Home / Yazarlar / İnsan, Hep Böyle Miydi?- Güneş Gümüş

İnsan, Hep Böyle Miydi?- Güneş Gümüş

“EÅŸit-özgür-barış içinde bir dünyada yaÅŸamak ister misiniz?” sorusuna olumsuz yanıt verecek insan bulmak zor olurdu herhalde; sınıflı toplumlardan, bu zorba düzenden her zaman kazançlı çıkacağını düşünen bir avuç asalak dışında belki de (ki onlar bile bu düşüncelerini açıklıkla ortaya koyamayabilirler). Daha iyi bir dünya özlemi konusunda bize katılanların büyük çoÄŸunluÄŸu, bunun gerçekleÅŸtirilebilirliÄŸi konusunda bizimle aynı kanaatleri paylaÅŸmaz. Devrimcilerin sıklıkla karşılaÅŸtığı cümleler deÄŸil midir; “iyi diyorsun da böyle bir toplum olmaz”, “insanoÄŸlu çiÄŸ süt emmiÅŸ; bencil, kötü niyetli” Bu cümleleri uzatmak mümkün, ama mesajı ortak: insan doÄŸası eÅŸit-özgür-barış içinde bir dünyaya imkan tanımaz. Böyle bir düşünce yapısı, deÄŸiÅŸimin mümkünlüğüne de inanmaz. Bu inançsızlığın geliÅŸmesinde (sınıflı toplumların belirlediÄŸi) gündelik yaÅŸam deneyimleri kadar egemen sınıfların bu yönde özel propagandaları da etkilidir. ınsan doÄŸasının saldırgan, bencil olduÄŸu safsataları eÄŸitim sisteminden, medyaya kadar sürekli iÅŸlenir. Elbetteki bizler de saf deÄŸiliz.

Maddi yaÅŸam kökten deÄŸiÅŸmeden insanlığın bugünkü haliyle daha iyi bir dünyanın kurulamayacağının bilincindeyiz. Ancak bu durumun her daim böyle olmadığını, dolayısıyla bugünün de deÄŸiÅŸebileceÄŸini biliyoruz. Nasıl mı? Marksizmin dünyayı anlama ve açıklamada temel yöntemi olan tarihsel materyalizm, insanın hem toplumsal koÅŸulların ürünü olduÄŸunu hem de bu koÅŸullar üzerinde etkileyiciliÄŸe sahip olduÄŸunu söyler. Marks’ın ifadesiyle “insanların varlığını belirleyen ÅŸey, bilinçleri deÄŸildir; tam tersine, onların bilincini belirleyen, toplumsal varlıklarıdır.” (Ekonomi PolitiÄŸin EleÅŸtirisine Önsöz) Kısacası, insanın temel ihtiyaçlarını (beslenme, barınma gibi) nasıl saÄŸladığı (bunun gerçekleÅŸtiÄŸi toplumsal yapı) onun düşünce ve davranış dünyası üzerinde belirleyiciliÄŸe sahiptir. Ancak bu tek yönlü bir iliÅŸki deÄŸildir; insan da (kolektif olarak, elbette) bu toplumsal koÅŸulları deÄŸiÅŸtirme potansiyeline sahiptir: “kendi tarihlerini kendileri yaparlar … ama doÄŸrudan karşı karşıya kalınan, verili ve geçmiÅŸten gelen koÅŸullar altında.”

Dolayısıyla insan, hep bugünkü gibi olmamıştır; hep de böyle kalmayacaktır. Nasıl ki sınıflı toplumlar, insanlık tarihinin ancak küçücük bir dönemine tekabül ediyor ve öncesi sınıfsız-sömürüsüz bir dünyayı ifade ediyorsa, aynı ilkelere dayalı bir dünyanın (tabii ki artık eldeki imkan ve kaynakların muazzam artışı temelinde) yeniden kurulması mümkündür. Hatta aksine kapitalizm altında yaÅŸamanın, dünya ve üzerindeki bütün canlılar (insan dahil) için geleceÄŸi yoktur. ınsanlık tarihinin yaklaşık son beÅŸ bin yılını çıkardığımızda geriye insanoÄŸlunun dayanışma içinde kurduÄŸu ortaklaÅŸa bir yaÅŸama tanıklık eden on binlerce, hatta yüz binlerce yıl kalır. Sömürüsüz-sınıfsız bu dünya, “ilkel komünal toplum” hangi temeller üzerinde yükseldi? Ne oldu da bu devran deÄŸiÅŸti, çarklar geriye doÄŸru iÅŸledi? Nasıl deÄŸiÅŸti? Bu sorulara yanıt vermek sınıflı toplumların dayandığı maddi temelleri anlamak ve bu temelleri köklerinden sarsarak sömürüsüz bir geleceÄŸi inÅŸa etmek için olmazsa olmaz önemde.

İnsanın Evrimi

Bu dünya üzerinde insanın hikayesi milyonlarca yıl öncesine kadar uzanıyor. İnsanın evriminin izlediği rota ve tarihler konusunda tartışmalar sürse de insanın evriminin ayırt edici özelliği onun iki ayak üzerinde yürüyebilmesi olmuş; bu gelişimin son halini alması milyonlarca yılı bulmuştur.

Neil Faulkner, Marksist Dünya Tarihi kitabında (2012: 21) insanı ortaya çıkaracak evrimin baÅŸlamasından sınıflı toplumların ortaya çıkışına kadarki dönemde, insanlık tarihinin gelecekteki geliÅŸiminde belirleyici olacak dört köklü dönüşümden bahseder. Bunlardan birincisi “DoÄŸu Afrika’da …bazı insansı maymunların evrim geçirerek ilk insangilleri ([hominid] dik yürüyen ve dolayısıyla serbest kalan ellerini alet geliÅŸtirmekte kullanabilen hayvanlar) ortaya çıkar”masıdır. Evriminin ayırt edici niteliÄŸi olarak geliÅŸen insanın iki ayak üstünde yürümesi (dik durması), onun, serbest kalan elleri aracılığıyla alet yapması ve kullanmasını mümkün kılmıştır.

Alet yapımı ve kullanılması, kısacası eller ile beyin arasında gelişen koordinasyon zekanın
geliÅŸimi, dolayısıyla insanlığın gelecek ilerlemelerinin de kaynaklığını yapmıştır. Hominidlerin tarihlenmesi 7,5 milyon yıl geriye götürülse de “homo” cinsinin ortaya çıkışı yaklaşık 2,5 milyon yıl öncesine tarihlendirilebilir. Bu tarih, modern insanın atalarının alet kullanmasının da baÅŸlangıcı olarak iÅŸaretlenerek Paleolitik (KabataÅŸ) Çağı’nın startı kabul edilmiÅŸtir. Bu sınıflandırmanın temelinde arkeolojik kazılarla insan fosilleriyle birarada ya da bağımsız ÅŸekilde elde edilen taÅŸ aletlerin bu tarih civarında baÅŸlaması bulunmaktadır. TaÅŸ aletler; avcı- toplayıcı ÅŸekilde yaÅŸamını sürdüren insan atalarının hem avlanmasında hem de toplayıcılık sırasında kullandığı çakmaktaşından kabaca yontulmuÅŸ basit aletlerden oluÅŸmaktadır. Bu aletler, paleolitik dönem boyunca geliÅŸme gösterse de bu dönemin en önemli aleti aşölyen el baltasıdır.

taş baltaPaleolitik dönem, jeologların tanımladığı son buzul çağına denk düşmektedir. Buzul dönemlerinin yanısıra buzul arası dönemlerde ılıman bir iklime de evsahipliği yapmış paleolitik devrin sonu da buzul çağın sonlanma sürecinin başlamasıyla olmuştur, günümüzden yaklaşık 14 bin yıl öncesinde.

Modern İnsan Ortaya Çıkıyor

Faulkner’ın (2012: 21) bahsettiÄŸi ikinci önemli deÄŸiÅŸimde ise “yaklaşık 200.000 yıl önce yine Afrika’da, belli bazı insangiller, evrim sonucunda modern insanlara, yani beyni daha büyük ve alet yapma becerisi daha fazla olan, ortaklaÅŸa emeÄŸin, toplumsal örgütlenmenin ve farklı ortamlara kültürel uyum gösterme becerisinin geliÅŸtiÄŸi yaratıklara dönüştüler.” Homo sapiens, homo cinsinde beyin büyüklüğü anlamında bir sıçrama anlamına geliyor; bu zeki canlının toplumsal yaÅŸamı da bu baÄŸlamda geliÅŸiyordu. Homo erectus’tan evrimleÅŸerek yine Afrika’da ortaya çıkan homo sapiens 85 bin yıl önce Dünya’ya dağılmaya baÅŸladı. 50 bin yıl önce Güney Asya ile Avustralya’ya, 40 bin yıl önce Kuzey Asya ile Avrupa’ya ve 15 bin yıl önceyse iki Amerika kıtasına varmayı baÅŸardı homo sapiens. Zekasındaki ilerlemelerle kullandığı alet teknolojisi ilerlese de modern insan, homo cinsinin diÄŸer mensupları gibi paleolitik dönemin sonuna kadar yabani hayvanların avlanması ile yabani sebze, meyve ve köklerin toplanmasına dayalı bir avcı- toplayıcı bir yaÅŸam sürdürdü.

Avcı- toplayıcı bir ekonominin izin verdiği ölçüde 30-40 kişilik küçük gruplar halinde yaşayan insanlar, yardımlaş- maya dayalı bir toplumsal yaşam kurdular. Dayanışmaya dayanan ilişkiler, avcı-toplayıcı toplumların doğasının bir parçasıydı. Öncelikle beslenme kaynaklarından biri olan avlanma (ki protein ihtiyacı açısından önemli bir kaynaktı) kolektif bir faaliyeti gerektiriyordu; sonuçta hayvan öldürmek için sınırlı aletlere sahip insan, ancak ortak bir çalış- ma ile bunu başarabilirdi. Avın ok ve yay gibi daha bireysel bir faaliyet temelinde gerçekleştiği durumlarda bile avı paylaşmak esastı. Sonuçta başka bir zamanda günün talihli avcısı eli boş dönebilir ve sınırlı kaynakların paylaşılmaması grubun üyelerinin yaşamını, böylece de aslında grubun geleceğini riske atabilirdi.

Avcı-toplayıcı toplumlarda işbölümü sadece cinsler üzerinden gerçekleşmekteydi.Kadınların, tehlikeli ve zorlu bir faaliyet olan avcılık işine gi rişmesi gruba katılacak gelecek kuşakları riske atması demek olacağından kadın toplayıcılıkla ilgilenmekteydi. Ava çocuk ve kadınların da katıldığı durumlar olmakla birlikte kadın, grubun beslenme yekünün asıl kısmını oluşturan bitki toplayıcılığı yapmaktaydı. Sonuçta raslantılara gebe avcılık yerine grubun beslenmesini garanti altına alan toplayıcılık faaliyetinin öznesi kadın, toplumsal olarak erkekle eşit konumdaydı; toplumsal yaşamda söz ve karar sahibiydi.

Avcı-toplayıcı ekonomi, doğası gereği bir toplumsal artının oluşmasına ya hiç imkan vermiyor ya da bunun mümkün olduğu koşullarda çok sınırlı şekilde oluyordu. Dolayısıyla bu artı ürün üzerinden toplumsal farklılaşmaların şekilleneceği bir zemin bulunmuyordu. İlkel komünal toplum olarak anılan avcı-toplayıcı toplumlar, sadece koşulların zorlaması nedeniyle eşitlikçi değildi; toplumsal düzen ayrıcalıkların oluşmasına imkan vermemek için çeşitli önlemlere sahipti. Örneğin mal birikimi olmaması için kişi sahip olduğu aletlerle gömülüyor; topluluğun en öne çıkan kişileri olan liderlerin bırakın ayrıcalıklı bir pozisyonu toplumun en fedakarca çalışan ve paylaşan üyesi olması gerekiyordu.

Avcı-toplayıcı toplumların liderleri olmakla birlikte bu kişiler, yönetici bir elit oluşturmamakta; toplum içinde ayrıcalıklı bir pozisyona sahip olmadığı gibi topluluk üzerinde iktidar sahibi de değillerdi. Toplum, kararları (kadın-erkek) kolektif olarak almaktaydı. Avcı-toplayıcı toplumlar, özellikle buzul çağı boyunca büyük oranda göçebe bir yaşam sürdürse de imkanlar çerçevesinde yerleşik yaşama geçenleri de bulunmaktaydı. Rus bozkırında mağaraların yokluğunda mamut kemiklerinden yapılma evlere yerleşen avcı-toplayıcıların örneklerinin (Lewin, 2008: 16) yanında beslenme kaynaklarının bolluğu üzerine yerleşik yaşama geçme fırsatı bulan başka örnekler de bulunmaktadır.

Dünyayı etkisi altında alan son buzul çağı, 20 bin yıl öncesinden itibaren etkisini tamamen kaybetmeye başlamış; 10 bin yıl önce dünyanın sıcaklığı bugünkü seviyesini aşağı yukarı almıştı. Günümüzden 7-8 bin yıl önce ise dünya artık fiziki olarak bugünkü görünümü almış; deniz seviyesi yükselmiş ve Baltık Denizi, Kuzey Denizi, Karadeniz gibi oluşumlar şekillenmişti. Buzul çağının son bulmasının dünya iklimi üzerinde önemli etkileri oldu. Artık tundra ve bozkırların yerini büyük oranda meyvesiz ağaçlardan oluşan ormanlar alırken eski ortamda yaşamaya uygun mamut, rengeyiği, bizon, at sürüleri de göç etmeye başlamıştı. Mezolitik (Orta Taş) Devri, yani günümüzden 12 bin yıl önce başlayıp 10 bin yıl önce sonlanan dönem, avcı-toplayıcılar için kaynakların kısıtlı hale geldiği bir süreç oldu.

Avcı-toplayıcı toplulukları bir kriz durumuyla karşı karşıya getiren bu periyot, tarımın ortaya çıkışının kapısını açtı. ıklimin ılıman ve kurak olması nedeniyle yabani tahılların bol bulunduÄŸu Verimli Hilal isimli bölgede toplayıcılığın yeni biçimi olan tahıl devÅŸiriciliÄŸi (yabani tahılların toplanması, kimi zaman sulanarak verimin artırılması) yerini giderek bu tohumların doÄŸrudan ekilmesine, yani yiyecek üretimine bıraktı: “Batı ve Orta Asya’da çiftçiliÄŸin geliÅŸmesi, kısmen buraların daha kurak olması ve besin kaynakları üzerindeki baskının daha fazla olması, kısmen de ehlileÅŸtirmeye uygun temel türlerin yaban çeÅŸitlerinin mevcut olması yüzündendi -arpa, emmer buÄŸ- dayı, sığır, koyun ve domuzlar.” (Faulkner, 2012: 30)

neolitik_yerlesim

Neolitik Devrim

Faulkner (2012: 21) açısından kritik deÄŸiÅŸimlerden bir diÄŸeri şöyle gerçekleÅŸmiÅŸtir: “Üçüncüsü, yaklaşık 10.000 yıl önce, iklim deÄŸiÅŸikliÄŸi ile yiyecek kıtlıklarının etkisiyle bazı topluluklar avcılık-toplayıcılıktan çiftçiliÄŸe geçiÅŸ yaptılar.” Tarıma geçilebilmesi bazı teknolojik geliÅŸmeleri gerektiriyordu. Öncelikle tahıllardan faydalanma teknolojisine (öğütülmesi gibi) sahip olmak gerekiyordu ki bu geliÅŸme, yabani tahıl toplayıcılığı yapılırken saÄŸlanmıştı. Yabani tahılların evcilleÅŸtirilerek ekimine MÖ 9. binyılda baÅŸlandı. Bunun yanında elde edilen ürünün depolanmasına imkan verecek topraktan kalıcı kapların yapılabilmesi gerekiyordu. Bu geliÅŸme, günümüzden yaklaşık 9 bin yıl önce saÄŸlanmıştı. Bu geliÅŸmeleri destekleyen bir diÄŸer baÅŸarı da köpeÄŸin yanına baÅŸka memelilerin evcilleÅŸtirilmesinin eklenmesiydi ki buna da günümüzden 10 bin yıl önce baÅŸlanmıştı.

Avcı-toplayıcı bir yaÅŸamdan çiftçiliÄŸe geçiÅŸ, istekli ÅŸekilde gerçekleÅŸen bir dönüşümü deÄŸil bir zorunluluÄŸu yansıtmaktaydı. [Afrika’nın Kalahari Çölü’nde yaÅŸayan !Kung kabilesi üzerine çalışan Richard Lee (1999: 33), topluluk üyelerinden birinin ÅŸu sözlerini bize aktarır: “Dünyada bu kadar çok mongongo fıstığı varken neden toprağı ekelim”] Avcı-toplayıcı ÅŸekilde varlıklarını sürdürebilen topluluklar, dünyanın çoÄŸu yerinde tarıma geçiÅŸ yapmadılar (evcilleÅŸtirecek hayvan ve bitki eksikliÄŸi koÅŸullarını unutmadan). Sonuçta tarımsal faaliyet, bitmeyen sıkıcı bir rutin ve yorucu bir çalışmayı gerektiriyordu: “Arkeologlar pek çok bölgede yerlerini ilk çiftçilere bırakan avcı/yiyecek toplayıcılara göre ilk çiftçilerin daha ufak tefek olduklarını, daha kötü beslendiklerini, daha fazla ciddi hastalıklara yakalandıklarını, ortalama olarak daha genç yaÅŸta öldüklerini gösterdiler.” (Diamond, 2013: 136) Ancak bir kere baÅŸladıktan sonra kolay kolay geri dönüş mümkün deÄŸildir.Elde edilen ürün artışına baÄŸlı artan nüfusu artık avcı-toplayıcı ekonomi temelinde beslemenin imkanı kalmamıştır.

tablo

İlk dönem çiftçiliÄŸi, bahçecilik ya da çapa tarımı olarak geçer. Bahçe tarımında ya çapanın girebileceÄŸi yumuÅŸak topraklı ırmak kenarında açılmış tarlalarda ekim yapılmakta ya da ormanda aÄŸaçlar balta ile kesilip kurutularak tarım arazisi açılarak ekim yapılmaktadır. Bahçe tarımcılığı için ihtiyaç duyulan temel aletler; “aÄŸaçları kesmek için balta, tohum ekmek üzere çürümüş yapraklardan oluÅŸan toprakları kazmak için çapa ve olgunlaÅŸmış ekini dermek için oraktır… balta başının ağır vuruÅŸta dağılmadan dayanabilmesi için yeterince sert ve sıkı taÅŸtan olması gerekliydi… BaÅŸlıcaları granit ve bazalt olarak, yontulmaları son derece güç olan öteki kaya parçalarından, ağır bir öğütme ve cilalama süreciyle balta baÅŸları yapmak zorunda kalındı.” (McNeill, 2008: 31-2) YenitaÅŸ (Neolitik) devri iÅŸte alet yapımında bu yeni teknolojinin kullanıldığı dönemi ifade eder. Neolitik dönemin baÅŸlarında karma bir ekonomik faaliyet geçerlidir. Bahçe tarımcılığının yanında avcı-toplayıcı faaliyet de sürmektedir. Zamanla avcı- toplayıcılık geride kalırken tarımın yanına hayvan besiciliÄŸi de temel ekonomik faaliyet olarak eklenecektir.

Bahçecilik, ilkel bir teknolojiye dayanmakta; çapa ile yapılan tarım topraktan yeterli verimi almaya imkan vermemektedir. Çapa toprağın derinlerine inerek alttaki daha canlı tabakanın toprağı canlandırmasını sağlayamaz. Çapa tarımında gübre kullanımı da yaygınlaşmamıştır. Dolayısıyla toprak kısa sürede verimsizleşmekte; köylüler bir süre sonra işledikleri toprakları terk ederek yeni tarlalar açmaya girişmektedir. Bu model, israfa dayalı, giderek artan nüfusu besleyemez bir nitelik taşımaktadır. Bu noktada insanoğlunun yaratıcı çözümü, hayvan besiciliğine onları tarlaya sürmeye imkan tanıyan koşu takımlarının eklenmesiyle sabanın ortaya çıkışı ile gelecektir.

Saban Tarımı

Faulkner’e göre (2012: 21) dördüncü dönüşüm olarak “kabaca 6.000 yıl önce, yeni toprak ıslahı ve yoÄŸun [entansif] tarım teknikleri, uygun yerlerde yaÅŸayan bazı toplulukların, çapalamaya dayalı ekimden sabana dayalı tarıma geçerek aldıkları mahsulü önemli ölçüde artırmalarına olanak tanıdı.”

Tarlaların sabanla sürülmesi, hem toprağın derinlerine ulaşılması hem de bu faaliyet sırasında kullanılan hayvanların toprağı gübrelemesi baÄŸlamında toprağın verimliliÄŸini büyük oranda artırmaktadır. Saban kullanımının yanısıra artık tarlaların sulanması için kanalların açılmaya baÅŸlanması, tarımsal faaliyetin nitelik deÄŸiÅŸimine imkan vermiÅŸtir. Elde edilen tarımsal ürün çok daha geniÅŸ nüfusları besleyebilir hale geldikçe köylerin çapı büyümüş; kentsel devrimin geliÅŸiminin kapısı aralanmıştır: “…tarıma geçilmesinden binlerce yıl sonrasına kadar sınıfa ve devlet otoritesine benzeyen herhangi bir ÅŸey görünmüyor… Sınıf bölünmeleri, tam zamanlı bürokratlara silahlı adamlara dayanan yerleÅŸik devlet aygıtının kurulması ve kadının ikincilleÅŸtirilmesi henüz ortaya çıkmamıştı. İnsanların hayatlarını kazanma biçimlerinde ikinci dizi deÄŸiÅŸiklikler, ‘neolitik devrim’in üzerine Gordon Childe’ın ‘kentsel devrim’ dediÄŸi ÅŸey eklenene kadar da ortaya çıkmayacaktı.” (Harman, 2009: 29)

memeli evrimiMarks ve Engels’in belirttiÄŸi gibi avcı- toplayıcılar gibi ilk çiftçiler sınıfsal bölünmelerin, devletin, çekirdek ailenin oluÅŸmadığı bir toplumsal düzende “ilkel komünist” bir yaÅŸam sürdüler. Bu yaÅŸam biçiminde kırılma, saban kullanımıyla tarımsal üretimin çapının büyümesiyle önemli deÄŸiÅŸimlerin önü açılmış ama aslen kentsel devrimin gerçekleÅŸmesiyle ilk sınıflı toplumlara baÅŸlangıç yapılmıştır.

Bu süreç kadının da tarihsel yenilgisinin yaÅŸandığı bir dönemdir. Gerek avcı- toplayıcı toplumda gerekse bahçe tarımcılığında üretimin önemli bir parçası olan (hatta buÄŸdayın evcilleÅŸtirilmesi, toprak kapların yapılması, tahıllardan ekmek yapılması gibi buluÅŸlara imza atan) kadın saban tarımıyla üretim sürecinin dışına itildi. Bu durum, kadını zorlu çalışma yaÅŸamından kurtarırken toplumsal yaÅŸamda sahip olduÄŸu yerin maddi zeminini ortadan kaldırdığından onu toplumsal konumunu ikincilleÅŸtiriyorlardı: “Erkekler, kadınları çapalama, yük taşıma ve çömlek yapma alanındaki ağır ama önemli görevlerinden kurtararak, üstün analık hukukunun ekonomik dayanakları ile iliÅŸkisini kesmiÅŸ oldular.” (Childe, 1998: 79)

Nasıl Bir Dünya?

Jared Diamond, etkileyici eseri Tüfek, Mikrop ve Çelik’te gerçek bir hikayeye yer verir. Hikaye, Yeni Zelanda’yı içine alan bölgede yaÅŸayan “aynı ortak atadan gelip farklı yönlerde geliÅŸim göster”en (2013: 57) Moriori ve Maori toplulukları arasında geçmektedir: “Maoriler gruplar halinde Moriori yerleÅŸim yerlerine geliyor, Moriorileri esir aldıklarını ilan ediyor, karşı çıkanları öldürüyordu. Morioriler örgütlü bir direniÅŸ gösterseler Maorileri o zaman yenebilirlerdi çünkü sayıları onlarınkinin iki katıydı. Gelgelelim Moriorilerin anlaÅŸmazlıkları barışçı yöntemlerle çözmek gibi bir gelenekleri vardı… Morioriler henüz bu önerilerini yapamadan Maoriler toplu halde saldırıya geçti. Bunu izleyen birkaç gün içinde yüzlerce Moriori’yi öldürdüler, pek çoÄŸunu piÅŸirip yediler, geri kalanların hepsini esir aldılar, ileriki birkaç yıl içinde çoÄŸunu da canlarının istediÄŸi gibi öldürdüler.” (2013: 53-4)

Yeni Zelanda’da çiftçilik yaparak geçinen Maorilerin bir kısmı, bu bölgenin çevresindeki Chatham Adaları’na giderek oraya yerleÅŸmiÅŸ ve bu adadaki koÅŸullar temelinde avcı- toplayıcı bir yaÅŸama adapte olup Moriori halkını oluÅŸturmuÅŸtu. Yeni Zelanda’da kalan Maoriler ise tarımsal faaliyeti geliÅŸtirmiÅŸ; bu toplumda ortaya çıkan artık ürünün çapının artmasıyla koÅŸut olarak toplumsal ayrıcalıklaÅŸma ÅŸekillenmiÅŸti. Aynı kökenlerden kısa bir süre önce farklı toplumsal koÅŸullar temelinde ayrışma yaÅŸayan bu iki halkın dünyası arasındaki uçurum öyle açılmıştı ki! Sonunda savaÅŸ yanlısı sınıflı bir tarım toplumuna dönüşmüş Maoriler, eÅŸitlikçi bir yaÅŸam süren kardeÅŸ Moriorilerin katilleri olabiliyordu.

Geleceğimizi hangi toplumsal yapının ilkelerini temel alan bir dünyada görmek isteriz peki? Morioriler mi Maoriler mi? Cevap açık bizce; cevaba götürecek yol da.

Kaynakça

Childe, G. (1998) Tarihte Neler Oldu, İstanbul: Alan.

Diamond, J. (2013) Tüfek, Mikrop ve Çelik, Ankara: Tübitak.

Faulkner, N. (2012) Marksist Dünya Tarihi, İstanbul: Yordam.

Harman, C. (2009) Halkların Dünya Tarihi, istanbul: Yordam.

Lee, R. (1999) “What Hunters Do For A Living, or, How To Make Out On Scarce Resources”, Man The Hunter, Chicago: Aldine, 30-48.

Lewin, R. (2008) Modern ınsanın Kökeni, Ankara: Tübitak. McEvedy, C. (2010) İlkçağ Tarih Atlası, İstanbul: Sabancı Üniversitesi.

McNeill, W.H. (2008) Dünya Tarihi, Ankara: İmge.

Etiketlendi: