Sosyalizm Kazanacak!
/ Devrimci Perspektif / Kim Kime Teslim Oldu? – V. U. Arslan

Kim Kime Teslim Oldu? – V. U. Arslan

on 26 Temmuz 2022 - 18:45 Kategori: Devrimci Perspektif, V. U. Arslan

AKP döneminin kapanacağına dair beklentiler yükseldikçe zamanında AKP’ye destek vermiş olan liberaller, geçmişlerini temize çıkarma çabalarını yoğunlaştırıyor. Geçmişin yükünden kurtulmak için uydurdukları iki efsanenin arkasına sığınıyorlar: 

  1. AKP başlangıçta demokrattı. 2011 seçimlerinden veya Gezi’den ya da 7 Haziran’dan sonra bozuldu.
  2. AKP derin devlete/sisteme teslim oldu.

Bu isimlerden Ruşen Çakır “Sistem mi Erdoğan’a teslim oldu, Erdoğan mı sisteme teslim oldu” diye soruyor ve kendi kafasının da bu konuda karışık olduğunu anlatıyor. Sistem derken başkanlık sistemi gibi bir kullanım yapmadığını “düzen”i ya da başka bir ifadeyle “müesses nizamı” kast ettiğini belirtiyor. Başlarken kafam karışık dese de devamında asıl vurgusunu Erdoğan’ın devlet geleneğine adapte olmasına yapıyor. “Erdoğan zamanla sisteme adapte/asimile oldu” iddiası, “geçmişte biz Erdoğan’ı destekleyerek aslında hata yapmadık” demektir. Kendilerini temize çıkarmak isteyenler herhalde şuna inanmamızı bekliyorlar: Aslında Erdoğan farklı biriydi, zamanla köşeye sıkıştı ve mecburi ittifaklar onu devlet geleneğine uyum sağlamaya yöneltti! Oysa daha 2006’da protestocu çiftçiye “ananı da al git” çıkışı yapılmamış mıydı? Daha sonra bu çiftçinin hayatı karartılmamış mıydı? Aslında perşembenin gelişi çarşambadan belli değil miydi?

İslamcılık doğası gereği otoriterdir. On milyonlarca insanın yediğine içtiğine karışılır, giyimine kuşamına karışılır,  mezhebine karışılır,  kadınların gülmesine karışılır, gençlerin flörtüne karışılır, çocukların eğitimine karışılır… Liste uzar gider. Ruşen Çakır da hala Erdoğan’ın ilk döneminde Alevi açılımını gündeme getirdiğini hatırlatıyor. Böyle yaparak sadece kendisini komik duruma düşürebilir. AKP zihniyetinin Alevilere nasıl baktığını hadi yıllardır süzemedin, Alevi açılımı laflarının hemen ardından seçim meydanlarında Kılıçdaroğlu’nun mezhebinin dile dolandığını da mı unuttun!

Liberallerin Duygu ve Düşünce Dünyasının Boşluğu

Erdoğan zamanla devlet geleneğine adapte oldu iddiası, aynı zamanda, bundan sonrası için de siyasal mücadelenin evrenini “devlet-sivil toplum ikiliğine” kaydırmak anlamına geliyor. İşte liberallerin düşünce evreni bu. Açık ki AKP sonrasında da liberal çevreler kaldıkları yerden devam edecekler. Hayata sınıfsal perspektiften bakmadıkları için de okuyucuları ve izleyicilerini yanlış yönlendirmeye devam edecekler. Hayatı devlet-sivil toplum çatışması üzerinden açıklayanlar geçmişte sivil toplumun temsilcisi sandıkları Erdoğan ve Gülen’in peşine takılmışlardı. Bu liberal süper zekaların daha burunlarının dibini göremedikleri gün gibi ortaya çıkmıştı. Demokrasi şampiyonu bu liberaller, diktatörlük heveslisi siyasal islamcıların elinde oyuncak olmuşlardı. Bu fiyaskolar hiç yaşanmamış gibi hala çok bilenler olarak toplumsal muhalefete akıl vermeye çalışıyorlar, hem de aynı köhne parolalarla…       

Bir defa sistemin/düzenin adını doğru düzgün ortaya koymak gerekir: bu sistemin adı kapitalizmdir! Yani Erdoğan da “müesses nizam” da kapitalisttir. Ama Ruşen Çakır’ın yaptığı gibi Erdoğan dönemi sıradan bir müesses nizam dönemi olarak gösterilemez. Türkiye’de geleneksel burjuva düzen, devrimcileri ve Kürtleri ezmek kaidesiyle, kesintili de olsa çok partili hayata, anayasal bir işleyişe ve kısmi laikliğe dayanır. Kör topal da olsa bu böyledir. Ama İslamcılıktan çıkan iki fraksiyon, AKP ve FETÖ, bu işleyişe açıktan son verme niyetindeydi ve buna da çok yaklaştılar. Adını koyacak olursak İslami/muhafazakar otokratik bir kapitalizm. Şimdi birileri kalkıp AKP’nin seçimli demokrasiye karşı olmadığını iddia edebilir, ama Ruşen Çakır ve aslında tüm Türkiye, AKP’nin yaklaşan seçimleri yapıp yapmayacağını ya da seçim sonucunu tanıyıp tanımayacağını kara kara düşünüyorsa durum çok açık demektir. İşte liberaller, (istisnalar dışında) bu iki İslamcı fraksiyonu da desteklediler.

Müesses Nizam Çok Fena Sallandı, Sallanıyor

Türkiye’deki burjuva kurumlar ve uygulamalar AKP döneminde keyfi tek adam rejimine öyle kurban edildi ki müesses nizam artık Erdoğan’ı istemiyor. Oysa başlangıçta müesses nizamın aktörleri, özellikle de büyük sermaye ve emperyalist merkezler, Erdoğan’dan gayet memnundular. Kemalist yüksek bürokrasi dışında herkes çok mutluydu. Ama bugün egemen sınıf katında AKP’nin desteği hemen hemen bitmiş durumda. Sadece KOÇlar, Sabancılar değil; Ülkerler ve BİM patronları da artık yaka silkti. Emperyalist merkezler Erdoğan’dan çoktan vazgeçti. AKP’nin disiplini altındaki askeri/sivil bürokrasi bile fırsatını bulduğu anda Erdoğan’ı terk etmeye hazır. AKP’nin atadığı bürokratlar bile saf değiştirme telaşında. 5’li çete bile CHP ile arayı düzeltmeye bakıyor. Yani bu demek ki müesses nizam AKP’den kurtulmak istiyor. Çünkü AKP Türkiye’yi “muhafazakâr Özbekistan”a çevirmek üzere. İkide bir derler ya “biz kabile/çadır devleti ya da muz cumhuriyeti değiliz” diye ama pratikte AKP’nin “başarısı” tam da bu oldu. Burjuva düzen ağır hasar aldı, hatta sistemin geleceği ya da güvenliği tehlikeye girdi. Bu durumdan devrimciler neden rahatsız olsun ki diye itiraz edenler olabilir! Ama aptallık derecesinde saf değilsek “muhafazakar Özbekistan”da sol muhalefete yer olmayacağını biliriz. Ancak çocukluk hastalığına tutulmuşlar, kırık dökük de olsa burjuva demokratik hakların önemini yadsıyabilir. Demokratik haklar mücadelesi devrimci mücadelenin olmazsa olmazıdır.

Derin Devlet Hikayesi

RTE’nin derin devlete teslim olduğunun dalaleti olarak gösterilen kişi ve kurumların başında M. Ağar geliyor. Oysa RTE’nin daha İBB başkanı olduğu dönemlerde Mehmet Ağar gibi devlet katından isimlerle, çeşitli kapitalist gruplarla ve ABD gibi emperyal merkezlerle bağı olduğu biliniyor. Yani ortada sonradan teslim olma durumu değil, çok eski bir ilişki/hukuk var. Kaldı ki M. Ağar bugün güvenlik bürokrasisi içinde etkinse bunun damat Albayrak sayesinde mümkün olabildiğini herkes öğrendi. Yani yine geliyoruz Saray’a ve tek adamın gücünü yansıtma rekabetinde olan farklı kişi ve kliklere. Tansu Çiller ise bugün ciddiye alınacak bir isim bile değil.

Geriye kalıyor MHP. AKP üzerinden faşist bir rejim örgütlemeye çalışan, “Anayasa Mahkemesi kapatılsın” diye çıkışlar yapabilen MHP’nin müesses nizamın sesi olduğunu söylemek zor. Elbette ki MHP’nin nizamda bir yeri var, ama müesses nizamın sesi olmak bambaşka bir şey. Burada sorun, Ruşen Çakır gibilerin “sistem” ya da “müessem nizam” tanımının liberal olmasından kaynaklanıyor. “Müesses Nizam” sadece devlet ve baskısı, yüksek bürokrasi ve Kemalizmin/ulusalcılığın gölgesi değildir. Kaldı ki bu unsurların ne kadarının NATO’dan, Batı perspektifinden kopmak istedikleri oldukça tartışmalıdır. Kopmak başka birşeydir, daha “bağımsız” ve daha güçlü bir devlet tahayyül etmek başka şeydir. Kaldı ki Kemalist kadrolar yüksek bürokrasiden büyük ölçüde temizlenmiştir. Ayrıca, belki de daha önemlisi, müesses nizam büyük sermaye gruplarının farklı fraksiyonlarını ve uluslararası ortakları da kapsar. Son kertede paranın borusu öter ve herkes buna göre hizalanma eğilimindedir. Nitekim AKP’nin çuvallamasının kesin bir hal alması, sözünün üstüne söz söylenmeyen Erdoğan keyfiliğinin fahiş derecede hatalı ekonomi politikalarının muazzam büyüklükte bir kriz yaratmasıyla olmuştur.

Aşırı Sağa Karşı Umut Veren Yeni Eğilimler

Şimdi Ruşen Çakır, çok karamsar bir şekilde, Erdoğan seçimi kaybettiğinde müesses nizam olduğu gibi kalmış olacak, totalde pek de birşey değişmemiş olacak demeye getiriyor. Bu yorum, AKP dönemini basitleştirme ve bu yolla liberallerin geçmiş suçlarını küçültme çabasınin bir başka boyutu.

AKP iktidarı bugün aradan geçen 20 yıla rağmen istediği muhafazakar Türkiye’yi yaratamadı, kendisine karşı çıkan farklı kaynaklardan gelen muhalefeti bitiremedi, küçültemedi. Türkiye’deki müesses nizamın ve ona bağlı burjuva partilerin AKP’ye direnci bu sayede mümkün oldu. Yoksa müesses nizam pekala otokratik ve İslami bir yöne doğru da evrilebilirdi. Burjuva sistemde demokrasi ve laiklik sıfıra düşmediyse bunda en büyük pay, sokakta fiili mücadeleyi asla bırakmayan toplumsal muhalefetindir.

AKP-MHP bloğuna karşı toplumda biriken öfke, enerji ve sokaktaki mücadele fikirsel anlamda aşırı sağa karşı güçlü bir tepki yaratmaktadır. AKP, FETÖ, MHP… İslamcılar, cemaatler, ülkücüler… Türkiye’de aşırı sağın bu temel bileşenleri bu yıllar boyunca müthiş derecede teşhir oldular. Özellikle yeni kuşaklarda çok yaygın bir tiksinti söz konusu. Aşırı sağın kutsallar ardından siyaset yapan, menfaat peşinde koşan zorbalardan müteşekkil olduğunu fanatikler dışında kimse inkar edemeyecek. Türkiye tarihinin köşe taşı, çok güçlü aşırı sağcı kamplardan bahsediyoruz. 

Ayrıca AKP sonrası Türkiye’de demokratik hakların ne derece geniş olacağı ve hüküm süren vahşi kapitalizme karşı emekçilerin ne kadar direnç göstereceği mücadelenin konusudur. Ama toplumsal muhalefete ciddi bir özgüven geleceği şüphesizdir. Kürtlere ve devrimcilere karşı sistemin tavrı temelde aynı kalacaktır, ama kısmen de olsa demokratik hakların korunuyor olması bu mücadelelerin hangi koşullarda verileceğinin çerçevesini çizdiği için belirleyici derecede önemlidir.

Yorumlar Kapalı

Yorumlar Kapalı