Home / Manşet / Öcalan Marx’ı Yine Aşmış da Nereye Varmış? – Güneş Gümüş

Öcalan Marx’ı Yine Aşmış da Nereye Varmış? – Güneş Gümüş

Nedir bu Marx’ın çektiği! Hem günü geçmiş, bugünkü toplumu açıklamadan uzak olan ilan edil hem de herkes seninle uğraşmak için yarışsın. Sadece düşmanların değil,siyasal rakiplerin de! Marks’ın ölümünün üstünden yüz elli yıla yakın zaman geçti; ama ortaya koyduğu teori ve perspektif öyle etkili ve güçlü ki onu yanlışlama, aşma iddiası büyük çekim kaynağı!

Öcalan da Marx’ı “aştığını” geçen hafta sonu İstanbul’da yapılan “Uluslararası Barış ve Demokratik Toplum Konferansı” için hazırladığı metinle bir kez daha ilan etmiş. Özetle Marx ve Marksizmi ayırmak gerektiğini; Marx’ın iyi niyetli olduğunu ama yaşadığı döneminin bugünkü kapitalizmin sorunlarını anlamaya yetmediğini; kapitalizmi sınıf savaşı kavramlaştırması ile anlamanın yetersiz olduğunu tespit etmiş; sağolsun. Yazı içinde karşımıza çıkan birçok argümanla bambaşka düşünsek de metne ruhunu veren kavrayış biçimiyle tartışmak en doğrusu. Zaten onun yetersizliğini ortaya koyduğunuzda gerisi boşa düşüveriyor.

Öcalan bir önceki açıklamasında kendi projesini radikal demokrasi olarak sunmuştu. Bu kavramı solun gündemine sokan Laclau ve Mouffe. Bu ikili 1970’lerde işçi hareketinin küresel geri çekilişi, Doğu Bloku’nun yıkılması ve kapitalizmin zaferini ilan etmesi sonrasında yenilgi psikolojisini içselleştirerek 1985’te yazdıkları “Hegemonya ve Sosyalist Strateji” kitabında kapitalizm içi bir çözüm yolunu solun önüne koyabileceğini radikal demokrasi stratejisiyle ifade etmişlerdi. Kitap, Marksizmin sınıf mücadelesinin belirleyici önemine yaptığı vurguyu reddederek liberal ideolojiyi ekonomik bağlamından ayırarak siyasal yanını savunmanın mümkün olduğunu ve bu sistem içinde radikal kanadı da dahil solun görevinin demokrasinin radikalleşmesi mücadelesi vermek olduğunu savunuyordu: “…liberal-demokratik ideolojiyi reddetmek değil, tersine onu radikal ve çoğul bir demokrasi doğrultusunda derinleştirmek ve genişletmek olabilir.” Yani liberalizm ekonomik düzleminden – piyasa düzeni, kapitalist eşitsizlikler gibi bağlamlarından – koparılarak ele alınabilirdi. Öcalan’ın son açıklamasının gerisinde de aynı mantık vardır. Bu konuyu tartışmadan bir bilgilendirme de yapalım. Radikal demokrasi tezinin sahipleri yıllar sonra liberalizmin gücü kapitalist metropollerde de sarsılırken bu tezin yerine sola sol popülizmin birleştiriciliğinde hareket etmeyi ve birleşmenin merkezine de halkı ve emek eksenli vurguları koymak gerektiğini söylemeye başladılar. Hatta Mouffe bu konu üzerine yazdığı kitabında sınıf meselesini göz ardı ederek hata yaptıkları konusunda özeleştiri de verdi.

Demokrasi Kazanılacak Ama Nasıl?

Demokrasinin derinleştirmesi mücadelesine bizim de karşı çıkmamız düşünülemez. Ama bunu nasıl sağlayacağız? Sadece politik bir mücadele yeterli mi? Bu mücadele nasıl ortaya çıkacak?

Politik mücadele için açık ki halk desteği ve eylemliliği gerekir. Demokrasiyi kazanacak kitleler lazım yani. Ama liberalizmin 1980 sonraki ekonomik ismi olan neoliberalizm programıyla kapitalistler halkın örgütlülüğüne büyük darbeler indirdi. Birçok ülkede emekçi kitlelerin örgütlü direnişinin üstünden tankla geçildi. Sonrası malum. Sadece ekonomik haklar konusunda kaybetmedik; demokrasi ve özgürlükler de geriye gitti. Bizim gibi çelişki yumağı geç kapitalistleşen ülkeler otoriter rejimlerle boğuşuyor zaten. Ama Batı’daki metropollerde de durum kötüleşiyor. Trump ABD başında terör estiriyor. Almanya’da, demokrasi beşiği sanılan İskandinav ülkelerinde Hitlerci zihniyetin desteği artıyor. Bugün siyasal liberalizmin dünya çapında egemen sınıflar için bile hükmü zayıfladı.

Neden Sınıf Mücadelesi Hala Belirleyici Güç?

Sınıf perspektifinin ezilen kimlik hareketlerinin liderlerine itici gelmesi şaşırtıcı değil. Ezilme üzerinden bir araya gelen birliği, sınıfsal temelde “bölmek” kendileri için pek hayırlı olmayacaktır. Dolayısıyla kimlikler mücadelesi perspektifiyle sınıf mücadelesi perspektifinin gerilim yaşaması doğaldır ve bu rekabetin epey de bir geçmişi vardır. Ancak sosyalizm adına, devrimcilik adına konuşup Marksizmi gözden düşürme çabası sol siyasal yelpazenin epeyce bir sağına kaydıktan sonra epeyce eğreti duruyor.

Ezilen farklı kesimlerle mücadele ortaklığı kurma çabası, maddi bir temelden ziyade vicdani tavır almaya yaslanır. Ezilme ilişkisini yaşamayan ya da farklı ezilmelerin tarafı olan kitleleri bir araya getirmeniz için herkesi ortak kesen bir hedef, amaç gerekir. Yoksa kimlikler doğrudan birbirinin mücadelesinin duygusal, eylemsel ortağı değildir. Örnek verelim. Suriye’de Aleviler katliama uğrarken Kürt Ulusal Hareketi ya tepkisizlikle durumu geçiştirdi ya da cılız, göstermelik tepki verdi diye Alevi hareketi içinde büyük bir tepki açığa çıkmıştı. Ya da Amed Newrozuna katılan eşcinsel Kürt gençler saldırıya uğradılar. Ne yazık ki bir ezilen kimliğe ait olmanız diğer ezilme ilişkilerine karşı sizi doğrudan politik olarak doğru tutumla donatmıyor. Ezilen bir Alevi, iş Kürtlere gelince şoven kesilebiliyor ya da bu tutarsızlık tam tersi yönde de işleyebiliyor. İş Romanlara gelince ezilen kimlikteki bireylerin çoğunluğu ayrımcı kampta yer alabiliyor. Örnekler çoğaltılabilir.

Sınıf meseleleri ise geniş kitleleri mücadele içinde harekete geçirmek ve birleştirmek konusunda güçlü bir nesnel maddi temel sunar. Tekil bir işyeri mücadelesinde bile işçiler patron karşısında birlik olup kenetlenmezlerse yenilgiye uğrarlar. Bu da işçiler arasında kimlik ve kültür farklılıklarının evrensel düzeyde aşıldığı bir bilinç ve örgütlülüğün maddi temelini oluşturur. Bu otomatik olarak işleyen bir mekanizma değil maddi temelin yarattığı bir eğilimdir. Bu yüzden de egemen sınıflar sadece fiziksel araçlarla değil ideolojik araçlarla da bu birlik eğilimini kırmak isterler. Şurası da vurgulanmalıdır ki işçi hareketinin atılım yaptığı dönemler kitlelerin sola kaydığı, ayrımcı fikirlerin gerilediği ve ezilenler üzerindeki baskının büyük ölçüde kırıldığı dönemlerdir. 1917 ve 1968 atılımları bunun en güzel örnekleridir. Kitlelerde egemen sınıf ve değerlerinin hegemonyasının zayıfladığı dönemler ezilenler için de şenliktir.

Yeni Bir Diyalektik, Yeni Bir Kurtuluş Reçetesi

Öcalan, diyalektiğin yeni biçimini önermiş; karşıtların ve onların yarattığı çelişkinin yadsınmayla çözümlenmemiş olduğu yeni bir diyalektik. Aslında bunun diyalektikle alakası pek kalmıyor ama olsun.

Bu yeni diyalektik önerisi yeni degil. Mouffe toplumsal karşıtlık (antagonizma) yerine çözülen değil birbirine eklemlenen karşıtlık ifade eden agonizma önerir. Öcalan’ın dedikleri aynı çerçevedendir:

“Çelişkileri birbirini yok eden uçlar şeklinde değil, birbirini besleyen toplumsal olgular olarak görmek zorundayız. Çünkü komün olmadan devlet, burjuvazi olmadan proletarya olmaz.”

Bu düşüncenin meali sınıflar arası, devletle toplumcu mücadele arasındaki çelişkiyi birinin diğerini yok etmesini hedeflemeden çözelim; karşıtları eklemleyelim.

Mümkün mü? Mesela ülkede bir tek adam rejimi kurmak isteyen otoriter bir iktidarla demokratik hakları korumak isteyenler nasıl uzlaşabilir? İşçileri sefalet pahasına sömüren Türkiye sermayesi ile işçiler nasıl eklemlenecek? Sömürü sistemi yaşadığı müddetçe işçi sınıfının sisteme eklemlenmesi bir boyun eğişten ne derecede farklı olabilir? Arada buluşmanın hele kapitalizmin ekonomik, siyasal, toplumsal krizinin yarattığı olağanüstülükler çağında imkanı yoktur.

Kapitalizmde Kalıcı Demokrasi ve Onun Mücadelesi mümkün Mü?

Kapitalizm içinde kalarak demokrasiyi radikalleştirmek kalıcı çözüm değildir. Çünkü kapitalizm sürekli yeniden şekillenir; bugün kazandığın yarın geride kalan bir hikaye olabilir. Kalıcı çözüm, demokrasi için sürekli çırpınma, mücadele zorunluluğunun ortadan kalkmasıdır.

Kapitalizmde demokrasinin kaderi sınıflar arası denge ve kapitalizmin devresel krizleri tarafından şekillenir. Bu denge ve döngü değiştikçe demokratik alan ve güçlerin konumu değişir. Öncelikle egemen sınıfın toplumsal hegemonya kapasitesi belirleyicidir. Refah sunabilen egemen sınıf temel düzeyde liberal demokratik işleyişle sorun yaşamaz. Ama bizim gibi geç kapitalistleşen ve sermaye birikimi zayıf ülkelerde refah topluma yayılamayacağından egemen sınıfın gücü baskının gücünden gelir çoğunlukla. Kaldı ki Batı’nın gelişmiş metropollerinde de refah sarsılınca işlerin başka boyut kazandığını görmek için 1929 buhranına gitmeye gerek yok. Bugün de kriz içindeki sistem, herkesin gördüğü üzere, aşırı sağın ve otoriterliğin yükselişinin önünü açıyor.

Demokrasinin sınırlarının diğer bir belirleyeni de emekçi halkın örgütlü gücü ve eylem kapasitesidir. Bu da sonsuza kadar aynı şekilde devam etmez. Kitle enerjisi, öfkesi yükselir alçalır.

Onun için kapitalizm Nazi gaz odaları, binlerce solcuyu öldürüp okyanusa atan Arjantin darbecileri, Avrupa tipi demokrasi, Trump benzeri popülist otoriter figürlerinin hepsine ihtiyaç duyar; sistemin işleyişi için uygun olanın yolunu açmak için egemen sınıflar müdahale eder. Egemen sınıfların isteklerine rağmen hangi siyasal biçimin başarılı olacağı garanti değildir. Karşıt sınıfların müdahaleleriyle süreç şekillenir.

Ama kapitalizm var oldukça olağanüstü rejimlerin; zorbalığın kapısı da her zaman açık olacaktır. Ve çoğu zaman bu zorbalığa karşı mücadele eden milyonlar yanınızda olmayacaktır. Kürt ulusal mücadelesinin tarihinde bile buna tanıklık ederiz.

Son Söz Niyetine

Duran Kalkan, Öcalan’ın sosyalizm üzerine değerlendirmelerini eleştirilere “gelin size ders verelim” diyerek yanıt vermiş. Belli ki Öcalan’ın “Marksizmi aştım” çıkışlarına gelen eleştiriler asap bozuyor. Kürt Ulusal Hareketi’nin ittifaklar politikasının eleştirilmesi de aynı şekilde.

Adeta elinde satırla demokratik hakları doğramakta olan AKP-MHP iktidar bloğu ile kurulan ilişkinin biçimi ve şekillendiği konjonktür Kürt Ulusal Hareketi’ni zora sokuyor. Öcalan kültü bu noktada her zamankinden daha önemli bir noktaya geliyor. Sosyalist hareketten sadece müzakere sürecine destek olması değil aynı zamanda “Marksizm’in zamanı geçti” iddiasını benimsemesi ve aslında kendisini inkar etmesi isteniyor.

Her fırsatta sosyalist hareketin zayıflığını küçümseyenlerin sosyalist hareketten gelen eleştirilere ve hatta onaylamama tutumuna karşı bu kadar hassas olması da manidar. Aslında bu hassasiyet boşuna değil, çünkü “toplumsallaşamadılar, zayıflar” şeklinde sürekli topa tutulan sosyalistler, sokak mücadelesinde başı çekmekten, kapitalizme karşı sosyalizmin etik üstünlüğüne sahip olmaktan ve ideolojik/kültürel referans kaynağı olmaktan ötürü boylarından büyük etkiye sahiptir. Bu yüzden de “etkisiz sol grupları neden ciddiye alalım” denilememekte, bitmeyen bir içerme, olmadı mahkum etme çabası sürmektedir. İş öyle bir noktaya gelmektedir ki “bir Kürdün liderliğini sindiremiyorlar” yaftasına dahi başvurulmaktadır.

Ama doğrudan söylemek gerekirse, küresel emperyalist kapitalist sistem ve efendileri ABD-İsrail ile güçlü bağlara sahip olup bir yandan da sosyalizmin dünya çapındaki yeni rehberi olacağım gibi mega bir iddiaya sahip olamazsınız. Nitekim bu çelişkiyi sadece Türkiye solu görüyor değildir. Daha düne kadar dünya solunda Kürt Ulusal Hareketi’ne ve Rojava‘ya duyulan yaygın sempati, bugün büyük ölçüde dağılmıştır. İsrail ve ABD’ye haklı olarak büyük düşmanlık besleyen dünya solu için bu durum pek de şaşırtıcı değildir. Kısacası şovenizme karşı ezilen Kürt halkının eşitliği ve özgürlüğünü savunmak başka bir şeydir, Kürt Ulusal Hareketi’nin örgütsel ve ideolojik yörüngesine girmek başka bir şeydir. Meseleyi bu şekilde koymak gerekir.

 

Etiketlendi:

Cevap bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir