Sosyalizm Kazanacak!
/ Güneş Gümüş / Radikal Demokrasi Ne Kadar Sosyalist, Ne Kadar Radikal? – Güneş Gümüş

Radikal Demokrasi Ne Kadar Sosyalist, Ne Kadar Radikal? – Güneş Gümüş

on 13 Nisan 2023 - 13:15 Kategori: Güneş Gümüş, Marksist Teori

Bir tarafta devrimci Marksizm diğer tarafta post-modernizmin çeşitli varyantları. Dünya çapında sol hareketlerin fikirsel kaynakları ve eylem stratejilerini bu iki ana damar belirliyor. Türkiye’de de durum farklı değil.

Hareketin düşünsel kaynaklarının billurlaşması her daim belirleyici olmuştur ve olacaktır da. Bu konuda gerekli çabaları göstermeyenlerin içeriksizleşerek rüzgarın estiği yöne doğru savrulması kaçınılmazdır. Diğer taraftan ana damarlar arasındaki hegemonya mücadelesi on yıllardır sürüyor. Bir tarafta kimlikler dünyası, diğer tarafta sınıf mücadelesi, enternasyonalizm, Bolşevizm ve sosyalist devrim perspektifi.

Radikal Demokrasi Ne Kadar Radikal?

Bu konuyu ele alan Erol Katırcıoğlu, Yeni Yaşam için yazdığı makalede radikal demokrasiyi “çağımızın sosyalizmi” olarak ilan etmiş. Katırcıoğlu bu iddiasını açıklamaya başlamadan Marksizme dair kabak tadı veren klişelere sığınıyor. Ama çağımız kapitalizminde işçi-işveren çelişkisinin ya da zıtlığının yanı sıra başka çelişkilerin de olduğu bir gerçektir.” Sanırsınız Marksizm başka çelişkiler tanımıyor. Katırcıoğlu’nu üzmek pahasına şu şaşırtıcı(!) bilgiyi sizinle paylaşayım: Marx döneminde de emek-sermaye çelişkisinin dışında başka çelişkiler vardı ve tabi ki Marx da bunun farkındaydı. Bu çelişkilerin bazılarını kapitalizm yarattı; mesela ulus devlet zeminine basmasından dolayı ulusal sorunları. Bazılarını da kendi bekası adına yararlı gördüğü için sonlandırmak yerine besledi; kadının ezilmesi, ırksal ayrımlar vb. Daha o yıllarda Marx İrlanda mücadelesine büyük sempati beslemiş, Amerikan İç Savaşı‘nda kölelik karşıtı kuzey kampını aktif şekilde desteklemiş, ilk eserlerinden itibaren kadınların ezilmesi konusunu işlemiştir.

Katırcıoğlu yazısının devamında radikal demokrasi projesine süslü elbiseler dikse de nafile. Bilinmelidir ki radikal demokrasinin sosyalizm ile ilişkisi “en hafif tabirle” oldukça zayıftır. Tezlerin sahipleri olan Mouffe ve Laclau‘nun radikal reformculuktan öte bir kaygısı bulunmaz: “Hegemonya ve Sosyalist Strateji çok yanlış anlaşıldı. Biz demokrasinin radikalleşmesinden bahsettik. Bu da var olan kurumlardan hareket etmek demektir. İnsanların bir kısmı çoğulcu liberal demokrasiyi lağvedip, onun yerine radikal demokrasiyi kurmayı önerdiğimizi anlamışlar.” (Mouffe, 2019: 57)

HDP‘ye de ilham olan radikal demokrasi İspanya’da Podemos, Yunanistan’da Syriza liderliğinde iktidara da geldi. Sonuç, emekçilerin kazıklanması ve krizle sarsılan burjuva sistemin kurtarılması oldu: “Solun görevi liberal-demokratik ideolojiyi reddetmek değil, tersine onu radikal ve çoğulcu bir demokrasi doğrultusunda derinleştirmek ve genişletmek olabilir.” Başbakan Tsipras’ın en kritik zamanda AB egemenleriyle çatışmaktan kaçınarak onlara kölece boyun eğmesine şaşmamalı. İşin gerçeği radikal demokrasi, öyle radikal falan değildir, gayet sistem içi ve ılımlıdır. Cengiz Çandar ve Hasan Cemal gibi sembolleşmiş liberal düzen adamlarının YSP vekilleri olacak olması da doğal olarak radikal demokrasi ile ilişkilendirilmek durumundadır.

Katırcıoğlu’nun yazısındaki temel iddialarından birine bakacak olursak Türkiye’deki sol hareketler emek-sermaye çelişkisinden ötesini tanımıyor. Bu sol hareketler kimmiş ben de merak ettim doğrusu! Gelişigüzel ithamlarda bulunmak pek doğru bir yöntem olmasa gerek. Gerçekteyse soldaki ana damar çoktandır kimlikler mücadelesi ve sivil toplumculuk haline gelmiştir.

Bugün de Marksistler ezilen Kürt halkının mücadelesini destekler, kadın mücadelesine aktif bir şekilde katılır, LGBTİ’den Alevilere bütün ezilenlerin yanında olur. Mesele ezilme-sömürülme ilişkilerini yarıştırmak değil. Mesele bu barbarlığı yaratan emperyalist kapitalizmi yıkmakta. Mesele üretim araçlarının özel mülkiyetine dayanan bu “totalitenin” bütün ezilmişliklerin kaynağı olduğunu anlamakta. Yani sömürü ilişkisi sonlanmadan ezilme ilişkileri gerçek anlamda bitmeyecektir. Unutmayalım kapitalist devletler ihtiyaç duydukları ölçüde yeni ezilme biçimlerini üretmekte zorluk çekmeyecektir.

Uzlaşır Çelişki-Uzlaşmaz Çelişki

Sınıfsal çelişkiler uzlaşmazdır; ama kadın-erkek, siyah-beyaz, Alevi-Sünni, Kürt-Türk, insan-doğa vb çelişkiler uzlaşır çelişkidir. Radikal demokrasinin dayandığı kimlik siyaseti ise meseleyi kimlikler arasındaki uzlaşmaz çelişkiler olarak ele alır. Kadın ile erkek, eşcinsellerle heteroseksüeller, siyahlarla beyazlar, Kürtlerle Türkler, Alevilerle Sünniler… Ezilen kimliğe sahip olmayanlar bu konumlarından görünmez çıkar sahibidirler. Gelgelelim ezilenlerin altta kalmasından çıkar sağlayan “öteki kimlikler” tasarımı hiçbir yere çıkmaz. Bu şekilde varacağımız yer, ‘Homo homini lupus/insan insanın kurdudur’ yani liberalizmin toplum ve birey anlayışının çıkış noktasıdır. “Eşitlik ve özgürlük” için aslında tamamen umutsuz olan bu karamsar tasvirde ne ortak mücadelenin zemini vardır ne de ezilme ilişkisini tam olarak sonlandırmanın bir yolu.

Herkes herkesin kurdu ise kimlik mücadelelerinin “eşdeğerler” bağlamında dayanışması iddiası da boşa düşer. Bir “birey” birden fazla kimliğe sahiptir. Oldukça sık görüldüğü üzere ezilen gruptaki bir kadın, Kürtler karşısında şovenist olabilirken bir Kürt feci şekilde homofobik olabilmektedir. Ayrıca farklı kimlikler, alt kimliklere inildikçe sürekli birbirine düşebilmektedir. Peki bu grupları eşdeğerlik zincirinde birbirine ne bağlayabilir? Düşünce evreninde gerçekleşecek bir aydınlanmayı zorlayacak herhangi bir maddi temel bulunmaz. Tek çare felsefi idealizmin cephaneliğine başvurmaktır.

Katırcıoğlu eşdeğerliğin Türkiye versiyonunu da hiyerarşik bir ilişki önererek bariz biçimde tutarsızlığa düşer. “ Hegemonya bu iş için en güçlü olan siyasi hareketin diğer eşdeğer hareketleri içine alırken kendi dilini, kendi mücadele kültürünü ve kendi yapısını da değiştirmesiyle sağlanabilir, sadece yan yana gelmekle değil.” Görüyoruz ki eşdeğerlikten dem vurulsa da Marksizmle polemik yapılan bu makalede bile başatlık ve liderlik tanımı yapılıyor ve “başat” unsura bazı hususlara dikkat etmesi tavsiye ediliyor.

Hasılı radikal demokrasinin mimarı Mouffe bile kimlikler politikasının solu emekçilerden kopardığını ve bunun da aşırı sağın önünü açtığını gördüğünden radikal demorasi tezlerinin geride kaldığını ilan etti. 2018’de ortaya attığı “sol popülizm” tezi, düzen dışı olmayan bir emek vurgusu içeriyor. İzdüşümlerini Fransa’da Melanchon’un politikalarından izlemek mümkün.

Yorumlar Kapalı

Yorumlar Kapalı