Sosyalizm Kazanacak!
/ Derya Koca / Siyonizm, Yahudiler ve Ulusal Sorun – Derya Koca

Siyonizm, Yahudiler ve Ulusal Sorun – Derya Koca

on 17 Mayıs 2020 - 08:12 Kategori: Derya Koca, Manşet, Tarih

Siyonist İsrail devletinin kuruluşunun 72. yılı geride kaldı. Kurulduğu günden bu yana İsrail devleti emperyalizmin Ortadoğu’daki karakolu olarak vazife gördü. Görevi ise yalnızca askeri saldırganlığın örgütlenmesi, Filistinlilerin topraklarından sürülmesi, işgal ve kan ile değildi. Aynı zamanda yoksulların radikalizme son derece açık olduğu bu topraklarda İsrail,  aşırı sağ etnik ve mezhepsel politikalarını bölgede hakim kılmak gibi başat bir rol de üstlenmiş oldu. Yahudi halkının Arap halkı ile arasına devasa bir kan nehri sokarak kardeşliğin ve sınıf birliğinin önüne çok büyük engeller çıkardı. Kadim Yahudi, halkı kadim Filistin topraklarında bir azınlıkken Siyonist yerleşimcilerin Filistin halkına ait ne var ne yok yok ettiği bugünlere gelirken, Marksistler açısından Yahudi halkı ile Siyonizmi birbirinden ayırmak ancak İsrail devletine karşı tavizsiz bir mücadele örgütlemek görev haline gelmiştir.

Yahudiler

Yahudi halkı, bulunduğu topraklarda çoğunlukla ikamet, seyahat, kamuda çalışma, askere gitme, seçme-seçilme, mülk edinme, dilediği mesleği seçme gibi haklardan yoksun bırakıldığından ötürü zanaatçılık yapmak, küçük işletmeler kurmak, bankerlik, ticaret ya da bilim gibi alanlara yönelmiştir. Bu dinamiklerden kaynaklı olarak ezilen Yahudi halkı, dünya tarihine pek çok parlak isim kazandırmıştır. Hatta Marks, Troçki, Roza Luxemburg gibi Marksizmin en büyük öncüleri Yahudi halkının içinden çıkmıştır. Fakat Yahudi aydınların pek çoğu kendilerini Yahudi kimliği üzerinden değil, kurulu düzene karşı muhalif olmaları üzerinden konumlandırıyorlardı. Kendisi de bir Yahudi olan Isaac Deutcher;  Marks, Rosa ve Troçki’nin “Yahudi Olmayan Yahudi” karakterlerini şu şekilde özetler:

“Bu büyük devrimcilerin hepsi kolay incinen kişiliklerdi. Yahudi olarak bir anlamda kökleri yoktu, diğer yandan kültürlerinin entelektüel geleneği ile sıkı bağları ve yaşadıkları dönemin en asil çabalarına katkıları vardı. Ne zaman dini hoşgörüsüzlük ya da milliyetçilik yükselse, fanatikler ve dar kafalılar galip gelseler, ilk kurbanlar onlar oldular. Yahudi hahamlar tarafından aforoz edildiler, Hristiyanların takibatına uğradılar, mutlakiyetçi hükümdarlar ve askerleri tarafından kovalandılar, sözde demokrat burjuvaların nefretini kazandılar ve sonuçta kendi cemaatlerinden de atıldılar. Hemen hepsi yurtlarından edildiler ve bazen yazdıkları alevlerin kurbanı oldular.”[1]

Yine de bulunduğu her ülkede azınlık ve yoksul olan bu halk hakkında pek çok komplo teorileri üretiliyordu. Yahudi halkına yönelik Anti-Semitist düşünceler egemen sınıf tarafından katliamlar örgütlemek üzere kullanılıyor, emekçiler bölünüyor ve egemen sınıfın ihtiyaç duyduğu “iç düşman” yaratılıyordu. Ve bu ırkçı  katliamlara en savunmasız şekilde yakalananlar yoksul Yahudi halkı oluyordu.

Dünyanın her yerine dağılan Yahudi halkı, işçi sınıfı hareketi içinde kendi bulundukları ülkenin işçi sınıfının bir parçası olarak mücadele etmişti.  çünkü bir ulusa hareketin her şeyde önce bir azınlık olmanın niteliğinden çok bölgesel bir çoğunluk kurmaya ihtiyacı vardır. Bu nedenle Yahudilerin eşitlik talebi bir ulusal hareket niteliğinde değildi. Bunun bir sonucu olarak da Yahudi halkının ezilmesinden güç alarak kurulan Yahudi örgütleri pek rağbet görmemiş, ciddi bir güce erişememişti. Bu dinamik Rusya’da Ekim Devrimi’ne giden süreçte oldukça canlı şekilde deneyimlenmişti.

Rusya’da Kara Yüzler çeteleri eliyle sistematik pogromlara uğrayan Yahudi halkını tavizsiz savunan Rus devrimcileri halkların eşitliğini ve kardeşliğini temel alan bir mücadelenin ana kurucusuydu. Lenin (s. 152), ezilen halklara verilen desteğin niteliğini şu sözlerle açıklıyordu:

“Ulusal-topluluklara zulüm siyaseti, ulusları bölme siyasetidir. Aynı zamanda halkın kafasını düzenli olarak yozlaştırma siyasetidir bu. Kara-yüzlerin planı, çeşitli uluslar arasında karşıtlığı. kışkırtmak, bilisiz, horlanmış yığınların kafasını zehirlemektir. Herhangi bir kara-yüzler gazetesini alın elinize, göreceksiniz ki, Rus-olmayan ulusların ezilmesi, bir yanda Rus köylüsü, Rus küçük-burjuvazisi ve Rus zanaatçısı, öte yanda Yahudi, Finli, Polonyalı, Gürcü ve Ukraynalı köylü, küçük-burjuva ve zanaatçı arasında karşılıklı güvensizlik tohumlarını ekmek, tüm kara-yüzler çetesi için ekmek ve su kadar önemlidir.”[2]

Yahudi halkının tek temsilcisi olma isteğiyle ve Yahudilerin özerk kültürel taleplerini gerçekleştirme hedefiyle RSDİP içinde varlık gösteren Yahudi Bund, sınıf mücadelesinde tüm ezilen hakları birleştirme perspektifinden ayrı düşünüyordu. Bund’un bu yaklaşımına da en başta karşı duran yine Troçki gibi Yahudi devrimci liderlerdi. Çünkü Bund’un Yahudiler konusunda tek yetkili olma yaklaşımı pratikte Rus işçilerinin sınıf bilincinin kültürel temelde bölünmesine neden olacak ve tüm ezilen halkların devrimci temellerde birleşmesine engel teşkil edecekti. Bund, bu tartışmalar etrafında parti programıyla ters düştükten sonra partiden ayrılmıştı. Yoksul Yahudi halkı ulusal değil sınıfsal karakterdeki mücadelelere destek veriyordu:

“RSDlP’nin on yılı aşkın bir süre içinde kazandığı deneyim, yukardaki tezlerin doğruluğunu ortaya koymuştur. Parti 1898’de tüm Rusya’yı kapsayan bir parti olarak, yani Rusya’daki bütün ulusal topluluklar proletaryasının partisi olarak kurulmuştur. 1903’te parti kurultayı, Bundu Yahudi proletaryanın tek temsilcisi olarak tanımayı, kabul etmeyince, Bund ayrılmış, bunun üzerine parti Rus” olarak kalmıştır. 1906’nın ve 1907’nin olayları, böyle bir dilekte bulunmak için hiçbir neden olmadığını inandırıcı bir biçimde göstermiş, Yahudi proleterlerin büyük bir bölümü, birçok yerel örgütte, ortak sosyal-demokratik çalışmaya katkıda bulunmayı sürdürmüş, bunun üzerine Bund da yeniden partiye girmiştir.”[3]

Yahudi halkının sınıf mücadelesinin dinamikleri içinde ezilmeye karşı devrimci bilinci de örgütleyen mücadelenin aktörü olması önemli bir tarihsel nokta. Bulunduğu her yerde azınlık olan ve ezilen bu halkın milliyetçilik temelinde bir çekimle ikna edilemeyeceği ortaya çıkmıştı. Yahudi burjuvazisi herhangi bir maceraya girmeden sermayesini büyütmeye bakıyor; bulunduğu ülkelerde o ülkenin ulusal egemen sınıfının uysal bir parçası olarak hayatına devam ediyordu. Ancak Yahudi burjuvazisinin emperyalizmle en içli dışlı ve en sağ kanadından yükselen Siyonizm, İngiliz emperyalizminin planları dâhilinde devreye sokularak İsrail devletinin kuruluşuna giden sürecin kapısını açacaktı.

Siyonizm

 

Siyonizm, hiçbir zaman kendisini bir ulusal kurtuluş hareketi olarak tanımlamamıştır. Siyonizm, Filistin halkını topraklarından sürmek, varlıklarına el koymak ve katlederek var olmaya dayanmıştır. Yoktan var edilen bir devlet kurmak salt birkaç fanatik burjuvanın işi olamazdı: Büyük emperyalist güçlerin bizzat fon, silah ve ideolojik destek sağladığı Siyonistler 1948 yılında Filistin topraklarındaki işgalin resmi adını İsrail olarak ilan ettiler.

Siyonistler, İsrail devleti kurulmadan önce emperyalizme karşı bölgede gelişen direnişlere ve işçi sınıfı hareketlerine karşı faşist güçler olarak kullanılıyordu. 1920 ve 30’lu yıllarda Britanya tarafından kontrol edilen Filistin topraklarındaki Siyonistler, yerleşimcilerin sömürge karşıtı eylemlerini bastırmak için yoğun şekilde kullanıldı.  1917 Balfour Deklarasyonu ile bölgenin kontrol edilmesi için Yahudi yerleşimcilerin emperyalizm tarafından destekleneceğinin açıklanması üzere Siyonistler ve bu saatten sonra onun her türlü gerici saldırılarının maşası olarak hareket ettiler. 1936’da Britanya egemenliğine karşı ayaklanan Filistinlilerin bastırılmasında kolonyal güçlere destek veren Siyonistler,  Emek Siyonistleri Örgütü ile genel grevin kırılmasında önemli rol oynadılar.

Ancak 1930’lara kadar Siyonist güçler hala küçük ve etkisizdi. Dünyanın hiçbir yerinden Yahudi, kurulu yaşamını, entegre hayatlarını bırakmak niyetinde değildi. Avrupa’daki kültürel gelişimden Yahudileri çıkardığınızda geriye oldukça çorak bir tarih kalırdı: Yahudi halkı bulundukları topraklara ciddi kökler salmıştı. Bu nedenle Yahudi halkı için birleşik bir milliyetçi hareket söz konusu değildir. Yahudilerin ezilmesine karşıt olarak gelişen Yahudi milliyetçiliğinin nüveleri varsa da bunun bütünlüklü bir hareket olduğu iddiasının temeli yoktur. Hatta Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sırasında Yahudi halkı, daha sonradan bizzat celladı olan Alman devleti için cepheye gitmiş ve savaşmıştı. Yahudiler, kendi sınıflarının insanlarıydılar ve dönemin işçi sınıfının bir parçası olarak Alman şovenizmine entegre olmuşlardı. Almanya dışında da sırada Yahudiler için durum farklı değildi. Yahudi milliyetçiliğinin ve Siyonizmin asıl taşıyıcıları kendi ulus devletini kurma konusunda emperyalist devletlerin kapısını aşındıran büyük burjuva liderliklerdi.

Birinci Siyonizm Kongresi İsviçre’nin Basel şehrinde toplandı. 1896’da Viyanalı Yahudi gazeteci Theodor Herzl’in, Yahudiler’in kendi devletini kurmasını savunan ”Der Judenstaat” yani “Yahudi Devleti” kitabı tartışıldı. Bu Yahudi devleti için önceleri Uganda ve Arjantin gibi yerlerde bile düşünülmüştü. Ancak Filistin’de karar kılınmasının nedeni hem tutucu Yahudiliğin hem de İngiliz devletinin çıkarlarının mükemmel bir şekilde uyuşmasıdır. Yahudi düşmanlığını neden olarak gösteren bu girişimin temelinde aslen bir büyük burjuva devlet kurma özlemi vardı. 1903’te o tarihe kadar bölgeye göç eden Siyonistler yarım milyonluk Arap nüfusla birlikte yaşayan 25 binlik bir azınlıktı ve çoğu Çarlık ile Avrupa güçleri arasında devamlı ezilen Doğu Avrupa’dan gelmişti. 1922’de gelindiğinde ise Yahudi nüfus 750 binlik nüfusun yüzde 11’ine denk düşüyordu. [4]

Ulus devletlerin kurulması sürecinde kendi uluslaşma düşüncesinin de ilk nüvelerini oluşturan Yahudi burjuvazisi, emperyalizmin desteği ile Filistin topraklarında tutunacağı karşılıklı bir fayda ilişkisi geliştirdi. Ne Yahudiler tek başına bu bölgede tutunabilirdi ne de Arap milliyetçiliğinin güçlü olduğu bu bölgedeki petrolün emperyalist merkezlerin cebine akması böylesine kolay olurdu. Ancak bir sorun vardı: Yahudi halkı bu “büyük geri dönüş” masalından pek etkilenmemiş görünüyordu. Bu aşırı sağcı fanatiklerin imdadına başka bir aşırı sağcı fanatik yetişti: Hitler!

Hitler ve Siyonistler

Savaş mağlubu, emperyalist rekabette geriye düşen Alman devletinin büyük emperyalist güçlerle arayı kapamak için ikinci bir savaşa ihtiyacı vardı. İlk savaştan yenik çıkan ve iki büyük devrimci ayaklanma ile başa çıkamayan Alman burjuvazisi içeride devrimci ateşi söndürmek için faşizmi yardıma çağıracaktı. 1917 Ekim Devrimi’nin enerjisiyle dolan halklar ne yazık ki Almanya’da önderliksizdi; Rosa ve Karl’ın geç ve başarısız girişimleri canlarına mal olmuştu. Devrimin yenilmesi, Yahudi halkının da tamamen savunmasız kalması anlamına geliyordu. Devrim ölüyordu. Savaş ve kıtlıkta umudun devrimin cephesine koşan kitleler şimdi umutsuzdu. Büyük burjuvazinin devrim korkusu, korkunç bir savaş makinesi ile bertaraf edilecekti. Bunun için kitleler derinden bölünmeli ve sınıf radikalizmi sokakta ezilmeliydi. Umutsuzluğu örgütleyen faşistler, Yahudi halkını günah keçisi ilan edileceklerdi ve kaynağını eski çağın kilise düşüncesinden alan anti-semitist düşünceler hortlatılacaktı çünkü bu düşünce basit bir hedef gösteriyor; kitleleri kendi egemen sınıflarına yani asıl düşmana karşı savaşmaktan alıkoyuyordu. Troçki, 1920’lerin Yahudi düşmanı fikirlerinin modern temelini ise şöyle açıklamaktaydı:

“Naziler, şeytani bir güç olarak tefeci ve banka sermayesini bugünkü ekonomik sistemden soyutlamaktadırlar; ve herkesin bildiği gibi, Yahudi burjuvazisi de tam bu alanda önemli bir yer tutmaktadır. Bir bütün olarak kapitalizmin önünde eğilen küçük burjuva, uzun kaftanlı ve çoğu kez cebinde beş kuruş bile bulunmayan Polonyalı Yahudi’de cisimlenen şeytanî kâr düşüncesine savaş açmaktadır. Yahudilere karşı düzenlenen pogromlar, ırk üstünlüğünün en yüksek kanıtı haline gelmektedir. ”[5]

30’larda Avrupa’da iktidara gelen faşizm, İsrail’in kurulmasında köşe taşı bir rol oynayacaktı. 6 milyon Yahudi’nin katledilmesi ve soykırıma uğratılması, İsrail devletinin meşrulaştırılması için halen kullanılmaya devam eden ciddi acılar yaşattı. Yahudi halkının katledilmesinin, tarihte eşi görülmemiş bir soykırıma dönüşeceği uyarısını ilk yapan ise faşizm teorisini tarihte en doğru şekilde ortaya koyan Marksist lider Troçki olmuştu. 1938’de şunları yazacaktı:

 “Dünya savaşının başlamasından sonra yahudileri neyin beklediğini düşünmek hiç de zor değil. Hatta savaş olmaksızın dünya gericiliğinin yakın gelişiminin hemen hemen kesinlikle yahudilerin fiziksel yokoluşları anlamına geleceğini görmek mümkün.”[6]

Yahudi halkı katledilirken Siyonist liderler Hitler’e mektup yazıp işbirliği teklif edecek kadar adileşmişti. Yahudi halkının acılarını emperyalist bir projenin ve bir halkın imhasının temeli olarak kullanan bu ikiyüzlüler halen holokost kartını koz olarak kullanmaya devam ediyorlar. Deutscher, 6 milyon Yahudi’nin külleri ve cesetleri üzerine kurulmuş bir “yeniden diriliş” hikâyesi pazarlayan Theodor Herlz gibi Siyonist liderlerin gerçek yüzünü teşhir eder:

“Yahudi kimliğinin en büyük ‘yeniden tanımlayıcısının’ Hitler olduğu trajik ve korkunç bir gerçektir ve bu, onun ölümünden sonraki küçük zaferlerinden biridir. Auschwitz, yeni Yahudi bilincinin ve yeni Yahudi ulusunun korkunç beşiğiydi. [Yahudi] dini geleneğini reddeden bizler, artık tarihte pek çok kez, son zamanlarda da trajik bir şekilde, zulüm ve imha için seçilmiş olanların cemaatine mensubuz. Yahudiliği ve devamlılığını her zaman vurgulayanlar için, altı milyon Yahudi’nin imhasının Yahudi [milliyetçiliğine]  yaşam verdiğini düşünmek garip ve acıdır. Altı milyon erkek, kadın ve çocuğun hayatta olmasını, Yahudi milleti düşüncesinin yok olmasına tercih ederdim. Yahudi anka kuşu,  altı milyon Yahudi’nin küllerinden doğmuştu. Ne diriliş ama!”[7]

Siyonistlerin amacı hiçbir zaman Yahudi halkının ezilmesini sonlandırmak olmadı. Amaçlarını gerçekleştirmek için ise her yol mubahtı. Hitler faşizmi, Siyonistlerin amaçladıkları göç için bulunmaz bir fırsattı. Bu amaçla Hitler ile ittifak bile yaptılar. Çünkü Hitler’in Yahudilerden arındırılmış bir Germen imparatorluğu hayali ile Siyonistlerin Filistin’e can havli ile kaçan Yahudilerle yeni yerleşim bölgeleri oluşturmaları hayali örtüşüyordu.

Alman Siyonist örgütü Hitler’e hedeflerinin onlarınkine benzer olduğu varsayımıyla, Siyonistlerin “Yahudilere düşman bir hükümetle işbirliği yapmayı” umduklarını söyleyen bir bildiri yazmıştı. Hitler, sosyalist ve emek örgütleri ile Yahudi direnişinden yana olan örgütleri kapatmış; ancak Siyonistlerin faaliyetlerine devam etmesine izin vermişti.  Filistin’de faaliyet yürüten ve Nazilerin desteğini almaya çalışan Siyonist milis örgütü Haganah’ın bir ajanı, SS lideri Adolf Eichmann’a 1937 yılında Siyonistlerin Almanların Yahudi katliamlarından memnun olduğunu çünkü “Yahudi nüfusunun” gücü arttırdığını söylemişti. 1938’de Almanya’daki tüm Yahudi çocuklarını kurtarmayı isteyip istemediği kendisine sorulduğunda, Siyonist lider David Ben-Gurion ya hepsinin Britanya’ya gönderilmesi ya da sadece yarısının İsrail’e gönderilmesi durumunda, ikincisini seçeceğini söylemişti.”[8]

İsrail’in Kuruluşu: Büyük Felaket

İsrail devleti, 1948 yılında kuruluşunu ilan ettiğinde Filistin halkı tarihsel bir trajedi yaşıyordu. Bu sırada Yahudi halkı nüfusun sadece üçte birine ve toprakların yüzde 6’sına sahipti; ama bu sözde yeni devlet, Filistin topraklarının yüzde 55’ini onlara veriyordu. Bu proje ilk etapta 50 bin Filistinlinin yok edilmesi ile sonuçlanan bir savaşla başladı. Tek bir günde yüzlerce sivilin katledildiği çatışmalar yaşanıyordu: Filistin halkı meşru ve güçlü bir direniş ortaya koyuyor; bu haklılık dünyanın her yerinden destek ve sempatiyi onların mücadelesine kazandırıyordu. Türkiye’den devrimciler 60’lar ve 70’ler boyunca FHKC ile omuz omuza savaşmaya gidiyor, o topraklarda emperyalizme karşı savaşarak can veriyordu. Arap halklarının sol-sosyalist uyanışının ve Arap milliyetçisi iktidarların yükselmesi tarihine de denk düşen bu yıllarda, aşırı sağcı Siyonizmin bölgede yerleştirilmesinin emperyalizm açısından çok yönlü fayda getirdiği açık.

Siyonist devlet, tamamen savaş motivasyonu üzerine kuruldu. 1948, 6 Gün savaşları, 1973 Yom Kippur Savaşı, 1982 Lübnan İşgali, 1987-93 İntifadalarının bastırılması gibi pek çok savaşı “kazanan” İsrail emperyalist sisteme yerleşmiş oldu. Oslo Süreci’nde  (bugün sadece bir oyalamadan ibaret olduğu artık görülen) iki devletli anlaşmayı kabul eden Yaser Arafat gibi burjuva liberal liderliklerin de bu konuda önemli payının olduğunu ifade etmek yerinde olur.

2020’ye geldiğimizde, dışarıda 6 milyonu aşkın Filistinli mültecinin dünyanın dört bir yanına dağıldığı; ülke içinde ise Filistinlilerin Batı Şeria ve Gazze arasında bölünmüş çok sayıda cepte silahların gölgesinde ve muazzam bir fakirlik altında yaşadığı bir noktaya gelindi. Trump ve Natenyahu’nun “Yüzyılın Anlaşması” olarak masaya koydukları anlaşma, Filistin devletinin tamamen yok edilmesi; emperyalizmin bölgede kazandığı zaferin ilan edilmesi anlamına geliyor. Filistin’in tüm egemenlik haklarını yok etmeyi hedefleyen “Yüzyılın Anlaşmasını”nın açıklamanmasından önce ABD, 2017 yılında Kudüs’ü tek taraflı olarak İsrail’in başkenti olarak tanıdığını ilan etmişti. İsrail’in Suriye, Yemen, Irak, Libya savaşlarındaki rolüne bakarsanız ABD emperyalizminin bu projeyi tamamına erdirmek konusundaki büyük tutkusunun nedenleri gözünüzde daha da netleşecektir.

1948’den bu yana projeyi sadece Filistin değil tüm Ortadoğu’da kan, emperyalist saldırganlık ve savaş ile yürüten Siyonizmin meşruiyetinin tek kaynağı, İngiltere’nin yerini alan ABD emperyalizmi. Emperyalizm, buraya akıttığı para ile İsrail’i adeta bir Kuzey Avrupa modeli bir refaha kavuşturarak bölgeye göçü teşvik ediyor, sayısız organizasyon düzenleniyor. ABD bütçesinden her yıl büyük paralar İsrail devletine akıyor ve bu miktarın asıl kalemini askeri yardımlar oluşturuyor. Elektriği, suyu, yolu, eğitimi, sağlığı olmayan fakir Filistinlilerin yanı başında, İsrail kentlerinde Batı tipi bir cazibe merkezi kuruluyor: Toprak satın almak, Yahudi nüfusunu arttırmak, Filistinlileri her bir köyden sürmek, direnişi kırmak ve bu iç savaş motivasyonunun getirisinin bir sonucu olarak aşırı sağcı iktidarlarla aralıksız olarak yönetmek için.

Geçmişin acılarını emperyalist devletin temeli yapan Siyonizmin gerçek yüzü Filistinlileri soykırıma uğratmak. Yahudi nüfusunun gayrı meşru göçmen akınlarıyla çoğunluk haline getirildiği Filistin topraklarında Yahudi yerleşimleri de İsrail devleti de meşru değildir. İki devletli çözüm dedikleri şeyin Filistin halkının radikalizmini kırmak ve birlikte yaşaması mümkün olmayan bu iki devletin emperyalistlerce desteklenen asıl taraf olacağını öngörmek için kahin olmaya gerek yoktu.  Ancak Filistin sadece kendi burjuva liderlikleri tarafından ihanete uğramadı: Arap Milliyetçisi iktidarların sözde Filistin yanlılığı her seferinde emperyalizmle uzlaşmaya dönüştü, SSCB bölgede İngiliz emperyalizminin gerilemesinin akabinde bölgede yeni müttefik kazanma amacıyla İsrail’i ABD sonrasında tanıyan ilk devlet oldu, İslamcılar güya sahiplendikleri Filistin’in petrolünü İsrail devleti ile el ele pazarladı… Filistin halkının elinde kalan ise dostu tek gerçek dostu ise devrimci sosyalistler.

Özgür Filistin

İsrail devleti koşulsuz reddedilmelidir ve dahası; yıkılmalıdır. Ancak bizim İsrail düşmanlığımız, Yahudi düşmanı sağcı düşünceden kökten ayrılmaktadır. Biz Marksistlerin sorunu, ezilen Yahudi halkının özgürlüğünü istismar ederek zulmünü meşru göstermeye çalışan İsrail devletinin Yahudi kimliğiyle değildir; bizim sorunumuz İsrail’in emperyalist, zorba, işgalci, fanatik Siyonist karakteridir.

Özgür bir Filistin’in nasıl kurulacağı sorusu ise  emperyalizmin bölgede nasıl yenileceğine vereceğimiz cevapta saklıdır. Ortadoğu’da emperyalizme karşı tek çıkar yol Filistin davasını da zafere taşıyacak olan Sosyalist Ortadoğu Federasyonu mücadelesidir.

[1] Isaac Deutcher, The Non-Jewısh Jew and Other Essays , Verso Book, page 33,  2017.

[2] Lenin, Ulusal Sorun ve Ulusal Kurtuluş Savaşları, Sol Yayınları, 1993, sf 152

[3] Lenin, sf 86

[4]1799’dan günümüze Filistin tarihi ve Orta Doğu sorunu https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-44128837

[5] Aktaran: Enzo Traveso Marksistler ve Yahudi Sorunu, Yazın Yayıncılık, sf. 260.

[6] aktaran Traverso s.262-263

[7] Deutcher, sf 44-45

[8] Paul D’Amato, Marksizmin Anlamı, Ayrıtı Yayıları, sf 392-393, 2016.

Yorumlar Kapalı

Yorumlar Kapalı