
Bugün 22 Mart Dünya Su Günü. Televizyonda ve sosyal medyada büyük ÅŸirketlerin, uluslararası kapitalist kurumların ve siyasetçilerin reklamlarıyla, mesajlarıyla sık sık karşılaşıyoruz. Sözde duyarlı burjuva siyasetçiler ve onların temsil ettiÄŸi kapitalist sistemin asalakları dünyadaki sorunlara tek tek bireyler sebep oluyormuÅŸ gibi lanse etmeye çalışıyor. Havuz medyası da onların koltuk deÄŸnekliÄŸini yaparak ‘Bugün Dünya Su Günü! İşte Su İçmenin 12 Faydası!’ gibi haberler yapadursun, biz gerçeklerden bahsedelim. Çünkü dünyadaki sefalete, açlığa, yoksulluÄŸa ve küresel çaptaki su sorununa baktığımızda hedef tahtasının ortasına kapitalizmden baÅŸka bir ÅŸeyi koymanın gerçekliÄŸi yok.
BM’nin yayınladığı Dünya Su Raporu’na göre, dünya çapında tam 2,1 Milyar insanın güvenlikli içme suyuna eriÅŸimi yok. Bu, her 10 kiÅŸiden 3’ünün temiz içme suyuna eriÅŸimi olmadığını gösteriyor. 10 kiÅŸi içinde ise 6 kiÅŸi (4,5 milyar) güvenli sanitasyon hizmetlerinden mahrum. Herkesin ilk aklına geldiÄŸi gibi su kıtlığı yaÅŸayan ülkelerin başında Afrika ülkeleri olsa da, OrtadoÄŸu ve diÄŸer geri kalmış bölgelerde yaÅŸayan insanlar için de temiz suya ulaşım oranı oldukça düşük. Nitekim dünya çapında deÄŸerlendirildiÄŸinde temiz suyun %85’i, yaÅŸayan bütün insanların yalnızca %12’sinin kullanımına açık. Hem içme suyuna eriÅŸim hem de temizlik amacıyla kullanılan suyun eriÅŸim oranlarına baktığımızda ise, oranların yoksullukla paralel bir seyir izlediÄŸini görüyoruz. Temiz suya eriÅŸimi olmayan her üç kiÅŸiden ikisi günde 2 doların altında; üç kiÅŸiden biri ise günde 1 doların altında bir gelirle yaşıyor. Ayrıca gecekondu mahallesinde yaşıyorsanız, suya Londra’nın merkezinde yaÅŸayabilecek kadar maddi gücü olan birinden daha fazla para ödemek zorundasınız. Güncel veriler, varolan kaynakların da 2050 yılına kadar büyük ölçüde azalacağını ve 33 ülkenin daha su sıkıntısı çekeceÄŸini söylüyor. Bu listenin içinde Türkiye de var. Peki Türkiye su fakiri bir ülke haline geldiÄŸinde bunun sıkıntısını kimler çekecek? Bugün duyarlı reklam filmlerini vizyona sokan ÅŸirketlerin patronları mı, yoksa halkın geri kalan %99’u mu?
2009 yılında basılan “Suyun MetalaÅŸması: Kıtlığın nedeni kıtlığa çare olabilir mi?” baÅŸlıklı kitabın yazarı Gaye Yılmaz, “Kapitalizmde üretim asla insanların ihtiyaçlarına deÄŸil, sistemin sürekli olarak daha fazla daha fazla üretme ihtiyacına baÄŸlıdır. Bu baÄŸlamda kapitalizmde üretim niteliklerin deÄŸil miktarların, niceliklerin üretilmesine odaklanmıştır” demiÅŸti. Suyun özelleÅŸtirilmesi ve metalaÅŸtırılmasını rasyonalize etmek için su kıtlığını göstermek kapitalizmin en ucuz hikayelerinden. Sanki su kıtlığı yalnızca kendi su kaynaklarını ücretsiz kullanan köylülerin tarlalarını sulamasından ya da ÅŸehirdeki insanların suyu hor kullanmasından kaynaklanıyormuÅŸ gibi gösterilerek suyun metalaÅŸtırılması tarafından meÅŸrulaÅŸtırıldı yıllarca. Bundan çok deÄŸil 60-70 yıl önce Türkiye’de yaÅŸayan birine “Plastik ÅŸiÅŸe içinde içmek için su alacaksınız, çünkü su için ödediÄŸiniz vergilere raÄŸmen çeÅŸmenizden akan su içmek için yeteri kadar temiz olmayacak” deseydik büyük ihtimalle saçmaladığımızı düşünürdü. Fakat bugünün gerçekliÄŸi ise tam olarak bu. Hem ağır vergilerle en temel ihtiyaçlarımızdan bile ÖTV alan bir devlet, hem de sürekli artan bu vergilere raÄŸmen kalitesi gittikçe düşen su hizmeti.
Türkiye’de de suyun metalaÅŸması neoliberal politikalarla paralel geliÅŸti. 1982 yılında, yani Türkiye’de neoliberal politikaların uygulanmaya baÅŸlanmasıyla yakın tarihlere denk düşen bir tarihte, ÅŸiÅŸelenmiÅŸ su ticareti yapmaya baÅŸlayan firmaların giderek büyümesinden ve çoÄŸalmasından bahsetmek gerekiyor. Bu ticaretin ise yaklaşık %70’ini en büyük 10 firma yapıyor. Yani kapitalizm önce büyük patronlara hiçbir ceza veya yaptırım uygulamayarak iÅŸletmelerin atıklarıyla çeÅŸmeden akan suyu kirlenmesine göz yumuyor, sonrasında da bize ÅŸiÅŸelenmiÅŸ “temiz” içme suyu satmaya baÅŸlıyor. Günümüze geldiÄŸimizdeyse artık “zengin suyu” diye tabir edilen ozon veya mineral seviyesi bakımından zenginleÅŸtirilmiÅŸ sular 2 Litresi 4 ila 6 liradan satılıyor. DoÄŸa dostu enerji kaynakları kullanarak üretim yapmak veya kirletilen suyu temizlemek ise elbette mümkün; fakat karlı bir yöntem olmadığı için elbette ki patronların böyle bir kaygısı yok. Nasıl olsa doÄŸayı yok etmenin fiiliyatta bir yaptırımı yok, dahası teÅŸviki var.
Özetle, dünyada yaşadığımız sıkıntı kaynak sıkıntısı değil, kapitalizmin kendisi. Çünkü yaşanan durum, önce doğal kaynakların kar hırsı uğruna yağmalanması sonra da kapitalistler için yeni bir pazar anlamına gelen alternatiflerin yaratılmasından başka bir şey değil. Bu noktada ise kapitalizme karşı mücadele etmek ile ekolojik mücadele arasında organik bağlar var. Çünkü görüldüğü üzere sömürü sistemi yalnızca insan emeğini sömürerek ayakta kalmıyor, bütün dünyayı da sömürüyor. İçinde yaşayan bütün canlılarla birlikte dünyayı kurtarmak ise, hayatı bu hale getiren kapitalizmin kökünü kurutmadan mümkün değil.















