Suriye’den gelen son haberler iç savaşın korkunç yüzünü bir kez daha gözler önüne serdi. Halep Üniversitesi’ne düzenlenen füzeli ve bombalı araçlı saldırıda 100’e yakın insanın hayatını kaybettiği bildiriliyor. Üniversite kampüsü, rejimin kotrolünde ve güvenli bölge olarak çatışmalardan kaçanların sığındıkları bir yerdi. Belli ki bu yüzden özellikle hedef alınmış. Saldırıyı El Kaide’ye bağlı Nusra Cephesi üstlenmiş durumda. Oysa haber ajanslarına saldırı haberleri düşer düşmez dezenformasyon kampanyası iş üzerindeydi. AKP’nin resmi sesi haline gelen borazan medya, derhal saldırıyı Esad’a bağlı uçakların gerçekleştirdiğini duyuracaktı. Oysa üniversite binasında Esad’ın büyük portresi asılıydı ve bu yer Esad’a bağlı birliklerin elindeki kurtarılmış bölgedeydi. Yani, karşımızda Suriye’de iç savaş başladığından beri var olan büyük çaptaki bilgi kirliliği ve medya dezenformasyonunun bir başka örneği bulunuyordu. Bilindiği gibi Suriye’deki iç savaşın koordinasyon ve lojistik üssü olan Türkiye’de de AKP medyası bu dezenformasyonun önemli bir bileşeni durumunda.
Suriye’de Esad rejiminin düşmesi, AKP’nin, ABD’nin, Katar’ın, Suudi Arabistan’ın, Fransa’nın ve diğer müttefiklerinin hiç de arzu etmedikleri ve planlamadıkları şekilde, geciktikçe gecikiyor. Düzenli aralıklarla düştü düşecek denen, ömür biçilen Esad, geçtiğimiz hafta meydan okurcasına Şam’daki opera binasında düzenlediği gövde gösterisiyle, Suriye içerisine ve dünya komuoyuna ayakta olduğu mesajını verdi. Esad’ın askeri direnci, dayandığı devlet geleneği, uluslararası ortakları ve içerideki destekçileri ve bunların bütünü, ABD- Rusya arasındaki pazarlıklarda, en azından 2014’e kadar, Esad’ın ayakta kalacağının veri olarak kabul edilmesini sağlıyor.
Esad’ın en büyük gücü, Suriye derin devleti diyebileceğimiz, iç içe geçmiş güvenlik ve istihbarat ağlarının kenetlenmiş dokusudur. Bu doku genel olarak sahil kesimlerinden gelen Nusayri azınlıktan oluşmaktadır. Bu kesim Esad’ın düşmesinin azınlıklar adına toptan bir yokoluş anlamına geldiğini bilmektedir ve bu yüzden de sert bir direniş ortaya koymaktadır. Ve belli ki isyancıların başından beri ifade ettiği gibi sonuna kadar savaşacaklar. Bu direniş sergilendiği ölçüde de devletin diğer kademeleri- ki mezhepsel çeşitlilik buralarda Baas devlet geleneği olarak gözetilmektedir- bütünlüğünü korumaktadır. Hatırlanacak olursa Kaddafi’nin düşüşünü önceleyen günlerde peşi sıra kilit konumdaki devlet yöneticileri saf değiştirmekteydi, ne var ki Suriye’de durum farklı. Saf değiştirmesi en kolay olan büyükelçilikler bile başlangıçtaki bir iki fire dışında yerlerini koruyorlar.
Peki Suriye’de Durum Nereye Varacak  Â
Büyük dış desteğe sahip, yerel bağlantıları da sağlam olan on binlerce silahlı militanla baş etmek, kolay iş değil. Nikaragua’da Sandinistler, yine ABD’nin yönlendirdiği kontra silahlı mücadeleyle baş edemeyecekti. Arkasındaki SSCB ve Küba desteğini 1980’lerin sonundan itibaren hissedemeyen Sandinistler, esasında kendi küçük burjuva programları nedeniyle, saldırılara boyun eğecekti. SSCB’nin Afganistan’daki işgali de ABD’nin bölgesel taşeronları eliyle yönlendirdiği mücahit ağının saldırılarına dayanamayacaktı. Dolayısıyla bu örnekler de göz önünde bulundurulduğunda Suriye’deki Baas rejiminin pek fazla direnemeyeceği düşünülebilirdi.
DiÄŸer taraftan Suriye’deki iktidar blokunun özel durumu, Baas rejiminin içiçe geçen güvenlik ve istihbarat aÄŸları, biraz farklı bir durum yaratıyor. Zira, bu kesimin teslim olma ÅŸansı yok. Suriye’deki iç savaÅŸta isyancı ÖSO ve El Kaideci Nusra Cephesi ile onların arkasındaki büyük emperyalist güçler, sistematik biçimde, mezhepçi bir iç savaÅŸ örgütlediler. Gerek ÖSO, gerekse de her geçen gün isyancılar içerisindeki nüfuzlarını arttıran Selefi örgütler, fanatiklik derecesindeki ruh halleriyle, Nusayriler ve diÄŸer azınlıklara karşı en gaddar katliamları gerçekleÅŸtirmektedirler. Bu yüzden de açık ki Nusayri azınlığın Esad sonrasında etnik temizlikle karşılaÅŸmaması pek mümkün gözükmüyor. Benzer bir durum daha yumuÅŸak bir pozisyonda olsalar da Hıristiyanlar, Dürziler ve hatta Kürtler için de geçerli. Bu durum çok çarpıcı olduÄŸu için Baas rejimi daha baÅŸtan neredeyse %40’lık bir toplumsal desteÄŸi kazanmış oluyor. Bunun dışında laik yaÅŸam biçimini benimsemiÅŸ olan Sünni orta sınıflar ile ÖSO’nun çapulculuÄŸundan ve iç savaşın acımasızlığından bıkan ve korkan diÄŸer toplumsal kesimler de rejimin arkasında saf tutmuÅŸ gözüküyor. Bu durum en çarpıcı ÅŸekilde Suriye’nin ikinci büyük kenti olan ve bir zamanların sanayi ve ticaret merkezi durumundaki Halep ÅŸehrinde gözlemlenebilir. Temmuzda ÖSO tarafından iÅŸgal edilene dek Suriye’nin en sakin yerlerinden birisi durumundaki Halep’in yarısı, kırsal kesim kökenli ÖSO ve diÄŸer İslamcı grupların eline geçti. İsyancılar, kent merkezinde bir desteÄŸe sahip olmasalar bile silahlı güçleriyle istedikleri gibi hakimiyetlerini sürdürüyorlar. Esad’a baÄŸlı güçlerin ise isyancıları ÅŸehirden sürmek için yeterli sayıda savaşçı birliÄŸi bulunmuyor. 10-15 bin isyancı, giderek bir keskin niÅŸancı rekabetine dönüşen savaÅŸta Halep’in en az yarısını kontrol ediyor ve halen atak olan taraf konumundalar. Baas rejimi ise destekçisi olan mahallelerde direnen milis kuvvetleri oluÅŸturarak saldırılara cevap vermeye çalışıyor.
Toparlayacak olursak Esad’a bağlı askeri birliklerin kırsal alanda adım adım güç kaybettiği gözlemleniyor. Diğer taraftan şehir merkezlerinin savunulması çok daha kolay. Bu yüzden de iş şehir savaşına kaldığında Esad’a bağlı birliklerin uzun süre ayakta kalması mümkün gözüküyor. Gelgelelim her geçen gün Suriye’nin giderek bir moloz yığınına dönüştüğü gerçeğiyle karşı karşıyayız. İç savaş Suriye’yi yiyip bitirmekte.
Afganistan Modeli Nedir?
Afganistan’da SSCB işgali, 1979’da başlamıştı. SSCB kuklası yönetime karşı başlayan gerilla hareketini İslamcılar yönetecekti. Perde gerisinde Pakistan vardı. Pakistan mücahit gruplarının eğitim, lojistik ve istihbarat merkeziydi. Pakistan istihbarat servisleri, mücahit gruplarını yönlendiriyordu. Pakistanlıların arkasında ise CIA bulunuyordu. Bu arada Suudiler, finasman işini üstlendikleri gibi bir çok uluslararası cihatçının Pakistan ve Afganistan’a ulaşmasını sağlıyorlardı.
Bugün Suriye’ye baktığımızda şaşırtıcı benzerliklerle karşılaşıyoruz. Suudiler, Katar ile beraber benzer görevleri Suriye’de de yerine getiriyor. Pakistan’ın görevi ise bugün Türkiye’de. Bu arada Pakistan’ın Afganistan’daki süreçten doğrudan etkilendiğini ve zamanla kendisinin Afganistanlaştığını ekleyelim. Benzer şekilde Türkiye’nin Suriye’deki iç savaştan etkilenmesi kaçınılmazdır. ABD ve Rusya’nın pozisyonlarının da Afganistan’dakilerle benzer olduğunu söylememize gerek yok.
Peki Afganistan’da ne olmuÅŸtu? SSCB destekli Necibullah yönetimi (Esad’a benzetilebilir), NATO mücahitlerinin taarruzlarına yaklaşık 3 yıl direnebildikten sonra, 1992’de yenik düşmüştü. Afganistan’da ÅŸeriat ilan edilecek ve Necibullah Kabil’de asılacaktı. Ardından her biri ayrı bir savaÅŸ aÄŸasına dönüşen mücahit grupları kendi aralarında büyük bir iç savaÅŸ baÅŸlatacaklardı. Her bir bölge ülkesi (Pakistan, S.Arabistan, İran vb.) kendi çıkarları için iç savaÅŸta farklı grupları destekleyecekti. Afganistan’ın etnik yapısı bu tarz çatışmaların yeniden üretimi için oldukça elveriÅŸliydi. 1990’lı yıllar Afganistan’da kan ve gözyaşı ile geçen ikinci on yıl olacaktı. 1990’lı yılların ikinci yarısında Taliban, Pakistan ve S.Arabistan’ın desteÄŸiyle giderek güçlendi ve güneyden kuzeye adım adım ülkeyi ele geçirdi. Pakistan ve S.Arabistan’ın küresel mücahit ağı Afganistan’da o kadar iyi iÅŸliyordu ki Taliban saflarında savaÅŸanların sadece 3’te 1’i Afganistanlıydı. Taliban’ın zaferinden sonra ABD hedeflerine saldırılar baÅŸladı. Bir hayli karanlık yönler ihtiva eden bu saldırıların son durağı 11 Eylül saldırıları oldu. Bu saldırıdan aylar sonra 2002’de NATO birlikleri El Kaide ve lideri Bin Ladin’i bitirmek için Afganistan’ı iÅŸgal edecekti. Bu da 2000’li yılların da Afganistan’da savaÅŸla geçmesi anlamına geliyordu. Yıl oldu 2013. ABD 2014’te güçlerini Afganistan’dan tamamen çekeceÄŸini ilan etti. Taliban yönetimi tekrar devralır mı, iç savaÅŸ baÅŸtan yeniden tetiklenir mi? İnsanların kafasında haklı olarak bu sorular var. Neticede Afganistan 30 yılı aÅŸkın bir süredir savaşı yaşıyor ve ülke adeta taÅŸ devrine dönmüş durumda. Afganistan’ın ÅŸu an kayda deÄŸer hiçbir üretimi bulunmuyor. Tek geçim kaynağı neredeyse afyon üretimi ve uyuÅŸturucu ticareti. Ülke ÅŸu an dünyanın en fakir ülkeleri sıralamasında başı çekiyor.
Suriye’ye dönecek olursak… Afganistan ile uÄŸursuz bir sürü benzerlik bulunuyor. Rusya destekli Necibullah’ı andıran Esad yönetimi devrilse bile bu sefer farklı isyancı gruplar arasında iç çatışmaların çıkması oldukça muhtemel. Halihazırda Esad’a karşı savaÅŸan farklı silahlı gruplar, zaman zaman birbirleriyle çatışmaktalar. Esad düştükten sonra bu grupların hegemonya mücadelesine girmeleri kaçınılmaz. DiÄŸer taraftan silahlı gruplar arasında El Nusra Cephesi gibi fanatik Selefi gruplar öne çıkıyorlar. Bu Selefi oluÅŸumlar Suriye’de savaÅŸan gruplar içerisinde parası en çok olan (Körfez’in petro-dolarları burada devreye giriyor) ve Irak ve Afganistan gibi farklı ülkelerdeki savaÅŸ tecrübeleri nedeniyle en profesyonel bileÅŸen durumunda. Üstelik El Kaide tandanslı bu gruplar, daha ideolojik ve daha disiplinli olduklarından isyancıların elindeki bölgelerde daha çabuk otorite saÄŸlamaktalar. Bu durumu da Taliban 90lı yılların ikinci yarısından itibaren Afganistan’da adım adım güçlenmesine benzetebiliriz. DiÄŸer taraftan ABD, El Kaide uzantılı El Nusra Cephesi’ni terör örgütü olarak ilan etti. Esad’ın olası düşüşü sonrası farklı grupların çatışması neticesinde üstünlüğü saÄŸlayabilecek olan ve yabancı savaşçıların yoÄŸun olduÄŸu ve Katar ile diÄŸer bölge ülkelerinin desteÄŸini tıpkı Taliban gibi elde eden Nusra Cephesi’nin gücü ele geçirme ihtimali hiç de yabana atılır bir olasılık deÄŸil. Böyle bir ihtimalin gerçekleÅŸmesi durumunda da ABD ve NATO güçlerinin Suriye’ye müdahale etmesi gündeme gelecektir. Uzun yıllara yayılan aralıksız iç ve dış savaÅŸlar, Suriye’yi tüketecek, adeta taÅŸ üstünde taÅŸ kalmayacaktır. Suriye’nin AfganistanlaÅŸması budur.











