Sosyalizm Kazanacak!
/ Manşet / Soldaki İttifaklar Üzerine (2): Sosyalist Güçbirliği ve Programı – V. U. Arslan

Soldaki İttifaklar Üzerine (2): Sosyalist Güçbirliği ve Programı – V. U. Arslan

on 15 Eylül 2022 - 07:53 Kategori: Manşet, V. U. Arslan

Sosyalist solda bir başka ittifak 26 Ağustos’ta ilan edildi. TKP, TKH, Sol Parti ve Devrim Hareketi “Ülkemizin Geleceğine Birlikte Sahip Çıkıyoruz” başlıklı bir deklerasyonla Sosyalist Güç Birliği’nin (SGB) kurulduğunu ilan ettiler.

SGB kendisini HDP’nin solunda tariflemeye çalışsa da bunun gerçeği yansıttığını söylemek bir hayli zor. SGB’nin deklarasyonunu okuduğunuzda tipik bir TKP bildirgesiyle karşılaştığınızı anlıyorsunuz. Zaten Sol Parti dışındaki 3 bileşen TKP ve TKP’den bölünenlerden oluşuyor. Bu yüzden Sol Parti’nin siyaseten TKP çizgisine geldiğini söyleyebiliriz.

SGB hem içeriği hem de sınıfsal tabanı itibariyle AKP iktidarına karşı orta sınıf tepkisini ifade ediyor. Örneğin SGB bileşenlerinin AKP’ye karşı çıkarken laik cumhuriyetin kazanımlarını vurgulaması son derece aldatıcı. Sanırsınız AKP’den önce cumhuriyet savunulabilecek bir şeydi! Bir defa cumhuriyetin adını doğru düzgün koymak gerekir. Marksistler hayata sınıfsal açıklamalar getirir. Bu cumhuriyetin sınıfsal karakteri burjuvadır, yani adını koyacaksak söz konusu olan burjuva cumhuriyettir. Komünistlerin/devrimcilerin cumhuriyete yaklaşımı bu sınıfsal esas üzerine yükselir. SGB’nin ise böyle bir tavırla uzaktan yakından alakası yok. Çünkü gerçekte komünist ya da devrimci değil, sol cumhuriyetçilerden başkası değiller.

Cumhuriyetin kazanımları vurgusunun Kemalizmle olan bağı reddedilemez. Gerçekten de erken dönem cumhuriyetin ekonomik ve sosyal politikalarının getirdiği değişikliklerden (kazanımlardan) yararlanan kentli dar bir kesim mevcuttu. Yeni yetme yerli sermaye, türedi zenginler, yüksek bürokrasi, ordu subayları ve en altta da başını öğretmenlerin çektiği dönemin memur kadroları… İşte TKP lider kadrosunun sınıfsal kökenlerini bu yüksek ve orta sınıflarda aramak gerekir. 1960’lar ve sonrasında Türkiye sol hareketine damga vuran Kemalizm etkisinin izleri biraz da bu sınıfsal köklerde aranmalıdır. TKP ve diğerlerinin “Gelenek”i ile bahsettiğimiz elit sınıfsal pozisyon arasında kopmaz politik bağlar mevcuttur. Nitekim parti tabanı da ağırlıklı olarak kentli küçük burjuvaziden oluşmaktadır. Emekçi sınıfların yoksullukla bezenmiş yaşam pratikleri ve patlamalı eylemsel potansiyeli ile TKP’nin orta sınıf karakteri ve sistem karşısındaki uysallığı arasında büyük bir uçurum bulunmaktadır.

Sol Parti ise esas olarak mimar, mühendis, doktor vb meslek örgütleri ile sendikal bürokrasi kadrolarından oluşan bir omurgaya sahip. Giderek yaşlanan ve bu arada karamsarlaşan bu tuzukuru kesimin toplumsal gerçekliğinin emekçi sınıflarla kopuk olduğu su götürmezdir. Örneğin TMMOB bürokrasisini oluşturan bu katmanın, bırakın sıradan emekçileri, yoksulluk içerisinde yüzen, işsiz kalan, asgari ücrete ya da biraz fazlasına talim eden kendi sorumluluk alanlarındaki genç mühendislerle bile herhangi bir ortak noktası kalmamıştır. Devrimcilik zamanları çoktan geride kalmış, enerjisi tükenmiş, karamsarlığa gömülmüş, bürokratik koltuklara yapışmış bu çevrenin yönünü, “hiç değilse, cumhuriyetin kazanımlarının korunmasına” çevirmesine şaşmamak gerekir.

Özellikle TKP çevresinin sürekli vurguladığı “cumhuriyetin kazanımları” üzerinde biraz daha düşünelim. Cumhuriyet aynı zamanda devlet demektir, devletin yönetim biçimidir ve devletin adıdır. O halde cumhuriyetin kazanımlarına sahip çıkıyoruz demek, aslında devlete de sahip çıkıyoruz demektir. Özcesi biz Marksistler bu ifadeyle “burjuva devlete sadıkım” mesajının verildiğini gayet anlayabiliyoruz. Kaldı ki TKP, TKH ve Devrim Hareketi ay yıldızlı bayrak açılımını çok önceden yapmışlar ve kendilerini ulusal bir zemine yaslamışlardır. Bilindiği gibi ay yıldızlı bayrak, Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne devlet geleneğini ifade etmektedir. Yani yine geliyoruz devlet solculuğuna. Üstelik ulusal bayrağın kullanımı Latin Amerika ya da Afrika gibi eski sömürge geçmişi olan ülkelerde değil, Türkiye gibi ulusal sorunun tüm keskinliği ile yaşandığı, acılarla dolu bir ülkede gerçekleşiyor.

Sembol kullanımı hiç de kimilerinin ilk bakışta düşünebileceği gibi önemsiz bir konu değil. Devletle ve dolayısıyla hakim sınıflarla kurulan ilişkiyi betimlemesi açısından son derece önemli. Nihayet öteden beri devlet geleneğinin en hassas olduğu Kürt sorununda SGB’nin sessizliğe gömülmesi son derece manidar. Öyle ki SGB deklarasyonunda Kürt sorunu bir kez olsun geçmiyor. Kürt halkının ezilmişliği ve baskılar tüm hızıyla sürerken Kürt sorununda kalem bile oynatamamak, komünist ve devrimci maskesinin düştüğü, ulusalcı suretin en net göründüğü an oluyor.

SGB HDP’ye açık ya da örtülü keskin eleştiriler getiriyor. Ama bu eleştirinin devrimci bir noktadan yapılmadığı ortada. HDP’den bağımsız sınıfçı bir alternatifin yaratılması tarihi bir gelişme olacaktır. Evet, ama böyle bir hareket tabiatı gereği ancak enternasyonalist bir karakterde yükselebilir. Şöyle ki eğer SGB bileşenleri toplumsal tabanlarını işçi sınıfı içerisinde tesis etmeye çalışsaydı sınıf içerisindeki daha ileri unsurlar içerisinde Kürt emekçilerin ne kadar önemli bir yer tuttuğunu göreceklerdi. Ve dolayısıyla Kürt sorununun adını bile anmayan ulusalcı bir içerikle o emekçileri asla örgütleyemeyeceklerini anlayacaklardı. Kısacası sağlam enternasyonalist bir temel olmadan işçi sınıfının birliği ya da sınıf bilincinin gelişmesi söz konusu olamaz. Yine bu enternasyonalist temel olmadan emperyalizme karşı işçi sınıfının uluslararası birliği ve sosyalist dünya devrimi perspektifi gündeme bile gelemez.

Gelgelelim SGB’nin düpedüz ulusalcı olduğu su götürmezdir. “Bağımsız ve egemen bir Türkiye için emperyalizme karşı mücadelede kararlıyız.” Bu vurgular buram buram milliyetçilik kokmaktadır. Örneğin her türden milliyetçinin Ege adaları ya da Mavi Vatan üzerinden kopardıkları bağımsızlık ve egemenlik naralarının ve yine bu milliyetçilerin yabancı emperyalist güçlere meydan okuma (!) heveslerinin SGB vurgularıyla benzerliği gözlerden kaçacak gibi değildir. Anti-emperyalizm tarih boyunca milliyetçilerin en çok sulandırdığı kavram olmuştur. Gerçek anti-emperyalist tutum ilk önce kendi devletinin izlediği emperyalist politikalarla hesaplaşmayı gerektirir. Yazdıkları deklarasyonda daha Kürt adını bile geçiremeyenlerin anti-emperyalizmleri olsa olsa dümdüz ulusalcılık olacaktır.

SGB bileşenlerinin en çok öne çıkardığı bir diğer nokta da laikliktir. Bu siyasetler öteden beri gericiliğe karşı ilericilik ikilemi üzerinden siyaset yapmaktadır. Buradaki ilericilik-gericilik kıstası laiklik üzerinden ölçülmektedir. Bu tanım bariz şekilde Kemalizmin lugatından alınmadır. Marksistler için gericiler, burjuva düzenin sürmesinden yana olanlar anlamına gelir. O halde laik gericilerden de ülkemizde bir hayli bulunmaktadır. Peki laikliği önemsemeyecek miyiz? Elbette ki önemseyeceğiz. Ama Türkiye gibi ülkelerde laikliğin güçlenmesinin yegane yolu emekçi mücadelesinin yükselmesi ve devrimci etkinin alt sınıflar üzerindeki etkisinin artmasıdır. Diğer taraftan orta sınıf karakterli SGB’nin yaptığı laik cepheciliktir. Bu cephe İslamcılara karşı egemen sınıfların laik kanadını da kapsamaktadır. TKP (SİP) geleneğinin 28 Şubat sürecini destekleyerek generallerin arkasına takılması bunun en yüz kızartıcı örneğini oluşturmuştur. Kısacası SGB laiklik meselesinden doğru da yine dönüp dolaşıp Kemalizme ve devlet geleneğine yedeklenmektedir.

Sonuç olarak sosyalist soldaki HDP hegemonyasının alternatifi ulusalcı SGB olamaz. İşçi sınıfı merkezli, enternasyonalist bir odak olmaksızın devrimciliğin yükselmesi mümkün olmayacaktır. Bu bağlamda sınıfa karşı sınıf perspektifini savunan devrimciler olarak kimlikçi sol liberalizmle olduğu kadar burjuva devlet geleneğine sadık Kautskyci eğilimlerle de mesafemizi koruyacağız. Devrimci Marksizmin sosyalist solu temsil yeteneğini kitlelerin gözünde de kazanması için emekçiler ve gençler içerisinde sağlam mevziler kazanmak zorundayız. Seçim süreçlerinde de kendi bağımsız çizgimizi ortaya koyacağız.

Sosyalistlerin çok parçalı olmasından şikayet edilmesi klasik bir alışkanlık olsa da görüldüğü gibi aslında solda kabaca iki ana eksen bulunuyor. Bir üçüncü eksen olarak devrimci Marksist alternatifin yükselmesi tarihin akışını değiştirecektir. Bizler kendimize güveniyoruz ve bu prensipler temelinde farklı devrimci güçlerle ortaklaşmaya da her zaman açık olacağız.

 

   

Soldaki İttifaklar Üzerine (1): Emek ve Özgürlük İttifakı

Yorumlar Kapalı

Yorumlar Kapalı