Sosyalizm Kazanacak!
/ Gündem / 6-7 Eylül Olayları Neden Oldu?

6-7 Eylül Olayları Neden Oldu?

on 7 Eylül 2017 - 11:41 Kategori: Gündem, Tarih

6-7 Eylül olayları olarak bilinen pogromun üzerinden 62 yıl geçti. İstanbul Beyoğlu başta olmak üzere adaları da kapsayan geniş bir devlet harekatı ile gayrı müslim azınlıklar yok edilmek istendi. Peki neden? Bu planlı saldırı salt Rum, Ermeni ya da Yahudi düşmanlığı ile açıklanabilir mi? Ya da yüzyıllardır birlikte yaşayan halkın bir gecede düşman ilan edilmesinin arkasındaki devlet eli neyi amaçlıyordu? Bu yazı, 6-7 Eylül’ü bir sonuç olarak ortaya çıkartan sürece ışık tutmaya çalışacaktır. 

“Milli bir müteşebbis sınıf yaratmak”… Yarı sömürge Osmanlı‘nın İttihatçı kuşağı İstibdada karşı savaşmıştı ancak yeni düzenin efendisi olarak, ülkenin emperyalist kapitalist dünya düzenine uyum sağlaması; burjuva sınıfın geliştirilmesi için pervasız bir sertlikte işlere imzasını atacaktı. “Milli bir müteşebbis sınıf yaratmak” yeni kurulacak ülkenin programını buydu. Ancak Osmanlı‘nın sermaye birikiminin büyük çoğunluğu Osmanlı toplum yapısının bir sonucu olarak Rum, Ermeni ve az sayıdaki Yahudi cemaatinin elindeydi. Müslümanların elindeki sermayenin azlığı bu amacın gerçekleştirilmesi için bu topraklarda kan döküleceğini  haber veriyordu. 19. yy’ın ikinci yarısı itibariyle sermayenin %20’si Müslümanlara aitken %80’i gayrımüslimlerin elindeydi.  1915’te büyük kısmı yoksul köylü olan Ermeni halkı Taşnak ve Hınçak örgütlerini yaratmış bir siyasallaşma süreci içindeydi.Bu nedenle ilk hedef haline geldi. İttihatçıların Türkçülük- Turancılık esintileri ile milli dava önündeki her türlü “dahili ur” söküp atılacaktı.  Milyonlarcası yok edildi. Soykırım, arkasında işbirlikçilerine dağıtılacak toprak ve para bırakmıştı. Katliam yağma fırsatını doğurmuş, sermayenin Müslümanların eline geçmesi için muazzam bir fırsat doğmuştu. Ancak Rum ve Yahudiler  için de planları vardı. 

6-7 Eylül olayları Rumların çoğunlukta olduğu azınlıklara yönelik saldırıların,  Batı Anadolu azınlıklarının karşılaştığı ilk saldırı değildi. 1914’te Celal Bayar’ın önderliğini yaptığı Rum kaçırtması ile 1 milyon Rum’un malı yağmalanmış, evleri, köyleri yakılmış ve İzmir merkezli bir operasyon ile mallarına el konulmuştu. 1923-26 arası Yunanistan devleti ile mübadele yapılmış ve 1.2 milyon Rum gönderilmiş, yerine gelen Müslümanlara Rum halkının bıraktığı mal mülk verilmişti.  Mülkiyetin “milli” unsurlara geçmesinin bir adımı daha atılmıştı. Ne var ki Rum halkı İstanbul ve Adalarda kadim bir yaşam sürmekteydi. Eşrafın önemli bir kısmı da onlardan oluşuyordu. Faşizm esintileri ile geçen 40’lı yılların başı, iktidarın bu derdine derman olacak gerginlikler için uygun bir zemin yaratıyordu. Varlık Vergisi ile devletin her türlü zorbalığı seferber edildi.  Rum halkının elinde varı yoğu satmadan ödeyemeyeceği miktarda vergiler çıkartıldı. Ödeyemeyen emekçi ve orta halli Rumlar kürek mahkumiyetine gönderildi. Ellerindekini satmak zorunda kalan Rumların malı mülkü yok pahasına piyasada el değiştirdi. 1942 yılı devlet bütçesinin  %80’i bu haraç vergisinden oluşuyordu. Tüm “vergi”nin %70’i ise İstanbul’daki  büyük kısmı Rumlardan oluşan gayrımüslimlerden alınmıştı. Şükrü Saraçoğlu: ” Piyasamıza egemen yabancıları böylece ortadan kaldırarak Türk piyasasını Türklerin eline vereceğiz” demişti. Ancak Varlık Vergisi ile canından bezdirilen Rumların varlığı da istenmiyordu. 50’li yılların Kıbrıs Sorunu’nda Rum düşmanlığını tetiklemesi ile 6-7 Eylül olaylarının fitili ateşlendi. 

Rumlara yönelik operasyonun ortamını hazırlayan kutuplaşma Kıbrıs sorunun gündeme gelmesi ile patlayan Yunan düşmanlığı idi. Türkiye’nin emperyalist çıkarları, Yunan egemenlerinin emperyalist çıkarları ile bir kez daha Kıbrıs adasında çarpışmaya başladı. Adada ve her iki ülkede de yaşayan Rum halkına yönelik düşmanlık kışkırtılmaya başlandı. Menderes hükümetinin yarattığı sağ iklim bu düşmanlık için sonuna kadar kullanılacaktı. 

6 Eylül günü İstanbul Ekspres Gazetesi, Atatürk’ün Selanik’teki evinin bombalandığı haberini o gün öğleden sonraki ikinci bir basımla yayımladı. Fanatik bir grup, kısa sürede, Rum azınlığın geniş ölçüde yaşadığı Beyoğlu semtine bağlı Taksim Meydanı’nda toplandı ve kısa sürede sayıları çoğaldı. Toplanan grupların liderleri, park halinde olan askeri araçlardan aldıkları malzemeleri (baltalar, bıçaklar, demir sopalar, levyeler, değnekler, metal topuzlar ve sopalar) arkadaşlarına dağıttılar. Olayların başlama saati 6 Eylül akşam üzeri 18:30 olarak belirlendi ve aynı günün gecesi saat 02.00’de bitecekti. Akşam saat 18:30’da büyük çoğunluğunu öğrencilerin oluşturduğu ilk grup harekete geçti. Olaylar öncesinde Türk dükkânları yanlışlıkla tahrip edilmesin diye boyalarla işaretlenmişti. 

Devletin anlı şanlı örgütlediği pogromun faili bizzat devletin kendisiydi. İçişleri bakanlığının doğrudan bilgisi ile gerçekleştirildi. Recep Peker’in özlemini kurduğu “temizlik” nihayet gerçekleştirilecekti. Özel Harp Dairesi’nin selefi olan Seferberlik Tetkik Kurulu’nda görevli olan Sabri Yirmibeşoğlu’nun yaklaşık 10 yıl sonra “düzelteceği” 1991 yılındaki “itiraf ” niteliğindeki sözleri  her şeyi açık ediyordu:

Sabri Yirmibeşoğlu: “Sonra 6/7 Eylül olaylarını ele alırsak…”

Fatih Güllapoğlu: “Pardon Paşam, pek anlayamadım. 6/7 Eylül olayları mı?”

SY: “Tabii… 6-7 Eylül de bir Özel Harp işidir ve muhteşem bir örgütlenmeydi.

Amacına da ulaştı. (Paşa bunları söylerken benden de soğuk

terler boşandı) Sorarım size? Bu muhteşem bir örgütlenme değil miydi?”

FG: “Evet Paşam!” (Fatih Güllapoğlu, Tanksız Topsuz Harekât: Psikolojik Harekat, Tekin Yayınevi, Ankara, 1991, s. 104)

  6-7 Eylül pogromu sermayenin Türkleştirilmesi ve Müslümanlaştırılması üzerine kurulmuş turç Burjuva çıkarların yarattığı dramdır. Coğrafyanın kadim halklarının sermayenin çıkarı ve bir burjuva sınıf yaratılması hedefiyle katledildiği, malına mülküne el konulduğu, soykırıma uğratıldığı, sürüldüğü bir tarihe sınıflar penceresinden bakmadan sorunların çözümünün konuşulması imkanlı değildir. Sermeye cumhuriyetinin yükselişi, bu ülkede azınlık halkların yok edilmesi ile sonuçlanmıştır. 6-7 Eylül olaylarının başındaki Menderes iktidarı da karşısında durduğunu iddia ettiği Kemalist devletin hedefleriyle son derece uyumlu bir düşmanlık politikasına sahipti. 

Yorumlar Kapalı

Yorumlar Kapalı