19 Åžubat, 2014
Dipnot Yayınevi’nden önemli bir kitap yayınlandı: “Türkiye Sosyalist Solu Kitabı-1”. Kitap, 1920’lerden 1970’lere kadar sosyalist solun liderlerinin kaleminden çıkan en kritik metinlerin bir derlemesinden oluÅŸuyor. Yazarlar, Mustafa Suphi, Åžefik Hüsnü, H.Kıvılcımlı, M. Ali Aybar, B. Boran, D. AvcıoÄŸlu, M. Belli, M.Çayan, H.İnan, İ.Kaypakkaya’dan oluÅŸuyor. Yeri gelmiÅŸken hemen belirtelim, derlemeler okunduÄŸunda sosyalist dünya devriminden bahseden, muhtevası tutkulu proletarya enternasyonalizmi ve devrimci Marksist prensiplerle yoÄŸrulmuÅŸ Mustafa Suphi ile diÄŸer bütün liderler arasındaki büyük mesafe, kendisini olanca çıplaklığıyla hissettiriyor.
Türkiye sosyalist solu adına gerçek bir hesaplaşmanın başlaması noktası tam da Şefik Hüsnü ve ardından gelenlerle Mustafa Suphi arasındaki kopuştur. Bu kopuş incelenmeden, bu kopuşun tarihsel ve uluslararası arka planı araştırılmadan bu kitabın da konusu ve hatta amacı olan teorik ve tarihsel muhasebe katiyen gerçekleştirilemez.
Kitap özünde bir derleme olduÄŸundan birbiri ardına dizilen metinlerden oluÅŸuyor. Bu metinleri anlamlı bir bütün haline getirmek içinse belirli bir tarihsel bilgi ve yine belirli bir derinliÄŸi içeren saÄŸlam bir politik perspektif gerekiyor. Bunlar olmadan kitap belgeler toplamı olmanın ötesine gidemeyecektir. Bu yüzden de derlemenin saÄŸlam bir önsöze ihtiyacı bulunmaktadır. Bu iÅŸi de ErtuÄŸrul Kürkçü üstlenmiÅŸ. Gelgelelim Kürkçü’nün bu önemli iÅŸin altından kalkabildiÄŸini söylemek imkansız. Bu derlemeyi oluÅŸturan metinleri tarihsel ve teorik bir bütünlüğe kavuÅŸturması ve buradan saÄŸlam bir perspektif oluÅŸturması beklenen önsözü eleÅŸtirmeye baÅŸlamadan önce seçilen metinler hakkında oldukça önemli bir itirazı ortaya koymak gerekiyor. Bu da Åžefik Hüsnü’nün 1927 yılında kaleme aldığı “Kemalizmin Tekamülü: Milli İnkilaptan Burjuva Diktatörlüğüne” adlı metinle alakalıdır. Zira bu metin Åžefik Hüsnü’nün gerçek mahiyeti ve TKP’nin nasıl bir dönüşüm geçirdiÄŸi hakkında yanlış bir izlenim vermektedir. Çünkü 1927 yılında Stalinizmin egemenliÄŸi altına aldığı Komintern’de 3.Dönem politikaları egemendir. Komintern daha önce ihanete varan pasifist politikalarından sonra keskin bir zikzakla ultra solcu bir dönem içerisine girmiÅŸtir. Bu yüzden de Åžefik
Hüsnü’nin 1927’deki metni hiç de TKP’nin genel tarihsel çizgisini yansıtmayacak ÅŸekilde sol bir içeriÄŸe sahiptir. Bu da dönemi bilmeyen okurlar için yanıltıcı olacaktır. 1927’deki metinde Kemalizme eleÅŸtirellik izlenimi veren ifadeler, tamamen yanıltıcıdır. Hatta TKP, Kemalizm’e destek ya da muhalefeti sonlandırma anlamında 1937’deki desantralizasyon kararı ile ülke içerisindeki parti faaliyetlerini sonlandırmıştır. TKP zaten daha sonra geçmiÅŸ çizgisini kendisi eleÅŸtirecektir. Kürkçü’nün alıntısını kullanırsak “hükümet faaliyetlerinin müspet taraflarını görmezden gelmeye, henüz inkılap kuvvetlerini teÅŸkilatlandırmak ve kati mücadeleler için hazırlamak yoluna girmeyi becermemiÅŸ olduÄŸumuza bakmayarak ulu orta amele ve köylü hükümeti ÅŸiarını sürmek…” İşte TKP’nin esas tarihsel çizgisini açıklayan resmi çizgisi budur. Yani bir yandan amele ve köylü hükümeti ÅŸiarı eleÅŸtirilirken Mustafa Suphi hedef alınıyor, diÄŸer yandan hükümetin müspet tarafları vurgusuyla da kendi 3.Dönemlerinin özeleÅŸtirisi yapılıyor. Gelgelelim Kürkçü, meselenin özüne dair bu gibi konulara girmiyor. Ama kitaptaki tek Åžefik Hüsnü makalesi olan söz konusu yazı, yanıltıcı bir tarih algısı oluÅŸturacağından önemli bir çarpıtma ile karşı karşıya olduÄŸumuzu söyleyebiliriz. Kaldı ki Åžefik Hüsnü’nün genel TKP çizgisine göre fazla solda kalan söz konusu metni bile tarih boyunca sosyalist sola damgasını vuracak olan aÅŸamacılık, ilerici burjuvalar, yurtseverlik, çarpık bir antiemperyalizm gibi saÄŸ sapmalar hususunda fazlasıyla zengindir. Devrimci Marksizmden ayrılan bu gibi ciddi kopuÅŸlar ve daha baÅŸkaları, Åžefik Hüsnü’den Hikmet Kıvılcımlı’ya ve daha sonraki lider yazarların hepsinde görülecektir. Mustafa Suphi, bu yüzden adeta bir yıldız gibi parlamaktadır.
Kürkçü Yeni Kuşaklara Sağlam bir Tarih Anlatamaz
Kürkçü, önsözüne Mustafa Suphi ile baÅŸlıyor ve ardından uzun bir Kemalizm eleÅŸtirisi geliyor. Bu eleÅŸtirilere bizler de imzamızı atarız, orası ayrı; ama Türkiye sosyalist geleneÄŸi ve onun çekim alanında olan yeni bir radikal kuÅŸak, heba edilen onca fırsat ve zamandan sonra daha fazlasını hak etmiyor mu? Devrimci akıl yürütmenin eleÅŸtirelliÄŸi doÄŸrudan ve hesapsızdır. O halde şöyle bir soru yöneltelim: “Tamam, Kemalizm emekçi sınıflar ve komünistler için berbat bir ÅŸey de nasıl oldu da TKP, Mustafa Suphi’lerin ardından Kemalizme yedekleniverdi?” Uzun uzun Kemalizm eleÅŸtirisi yapıp bu can alıcı sorunun üzerinden atlarsanız Türkiye sosyalist solu adına yaptığınız her analiz, baÅŸtan sona eksik ve dolayısıyla çarpık olacaktır. Kemalizmi ilerici, antiemperyalist sayma, sosyalist devrim hedefinden cayma, Kürt katliamlarını onaylama gibi ihanetlerin ardından en sonunda 1937’deki desantralizasyon kararıyla TKP’nin fiÅŸini çekme; StalinistleÅŸtirilen TKP’nin Kemalizme yedeklenmesinin ana baÅŸlıkları bunlar.
ErtuÄŸrul Kürkçü hayatı boyunca yaptığı gibi bu önsözde de can alıcı konuların üzerinden atlıyor. Her ÅŸeyi gayet iyi bildiÄŸi halde bu meseleleri görmezden geliyor. Yani Türkiye sosyalist solunun resmi ideolojisi olan Stalinizmle hesaplaÅŸmak tarihi sorumluluÄŸunu yerine getirmiyor. ÖrneÄŸin, yeni kuÅŸakların TKP’yi bitiren bir karar olarak desantralizasyon kararını bilmeleri gerekmez mi? Sosyalist solda hala daha var olan Kemalizmin güçlü etkisi, StalinistleÅŸtirilen TKP’nin öğretmenliÄŸi olmadan açıklanabilir mi? Nazım Hükmet gibi sembol bir ismin Mustafa Kemal’i “sarışın bir kurt”a benzetip övdüğü bir ortamda 68 kuÅŸağının Kemalizme baÄŸlı olmasında ÅŸaşırtıcı bir yan olabilir mi? Bu tip irdelemelere girmeden Türkiye sosyalist solunun sahici bir tahlili yapılamaz. Kürkçü de bu tür zorlu görevlerden hep kaçındı zaten.
Oysa genç Nazım 15’ler için yazdığı dizelerinde “burjuva Kemal”den bahsediyordu. Genç Nazım, BolÅŸevik İhtilali’nin ışığında saÄŸlam bir devrimciydi, Troçki’ye hayrandı, ne zaman devrim geriledi, Nazım da geriledi. Nazım’ın gerilemesi, Stalinizmin yükseliÅŸiyle oldu. Nazım, belki akıntıya karşı yüzecek güçte deÄŸildi, Parti disiplinine baÄŸlı kaldı hep, dilini ısırdı, sustu, dışlandı, Sovyet vatandaÅŸlığına bile alınmadı… Neticede her ÅŸey birbirine baÄŸlı; kuÅŸaklar, ülkeler ve sınıf mücadelesi… Bu yüzden Kemalizm eleÅŸtirisi yalıtık bir halde bırakılamaz.
Kürkçü gibileri bunu hep atladı, çünkü iÅŸin ucu Komintern’e yani Stalin’e çıkmaktadır. 1937’deki desantralizasyon kararı Komintern tarafından alınmıştır. Yani, TKP’nin ipleri artık bütünüyle Moskova’nın elindedir. Rus dış politikasının milliyetçi çıkarları neyi gerektiriyorsa TKP de tıpkı dünyadaki diÄŸer KP’ler gibi “gereÄŸini” yapmaktadır. Kürkçü gibileri de Kemalizme o kadar laf edip TKP’yi Kemalizm’in kucağına iten Stalin’e bir çift laf edemezler. Bu kadar basit bir tutarlılığı bekleyemez miyiz? Çoktandır öğrendik ki bekleyemeyiz. Zira, Kürkçü gibilerinde sosyalist soldaki resmi görüşle hesaplaÅŸacak devrimci irade yok. Stalinizmi yarım ağız deÄŸil de gerçek bir eleÅŸtiriye tabi tutacaksanız bunu iki ÅŸekilde yapabilirsiniz. Birincisi Mehmet Ali Aybar’ın açtığı yoldan gider ve bu iÅŸi (bugün çok moda olduÄŸu gibi) saÄŸdan yapabilirsiniz, o zaman varacağınız yer, düzen olur. Ya da Stalinizmi soldan eleÅŸtirirsiniz, o zaman da varacağınız yer devrimci Marksizm ve lideri Troçki olacaktır. EÄŸer ikinci alternatifi yapar ve devrimci bir yol tutturursanız Troçkist damgasını yer ve dışlanırsınız. Kürkçü gibileri bunları göze alamazdı. Bu yüzden de Türkiye sosyalist solunun tarihine dair kritik bir yazıda Kemalizme verip veriÅŸtirirken dönemin tek odağı TKP’nin Kemalizme yedeklenmesine dair tek bir kelam edemez. Ne de olsa eleÅŸtirinin mantıksal ucu Stalin’e çıkar da ondan. Kürkçü bunların yerine Åžefik Hüsnü’de iyi bir ÅŸeyler arar, Hikmet Kıvılcımlı’nın entelektüel üretkenliÄŸinden dem vurur. Gelgelelim, Hikmet Kıvılcımlı’nın TKP’den neden ve nasıl atıldığına, her daim baÄŸlı kaldığı SSCB’nin kendisine ölümcül hastalığının tedavisi için bile vize vermediÄŸine, orduculuk hastalığından O’nun da muzdarip olduÄŸuna ve bütün bunların Stalinizmle alakası olduÄŸuna girmez.
Burada okuyucunun belki bir itirazı gelebilir: “Böyle bir derlemede Kürkçü’nün her konuya deÄŸinmesi mümkün olmayabilir.” Aslında bahsettiklerimiz herhangi bir konu deÄŸil. Tam tersine Türkiye sosyalist solunun kaderinin çizildiÄŸi esas meseleden bahsediyoruz. Öyle ki bu tesir bugün de alabildiÄŸince hüküm sürüyor. Türkiye emekçi sınıfları ve gençliÄŸi komünizmi TKP’den öğrendi, ama altını çizelim Åžefik Hüsnü TKP’sinden öğrendi, Mustafa Suphi’nin BolÅŸevik geleneÄŸinden deÄŸil. Åžefik Hüsnü ve diÄŸer TKP kadroları da Komintern ve sahibi Stalin ne derse onu tekrarlamak zorunda idi. Neticede Türkiye’de sosyalist yeni kuÅŸaklar, Stalinist tedrisattan geçtiler. Bunun sonucu olarak da M.Suphilerin amele köylü ÅŸuraları hükümeti ile ifade ettikleri sosyalist devrim hedefinden vazgeçildi, Kemalizm ilerici sayıldı, yurtseverlik lehine enternasyonalizm terk edildi. Türkiye devriminin altın yılları, 1968 ve 1978 kuÅŸakları bu yolda harcandı.
Devrimci Kuşaklar ve Fırsatlar Heba Edildi
1968 Türkiye’de yeni bir işçi ve öğrenci kuÅŸağı, kendisini devrimci radikalizmin içerisinde bulduÄŸunda etrafı saran politik atmosfer içerisinde, bir kuÅŸak olarak, devrimci Marksizme ulaÅŸmaları neredeyse imkansızdı. Kürkçü’nün kuÅŸağı M.Ali Aybar TİP’inin parlamentocu çizgisiyle yetinemezdi. DiÄŸer tarafta ise SSCB’nin OrtadoÄŸu politikasını tatbik etmek isteyen TKP’nin eski tüfekleri vardı. Bu da milliyetçilikten, Kemalizm’den, Baas tipi sol cunta modellerinden geçiyordu. Bir yandan da anti- Amerikancı aksiyon dünyanın her yerinde olduÄŸu gibi Türkiye’de de öğrenci gençliÄŸi peÅŸinde sürüklüyordu. Biraz da bu eylemci çizginin zorlamasıyla devrimci gençler, önce TİP’ten sonra da Mihri Belli’nin MDD’sinden kopup sola doÄŸru kaysalar da Marksist Leninist çizginin dışavurumu çok uzaklardaydı. Yeni rota, sınıf perspektifinin tamamen kaybolduÄŸu ya da salt bir retorik malzemesi konumuna düştüğü bir ortamda gerillacılık olacaktı. Maceracı eÄŸilimler ağır bastı, kitle hareketinden kopuldu, teorik-politik donanımsızlığa aldırış edilmeden silahlı küçük gruplar halinde harekete geçildi.
Oysa, Türkiye tarihinin gelmiÅŸ geçmiÅŸ en sert ve en büyük kalkışması, 15-16 Haziran 1970’de bir proleter ayaklanma olarak, gözlerinin önünde cereyan etmiÅŸti ama onlar silahlı eylem rotasına girdiklerinden bu büyük işçi ayaklanmasının merkezi önemini kavrayacak durumda deÄŸillerdi. 68 kuÅŸağının Türkiye’deki geliÅŸimi dünyadaki örneklerinin bir benzeriydi, sonuçları da kan ve can bedeli olarak benzer oldu. Liderler katledildi.
68 kuÅŸağının devrimci Marksist bir çizgiyi benimseme ÅŸansı yok muydu? Tek tek kiÅŸilerden deÄŸil de bir kuÅŸaktan bahsediyorsak böyle bir ÅŸanstan pek söz edemeyiz. Alternatifler belliydi: Parlamentocu TİP, cuntacı MDD ve Çin- Vietnam-Filistin-Küba örneklerinin temsil ettiÄŸi gerillacılık. Bu alternatifler sırasıyla denendi diyebiliriz. Önce TİP, sonra da eski TKP’li ÅŸefler terk edildi. Gerillacılık durağı, burjuva devletin ölümcül saldırılarıyla son buldu. Ama geride efsaneleÅŸen kahramanlar kalacaktı. Devrimci gençliÄŸin liderleri yine de kendilerinden önceki Stalinci kuÅŸakları geride bıraktılar. Kemalizm ile hesaplaÅŸmanın önünü açanlar onlardı, Kürt sorununda ilk defa esaslı duruÅŸ sergileyenler de yine 68 devrimci gençlik kuÅŸağının liderleriydi.
Türkiye’de Sosyalist Sol 68’in Üzerine Bir Åžey Eklemedi
78 kuÅŸağı, gerilla hareketinin deÄŸil kitle hareketlerinin kuÅŸağıdır. Her ne kadar Denizler, Mahirler, İbolar adeta mitleÅŸtirilse de mücadelenin ana ekseni ÅŸehirler ve kitle hareketiydi. Ama 1968 hareketinden çıkan ve bölünerek çoÄŸalan bir sürü örgüt, bu süreci göğüsleyebilecek, milyonları devrime sürükleyebilecek bir donanıma sahip deÄŸildi. Bir kere devrim programı hala Stalinci aÅŸamalar teorisine baÄŸlıydı. Bu MenÅŸevik formülasyon aşılamadığından devrimci hareket, ÅŸiarlarını “bağımsızlık ve demokrasi” ile sınırlandırıyor; sosyalist- proleter devrim aÅŸamasında bulunulmadığı düşünüldüğünden anti feodal, anti-emperyalist halk devrimi gibi kapitalizmin ufkunu aÅŸmayan programlara bel baÄŸlanıyordu. Yurtsever anlayış asla terk edilmiyor, dar-yerel eÄŸilimler belirleyicilik kazanıyor, böylelikle Marksist- Leninist anlayışın temelindeki proletarya enternasyonalizmi, dünya partisi ve uluslararası devrim fikrinin yanına bile yaklaşılamıyordu. Kısacası Stalinizm hükmünü sürüyordu. Üstelik yeniden güçlenerek işçi sınıfının amiral gemisi durumundaki DİSK’in yönetimini ele geçirecek kadar belirleyici bir pozisyona yükselen TKP, Moskovacılığın bürokratik-reformist çizgisiyle sınıf hareketini frenliyordu. DiÄŸer taraftan büyük umutlar baÄŸlanan Mao’nun Çin’i de tam bir emperyalizm iÅŸbirlikçisi konuma geçerken Rusya-Çin rekabeti Türkiye sınıf mücadelesine de taşınıyordu. Sosyalizmi kendi partisinin iktidarındaki milliyetçi kalkınmacı devlet yönetimi olarak algılayan Stalinist yöntemin doÄŸal sonucu, sol içi çatışmalardı. Öyle ya tek bir parti iktidarı ele alacak ve diÄŸerlerini tasfiye edecekti. Bu anlayış, sosyalist sola çok kan kaybettiren kanlı sol içi çatışmalara davetiye çıkaracaktı. Neticede “sosyalist sol, her ÅŸeyi eline yüzüne bulaÅŸtırdı” desek yanlış olmaz. Milyonların harekete geçtiÄŸi bir dönemde emekçi radikalizmi ve devrimci fırsatlar yok olup gitti.
Kısacası, sosyalist hareketin görevlerini yerine getirmesi için çok köklü bir dönüşüm geçirerek Stalinci deli gömleÄŸini yırtması gerekiyordu. Yani 68 devrimci gençlik önderlerinin baÅŸlattığı Kemalizm eleÅŸtirisi ve Kürt sorunun kavranması, sadece baÅŸlangıç olabilirdi. ÖrneÄŸin ulusal sorunda eleÅŸtiri derinleÅŸirse iÅŸin ucu yine Stalinizme çıkacaktı. Bu sonuca; Kürtlerin kırılması sırasında TKP’nin CHP’ye verdiÄŸi destekten, İkinci Dünya Savaşı sırasında İran Kürdistanı’nda kurulan Mahabad Kürt Cumhuriyeti’nin Stalin tarafından arkadan hançerlenmesinden ya da Stalin’in bizzat SSCB’deki azınlık halklara kan kusturmasından doÄŸru varılabilirdi. Yani Stalinizm eleÅŸtirisi, en temel eleÅŸtirel zincirin kesin ve basit sonucuydu. İboların bu temel sorgulamaları gerçekleÅŸtirmek için fırsatları olmadı, katledildiler.
Ama, asıl kritik olan kendilerinden sonra devrimcilik bayrağını elde tutanların bu iÅŸe giriÅŸmemesiydi. İşin kolayına kaçtılar ve 68 önderlerinin karizması üzerinden günü kurtarmaya, gemilerini yüzdürmeye baktılar. Teorik hesaplaÅŸma içerisine girecek cesareti ve devrimci samimiyeti gösteremediler. Bu yüzden de İboların ölümü üzerinden 40 yıldan fazla geçtiÄŸi halde bir adım yol gidemediler ve aynı ÅŸeyleri tekrarlayıp duruyorlar. Kemalizm eleÅŸtirilerini devrimci keskinliklerinin kanıtı sayıp bol bol atıp tutsalar da İbo’ nun kaldığı yerden iki tane soruyu üst üste sorup cevaplarını aramadılar. Üstelik SSCB’nin çözülmesinin ardından daha da geri giden çok oldu. Stalinizmin devrimci eleÅŸtirisini veremeyenler saÄŸdan burjuva ideolojisinden beslenmeye baÅŸladılar. Leninist parti, komünizm, yeni bir enternasyonal, proleter sürekli devrim gibi kavramlardan özenle uzak durdular; sınıf savaşımı perspektifini reddedip yerine postmodernist kimlik siyasetini koydular. İşte Kürkçü’nün bugünkü durumu da budur. Kürkçü, önemli görevleri üstlenmek yerine sosyalist solun ana trendlerinin tatlı rüzgarlarından ayrılmamayı yeÄŸlemiÅŸtir. Åžimdi de Mahir’in çizgisinin bugün esas olarak Öcalan’da sürdüğünü ima ederken acaba buna kendisi de inanıyor mu? Yoksa, hakim rüzgarlara kendisini bırakmanın bugünkü versiyonu bunları söylemeyi mi gerekli kılıyor? Türkiye sosyalist solunun teorik-politik birikimini incelemenin Gezi isyancısı için önemine vurgu yapan Kürkçü, keÅŸke Öcalan’ın Marks’ı aÅŸtım yaklaşımını da masaya yatırsa… Ne de olsa Gezi isyancısının Marksizm ile iliÅŸkisi sınıf mücadelesinde gelecek yılların kaderini belirleyecektir.












