Sosyalizm Kazanacak!
/ Kültür-Sanat / Geçmişten Bir Bilim Adamı Hikayesi

Geçmişten Bir Bilim Adamı Hikayesi

on 13 Eylül 2014 - 01:21 Kategori: Kültür-Sanat

Neoliberalizm üniversiteleri de hayatın her alanını olduğu gibi kuşatma altına alırken, bilim bir meta, bilim insanları da gönüllü ya da gönülsüz bir şekilde bu metanın üretiminde aktif bir rol oynayan özneye dönüşüyor.

Öncelikle bütün bilim insanlarını bir torbaya yerleştirmenin hatalarından kendimizi arındıralım. Aşağıdaki resimde görülen örnek bir üniversitenin rektörü. Bu rektör de kendini pekâlâ bir bilim insanı olarak niteleyebilir.

Bu rektör, yaptığı bu hareketiyle iktidardakilerin, ona yakın olanların teveccühlerine layık olabilir ki olmuştur da (Akif Beki bu rektörü kutlamıştı). Zaten günümüzde sermayenin istediği bilim de, bilim insanı da ancak kendi gelişimi önünde böyle secde edebiliyorsa kıymetlidir. Üniversitelerde özellikle sosyal bilimler alanında felsefe gibi artık “para etmeyen” felsefe gibi bölümlerin, doğrudan endüstriyel bir getirisi olmadığı için üvey evlat muamelesi gören fizik bölümlerinin tasfiyelere uğraması, geri plana atılması hep bu nedenledir. Bu tarz bölümler adayları tarafından özellikle iş imkânlarının kısıtlılığı nedeniyle özellikle tercih dışı kalmaya devam ediyor. Kısacası piyasaların neye ihtiyacı varsa onun var olabildiği bir “bilim dünyası” ile karşı karşıyayız. Patronların elini ayağını öpen rektörler, kariyer basamaklarını üçer beşer tırmandıracak getirisi yüksek bölümler…

Ancak bunun tam tersinin de mümkün olabildiğini neyse ki Oğuz Atay sayesinde öğrenebiliyoruz. Oğuz Atay’ın “Bir Bilim Adamının Romanı” eseri, öyküsünü anlattığı eski İTÜ Rektörü ve uygulamalı mekanik alanında dünyanın sayılı isimlerinden birisi haline gelmiş Mustafa İnan’ın bilime ve öğrencilerine olan yaklaşım tarzıyla yeniden hatırlatılmayı hak ediyor.

Geçtiğimiz günlerde YÖK’ün yeni düzenlemeleri ve İTÜ yönetiminin saldırıları sonucu işlerinden olan İTÜ’lü asistanlar ve araştırma görevlileri de bizden önce bu hatırlatmayı Mustafa İnan’ın şu öğütlerini dile getirerek yapmışlardı:

“Bilim uzun ve çetin bir yoldur çocuklar. Bilimi yarı yolda bırakmayın, olur mu çocuklar? Oppenhaimer gibi hissediyorsanız, bırakın yüksek binaları başkaları yapsın, büyük barajlarda başkaları çalışsın. Bazılarına, çok uzaklardan bile görünen yüksek yapılar kurmak çekici gelecektir.  Bırakınız bu işleri öyleleri yapsın. Bazıları da insanları çalıştırmak, büyük teşebbüsleri idare etmek ihtirasıyla yanarak kuvvetli olmak isteyeceklerdir. Bırakınız parayla da onlar uğraşsın. Sizin ‘kuvvetli’ olmak gibi bir derdiniz yoksa siz de Leonardo Da Vinci gibi ‘Kuvvet nedir?’ diye merak ediyorsanız buyurun sizleri mekanik kürsüsüne beklerim. Çünkü bazılarına göre ‘kuvvet’ para ile organizasyonun çarpımına eşittir; bize göre de kuvvet ivme ve kütleyi ilgilendiren bir büyüklüktür. Bu iki formülü birbirine karıştırmayın, kürsü ile ticarethaneyi birbirine karıştırmayın olur mu çocuklar?”

Bu bütün yaşamı boyunca, elinde pek çok imkân olmasına rağmen bilimi insanlığın evrensel gelişimi adına atılan bir adım olarak görmüş, Mustafa İnan’ın temel yaşam formülü olmuştur. Oğuz Atay’ın anlattığı üzere parasızlıktan zaman zaman asistanlarından borç almış, sürekli geçim sıkıntısı ve yoksulluk çekmiş, ölümünde bile Almanya’da hastanede ölü bedeni rehin tutulmuş olan Mustafa İnan için hayatta başka çıkış kapısı yoktur.

Hâlbuki bugün birçoklarının önüne çıksa hayır diyemeyeceği teklifleri, üstelik zor durumda olmasına rağmen bilimin kendisine olan saygısından reddetmiştir. 27 Mayıs Darbesi’nin ardından Cemal Gürsel’in ısrarla kendisine götürdüğü Bayındırlık Bakanlığı teklifini; hatta kimseyi bulamazsa, kendisini bu göreve atayacağı ültimatomuna rağmen geri çevirmiştir.

Mustafa İnan’ın esas amacı üniversiteden kafayı dışarı uzatıp, hızlı para kazanmanın yolu olarak müteahhitliğe soyunmak değil; bilimin gelişmesine katkıda bulunacak bir ekol yaratmak olmuştur. Onun üniversitede öğretim görevliliğine başladığı 1940’lardan itibaren daha önce öğrencilerin arkasına bakmadan tek ettikleri üniversite binaları onunla birlikte bir canlılık yakalamıştır. İTÜ’de ilk doktora onun tarafından yaptırılmıştır. Üstelik bunlar gerçekleşirken çevresinde biriken öğrencileri de tıpkı Mustafa İnan gibi zor bir hayatın kendisini beklediğinin farkındadırlar.

Kitabın sonunda Mustafa İnan’ın hayatını aktaran Profesör onun çok fazla efsaneleştirildiğinden ve bunun kaynağının da insanların onun gibi olmaktan özellikle kaçınmaları olduğundan bahseder. Bugün de benzeri durum geçerliliğini koruyor aslında. Her ne kadar bu kişisel bir sorun gibi gözükse de, artık kapitalizm bilim alanında, üniversitelerde Mustafa İnan gibi efsaneleştirilen unsurların yetişmelerinin önünü tıkamaya ve yerine kendi dogmalarını işleyecek beyinleri geçirmeye devam ediyor.

0 YORUM YAP

Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir