Sosyalizm Kazanacak!
/ Ekim'den Sonra / Stalin Kürt Halkının Dostu muydu? – Rasih Can

Stalin Kürt Halkının Dostu muydu? – Rasih Can

on 22 Mart 2024 - 19:29 Kategori: Ekim'den Sonra, Kaybedilen Devrimler, Tarih

1917 yılında Rusya’da ve peşi sıra dünyanın birçok yerinde sömürülen ve ezilenlerin yarattığı kızıl fırtına dünyayı kasıp kavurdu. Dünyanın tüm ezilen halkları için bu fırtına büyük bir umuttu. Rusya’da emekçiler ezilenlerin üstündeki baskının kalkacağına, sömürünün son bulacağına, gerçek mutluluğa ve özgürlüğe kavuşacaklarına ancak başarılı bir proleter devrimle kavuşabileceklerine inandılar ve başardılar. Dünyayı kendi elleriyle yeniden kurmak için mücadele ettiler. Bu büyük mücadele ezilenlere aydınlanma, mutluluk ve özgürlük getirdi.

Toplam nüfusun % 57’sini azınlıkların oluşturduğu Rusya’da devrimin en belirgin başlıklarından biri de ulusal sorundu. Çarlık yüzyıllar içerisinde ezilen halklara yönelik uyguladığı baskılardan dolayı “halklar hapishanesi” unvanını almıştı. “Devrim ezilenlerin şöleni olacaktır” diyen Lenin işçi sınıfına ve ezilenlere baskıdan kurtulmak için bir rota göstermişti. Lenin’in Marksizme katkılarından biri olan Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı (UKKTH) hala geçerliliğini koruyor ve ilkemiz olmaya devam ediyor.

Türkiye’de de ulusal sorun ulus devlet kurulduğundan beri kanamaya devam ediyor. Bu yüzden Sovyetler Birliği’nde ulusal sorunun nasıl geliştiğine, uygulanan politikalara ve bu konudaki mirasa bakmak zorundayız. Bugün yürüyen sınıf mücadelesinin aktörleri ulusal sorun konusunda üç kaynaktan beslenmektedir: Leninizm, Stalinizm ve post-modernizm. Bu yazıda daha çok ilk ikisi hakkında değinmelerde bulunacağız. Bu yüzden de özellikle Stalin’in Kürt halkına uyguladığı politikaları konuşmalıyız. Böylelikle hem başlıca tarihsel bilgilere değinebileceğiz hem de güncel mücadeleye dair bazı önemli perspektiflere ulaşabileceğiz.

Stalinist Karşı Devrimi ve SSCB’de Ulusal Soruna Bakışın Dönüşümü

Çarlık Rusyası gibi ezen ulus şovenizminin güçlü olduğu bir imparatorluk içerisinde yetişmesinin getirisi olarak Lenin devrimci yaşamı boyunca ulusların kendi kaderini tayin hakkının katı bir savunucu oldu ve ezen ulus milliyetçiliğinden nefret etti. Lenin Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı ilkesi üzerine şöyle der: “…biz her türlü milliyetçiliğe karşı savaşmazsak, çeşitli ulusların eşitliği uğruna savaşım vermezsek, hedefimize doğru yol alamayız… Biz, boş tahminlerle zaman yitirmeden hiçbir kuşku götürmeyen bu şeyi, Ukrayna’nın böyle bir devlet kurma hakkını olanca gücümüzle savunuruz. Biz bu hakka saygılıyız; biz Büyük Rusların Ukraynalılar üzerindeki ayrıcalıklı durumlarını desteklemeyiz; biz yığınlara bu hakkı tanımayı ve devlet kurma hakkını, herhangi bir ulusun tekelindeki bir ayrıcalık olmasını reddetmeyi öğretiriz.”

Ekim Devrimi’nin başarıya ulaşmasıyla beraber Lenin’in hep ateşli bir şekilde savunduğu ezilen ulus politikasını hayata geçirmeye soyundu. Polonya ve Finlandiya’nın burjuva ulus devletler kurmak için Sovyetlerden ayrılmak istemesi Bolşevikler tarafından kabul gördü. Bu konuda Bolşevikler şüphesiz mutlu değillerdi çünkü Polonya ve Finlandiya ulusunun temsilcileri olarak Bolşeviklerle masaya oturanlar maalesef burjuvalar ve aristokratlardı. Üstelik Finlandiyalı milliyetçiler on binlerce devrimci işçiyi boğazlamışlardı. Ama Bolşevikler Finlandiya ve Polonya’ya devrimci şekilde de olsa bir çeşit ulusal dayatma yapmadılar. Sovyet Devrimine katılan diğer uluslar için ise Lenin bütün ulusların eşit şartlarda birleştiği bir federasyon düşünüyordu. Bunun formülü Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği olacaktı. Tüm sovyet cumhuriyetleri iç işlerinde tamamen bağımsız ve eşit birimler olacak, merkezileşme sadece Kızıl Ordu’da ve dış politikada yaşanacaktı. Lenin’e göre bütün uluslar eşit haklara sahip olmalıydı. Bunu hayata geçirmek için aşması gereken engel ise Stalin ve arkasına aldığı hizbiydi. Sovyetler’in hızla bürokratikleştiği ve Lenin’in sağlığının iyice bozulduğu yıllarda Stalin keskin bir ulusal merkezileşme yanlısıydı. SSCB’nin eşit cumhuriyetler birliği şeklinde kurulmasına Stalin direnebildiği kadar direndi ama Lenin ağırlığını koyarak bu devlet şeklini hayata geçirmeyi başardı. Ne var ki Stalin sonraki yıllarda devlet şeklini ve sembollerini değiştiremese de işleyişi kökten bir şekilde değiştirecek tam zıttına çevirecekti. Nitekim Stalin sonra SSCB eşit cumhuriyetler birliği asla değildi. Bunun yerine Çarlık Rusya’sından beter bir Kremlin merkezileşmesi geleneği katı bir şekilde tesis edildi. Stalin ile Büyük Rus şovenizmi yeniden hortlayacak, Rusya yeniden bir halklar hapishanesine dönüşecekti.

Bu bağlamda, ezilen ulusların eşitliği konusunda Lenin’in uyguladığı “Korenizatsiya”ya (Yerelleştirme) değinmemiz gerekir. Bu politika, Lenin’in hayatı boyunca mücadele verdiği Rus şovenizmine karşı uyguladığı pratiklerden sadece birisiydi. Rusların azınlıkta olduğu Sovyetler Birliği’nde Rus hakimiyetini ve asimile edici kültürünü ortadan kaldırmayı amaçlıyordu. Bu politikaya göre ezilen uluslardan komünistler parti, hükümet ve sendikalar içerisinde lider kadrolara yükselmeleri için eğitilecekti. SSCB bünyesindeki farklı ulusal kültürlere destek olunacak, eğitim yerel dilde verilecekti. Yerel dillerde kültür sanat faaliyetleri geliştirildi, komünist parti üyelerinin bölgelerindeki yerel dilleri öğrenmeleri zorunlu hale getirildi. Korenizatsiyanın bir amacı da her ulus için komünist kadrolar yetiştirmekti. Bu sayede, her ulus kendi komünist gelişimini sağlayacak ve diğer Sovyet halklarıyla eşit statüde olacaktı. Bu politika kapsamında Sovyetler Birliği’nin içerisinde bulunan uluslar; kendi dillerinde eğitim alabilecek, kendi kültürlerini yaşayabilecek, Sovyetler Birliği’nde bulunan tüm uluslarla eşit haklara sahip olan ülkeler kuracaktı. Siyasi ve kültürel olarak Korenizatsiya politikası, etnik Rusların çoğunlukta olmadığı Sovyet cumhuriyetlerinde Rus kültürel hakimiyetini ortadan kaldırmayı amaçlıyordu. Bu politika, Rusça konuşan nüfusun yoğun olduğu bölgelerde bile uygulandı; örneğin Ukrayna’daki tüm çocuklara okulda Ukrayna dilinde eğitim veriliyordu. Korenizatsiya politikaları, Komünist Partinin hükümette ve eğitimde, yayıncılıkta, kültürde ve kamusal yaşamda yerel dilleri güçlendirmesini sağladı. Bu şekilde, yerel halktan komünist kadrolar hükümetin her kademesine terfi ettirildi ve söz konusu hükümetlerde çalışan etnik Rusların, söz konusu Sovyet cumhuriyetinin yerel dilini ve kültürünü öğrenmeleri istendi.

Stalin Kürt Halkına Nasıl Darbe Vurdu?

Korenizatsiya kapsamında özgürlüğe kavuşmuş ülkelerden biri ise 1923 Yılında “Kızıl Kürdistan Uzeydi” olmuştu. Sovyetler Birliği’nde bulunan tüm uluslar gibi, Kürtler de kendi dillerinde eğitim alabiliyor ve derslerde müfredat bunun üzerinde uygulanıyordu. Sovyetler tarafından maddi destek alıyor, Sovyet Kürdistan’ı adında gazete yayınlanıyor, tiyatrolar oynanıyordu. Diğer taraftan Sovyetlerin iç savaşın korkunç acıları sonrası bürokratik yozlaşmaya başlaması bu güzel günlerin fazla uzun sürmeyeceğini gösteriyordu.

Stalin döneminde, azınlıklara karşı tertip edilen şovenist politikalardan Kürt halkı da nasibini aldı. Stalin döneminde, devrimin yozlaşmasıyla beraber Lenin’in uyguladığı Korenizatsiya politikasından vazgeçildi. 1933 ile 1938 yılları arasında hükümlerin uygulanması durduruldu. Ulusal cumhuriyetlerin ve bölgelerin liderlerine yönelik tasfiyeler başladı. 1937’den itibaren merkezi basın Rus dilini ve Rus kültürünü övmeye başladı. 1938’de Rusça, Rus olmayan tüm okullarda zorunlu eğitim konusu haline geldi. Stalin 1929’da, Azerbaycan’ın idari bölgeler sistemini Kızıl Kürdistan’ı lağvetmek için değiştirdi; Kızıl Kürdistan dağıtıldı, toprakları Karabağ’a bağlandı. Onun yerine 25 Mayıs 1930’da “Kızıl Kürdistan Okrug” adında eskisinden daha cılız bir özerkliğe sahip bir yönetim oluşturuldu.

Fakat kötüleşme bununla sınırlı kalmadı, Ankara hükümeti ile sıkı dostluklar içerisinde bulunan bürokratik rejim, Ağrı İsyanı’nın bastırılmasında Ankara Hükümeti’ne destek verdi. Sovyetler Birliği, Komünist Enternasyonal toplantısında Ağrı İsyanı’nı “ezilen ulusların kaderlerini tayini” olarak değerlendirmeyip Ankara’ya destek kararı aldı. Stalin, Ankara hükümeti ile diplomatik ilişkilerine zarar gelmemesi için Kürtlerin ezilmesine destek oldu. 1938 Dersim Katliamı’nda da, Komintern emrindeki TKP Stalinist çizgiye ve SBKP disiplinine uygun şekilde Ankara hükümetinin tarafında durdu.

TKP’nin önde gelen liderlerinden İsmail Bilen 1937 Temmuz’unda Rasim Davaz adıyla İsviçre’deki komünist yayın organı Rundschau’ya yazdığı konuyla ilgili yazısı şudur: “İki ayı aşkın bir zamandan beri Ankara hükümeti, Dersim bölgesindeki Kürt aşiretlerinin yeni bir gerici ayaklanmasını bastırmakla uğraşıyor. Feodal unsurlar; Kemalist parti tarafından gerçekleştirilen reformlara rağmen, bugüne kadar ülkenin bu sapa bölgesinde barınmayı başarmışlardır. Bu bölgeye geçtiğimiz yıl Tunceli adı verilmiştir. Dersim’in egemen katmanları, yürürlükteki yasalara rağmen, kendi yasadışı ayrıcalıklarını koruyabilmişlerdir. (…) Dersim’de devlet otoritesi sadece kağıt üzerinde kalıyordu. Feodal aşiret reisleri her fırsatta devleti hiçe sayarlardı. Bugün Kemalist hükümetin enerjik reformları yüzünden, kendi iktidarlarını tehdit altında hisseden feodal unsurların ümitsiz bir direnişi ile karşı karşıya bulunuyoruz.[1]. O dönemde SBKP TKP için bir kardeş parti değil; taktik, rota ve politika belirleyen ideolojik ve siyasal bir önderlikti.

Stalin ve Mahabad Cumhuriyeti

Stalin döneminde Kürtlere vurulan bir diğer darbede Mahabad Cumhuriyeti deneyiminde olmuştur. 1946’da İran Kürdistan’ında kurulan Mahabad Cumhuriyeti SSCB tarafından yüzüstü bırakılmış ve cellatlarına teslim edilmiştir. İkinci Dünya Savaşı sonrası İran’ın kuzeyinde Mahabad Cumhuriyeti ile Azeri sosyalist Cumhuriyeti fiili olarak yönetimi ele geçirmişlerdi. Ama Stalin Tahran, Yalta, Potsdam, Kahire gibi dünyanın yeniden paylaşıldığı antlaşmalarda İran’ı İngiliz nüfuz bölgesi olarak tanımış; yani İran’ı Britanya ve yerel işbirlikçilerine bırakmıştı. Bunun sonucu olarak gerek Mahabad Kürt Cumhuriyeti gerekse de Azeri sosyalistleri kendilerini terk edilmiş ve köşeye sıkışmış olarak buldular ve sonunda İngiliz destekli Tahran’dan gelen gerici askeri saldırılara dayanamayarak yıkıldılar. Stalin’in Kürt halkına yaptığı bu ihanetlerin sonucunda Mahabad Cumhuriyeti sadece 11 ay ayakta kalabildi. Bu süreçte defalarca kez Stalin ile iletişim kurulmaya çalışılmış, açlık grevine gidilmiş fakat sonuç alınamamıştır. Siyasi desteğin çekilmesi sonucunda Çarçıra Meydanında Kadı Muhammed ve Mahabad Cumhuriyeti’nin diğer siyasi liderleri İran devleti tarafından idam edildi.

Kürt Halkı Nasıl Asimile Edilmeye Çalışıldı?

Büyük Rus şovenizmine sevdası olan Stalin, Kürt halkına sadece siyasi ihanet ile yetinmekle kalmamış, diğer halklara yaptığı gibi kültürel olarak da asimile etmeye çalışmıştır. 1938’de okullarda verilen tüm Kürtçe dil derslerini yasaklamış, Şii mezhepli Kürtlerin kimliklerine Azeri yazılmıştır.

Yapılanlar bunlarla sınırlı kalmadı. 8 Kasım 1937’de NKVD tarafından belirlenen karar ile Kürt halkı zorunlu göçe tabi tutuldu. Kararda “Hükûmetin kararına dayanarak, önümüzdeki günlerde Ermenistan sınır bölgelerinden 425 Kürt çiftliği tahliye edilecek ve sayı yaklaşık 2100 kişiyi kapsayacaktır. Yeni yerleşim yeri Kırgızistan SSC olacaktır.” yazılıydı.

9 Aralık 1938 tarihli Sovyetler Birliği Dış İşleri Halk Komiserliği’ne Kazakistan SSC’nin ilgili biriminin gönderdiği telgrafta “Ulaşan trende tam bir düzensizlik hüküm sürmüştür. Yerinde doğru bir düzenleme yapılmamıştır; insanlar ve eşyalar ayrılmamıştır.” ifadesi yazılmıştır. Ayrıca Kazakistan SSC Halk Komiserleri Konseyi başkanı H. Undasınov’un 20 Ocak 1939 tarihli mektubunda “Göçmenler, kış koşullarında kesinlikle uygun olmayan, tamamıyla anti sıhhiye durumdaki genel barakalarda ve baraka tipli özel odalara yerleştirilmiştir. Bunun sonucunda tifo ve yaygın sıtmalar kayda alınmıştır. Göçmenlere normal erzak temini yapılamamaktadır. Yöneticiler kış için yakacak vermemiştir.” diye belirtmiştir.

Görüldüğü gibi Lenin’in teorize edip, uyguladığı politikalar nerede, Stalin’in uyguladığı politikalar nerede! Stalinizmin ezilen halklara ve özel olarak Kürt halkına uyguladığı bu baskı politikaları; Lenin’in “Şu anda, devrim sırasında ve devrimin zaferinden sonra, köleleştirilmiş ulusları kurtaracaklarını ve onlarla serbestçe birleşme esası üzerinde (ve serbestçe birleşme, ayrılma hakkını içermezse boş bir sözdür) ilişkiler kuracaklarını eylemde göstermemiş olan sosyalist partiler, sosyalizme ihanet ederler.”[2] sözleriyle ifade ettiği üzere Bolşevizme ihanet anlamına gelmektedir.

Fakat şunu biliyoruz ki, Stalinizm ve Bolşevizm arasında koca bir kan nehri vardır. Stalin’in yaptığı günahlar Bolşevizme mâl edilemez. Stalinist bürokrasi, işçi sınıfının ve ezilenlerin dostu değil, bilakis onların düşmanıdır! Kürt halkının ve tüm dünya emekçilerinin kurtuluşu sosyalizm ile gerçekleşecektir. Kapitalizmin ulusal sorunda halkları birbirlerini kırdırması ve etnik çatışma harici verebileceği bir şey yoktur. Kapitalist düzen ulusal sorunda bu anlamıyla çözümsüzdür. Her sorunda olduğu gibi, ulusal sorunda da tutunacağımız tutum Marksizmin yolunda olacaktır. Marx ve Engels’in ulusal sorun hakkında İrlanda deneyiminden edindikleri sonuç; “başka ulusları ezen ulusların özgür olamayacakları” sonucu oldu. Buradan çıkarılan dersle, Lenin’in savunduğu ve hayata geçirdiği ulusların kaderlerini tayin hakkı ilkesi hala günümüzde geçerliliğini koruyor ve ilkemiz olmaya devam ediyor.


[1] (Komintern Belgelerinde Türkiye Dizisi – 2: Kürt Milli Meselesi, Aydınlık Yay., s. 82-84)

[2] RSDİP Merkez Organı Sosyal-Demokrat’ın Yazı Kurulu Ocak-Şubat 1916’da yazıldı Vorbote, n° 2Nisan 1916

Yorumlar Kapalı

Yorumlar Kapalı