Sosyalizm Kazanacak!
/ Ekonomi / Zengine Güvence Emekçiye Zulüm-Emrecan Konyalı

Zengine Güvence Emekçiye Zulüm-Emrecan Konyalı

on 20 Temmuz 2018 - 13:03 Kategori: Ekonomi

Sınıf mücadelesinin dinamiklerini incelerken sınıflar arasındaki uzlaşmaz çelişkileri ekonomik veriler temelinde netleştirmek siyaseten ve ekonomik açıdan emekçilerin tarafının neresi olduğunu görmek ve göstermek açısından önemli. Türkiye özelinde konuşursak özellikle AKP döneminde emeğin örgütsüzleştirilmesi, esnek ve güvencesiz çalışmanın dayatılması, ekonomide ranta dayalı modelin uygulanmasının işçi sınıfı ile sermayeyi tamamen zıt şekilde etkilediğini gördük.

İşçi sınıfı açısından iş cinayetlerinin arttığını, işsizliğin yüksek oranlarda seyrettiğini, taşeron uygulamasının yaygınlaştığını, emekli olmanın zorlaştırıldığını ve dolaylı vergilerin vergi gelirleri arasındaki oranının arttığını gördük. Diğer taraftan AKP’nin ekonomi politikaları Türkiye’nin zenginlerine işten çıkarmanın kolaylaştırılması, kredi garanti fonuyla birlikte maddi açıdan çıkmaza giren şirketlere kamu kaynaklarının aktarılması, mega projelerin ihale edildiği şirketlere yine kamu gelirlerinden kazanç garantisinin sağlanması, grevlerin yasaklanması gibi uzayan bir liste olarak yaradı. Erdoğan rejiminin dönen çarklarına kuşbakışı baktığımızda bile rejimin çıkarlarının ne üzerine kurulu olduğu görülüyor.

Uzun süredir emareleri beliren ekonomik kriz için artık sadece bir ekonomik çöküş mü getireceği yoksa bir gerilemeyle mi geçiştirileceği konuşuluyor. Seçim öncesinde Maliye Bakanlığı koltuğunda oturan Naci Ağbal’ın AKP’nin seçimler sonrasında krize dair neler yapacağının ipuçlarını veren açıklamaları olmuştu. Yeni dönemde kamu maliyesinin, ekonominin genel tasarruf ihtiyacına uygun bir görünüme sahip olacağını söyleyen Ağbal, ülkenin bütçe açıklarının küresel bazda düşük kalsa da cari açığı kontrol altında tutmak ve enflasyonu aşağı çekmek için kamunun “kemer sıkması”nın kaçınılmaz olduğunu belirtmişti. Yani AKP, emekçiler için acı reçete hazırlıyor! Sarayın ve bir avuç oligarkının kabarık faturası halka kesilecek.

Ulusal ve uluslararası sermayenin desteğiyle bugünlere gelen Erdoğan rejimi, ekonominin çarklarını neredeyse “karın tokluğuna” çalışan milyonların ve küresel piyasalardan akan sıcak paranın varlığında çevirdi. Parababalarına ne istedilerse verdi. Tüm ülkede yaratılan birikim haraç mezat sermayeye devredildi. Şimdi ise vurgun ekonomisi tıkandı. AKP’nin ekonomi politikalarının bedeli, bugün büyük bir kriz olarak bizlere geri dönecek.

Özelleştirmeler ve KGF

Türkiye’de ilk özelleştirme 1986’da gerçekleştirilmişti. 2000’lerde artan özelleştirmeler birçok şirket için bulunmaz nimet oldu. Günümüze kadarki sürede gerçekleştirilen özelleştirme uygulamalarının tutarı 68,4 milyar dolar seviyesinde. 1986-2002 yılları arasında 8 milyar dolar olan özelleştirme gelirleri AKP döneminde 60 milyar doların üzerine çıktı. Bu da Türkiye’deki toplam özelleştirmelerde AKP hükümetinin payının yüzde 88 olduğunu gösteriyor. Peki özelleştirmelerden elde edilen bu gelirler nerelere aktarıldı?

Özelleştirmelerden elde edilen kaynağın %30’u -20,4 milyar dolara tekabül ediyor- özelleştirilen kuruluşlara yapılan ödemelere gitti. Bu ödemeler sermaye iştirakleri ve verilen krediler gibi ödemelerden oluşuyor. Yani % 30’luk bir pay kamuya kaynak olarak aktarılmadı. Geriye kalan 47 milyar dolar ise Hazine’ye ve Kamu Ortaklığı Fonu’na aktarıldı. Hazine’ye aktarılan tutarlar iç ve dış borç ödemelerine giden tutarlardır. Kamu Ortaklığı Fonu’na aktarılan kısım ise altyapı giderlerine harcanan kısım oluyor.

2005’te Türk Telekom‘un yüzde 55’i Ojer Telekom’a, Tüpraş‘ın yüzde 51’i 4.1 milyar dolara Shell-Koç ortaklığına satıldı. 2006’da Petkim’in yüzde 51’i 2 milyar dolara Socar’a, Tekel‘in 6 adet sigara fabrikası 1.7 milyar dolara Hollanda merkezli British&American Tobacco’ya satıldı. Tekel’in içki bölümünü 2003’te alan yerli Mey, 3 yıl sonra aldığı fiyatın 2,5 katına hisseleri ABD’li TPG’ye devretti. TPG, 5 yıl sonra Mey’i özelleştirme için ödenen fiyatın yaklaşık 10 katı fiyata İngiliz Diageo şirketine sattı. Özelleştirilen kurumlar yerli ve yabancı sermayeye büyük oranda kar getirdi. Özelleştirmeler sonrasında kapanan fabrikalarda işçilerin işten çıkarılmaları, iş güvencesinin olmaması ve çalışma koşullarının daha da kötüye gidişi ise özelleştirmelerden emekçilere kalan oluyor.

Zenginlerin İktidarı

OHAL’in ilanı AKP’ye kamudan mücadeleci emekçilerin ihracı ve sınıf mücadelesinin uç verdiği yerlere saldırma konusunda ekstra bir fırsat yarattı. AKP döneminde toplam 15 grev yasaklanmıştı. 15 grev toplamda 193 bin işçiyi kapsıyor. Yasaklanan bu 15 grevin 7’si OHAL döneminde gerçekleşti. OHAL, sınıf mücadelesini baskı altına aldığı oranda patronların çıkarına işledi. AKP’nin 16 yıllık iktidarına ve özellikle son dönemlere baktığımızda zenginlere açılan kapılar emekçi milyonların suratına kapandı. Erdoğan’ın yabancı yatırımcılara OHAL’in yararlarından bahsederken “OHAL’i biz iş dünyamız daha rahat çalışsın diye yapıyoruz. Grev tehdidi olan yere biz OHAL’den istifade ederek anında müdahale ediyoruz“ şeklinde durumu ifade etmişti. 

AKP döneminde semiren şirketlere, isimlere baktığımızda elbette büyük holdingleri görüyoruz. Mesela Koç Holding, AKP’li yıllarda Türkiye’nin açık ara en büyük holdingi haline geldi. 2003-2013 arasındaki dönemde Koç’un 10 yıllık net kârı 13.4 milyar lira oldu. 2006’da Tüpraş 4.1 milyar dolara Koç Holding’e satıldı. Bugün Tüpraş’a biçilen değer 35 milyar! Tüpraş, yıllardır değişmeyen bir şekilde Türkiye’nin en büyük sanayi kuruluşu. Satıldığı günlerde birkaç yıllık kârı karşılığında “taksitle” satılan rafinerinin ülke tarihinin en büyük peşkeşi oldu. Ülkenin en büyükleri AKP döneminde de en büyük kazananlar arasındaydı.

Yoksuldan Al Zenginin Cebine Koy!

TÜİK’in 2016 yılına ilişkin Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması gelir dağılımındaki çarpıklığı net bir biçimde ortaya koyuyordu. Araştırmada Türkiye’de en yüksek gelire sahip %20’lik nüfusun toplam gelirden aldığı pay yüzde 47.2’ye çıkarken en düşük gelire sahip % 20’lik grubun aldığı payın %6.2’de kaldığı görülüyor.

Krize karşı önlemler olarak piyasalara güven verecek politik ve ekonomik hamleleri sunan AKP emekçiler içinse kemer sıkma politikalarını yapılması gereken acı bir reçete olarak sunuyor. Örneğin iktidarı boyunca süren yüksek büyüme rakamlarıyla övünen AKP iktidarı döneminde asgari ücret hep yoksulluk sınırının çok altında kaldı.

OECD ülkelerinde haftalık ortalama çalışma süresi 40,4 saat iken Türkiye’de bu sayı 49,3 saatlik ortalamaya sahip. 35 saatten az süreyle çalışan işçiler ise yüzde 10 ile ancak bir azınlığı ifade ediyor.

Disk-Ar’ın yayınladığı son işsizlik raporunda 2 milyon 600 bin üzerinde genç işsizlikle boğuşuyor. Resmi rakamların kandırmacalarının aksine gerçek işsizlik oranıysa %17,7 gibi çarpıcı seviyelerde. Elde edilen gelirleri rant düzenini döndürmek için harcayan iktidar açlığın normalleştiği bir ülkeyi karşımıza koyuyor.

İşsizliğin uç düzeylere çıktığı bu dönemde çalışan emekçi milyonların ise uzun çalışma saatlerine, yoksulluk seviyesinin altında asgari ücrete mahkum edildiği; sendikal örgütlenmeye karşı patronların işten çıkarma silahını kullanarak emekçileri yıldırmaya çalıştığını; güvenliğin hiçe sayıldığı, çalışanların ölümüne sömürüldüğü düzende 2003-2016 arası dönemde yılda ortalama 1132 işçinin öldüğünü görüyoruz. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’ne (İSİG) göre sadece 2017 yılında 2 bin işçi iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi. 2018 yılının ilk beş ayında ise 754 iş cinayeti meydana geldi.

Vergiler Nereden Nereye

Türkiye’de 2017 yılı için hedeflenen vergi geliri 511 milyar liraydı, 536 milyar liralık vergi tahsilatıyla bu rakamın aşıldı. Gelir farkı gözetmeden tüketim maddeleri üzerinden alınan vergiler yani dolaylı vergiler ile gelir ve servet üzerinden alınan vergiler arasında büyük bir fark olduğu göze çarpıyor. AKP hükümetlerinin ekonomiyi canlı tutmak için devamlı borçlandığını ve bu borcu tabana yaydığını biliyoruz. Büyüme oranlarını belli bir seviyede tutma çabasıyla kimi dönemlerde iç piyasaya vergi ertelemelerinin yapıldığını görebiliyoruz. Çökmekte olan şirketleri kurtarmak için başvurulan Kredi Garanti Fonu da sermayedarların krizi halka fatura etmek için paraları şirketlere akıtacak.  Sermayedarlara ve teşvikler  halktan kesilen vergilerin devamlı artmasıyla sonuçlanıyor. 

Özellikle AKP döneminde artan vergi adaletsizliği dolaylı vergilerin vergi gelirleri içerisindeki oranının yükseltilmesiyle kendini gösteriyor ve bu durum dar gelirlinin vergi yükünü sırtlanmasına neden oluyor. Bir diğer şekilde söylemek gerekirse ekonomik kötü gidişlerin ya da yükselme arayışlarının çilesini milyonlara yüklüyor. Toplanan bütün vergiler arasında 1990 yılında %48 olan dolaylı vergilerin oranı 2000’de %59’a, 2017’de %65’e çıkmıştı. 2017 için 536 milyar liralık vergi gelirlerini 360 milyar lirası Katma Değer Vergisi (KDV) ve ÖTV başta olmak üzere dolaylı vergilerden oluşuyor. Vergi yükü yoksulların üzerine yıkılırken vergilerin önemli bir kısmı patronlardan tahsil dahi edilemiyor dahası, devamlı olarak vergi aflarıyla patronlar rahatlatılıyor. Maaşlardan kesilen 67.1 milyar lira gelir vergisine karşılık, kurumların yani şirketlerin ödediği vergi 52.9 milyar lirada kalıyor. 2016 yılına göre 2017 yılında toplam yüzde 17 artan vergi gelirinin nereden kaynaklandığı ise açıkça ortada.

Sonuç

Seçim döneminde Erdoğan’ın kullandığı sloganlardan biri “yaparsa yine AKP yapar” sloganıydı. AKP iktidarının ekonomisini dayandırdığı “yoksulun cebinden al zenginin cebine koy” politikaları bu sloganın içeriğine ışık tutuyor. Ekonomik kriz döneminde yoksulların kemer sıkmasını isteyen AKP iktidarı sermayedarlara, büyük şirketlere istediği her şeyi vermekten geri durmayacaktır. Bu doğrultuda emekçi milyonlar kriz anında uçurumun kenarına doğru itilecek ve krizin bedelinin emekçi halka ödetilmesini yaparsa yine AKP yapacaktır. İktidarlarının devamı için grev yasaklarının, vergi arttırımlarının, işten çıkarmaların önünü açacak politikalarını devam ettirecektir. Hiçbir dönem yoktur ki zulme ve zulmedenlere karşı ses çıkaranlar olmasın. Emekçi milyonların ise vurgun ve talan iktidarına karşı tek yapacağı örgütlü mücadeleyi yükseltmek, haklı ve güçlü olmanın bilinciyle talepler doğrultusunda aktif bir sınıf mücadelesi sürdürmek olacaktır.

Yorumlar Kapalı

Yorumlar Kapalı