Home / Tarih / Ortadoğu’da Sol Nerede? | Marksist Bakış Arşivinden

Ortadoğu’da Sol Nerede? | Marksist Bakış Arşivinden

SunuÅŸ

Bu yazı 2006 yılında, Marksist Bakış dergisinin 9. sayısında yayımlamıştır. O tarihten bu yana Irak iÅŸgali 2 milyona yakın insanı katletmiÅŸ, iÅŸgal sonucu IŞİD ortaya çıkmıştır. Suriye ve Irak baÅŸta olmak üzere IŞİD ve diÄŸer selefi örgütler bugün insanlığın en büyük kıyımlarını gerçekleÅŸtiriyor. Mısır’da Müslüman KardeÅŸler devrimin kazanımlarına el koymaya çalışmışken yine büyük bir kitle hareketiyle devriliyor. İran’da ise molla rejimi dünyanın en baskıcı diktatörlüklerinden birisi. Peki sol nerede? Irak’ta , İran’da Mısır ve Suriye’de 50 yıl öncesinde öncü güç olan sol neden OrtadoÄŸu’da hakim güç deÄŸil? Bugünü anlamak için geçmiÅŸe bakalım.

111111111111

ORTADOĞU’DA SOL NEREDE?

İçine girdiÄŸi krizin etkisiyle saldırganlığını arttıran İran ABD ve müttefiki emperyalistler, dünya halklarının giderek daha çok nefretini kazanıyor. OrtadoÄŸu’nun bu açıdan özel bir yeri var. Kaç kuÅŸaktır gün yüzü görmeyen OrtadoÄŸu halklarının öfkesi, son yıllarda Afganistan, Irak, Lübnan ve tabii ki kanayan yara Filistin’le had safhaya ulaÅŸtı. Elbette, bu öfke, örgütlü direniÅŸi kaçınılmaz olarak beraberinde getiriyor. Bu direniÅŸ hareketleri tüm dünya kamuoyu ve Türkiye’de büyük ölçüde sempatiyle karşılansa da direniÅŸin karakteri ve siyasal çizgisi konusunda insanların kafasında soru iÅŸaretleri var. Filistin’de Hamas, Lübnan’da Hizbullah, Afganistan’da Taliban, Irak’ta yine İslamcılar ve ÅŸaibeli örgüt El-Kaide… Asıl sorgulanan ÅŸu: Neden OrtadoÄŸu’da, Latin Amerika’da olduÄŸu gibi, emperyalizme karşı direniÅŸ, sol cenahtan yürümüyor; ya da neden OrtadoÄŸu’da sol ve devrimci hareketler yok denecek kadar etkisizler? Emperyalizme karşı mücadele, solla özdeÅŸleÅŸmiÅŸ bir deÄŸer olmasına karşın nasıl oluyor da OrtadoÄŸu’da emperyalizme karşı direniÅŸin önderliÄŸi İslamcılara kalıyor? BirçoÄŸu bu soruları cevaplamaya, “bu da OrtadoÄŸu’nun özgünlüğü, OrtadoÄŸu’da din çok etkili bir araçtır” diyerek baÅŸlayıp, “OrtadoÄŸu, pek de solun yeÅŸerebileceÄŸi topraklar deÄŸil” diye devam edecektir.

Böyle bir yanıt, yalnızca, siyasal tarih konusundaki cehaleti gösterir. Oysa İran’da Åžah’ı devirenlerin gerçekte işçiler ve solcular olduÄŸunu herkes bilir. Ya da eskiden Filistin direniÅŸinin tümüyle sol bir hareket olduÄŸunu, direniÅŸ örgütlerinin içinde en saÄŸdakinin (bugün maalesef en solda olan) Arafat’ın El Fetih örgütü olduÄŸunu da biraz tarih bilgisi olan herkes bilecektir. Bunların dışında İran’da, Irak’ta, Mısır’da, Filistin’de, Suriye’de on yıllar boyunca on binlerce militana sahip komünist parti ve hareketler mevcut olageliyordu. Bunların bazıları dönem dönem milyonlarca kiÅŸiyi harekete geçirebilecek düzeye eriÅŸmiÅŸlerdi.

Peki, ne oldu bu komünist unsurlara? Neden bugün yoklar? Neden, toplumsal muhalefetin ve emperyalizme karşı direniÅŸin liderliÄŸini İslamcılara kaptırdılar? OrtadoÄŸu’da ve tabi Türkiye’de varlık göstermeye çalışan her devrimci özne bu sorulara doÄŸru cevaplar vermek zorundadır. Bu yazının temel amacı da bu soruları yanıtlamak, birçoÄŸumuz açısından ne yazık ki karanlık olan bir dönemi kısmen de olsa aydınlatmaktır.

Ortadoğu: Uygarlıklar Beşiğinden Kapitalist Barbarlığa

OrtadoÄŸu tarihteki en eski uygarlıklara ev sahipliÄŸi yapmış bir bölge. Verimli topraklara hayat veren Nil, Fırat, Dicle bu uygarlıkların hayat damarlarıydı. Kapitalizmin OrtadoÄŸu sınırlarına dayanmasıyla bu bölge tarihte bir kez daha büyük bir cazibe merkezi oldu. 1800’lerin sonlarında petrolün bulunmasıyla birlikte OrtadoÄŸu, emperyalist saldırganlığın ana hedeflerinden biri haline geldi. OrtadoÄŸu’ya dönük müdahalelerin varlığı, tabii ki yükselen direniÅŸi de beraberinde getirdi. Bu muhalefet, kimi yerlerde İslami öğeleri barındırmakla beraber, aslen Arap milliyetçileri ve komünist partilerin başını çektiÄŸi bir muhalefetti.

OrtadoÄŸu’da 20.yy’ın büyük bölümü emperyalizme karşı kitle hareketleri ile geçti. Bu hareketler çoÄŸu kez, kentlerin, buralarda yaÅŸayan işçilerin ve kent yoksullarının, damgasını taşıdı. İşçi sınıfı örgütlenmesi küçük burjuvaziyi, kent yoksullarını ve hatta muhafazakar bir etki altındaki köylülüğü bile olumlu yönde etkiliyordu. Işçi mücadelesinin yükselen düzeyi, dini ve etnik cemaatçiliÄŸin zayıflaması ve kadınların politik yaÅŸamda daha önemli bir rol oynaması anlamına geliyordu.

Mücadelenin üç ana merkezini oluÅŸturan Mısır, İran ve Irak’ta kitle hareketleri toplumun her alanında belirleyici etkiye sahipti. Hatta, sınıf tabanını aydınların, asker ve sivil bürokratların oluÅŸturduÄŸu, sembolünü Mısır’da iktidarı ele geçiren subay kökenli Nasır’da bulan, küçük burjuva milliyetçi akımlar bile alt sınıfların merkezini oluÅŸturduÄŸu komünist akımlar tarafından sola kaymaya mecbur bırakılıyordu. Böyle bir radikallik ortamında, Irak’ta sömürgecilik karşıtı hareket, bir devrimci duruma dönüştü; Lübnan’da, Ürdün’de Batı destekçisi rejimler düşmenin eÅŸiÄŸine geldi.

1950’de CIA baÅŸkanı bu bölgeyi “dünyadaki en tehlikeli yer” olarak tanımlıyordu. Bu tarz geliÅŸmeler, özellikle 30’lar boyunca Müslüman KardeÅŸler ‘in sömürgecilik karşıtı mücadelelere hakim olduÄŸu Mısır’da güçlü olan İslamcılığı marjinalleÅŸtirmiÅŸti. İşçi sınıfı eyleminin yükselen düzeyi Müslüman KardeÅŸler örgütünün doÄŸasında var olan çeliÅŸkileri açığa çıkardı ve çoÄŸu aktif işçi ve öğrenci için radikal sol, çekim merkezi haline geldi. Komünist hareketler, İslamcılığın sunamadığı gerçek bir politik ilerleme imkânını ellerinde tutuyorlardı. Yükselen mücadele düzeyi, emperyalistlerin her zaman için istismar etmeye çalıştıkları etnik ve dini farklılıkların önemini azaltıyordu. ÖrneÄŸin, Mısır’da 40larda ve 50lerde, komünist yapıların çoÄŸu lideri Yahudi idi. Benzer ÅŸekilde İran’da işçi hareketinin çoÄŸu liderliÄŸi azınlık gruplarından çıkmıştı.

OrtadoÄŸu’da Komünist Partilerin Ortaya Çıkışı

Bugün azalan önemlerinin aksine OrtadoÄŸu’da komünist hareketler köklü ve etkili bir geçmiÅŸe sahipler. Bu durumun en önemli örneklerinden biri İran’da yaÅŸandı. İran’da komünist yapılanmaların ilk ortaya çıkışı, Rusya ile Bakü’de çalışan İranlı petrol işçilerinin RSDİP ile iliÅŸkiye geçmesine denk gelir. 1904’te İranlılar ve Azeriler arasında ilk devrimci yapılanma olan “Hemmat” kuruldu. Aynı yıl Rusya’da basılan el ilanları ve broşürler sadece Azerbaycan ve İran’ın diÄŸer bölgelerinde deÄŸil, Arapça’ya çevrilerek BaÄŸdat’ta dağıtıldı. 1917 Rus Devrimi’nin saÄŸladığı imkanlarla Parti’nin Azerice ve Farsça programlarını yayınladı. İran Komünist Partisi’nin resmi olarak kuruluÅŸu ise 1920’de ilk kongrenin yapılmasıyla oldu. İran Komünist Partisi (Tudeh) güçlü dönemlerinde on binlerce militana, milyonlarca sempatizana sahip bir örgüt haline gelecekti. OrtadoÄŸu’da diÄŸer ülkelerdeki komünist partilerin ortaya çıkışı 1920 ve 30’lar boyunca sürdü. ÖrneÄŸin Suriye ve Lübnan’ın ortak komünist partisinin kuruluÅŸu 1924 yılında oldu. Irak için bu tarih 1934 idi.

1. Dünya SavaÅŸ’ında İngiltere ve Fransa arasında imzalanan gizli anlaÅŸma uyarınca, OrtadoÄŸu savaÅŸ sonrasında bu güçlerce parsellenmeye baÅŸlandı. 1920’de İngiltere’nin Irak’ı iÅŸgaline ve nefret uyandıran İran yönetimine karşı ayaklanma baÅŸladı. Ayaklanma, ancak 10 bin Iraklının ve 400 İngiliz askerinin öldüğü bir çatışmayla bastırılabildi. Mısır’daki ulusal öfkenin kontrolü Irak’taki ayaklanmadan da daha zordu. Mısır’da İngiliz yönetimine karşı ayaklanmanın sosyal dokusu, Irak’takinden farklıydı. Irak’ta direniÅŸ aslen kırsal bazlı iken Mısır’da 1919 ayaklanmasında ÅŸehirler ve işçi sınıfı hayati bir role sahipti. Kamu çalışanları, tramvay ve sigara işçileri greve gitmiÅŸlerdi. SavaÅŸ zamanı yiyecek kıtlığı ve yükselen fiyatlar ayaklanmanın çıkışında büyük rol oynamıştı. Mısır’ın önemli sanayi ve ulaşım ÅŸirketleri yabancıların elinde olduÄŸundan, ayaklanmada sınıfsal ve milliyetçi talepler birbiriyle kesiÅŸmiÅŸti. Lübnan ve Suriye ise Fransızların iÅŸgalindeydi.

Ayaklanma giriÅŸimlerine karşı Fransa’nın en büyük kozu mezhepleri birbirine karşı kışkırtmaktı. OrtadoÄŸu’daki direniÅŸ hareketleri 2. Dünya Savaşı sonrasında da sürdü. Özellikle 2. Dünya Savaşı’nı takip eden 20 yıl boyunca OrtadoÄŸu kitle hareketlerinin çıkışına ÅŸahitlik edecekti. Bu hareketler, sömürgeciliÄŸe karşı, hiçbir toplumsal farklılaÅŸma içermeyen (yani bütün ulusal unsurları birleÅŸtiren) hareketler deÄŸildi. ÇoÄŸu kez bu hareketler, işçi sınıfının anahtar rolü oynadığı ayaklanmalardı. Komünist güçlerin güçlenmesi için oldukça verimli bir toprak mevcuttu. Nitekim güçlendiler de hatta, dönem dönem isteseler iktidarı ele geçirebilecek boyutlara vardılar. Ne var ki kendine komünist diyen bu unsurlar, tarihin testinden geçemediler. OrtadoÄŸu’ya miras olarak tamamen yozlaÅŸmış, bu yüzden de terk edilmiÅŸ bir miras bıraktılar.

İhanetler

1948’de kuruluÅŸu ilan edilen İsrail devletini ilk tanıyan devletlerden birinin Stalin Rusya’sı olması kimilerini ÅŸaşırtacaktır. Üstelik, Filistin Komünist Partisi, İsrail’in kuruluÅŸunu coÅŸkuyla karşılamıştı. Oysa 1921’de 3.Enternasyonal’e üyelik için baÅŸvuran Poalei Zion’a Siyonizm’e karşı kesin tavır alınmasını ÅŸart koÅŸulmuÅŸtu. Poalei Zion 1922’de bu ÅŸarta uymayı reddedince 3.Enternasyonal parti içindeki komünistlere partiyi terk etme çaÄŸrısında bulunmuÅŸtu. Bu iki farklı tutum, Stalinist tahribatın ölçülerini göstermek bakımından anlamlıdır. İsrail’in kuruluÅŸunu desteklemek ve devlet ilan edildiÄŸinde onu ilk tanıyan devletlerin başında gelmek, Arap halklarında nasıl bir duygu uyandırmıştır, onu kestirmek güç deÄŸil.

Bir ilgi çekici durumda Suriye’den. Suriye’de iki legal parti var. Birisi malum, Esad diktatörlüğünün organı, Baas Partisi. Peki diÄŸeri? DiÄŸeri, Suriye Komünist Partisi. Stalinizmin icadı, ilerici(!) burjuvaziyle ittifak taktiÄŸini, bazı komünist partiler, anlaşılan, biraz fazla özümsemiÅŸler. Suriye Komünist Partisi, eskiden beri Baas Partisi’ni bilimsel sosyalizmi kabul etmiÅŸ Arap dünyasındaki temel devrimci güç olarak tanımlıyordu. Bütün politik bağımsızlığını bırakarak Baas rejiminin bir parçası haline geldi. Bu tutumunun mükafatını da Esat diktatörlüğünde yönetici mevkilere gelerek elde ettiler. Düşünün bir kere, Esad rejimi gibi bir diktatörlük altında iki yasal parti var: biri diktatörlüğün partisi, diÄŸeri de “komünist” parti. Böyle bir ülkede ezilen ve sömürülen yığınların komünist olası gelir mi hiç? (tabi gerçek komünist alternatif varsa durum deÄŸiÅŸir). Nitekim, ÅŸu an Suriye’de Esad rejiminin alternatifi Müslüman KardeÅŸler’dir.

Bir anekdot da Irak’tan. Irak Komünist Partisi’nin (IKP), 2003’te Irak’ın iÅŸgalinde ABD’ye verdiÄŸi desteÄŸi duyunca birçokları ÅŸaşırdı ve yine hemen hemen herkes IKP’yi tamamen sapmış bir örnek olarak düşündü ve konu dışı olarak kabul etti. Gerçekten de bu tutum IKP’nin sapkınlığının bir göstergesi, ama IKP’nin ABD’yi desteklemesi konu dışı deÄŸil. Çünkü IKP, 2.Dünya Savaşı’nda, 1941’den itibaren, İngiltere’nin Irak iÅŸgalini desteklemiÅŸ, hatta İngiliz ordularını özgürlük savaşçıları ilan etmiÅŸti.

IKP’nin o dönemki tutumunun arkasında SSCB vardı, çünkü SSCB’nin Nazilerle imzaladığı saldırmazlık paktı, Nazi ordularının Rusya’ya saldırmasından sonra bozulmuÅŸ, bu durumda Stalin yeni ortaklar olarak kendisine Churchil ve Roosevelt’i bulmuÅŸtu. Aralarındaki anlaÅŸmaya göre Moskova, İngilizlerin kontrolündeki bölgelerde komünist partilerin mukavemetini engelleyecekti. Bu anlaÅŸma temelinde Yunanistan devriminde olduÄŸu gibi Irak’ta da komünist parti, İngiliz iÅŸgali karşısında direniÅŸ göstermedi. Oysa, halk katliamcı iÅŸgalciden nefret ediyordu. Esasında sorunun anahtar noktası, OrtadoÄŸu’daki komünist partilerin (diÄŸer KP’ler gibi) Moskova’nın basit birer dış politika uzantısına dönüşmeleriydi. SSCB’deki bürokratik aygıt, bunları istediÄŸi gibi yönlendiriyor, Rus devletinin çıkarlarına göre gerektiÄŸinde kurban ediyordu. Kâh ileri itiyor, kâh geri çekiyor; zikzaklar, tutarsızlıklar, istikrarsızlıklar… Ve Moskova elbette ki devrim istemiyordu, çünkü devrimden korkuyordu; kitle hareketinin ardından geliÅŸecek bir isyan ve devrim kolaylıkla Moskova’nın kontrolünden çıkabilir ve hatta onun ipliÄŸini pazara çıkarabilirdi. Kitlelerin inisiyatifi baÅŸlı başına ürkütücüydü Moskova için. Sonuçta, devrimler kabul edilemezdi.

Bunun da politik-teorik açıklaması yapılmalıydı. Bu konuda anti-Marksist aÅŸamalar teorisi imdada yetiÅŸiyordu. Bu MenÅŸevik teoriye göre (nedense hep böyle oluyordu) koÅŸullar sosyalizm için uygun deÄŸildi, işçi sınıfı da iktidara hazır deÄŸildi, ilk önce feodalizm yıkılmalı ve yerine burjuva demokratik bir devlet geçmeliydi, bu sürecin baÅŸarıya ulaÅŸması için de ilerici burjuvalarla iÅŸbirliÄŸine gidilmeliydi, sosyalizm ise uzak geleceÄŸin sorunuydu… Programatik hattı bir kere böyle tariflerseniz; devrim günü gelip çattığında, kitleler inisiyatifinizi beklediÄŸinde, o zaman devrime sırtınızı bile dönemezsiniz, çünkü burjuvalar (ilerici! olan, olmayan hepsi) o kadar zayıf ve toplumsal destekten o kadar yoksundur ki yıkılan rejimi toparlamak için yardımınıza muhtaçtır, iÅŸte o zaman iÅŸ baÅŸa düşer ve çökmekte olan bozuk düzene payanda olursunuz. Sonra kitleler hayal kırıklığı içinde, boyunlarını büküp sokaklardan evlerine dönmeye baÅŸlarlar, bu arada burjuvalar (ilericiler dahil) yavaÅŸ yavaÅŸ toparlanırlar ve size bir daha kolay kolay altından kalkamayacağınız bir darbe indirirler. O, ilerici (!) burjuvalarınız celladınız olur.

 

Tarihe Geçen Tudeh

Army Demonstration...The Iranian Islamic Republic Army demonstrates in solidarity with people in the street during the Iranian revolution. They are carrying posters of the Ayatollah Khomeini, the Iranian religious and political leader. (Photo by Keystone/Getty Images)İran’da da tam olarak bunlar yaÅŸandı. 1970’lerde dünya kapitalizmi ağır bir aşırı üretim bunalımının pençesinde kıvranıyordu. Kriz İran’da da oldukça ağır seyrediyordu. Toplumsal hoÅŸnutsuzluk zirveye varmıştı. Åžah rejimi iyiden iyiye sallanıyordu. İran burjuvazisi de Åžah’tan umudunu kesmiÅŸ, çaresizlik içinde beklemekteydi. Kitle hareketi giderek yükseliyor ve işçi sınıfı git gide radikalleÅŸiyordu. Yerel grev komitelerinin birleÅŸtirilmesiyle oluÅŸan İşçi Åžuraları’nın sayısı her geçen gün artmaktaydı. Åžuralar, çalışanlar tarafından demokratik bir biçimde doÄŸrudan seçimle oluÅŸturulmuÅŸ, izledikleri politikalar devletten bağımsız ve yalnızca işçilerin çıkarlarına yönelik olan Sovyet benzeri yapılanmalardı.

Faaliyet yürüttükleri iÅŸyerlerinde resmi olarak atanmış yöneticilere itaat etmiyor, üretimin kontrolünü tamamen ellerinde bulunduruyorlardı. Artık İran’da ikili iktidar mevcuttu. 8 Eylül 1978 günü, daha sonra “Kara Cuma” diye anılacak katliam gerçekleÅŸti. Askerlerin Tahran’da göstericilerin üzerine açtığı ateÅŸ 700 civarında göstericiyi öldürdü. İşçi sınıfının yanıtı, geniÅŸ katılımlı bir grevdi. 9 Eylül günü Tahran’da petrol rafinerilerinde baÅŸlayan ve bir yangın gibi çevre illere yayılan grev, barut fıçısı haline gelmiÅŸ ülkeyi ateÅŸleyen kıvılcım oldu. Åžimdiye kadarki grevlerin ekonomik talepli sloganları gitmiÅŸ; “Åžah’a Ölüm”, “SAVAK(siyasi polis) Dağıtılsın”, “Siyasi Tutuklular Serbest Bırakılsın” gibi radikal sloganlar atılır olmuÅŸtu. Grev sektör sektör, il il geniÅŸliyordu. Åžiddeti artan ve sınırları geniÅŸleyen grev hareketi, petrol sektörüyle baÅŸlayıp öğretmenleri, doktorları, basın-yayın çalışanlarını, bankaları ve ulaşım işçilerini de içine çekti. Grev dalgalarıyla devlet aygıtı tamamen felç edilmiÅŸti.

Orduda da çözülmeler baÅŸ gösteriyor, erler göstericilerin üzerine ateÅŸ açmayı reddediyorlardı. Åžah, ordu üzerindeki tüm hakimiyetini yitirmiÅŸti. Åžah’a, 16 Ocak 1979’da, bir uçakla Mısır’a kaçmaktan baÅŸka yol kalmamıştı. İktidar, yeni sahibini bekliyordu. Humeyni, 1979 Åžubatı’nda sürgünden döndüğünde Pehlevi rejimi ortadan kalkmış ve onun baskı aygıtları polis, mahkemeler,SAVAK ve silahlı kuvvetler dağıtılmış durumdaydı. Ancak hareket bir önderlik boÅŸluÄŸundaydı. Devrimin gerçek sahibi işçi sınıfıydı. Zaten oluÅŸturduÄŸu İşçi Åžuralarıyla iktidarın bir kısmını elinde tutuyordu. İşçi sınıfı içinde ana güç “komünist”lerdi. Ancak Tudeh, Stalinizmin “aÅŸamalar teorisi” nedeniyle iktidarı almaktan uzak duruyordu. İktidar burjuvazinin ilerici kesimine teslim edilmeli, böylece demokratik aÅŸamaya geçilmeliydi. Bu durumda bir iktidar boÅŸluÄŸu doÄŸuyordu, ama hayatın kendisi buna uzun süre izin veremezdi. Hareketteki önderlik boÅŸluÄŸundan Humeyni ve Mollalar faydalanmakta gecikmediler. İran burjuvazisi, bir işçi devriminden korkan emperyalizm ve hatta SSCB’nin onayıyla Humeyni adım adım iktidara yerleÅŸti. Ulusal Cephe önderi Mehdi Bazergan, Humeyni tarafından baÅŸbakanlığa getirildi. İktidarı ele geçirene dek desteÄŸine muhtaç olduÄŸu grevcilere güler yüz gösteren Humeyni, konumunu güçlendirdikten sonra gerçek yüzünü ortaya çıkardı ve tüm sol öğelerin kökünü kazıdı. Humeyni’ye, Tudeh üyelerinin listesini saÄŸlayan CIA’di Işçi Åžuraları’na, “mektebî” diye adlandırılan Humeyni yanlısı yöneticiler sızdırılarak içleri boÅŸaltıldı ve ardından militan işçilerin büyük kısmı baskılandı, diÄŸerleri de bürokratlaÅŸtırılarak mücadeleden uzaklaÅŸtırıldı.

Yönetici sınıf olarak yerini saÄŸlamlaÅŸtİran Mollalar, kendileri dışındaki politik unsurlara karşı baskı dalgasını baÅŸlattılar. 1981’e gelindiÄŸinde Tudeh, tam bir ihanet içerisindeydi. Molla rejiminin parçası olmak ve diÄŸer sol grupların örgütsel yapısını açığa çıkarmak için Molla rejimin oluÅŸmakta olan güvenlik güçleriyle bir ölçüye kadar iÅŸbirliÄŸi içinde olma kararları almakla meÅŸguldü. Tudeh, İran’ın diÄŸer sol gruplarına yönelik saldırıları politik arenanın diÄŸer rakiplerinden temizlenmesi için bir ÅŸans olarak görüyordu. Ne var ki diÄŸer gruplar ezildikten sonra, İslamcı rejim yüzünü Tudeh’e döndü. Rejimin baskı dalgasında partinin liderliÄŸi “Sovyet” ajanı suçlamasıyla tutuklandı ve Tudeh yasadışı ilan edildi.

Ancak Mayıs 1985’de, Halkın Fedaileri ve Tudeh ortak bir bildirgeyle İslam Cumhuriyeti’nin devrilmesi çaÄŸrısında bulunabildiler. OrtadoÄŸu’nun kalbinde bir devrim böylece “komünistler”in ihanete uÄŸradı ve Mollalara terk edildi.

Mısır

Mısır’da da benzer süreçler iÅŸledi. “Komünistler”in, bütün siyaseti burjuva milliyetçisi Nasır’ın peÅŸine takılmaktı. Hiçbir zaman bağımsız bir çizgi izlemeyi düşünmediler. Nasır ile temsil edilen burjuvazinin ilerici kanadı ise komünistleri hapsetmekte hiç tereddüt etmedi. Hatta rejim grevci işçilerin iki önderini idam ettiÄŸinde bile, “komünistler”, ilerici burjuvalarla ters düşmemek adına, idamları protesto grevlerine destek vermediler. Nasır, 1956’da SüveyÅŸ Kanalı’nı devletleÅŸtirmek istediÄŸinde İsrail, İngiltere ve Fransa’yla savaÅŸa tutuÅŸmak zorunda kaldı. Sina yarımadası iÅŸgal edildi. Bu sefer Nasır komünistleri hapishaneden çıkarıp onlardan bizzat asker olarak ya da askerlerin eÄŸitiminde yararlandı. İşgalin bitmesiyle birlikte Nasır, komünistleri eski yerlerine, hapishanelere göndermek te gecikmedi. Oysa ki SSCB, Nasır’ı sosyalist ilan ediyor, Çekoslovakya Cumhuriyeti Nasır’a savaÅŸ ve iÅŸgal sırasında silah saÄŸlıyor ve Kruşçev, İngiltere ve Fransa’yı Mısır iÅŸgalini devam ettirmeleri halinde nükleer silah kullanmakla tehdit ediyordu. Bir süre sonra hem ABD hem SSCB’nin karşı çıkmalarıyla İngiltere ve Fransa müdahaleye son vermek zorunda kaldı. Komünistlerse bu kadar iktidarsızlık örneÄŸi gösterip düş kırıklığı yarattıktan sonra bir daha asla eski güçlerine ulaÅŸamadılar.

Irak’ta Tarihsel Fırsatlar

Irak’ta 1930’larda özellikle petrol ve ulaşım sektörlerinde ilk endüstriyel geliÅŸme baÅŸladı. 1940’da Basra limanlarına 5 bin, tren yollarına 11 bin ve petrol 13 bin işçi alındı. Genç Irak Komünist Partisi, kendisi gibi genç (olgunlaÅŸmamış) işçi sınıfı ile baÄŸ kurmayı baÅŸardı. Böylece zamanla Irak Komünist Partisi (IKP) Irak işçi sınıfının geleneksel partisi haline geldi. IKP, strateji ve taktiklerini Devrimci Marksizmin ilkelerinden deÄŸil SSCB ve Komintern’in direktiflerinden alıyordu. SSCB menÅŸeli politikaları IKP’yi kitlelerin liderliÄŸine ve böylece devrimci yükseliÅŸleri zaferle sonlandırmaya deÄŸil, kitlelerden izole olmaya götürecekti.

IKP, daha politik yaÅŸamının baharında Stalinizmin batağına nasıl saplandığını ve bu bataklığın onun sonunu hazırlayacağının emarelerini gösteriyordu. 1941’de Nazilerin SSCB’ye saldırması üzerine Stalin, Komintern’e baÄŸlı komünist partileri “müttefikleri” desteklemeye çağırmıştı. Stalin-Churchill ve Roosevelt arasında Hitler’e karşı ittifak kurulmuÅŸ ve Stalin’in ittifak içinde olduÄŸu güçlere karşı deÄŸiÅŸik ülkelerdeki komünistlerin direniÅŸlerine dur denilmiÅŸti. 1920’de iÅŸgalci İngiltere yönetimine karşı ayaklanmayı 10 bin Iraklıyı katlederek durduran İngiltere, 1941 sonrasında SSCB’nin müttefiki haline gelmiÅŸti. İngiliz iÅŸgaline karşı öfkenin kanla beslendiÄŸi topraklarda IKP, İngiliz birliklerini desteklemeye baÅŸladı. Mayıs 1942’de yayınlarında bir makalede ÅŸunları söyleyebiliyordu: “Partimiz, ÅŸu an Nazilere karşı savaÅŸan İngiliz ordusunu “özgürlük ordusu” olarak görmektedir. İngilizlerin tarafında duruyoruz ve İngiliz ordusuna mümkün olan her yoldan yardımcı olmalıyız.” IKP, ülkeyi İngilizler adına yöneten toprak aÄŸaları ve monarÅŸinin destekçisi haline geldi. Parti programında yer alan yabancı sermayenin ülkeden kovulması ve cumhuriyet çaÄŸrıları gibi söylemler çıkarıldı. Öyle ki sadece sosyalist perspektif deÄŸil, BirleÅŸik Arap Federasyonu gibi milliyetçi talepler dahi programdan ayıklanmıştı.

2. Dünya Savaşının bitiminden sonra IKP, daha sonra da bolca örneklerini sergileyeceÄŸi 180 derecelik dönüşlerinden birini yaptı ve İngiliz ordusunu ve monarÅŸiyi eleÅŸtirmeye baÅŸladı. IKP, SSCB’nin taktiklerinin bedelini ödemeye tarihi boyunca devam edecekti. Bu bedel, bazen toptan imha bazen de politik imha anlamına gelecekti. Böyle bir politik imha da İngilizleri desteklemekten sonra SSCB’nin 1948’de yeni kurulan İsrail devletini tanıma ve desteklemeye karar vermesiyle yaÅŸandı. Bu politika IKP’ye 1948’deki ayaklanmadan sonra yükselen baskı dalgasından çok daha büyük zarar verdi. 1948’in baÅŸlarında IKP’nin 4 binlik üye sayısı birkaç yüze indi. Moskova’nın İsrail desteÄŸi sadece Irak’ta deÄŸil bütün OrtadoÄŸu komünist partilerinde inanılmaz etkiler yarattı.

IKP’nin ve OrtadoÄŸu’daki diÄŸer komünist partilerin programlarını belirleyen ilke Stalinist aÅŸamalar teorisiydi. Bu politikanın anlamı partilerin umutsuz ÅŸekilde yönetici sınıf içinde ilerici kanatlar arayışına girmeleriydi. İşte bu politika OrtadoÄŸu’da çoÄŸu durumda komünist partilerin fiziksel imhasıyla sonuçlanacaktı.

1958’de Mısır’daki Nasır rejimine sempati duyan, Arif ve general Kasım tarafından yönlendirilen ordu güçleri Irak monarÅŸisini bir darbeyle devirdiler. Pan-Arap milliyetçisi fikirler çerçevesinde Nasır’ın modeli izlendi. Böylece ekonomiye dikkate deÄŸer ölçüde bir devlet müdahalesi ile güçlü bir ulusal kapitalist ekonomi yaratılmaya çalışıldı. Fazla ileriye gitmeyen bir tarım reformu yaÅŸama geçirildi. Kitlelerin basıncı yeni hükümeti eÄŸitim, saÄŸlık ve konutta reformlara zorladı. Ancak yine, kapitalistlerin ayrıcalıklarına müdahale çok küçüktü.

IKP yeni hükümetin bir parçası deÄŸildi ama bu durum IKP istemediÄŸi için böyle deÄŸildi. 1961’de IKP’nin ana teorisyenlerinden Amer Abdullah ÅŸunları söylüyordu: “Partimiz, ulusal burjuvazinin çıkarlarını, burjuva demokratik devletin geliÅŸmesinin temel koÅŸulu olarak gördüğünden, destekliyor.

Devrimin temel görevi, kapitalist üretim iliÅŸkileri temelinde, sosyal ve ekonomik reformları gerçekleÅŸtirmektir.” 1959’a gelindiÄŸinde IKP’nin 25 bin kadrosu vardı ve BaÄŸdat sokaklarını kontrol ediyordu. Köylüler içinde de önemli bir güce sahipti. 1959 baharında sempatizan gençlik örgütü 84 bin üyeye ulaÅŸmıştı. 1959 1 Mayısında bir milyon kiÅŸi IKP bayrağı arkasında yürüyordu. Komünist parti rejimi kolaylıkla devrilebilecek durumdayken baskı dalgası karşısında kabuÄŸuna çekildi ve hatta hükümeti eleÅŸtirmekten bile geri durdu. Bu nokta IKP’nin kaderi için kesin bir dönüm noktasıydı. Rejimle uzlaÅŸmaya her zaman hazır olan IKP, son darbeyi vurmaktan çok uzaktı. UzlaÅŸmacı pozisyonu ve mücadeleye liderlik etme konusundaki isteksizliÄŸi nedeniyle parti zayıfladı ve kitlesel tabanı dağıldı. Binlerce komünist hapsedildi ve öldürüldü. Komünist basın yasaklandı.

IKP militanları, Kasım ile kurdukları sınıf iÅŸbirliÄŸinin bedelini canlarıyla ödediler. 1960’da IKP gençlik örgütü 20 bine kadar düştü. Bütün bunlara raÄŸmen IKP inanılmaz bir ÅŸekilde, Kasım rejimini desteklemeye devam ediyordu. Kasım bir suikast giriÅŸimi sonrasında iyileÅŸip hastaneden çıkacağı zaman IKP hastanenin dışında “eve hoÅŸ geldin partisi” yapabiliyorlardı. 1963’te Arif’in Baas partisinin desteÄŸiyle gerçekleÅŸen darbesinden sonra IKP’nin üye sayısı 8 binlere indi. Baskı müthiÅŸ boyutlardaydı. IKP’nin yedi bin üyesi hapsedilmiÅŸti.

Ulusal burjuvazi içinde ilerici kanatlarla ittifak arayışı 1970lerde

de 1958’e benzer bir süreç doÄŸurdu. Ancak artık bu adım IKP’nin toplumsal etkisini bir daha geri kazanmamak üzere kaybetmesi anlamına gelecekti. 1968-74 döneminde, iktidara gelen El Bakr hükümeti (Baas Partisi) Kürtlerle anlaÅŸma imzalayıp petrolü kamulaÅŸtırdı ve yabancıların herhangi bir mülk sahibi olmasını yasakladı. Hükümet yüzünü petrol sanayiini geliÅŸtirmede ve ulusal burjuvazinin oluÅŸmasında yardımcı olacağını düşündüğü SSCB’ye dönmüştü.

Moskova’nın direktifleri doÄŸrultusunda IKP, Baas partisiyle ittifaka girdi. IKP, Baas Partisi ile birlikte oluÅŸturdukları Ulusal İlerici Cephe (UİC)’de 7 yıl kaldı. IKP, Baas Partisi ile geçmiÅŸ deneyimlerinden de ders çıkarmamakta ısrar ediyordu. IKP, Saddam Hüseyin’i ulusal kurtuluÅŸ kahramanı ilan etmiÅŸti. Kürtlerle birlikte IKP, 72’de Baas hükümetine bakan olarak katıldı.

Sovyetler BirliÄŸi 1975-79 arası dönemde Baas Partisi’ne 4.9 milyar dolar deÄŸerinde silah ve mühimmat göndermiÅŸse de IKP yine Baas rejiminin baskılarından kurtulamadı. 1978’e gelindiÄŸinde Baas rejimi Iraklı komünistleri tutukluyor ve bazılarını da idam ediyordu. Saddam Hüseyin’in yönetimi ele geçirdiÄŸi Baas rejimi 1979’da Irak Komünist partisi yasadışı ilan edilmiÅŸti. 1979-821 sürecinde yaklaşık 30 bin insanın tutuklandığı hesaplanmaktaydı. İKP, 1979’daki baskı sürecinin etkilerinden kurtulamadı ve bir daha aynı toplumsal etkiye sahip olamadı. İKP’nin Baas rejimine verdiÄŸi desteÄŸi kesmesinin altında karşı karşıya kaldığı baskı dalgası yoktu, ki öyle olsaydı bu süreç daha öncede yaÅŸanmıştı ve tekrarlanmazdı. Asıl dert Irak’ın ABD’ye yakınlaÅŸmasıydı. Bunun en önemli kanıtı da IKP’nin militanlarını tutuklayan, idam eden Baas Partisi’ne SSCB’nin, 1984’te ABD yerini alıncaya kadar ana askeri yardım saÄŸlayıcısı olmasıdır.

İslamcıların Yükselişinin Basamaklarını Komünist Partilerin İhanetleri Döşedi

Komünist partiler, hiçbir zaman tutarlı bir anti-emperyalist çizgi izlemediler. Bu durumda Rus dış politikasının uzantıları olmaları belirleyici oldu. Ayrıca hiçbir zaman devrimci bir çizgi de izlemediler. Devrimlere hep ihanet ettiler. Sonuçta kadrolar imha edildi, sempatizanlar düş kırıklığına uğradılar ve inançlarını kaybettiler. İlerici olarak adlandırdıkları burjuva unsurları desteklemekle kalmadılar, onlarla ittifaklar oluşturdular ve kabul edildikleri yerlerde onların hükümetlerinin parçası oldular. Komünist partilerin bu tutumu, her zaman için onları ve dolayısıyla işçi sınıfını bu burjuva güçlerin kuyruğuna takmak anlamına geldi. Burjuva milliyetçilerinin politik tutumlarının sorumluluğunu paylaşmakla, kendi toplumsal etkilerini burjuva milliyetçileri lehine zayıflatmakla kalmıyor, çoğu zaman da bu burjuva unsurların işlerine yaramadıkları oranda kendilerine ve işçi sınıfı hareketine yönelik saldırı kampanyası karşısında silahsız bırakıyorlardı.

1980’lere gelindiÄŸinde OrtadoÄŸu’da “komünistler” dibe vurmuÅŸlardı. Bu dibe vuruÅŸ solun da bitiÅŸini haber veriyordu, çünkü solu bu unsurlar temsil ediyordu. Özellikle İran’da devrimin mollalara teslimi, büyük bir umutsuzluk yarattı ve bu ağır yenilginin altından kalkılamadı. Ayrıca Afganistan gibi Müslüman bir ülkenin SSCB gibi komünist diye bilinen bir ülke tarafından iÅŸgali ve Afgan halkına yaÅŸattığı ağır acılar, OrtadoÄŸu’da solun kredisini tümden tüketti. 1990’da SSCB’nin çözülüşüyle birlikte on yıllar boyunca Moskova’nın büyükelçiliÄŸi gibi davranmış “komünist” partiler tümden iflas bayrağını çektiler. Ve böylece günümüzün OrtadoÄŸu’su ÅŸekillenmiÅŸ oldu.

Sonuç Olarak

Stalinizmin OrtadoÄŸu’da oldukça kötü bir mirası var. Stalinizm sayesinde uzun yıllar solun mevzileri olmuÅŸ yerlere bugün İslamcılar yerleÅŸmiÅŸ durumda. Sol bir bütün olarak oldukça gerilemiÅŸ durumda. Ama, ÅŸunu biliyoruz ki kapitalizm var oldukça devrimcilere kapılar asla kapanmaz. Yeter ki bizler sabırlı ve inatçı bir mücadeleyle devrimci Marksizmin temiz bayrağını yükseltelim. Bunun için öncelikle geçmiÅŸle hesaplaÅŸmak ve Stalinizm’in günahlarından ders çıkarmak gerekiyor. Bu özellikle de OrtadoÄŸu coÄŸrafyasının bir parçası olan Türkiyeli devrimciler olan bizler için olmazsa olmazdır. Devrimci hareketlerin geliÅŸimi açısından Türkiye’de koÅŸullar diÄŸer OrtadoÄŸu ülkelerine göre nispeten daha avantajlı. Ancak bu gerçek bizim omzumuzdaki yükü hafifletmek bir yana ağırlaÅŸtırıyor; çünkü bu durumda OrtadoÄŸu’da solun geriye gidiÅŸine dur demek en çok da bizim boynumuzun borcu. Türkiye’de geliÅŸecek, güçlenecek devrimci hareketler OrtadoÄŸu coÄŸrafyasında, sömürüyü, yoksulluÄŸu ve ezilmiÅŸliÄŸi en yoÄŸun olarak yaÅŸayanların coÄŸrafyasında, yankısını bulmakta gecikmeyecektir.

Kaybedecekleri fazla bir ÅŸeyi olmayan, emperyalizme karşı öfkesi yüksek bu halklar, eÄŸer bir umut ışığı görürlerse akın akın umuda koÅŸmakta tereddüt etmeyeceklerdir. İslamcılara gelince: Onlar da tarihin sınavından geçiyorlar, İran’da, Filistin’de, Mısır’da, Lübnan’da… Ve biz biliyoruz ki İslamcılar kendi iç çeliÅŸkiler yumağıyla tarihin sınavından geçemezler. Sermayeyle iç içe olan İslamcılar hiçbir zaman anti-kapitalist deÄŸildirler. İşçi sınıfının sömürüsüne, yoksulluÄŸa vb söyleyecek sözleri yoktur. Tarikat yardımlaÅŸmaları, zekat vb’leri sınıf hareketinin düşük olduÄŸu böyle dönemlerde etkili olabilir, ama proletarya ayaÄŸa kalktığı zaman onlara” sadakanıza ihtiyacımız yok, sizler de kapitalistsiniz” diyecektir. Hizbullah’ın İsrail karşısında gösterdiÄŸi direniÅŸ bazı omurgasız Stalinistleri büyülemiÅŸe benziyor, fakat koÅŸullar oluÅŸtuÄŸunda silahları bırakacağız diyebiliyorlar. KoÅŸulların ortadan kalkması, ABD’nin, İsrail’in ya da emperyalizmin varlığının ortadan kalkması mıdır, yoksa İran’ın ABD ile bir uzlaşıya mı varmasıdır? Tabii ki ikincisi. Bizler önümüze bakalım. Kararlı mücadelemizle görevimizi layıkıyla yerine getirelim. Kitleler İslamcılar gerçek yüzlerini er ya da geç göreceklerdir.

Etiketlendi: