçirmez. Ve emekçi sınıfların içinde debelendiÄŸi kutuplaÅŸma ortadan kalkmadığı sürece de emekçi sınıflar biraraya gelemeyecek.
 Sınıftan Kaçış
Post modernizmin kimlik siyasetine odaklanmış, politik alandan kaçan, yerele sıkışan, düzenle kökten bir derdi olmayan ideolojisi sosyalist solda hayli kabul görüyor. Kimlikler etrafında tanımlanan “sosyalizm” anlayışı (hatta daha doÄŸrusu radikal demokrasi programı), kimliklerin kabulü ve biraraya gelmesine dayalı bir mücadele hattı mevcut. Bu hatta sınıf tıpkı eÅŸcinsel olmak gibi bir kimliÄŸe indirgeniyor. Toplumun temel çeliÅŸkisine odaklanmayınca da kimlikler üzerinden kutuplaÅŸmanın deÄŸirmenine sol da su taşımış oluyor. Ne var ki sınıftan kaçmak, sınıfın orada olduÄŸunu ve o kimlikleri de tam ortasından böldüğü gerçeÄŸini deÄŸiÅŸtirmiyor.
Yukarıda söylemiÅŸtik; solun kendisini kutuplaÅŸmayı ortadan kaldıracak bir ideolojik hatla donatarak yola çıkması gerek. Bu da sınıf siyasetidir. Emekçiler, yoksulları ve sömürüyü en merkezi düzeyde sorunsallaÅŸtırmayan bir siyasi anlayış cihatçıların ve AKP’nin kutuplaÅŸma üzerinden var ettiÄŸi gücünü yok edemez. Mesela bugün emekçilere tüm partilerin artık üzerinden vaatte bulunmak zorunda kaldığı açlık sınırı altındaki asgari ücret üzerine bir kampanyayla gidilse, AKP fena sıkışır çünkü asıl oyunu kent yoksullarından alıyor. AKP’nin tabanı olan kent yoksullarını kazanmadan sosyalizm mücadelesinin mümkün olmadığı da ortadadır. Sosyalistlerin büyümesi siyasal İslamın önünü kesmek için tek reçetedir. Bu kampanya, kitleleri kimlikleri ne olursa olsun yan yana getirmeye muktedir bir söylem olacaktır. Kampanyanın yürütülmesi için sendika, meslek odaları, gençlik, sol örgütler yan yana gelirse güçlü bir cephe pekala örülebilir. Özgürlük talepleriyle birlikte yürütülen bu hareket evlerine dönmüş olan gençlik kuÅŸağını da heyecanlandırabilir ve içinde olduÄŸumuz umutsuz hava dağıtılabilir.
Kısacası 10 Ekim katliamını yapan katliamcı çetelerin beslendiÄŸi kökleri kurutmak, onun yıkıcılığından beslenen AKP’ye karşı muhalefet cephesi örmek için yapılması gereken ÅŸey yüzünü sınıfa dönmektir.
Çıkışa Doğru
10 Ekim acı bir deneyim evet. Arkasında ciddi etkiler bırakacaktır. Ancak gereken dersleri almamız, kaybettiklerimizin anısına saygı için de zorunlu.
Her şeyden evvel bu topraklarda mücadele koşulları ağırlaşıyor. Buna hazırlıklı olmak zorundayız. Güvenlik tedbirlerini almak konusunda daha dikkatli olmak gerektiğini bir kenara not etmeliyiz. İkincisi, kutuplaşma besleyen her türlü söylem ve kimlik siyasetinden uzak durmalı ve kitleleri somut talepler etrafında biraraya getirmeyi, silkinip umutsuz havayı dağıtmayı hedefleyen bir mücadele hatttı çizmek zorundayız.
İnsanlık tarihi baskı, kan, zulüm ve sömürüyle dolu; aynı zamanda ona baÅŸkaldıran ve zaferi düzenin kalbinden söküp alan destanlarla da. Yani insanlık hiçbir zaman çıkışsız, seçeneksiz kalmadı. Kestirme bir yol ise yok. Engebeli yollardan geçen, çetin geçecek bu mücadelenin sonu sosyalizme çıkacak. ÇeliÅŸkilerin insanca yaÅŸamak ya da katledilmek düzeyinde keskinleÅŸtiÄŸi ve düzenin bunları çözmeye muktedir olmadığı (dahası varlığından beslendiÄŸi) OrtadoÄŸu’da baÅŸka bir kurtuluÅŸ yolu mümkün deÄŸil. ÇeliÅŸkiyi daha net tarifleyecek olursak: ya barbarlık, ya sosyalizm!













