Sosyalizm Kazanacak!
/ Devrimci Perspektif / James Connolly’nin Ölümünün 100. Yılında: İrlanda Paskalya Ayaklanması ve Ulusal Sorun – Güneş Gümüş

James Connolly’nin Ölümünün 100. Yılında: İrlanda Paskalya Ayaklanması ve Ulusal Sorun – Güneş Gümüş

100. Yılında İngiltere’nin en eski sömürgesi İrlanda’da 24 Nisan 1916’da başlayan ve kısa sürede İngiliz devletinin vahşi saldırısı karşısında yenilen Paskalya Ayaklanması’nın değerlendirilmesi ezilen uluslarda proleter devrimcilerin görevleri, ulusal kurtuluş mücadelesi ve sosyalist mücadele konularında önemli dersler içerdiğinden büyük anlam taşıyor. İrlanda tarihi açısından merkezi önemdeki bu olay, sistematik bir tahrifat kampanyası yardımıyla, resmi tarih yazımında tamamen ulusalcı bir ayaklanma olarak yansıtılıyor.

Ayaklanmanın lideri James Connolly de bu tahrifattan payını almakta; gerek Güney’in(Iranda) gerekse Kuzey İrlanda’nın milliyetçi liderleri onun geleneğinin devamcısı oldukları iddiasındalar. Oysa gerçek bu iddialardan tamamen farklı. 1916 Paskalya Ayaklanması, ulusalcı bir ayaklanma değil; aksine merkezinde İrlanda işçi sınıfının en gelişmiş mensupları bulunan ve İrlanda Yurttaş Ordusu bayrağı ile Marksist devrimci James Connolly’nin komutası altında emperyalizme karşı sosyalist devrimin bir basamağı olarak yükseltilen bir kalkışmadır. Lenin’in Devlet ve Devrim kitabında Marks için söylediği şu sözler James Connolly’nin başına gelenleri de özetlemektedir: “Tarihte devrimci düşünürlerin öğretileri ile kurtuluşları için savaşım veren ezilen sınıflar önderlerinin öğretileri başına birçok kez gelen şey bugün de Marks öğretisinin başına geliyor.

Egemen sınıflar, sağlıklarında büyük devrimcileri ardı arkası gelmez kıyıcılıklarla ödüllendirirler; öğretilerini, en vahşi düşmanlık, en koyu kin, en taşkın yalan ve karaçalma kampanyalarıyla karşılarlar. Ölümlerinden sonra, büyük devrimcileri zararsız ikonlar durumuna getirmeye, söz uygun düşerse, azizleştirmeye, ezilen sınıfları “teselli etmek” ve onları aldatmak için adlarını bir ayla (hâle) ile süslemeye çalışırlar. Böylelikle, devrimci öğretileri içeriğinden yoksunlaştırılır, değerden düşürülür ve devrimci keskinliği giderilir.” Geçmişte Connolly’e karşı mücadele edenler, bugün onun geleneğinin devamcıları oluveriyorlar! Connolly bugün yaşasaydı, geçmişte gerek İrlanda’da ve gerekse uluslararası arenada eşdeğerlerine yaptığı gibi bu insanlara karşı da amansızca savaşım veriyor olurdu.

Yaratılan resmi tarih yalanlarına karşı Paskalya Ayaklanması’nı ve James Connolly’i tanımak ve bu ayaklanmadan gerekli sonuçları çıkartmak için dönemi ve mücadele sürecini detaylıca ele almak gerekmekte.

 İrlanda: İngiltere’nin En Eski Sömürgesi

800 yıldan fazla İngiliz işgali altında yaşayan İrlanda, İngiltere’nin en eski sömürgesidir.İngiltere, kendisine karşı çıkan İrlandalı toprak sahiplerinin mülklerine el koymuş ve bu mülkleri dışarıdan getirterek yerleştirdiği Protestan çiftçilere dağıtıp işbirlikçi yeni bir toprak sahibi sınıf yaratmıştır. Kendisine çıkar bağıyla bağlanan bu sınıf, sömürgeci siyasetinin yürütülmesinin aracı olmuştur. İngiliz emperyalizmi klasik “böl-yönet” taktiğini, İrlanda’da Protestanları Katoliklere karşı kışkırtıp mezhep temelli bir bölünme yaratarak uygulamaya koymuştur. İrlanda ulusal kurtuluş hareketinin ilk nüveleri Amerikan ve Fransız devrimine uzanmaktadır. 18. yüzyılda Amerikan bağımsızlık savaşında İngiltere’nin yenilmesi, İngiltere’nin zulmü altında inleyen İrlandalılara ilham verdi. Bu süreçte Katolik mülk sahiplerinin güçlenmesi karşısında bazı haklar tanımayı kabul eden İngiltere, kısa bir zaman sonra bu kazanımları geri almasını da bildi. 1801 tarihli Birleşme Yasası, İrlanda’yı İngiltere ile tek taht ve parlamento altında birleştirerek İrlandalıların temsil hakkını ellerinden aldı. Birleşme sonrasında serbest ticaret nedeniyle bir tarım ülkesi olan İrlanda’da tarım ürünlerinin fiyatları hızlıca düşmesinden dolayı sefalete mahkûm edilen köylüler kurtuluşu ABD ve İngiltere’ye göçte buldular.

19.yüzyıl süresince büyüyen toprak sorunu, yüzyılın sonlarına doğru uygulamaya konulan toprak reformlarıyla çözülürken bu durum gelecekteki süreçleri de belirleyecek bir sosyal dönüşüme kapı araladı. Küçük çiftçiler toprak reformuyla mülk sahibi olurlarken sistemle bağlarının gelişmesi sonucunda giderek tutuculaştılar. Yoksul köylünün payına düşen ise proleterleşmek oldu.

19.yüzyıl öncesinde sanayinin gelişmediği İrlanda’da uğraşları büyük ölçüde ticaret olan kapitalist sınıflar politik istikrardan memnun olduklarından ılımlı bir milliyetçi çizgi benimsiyorlardı. Orta sınıflarda hâkim ruh hali ise bu bağımlılığın ekonomik gelişmenin önünde engel olarak görülmesinden kaynaklanan bir hoşnutsuzluktu. 19.yüzyılın başlarında birleşme yasası ile politik ve ekonomik birlik kurulması sanayinin çökmesine yol açınca İrlanda sanayisinin gelişimi için korumacı gümrük duvarları, dolayısıyla ulus-devletin gerekliliği, mülk sahibi sınıflar için de bütün çıplaklığıyla açığa çıktı. Bu bakış açısı 1905’te Sinn Fein (Yalnız Başımıza) Partisi tarafından bir siyasal program haline getirildi. Sinn Fein, İngiltere’den tümüyle kopuş yerine bağımsız ama aynı tahta bağlı İrlanda’nın İngiliz sömürgeciliğine ortak olması gerektiğini savunuyordu. 19. yüzyılın sonlarına doğru İrlanda’nın özellikle kuzey bölgelerinde ise farklı bir manzara göze batıyordu. Bu bölgelerde sanayi ve dolayısıyla proletarya gelişmeye başlıyordu. Kuzeydoğuda Belfast, İskoç kömür yataklarına yakın olması, coğrafi uygunluğu ve işlek limanı ile metal ve gemi yapım başta olmak üzere gelişen bir sanayiye sahipti. Bu sanayi dalları İngiliz ekonomisinin de bir parçasıydı. Bölgenin kapitalistleri, bu ortaklıktan edindiği çıkarlarla ayrılıkçı fikirlere uzak, birlik yanlısı bir duruşla hareket ediyorlardı. İngiltere de tersane, tekstil kolları başta olmak üzere güçlü bir sanayi ve liman bölgesi olan yöreyi İrlandalılara bırakmaya hiç de niyetli değildi, gelecekte de olmayacaktı. Bölgenin bu niteliği ulusal sorunun çözülme biçimi üzerinde de önemli bir belirleyen oldu. Bu bölge, İngiliz emperyalizminin taktikleri gereği diğer yörelerin Katolik ağırlığına karşın Protestan bir nüfus çoğunluğuna sahipti. Ancak sanayileşme süreciyle proleterleşen Katolik köylülerin akışı sonucunda Belfast’ta etkin bir Katolik azınlık oluştu. Patronlar, mezhep kartını işçi sınıfını bölmek için çokça kullandılar. Belfast, işçi sınıfının İrlanda politik yaşamına bir aktör olarak ilk defa adımını attığı bölgeydi. Örneğin 1907 tersane işçilerinin grevi Belfast’ta polislerin bile katıldığı bir genel greve dönüştüğünde Katolik ve Protestan işçiler birleşmişti. Bu grevde işçileri İngiliz sendikacı ve daha sonra James Connolly’nin yoldaşı olacak James Larkin yönetiyordu. Grev ancak İngiltere’deki sendikaların ihanetiyle önemsiz kazanımlarla bitirildi.

Grevin yarattığı korkuyla Larkin sendikadan atıldı. Larkin İngiliz sendika bürokratlarından bağımsız İrlanda Ulaştırma ve Genel Işçiler Sendikası (ITGWU)’nı kurdu. 1907 yenilgisine rağmen yoluna devam eden sendika, 1910’lu yıllarda Avrupa’yı saran işçi sınıfının mücadele dalgası içinde başa çıkılması zor bir güç olana kadar büyüdü.

 İrlanda Özgürlük Mücadelesinde bir Mihenk Taşı: James Connolly

 

“Yarın İngiliz ordusunu Dublin Kalesi’nden sürer ve yerine  yeşil bayrağı çekseniz de yerine Sosyalist Cumhuriyet kurmazsanız  tüm çabalarınız boşa gidecektir.”

İrlanda işçi sınıfının devrimci geleneğini, kuruluşundan çok kısa bir süre İrlanda’da örgütlenen Birinci Enternasyonal’e dek götürmek yanlış olmayacaktır. İrlanda’nın kendi kaderini tayin hakkını tanıyan Birinci Enternasyonal, İngiltere hapishanelerindeki İrlandalı tutsaklara özgürlük için kampanya da düzenlemişti. Marks ve Engels de İrlanda ulusal sorununu incelemişler ve bir ulusu ezen ulusun özgür olamayacağı fikrinden yola çıkarak İngiliz işçi sınıfının kurtuluşunun İrlanda’nın kurtuluşuyla kopmaz bağlara sahip olduğu sonucuna varmışlardı. İrlanda’nın ilk Marksist işçi önderlerinden biri de ulusal sorunun çözü- münün sosyalizm mücadelesinden bağımsız olmadığını savunan James Connolly’dir. Connolly, yaşamının ilk yıllarından itibaren proletaryanın gerçek anlamda bir organik aydını olarak kendini hem ideolojik olarak hem de önderlik anlamında yetiştirmiştir. James Connolly, 1868’de Iskoç- ya’da yoksulluk içindeki İrlandalı göçmen bir ailenin oğlu olarak dünyaya geldi.

10 yaşından itibaren çok çeşitli işlerde çalışmak zorunda kalan Connolly, güç bela alabildiği temel eğitimin ötesine kendini eğiterek geçmiştir. Koşullarını iyileştirmek için 14 yaşında orduya katılan Connolly, İrlanda’daki hizmeti boyunca tanıklık ettiği İngiliz sömürgeciliğinin kanlı yüzü karşısında hayat boyu sürecek bir emperyalizm düşmanı kimlikle donandı. Iskoçya’ya döndükten sonra sosyalist hareketin içine giren Connolly, bundan sonraki hayatını bu yola baş koyarak devam ettirecekti. Dönemin büyük devrimci önderleri Lenin, Troçki, Rosa ile hiç tanışma fırsatı olmasa da Marksist düşünce konusunda onlarla, kendi çabalarıyla, ortak sonuçlara varmayı, 1. Dünya Savaşı döneminin ihanetlerle dolu karanlık döneminde İrlanda’dan yolumuzu aydınlatan bir ışık yakmayı başardı. Connolly, sadece işçi sınıfının kendi özgürlüğünün bir parçası olarak İrlanda’nın özgürlüğü için mücadele edeceğini savunuyor ve İrlanda’nın bağımsızlık mücadelesinin sosyalizm mücadelesiyle kopmaz bağlarla bağlı olduğunu düşünüyordu. Sosyalizm ve Milliyetçilik isimli yazısında şöyle demekteydi:

“Emeğin davası İrlanda’nın davasıdır. İrlanda’nın davası emeğin davasıdır. Bunlar birbirinden ayrılamaz. İrlanda özgürlük peşindedir. Emek, özgür İrlanda’nın kendi kaderinin tek sultanı, toprağı üstündeki ve içindeki her maddenin en yüksek maliki olması peşindedir.” (“İrlanda Bayrağı”, Seçme Yazılar, s.41)

Toplumsal statükonun sürmesinden çıkarı olan mülk sahibi sınıflar bu çıkarlarını İrlanda’nın özgürlüğünden önde tuttuklarından İngiliz emperyalizmiyle uzlaşmaya yazgılıydılar. Connolly’nin proletaryaya çağrısı bağımsız bir kapitalist cumhuriyetin kurulması değil bir işçi cumhuriyeti kurmak için mücadele etmekti:

 “Benim, ülkemiz halkının ideal olarak karşılarına koymalarını dilediğim cumhuriyet öyle bir cumhuriyet olmalıdır ki, yalnızca adından söz edilmesi bile, her çağda, her ülkenin ezilenleri için bir işaret ateşi oluşturmalı, uğruna harcanan çabaların ödülü olarak her çağda özgürlük ve bereket vaat etmelidir. … İngiliz Ordusunu yarın ülkeden çıkartıp yeşil bayrağı Dublin kalesine çekseniz bile, sosyalist cumhuriyetin kurulmasına yönelmiş değilseniz tüm çabalarınız boşa gidecektir. Ve İngiltere toprak sahipleri, kapitalistleri ve ticari kurumlarıyla size hükmetmeye devam edecektir… İngiltere gene mahvınıza dek size hükmedecektir – davasına ihanet ettiğiniz o Özgürlük tapınağında dudaklarınız riyakâr bir saygı sunarken bile.”

James Connolly’nin 1896’da kurduğu İrlanda Sosyalist Cumhuriyetçi Partisi’nin hedefi, İrlanda’da bir sosyalist cumhuriyetin kurulmasıydı. Parti programı, “toprak ile üretim, dağıtım ve değişim araçlarının İrlanda halkının toplumsal mülkiyetine dayanan bir İrlanda Sosyalist cumhuriyetinin kurulması” temel hedefine sahip küçük burjuva milliyetçisi değil sosyalist bir programdı.

Connolly ve Sürekli Devrim Çizgisi

Troçki, sürekli devrim teorisiyle, az gelişmiş ülkelerde ve sömürgelerde tarih sahnesine geç çıkan burjuvazinin burjuva demokratik görevleri yerine getirmekten aciz olduğunu ortaya koymuştu. İşçi sınıfının nefesini ensesinde hisseden burjuvazi, eski sistemin egemenleri ya da sömürgecilerle uzlaşmaya hazırdı. Burjuvazinin çözemediği bu görevleri yerine getirmek işçi sınıfına düşüyordu; ancak işçi sınıfı ilerlemeye başladığında bu görevlerle yetinmeyecek sosyalist devrimin görevlerini yerine getirmek için de yoluna devam edecekti. Troçki’nin sürekli devrim tezlerinden habersiz Connolly de benzer sonuçlara varmıştı.

Mülk sahibi sınıflar ekonomik çıkarların bağlarıyla sömürgecilere bağlanmışlardı ve özgür İrlanda’nın tek kurucusu sosyalizm mücadelesiyle proletarya olabilirdi. Troçki ile benzer şekilde mülk sahibi sınıfların gericileşmesinin farkında olan Connolly, ulusal sorunu çözme görevinin işçi sınıfının omuzlarında olduğunu söylemekle yetinmiyor, bu görevin ancak sosyalist bir cumhuriyet kurulması temelinde yerine getirilebileceğini ekliyordu. Troçki ile aynı sonuçlara kendi deneyim ve birikimleriyle varmıştı. Connolly, geçmişte ve günümüzde Stalinist sahtecilik okulunun bir dizi devrimci kalkışmada öne engel olarak çıkardığı “bu ülke sosyalizm için olgunlaşmamış” safsatalarına inat 1916’ların sömürge İrlanda’sında işçi sınıfının en ileri neferlerinden oluşan Yurttaş ordusu ile dünya sosyalist devriminin bir adımı olacak bir ayaklanma örgütlüyordu. Bu kalkışma da Lenin ve Troçki’nin alkışlarına mazhar oluyordu.

Connolly’nin Enternasyonalist Duruşu ve 1. Dünya Savaşı

James Connolly – en yakın yoldaşı İngiltereli bir Protestan olan James Larkin’di- Katolik ve Protestan işçilerin
birliğini oluşturmak için çabalayan bir enternasyonalistti. Ulusal sorunun burjuva ya da küçük burjuva çözümlerinin peşinde koşmadan enternasyonalist bir proleter devrimci çizgiyi savundu. Bu duruşu bütün parlaklığıyla 1. Dünya Savaşı sırasındaki tutumunda ortaya çıktı. İrlandalı milliyetçi liderler, İngiltere’nin savaş ganimetlerinden faydalanmak gayesiyle savaşta İngiltere yanında saf tutar, İngiliz ordusuna on binlerce İrlandalı gönüllü kaydederken Connolly savaşa karşı net bir tavır aldı.

Avrupa’nın sosyal demokrat partileri ihanet içinde savaşta kendi hükümetlerini desteklerken Connolly, “işçi sınıfının ülkesindeki burjuvazi başta olmak üzere kapitalist sınıftan başka düşmanı yoktur” diye haykırıyordu. Pasifist bir savaş karşıtlığı yanlısı değil, savaş halindeki kendi burjuvazisine karşı da genel grev dahil her türlü yolla mücadele çağrısı yapıyordu. Çok doğru bir kavrayışla “işçi sınıfının kıtasal büyük bir kalkışması savaşı durdurur” öngörüsünde bulunuyordu. Dünyada işçi sınıfının partileri olduğunu iddia eden sosyal demokrat partilerin çoğu büyük bir ihanet içindeyken Connolly, Rusya’dan, kısık da olsa Almanya’dan yakıldığı gibi enternasyonalizmin yol gösterici ışığını dönemin karanlığına inat İrlanda’dan yaktı.

1913 Direnişi ve Yurttaş Ordusunun Kurulması

Connolly, militan bir işçi önderiydi. İngiliz sendika ağalarından bağımsız olmak ve İrlanda Katolik ve Protestan işçilerin ortak mücadele yürütmelerini sağlamak için kurulan İrlanda Ulaştırma ve Genel İşçiler Sendikası, ITGWU, Larkin ve Connolly önderliğinde 1914 öncesinde İrlanda’yı temellerinden sarsan şiddetli bir sınıf mücadelesi dalgası örgütledi. Nadiren bu adalar bu düzeyde kızgın bir sınıf çatışmasına tanıklık etti.

Bu süreç, sadece Dublin’i değil Connolly’nin Katolik ve Protestan işçileri patronlara karşı mücadelede birleştirdiği Belfast’ı da sarstı. İrlanda’ya dönüşünden sonra Connolly, ITGWU’da ilk görevini İngiltere ve İrlanda’da kitlesel grev dalgasının patlaması döneminde aldı. Bu mücadele dalgasında 1909’da 3 milyon işgünü grevde geçerken, 1912’ye gelindiğinde bu rakam 41 milyona çıkmıştı. ITGWU’nun Kuzey’de Belfast örgütleyicisi olan Connolly, kitle hareketine önderlik etmekteki yeteneğini 1911’deki mücadelede ortaya koydu. Çoğunlukla düşük ücretli ve yoğun sömürüye maruz kalan Katolik ve Protestan kadınlardan oluşan Belfast tekstil işçilerinin grevini örgütledi ve bu sektörü örgütlü mücadeleye kazanmayı başardı. İrlanda için “Yerinden Yönetim” sorunu çerçevesinde sekter bölünmeler hız kazanırken ITGWU bayrağı altında sekterlik karşıtı, Katolik ve Protestan işçilerin birliğini savunan eylemlere imza attı.

 Hem ortaya koyduğu militan sınıf savaşımı yanlısı çizgisiyle hem de Protestan ve Katolik işçilerin birliği için verdiği mücadele ile Connolly ve Larkin ve onların önderliğinde ITGWU geçmişte İngiliz patron ve sendika ağalarının olduğu gibi şimdi de İrlandalı mülk sahiplerinin nefret ve kinlerini üzerlerine çektiler. Dublin İşveren Birliği lideri ve İrlanda Bağımsızlık gazetesi sahibi William Martin Murphy tarafından örgütlenen patronlar, yükselen sınıf mücadelesi karşısında işçileri ve örgütlerini dağıtmak için harekete geçtiler. İrlandalı kapitalistlerin hedefi, yerinden yönetim parlamentosu kurulmadan önce ITGWU’yu dağıtarak işçi sınıfının militan sınıf mücadelesi geleneğine son vermek ve böylece işçi sınıfını ve yoksul halkı kendi ulusal önderlikleri altında toplamaktı.

Militan işçiler ise ulusal burjuvazinin değil, sınıf çizgisinin yolundan gitmeyi önlerine koyarak mülk sahipleriyle büyük bir kavgaya tutuştular. ITGWU’yu dağıtmak için işçileri sendikadan istifaya zorlayan patronlar istediklerini elde edemeyince 1913’te lokavt ilan ettiler. Yükselen grev dalgası, Dublin’de iş- verenlerin toplu işten çıkarmasıyla karşı karşıya kalmış oldu. Bu süreç, İngiliz emperyalizmiyle uzlaşmacı çizgisi zaten ayan beyan ortada olan İrlanda burjuvazisinin gerçek yüzünü, karşı-devrimci yüzünü daha da net şekilde açığa çıkardı. İrlanda burjuvazisi, sınıf bilinciyle hareket eden İrlanda işçi sınıfı ve onun devrimci önderlerini büyük bir savaşa davet ediyorlardı, bu davet karşılıksız kalmadı. İşverenlerin lokavtına karşı Connolly ve Larkin, sadece Dublin işçilerden değil, İrlanda ve İngiltere’ye yayılan dayanışma eylemlerini içeren kitlesel bir direniş örgütlediler.

Hareketin en üst noktasında Dublin işçi sınıfının tamamı direnişin parçasıydı. İşçi sınıfı mücadelesinin tartışılmaz önderleri Connolly ve Larkin’e savaş açanlar sadece kapitalistler ve İngiliz devleti değildi; Katolik kilisesi ve sağ kanat milliyetçi güçler de bu ittifakın parçasıydı. Çünkü Connolly ve Larkin önderliğinde bu militan sınıf savaşımı deneyimi işçilere sınıf bilinci kazandırarak İrlandalı ve İngiliz mülk sahibi sınıfların kendi çıkarlarına işleyen yerinden yönetim çağrılarına kulaklarını kapattırıyor, onların önderliği altında toplanmalarını engelliyordu. Lokavtı örgütleyen işverenlerin başını çeken Murphy, İrlanda Bağımsızlık gazetesini çıkarı- yordu. Diğer sağ kanat milliyetçi güçler de fiili olarak saldırıya geçtiler. Connolly’nin toplantı ve eylemlerine saldırma ve İrlanda işçi matbaasını dağıtmak gibi karşı devrimci işlere imza atıyorlardı. İşçi sınıfı karşısında oluşan bu sınıf ittifakı manidardı. İrlandalı patronların çıkarlarının kiminle birlikte olduğunu ve dolayısıyla İrlanda işçi sınıfının çıkarlarının da kimlerle ortak olduğunu ortaya koyuyordu. İrlandalı patronlar, teşvikleriyle İngiliz hükümetini duruma müdahale ettirmekten bile çekinmediler.

İngiliz hükümeti her türlü baskı aracını kullanarak işçileri teslim olmaya zorladı, Larkin’i tutukladı. Ancak grevi sonlandıran aslında bu saldırı olmadı. Larkin’in tutuklanması üzerine Connolly Belfast’tan Dublin’e gelerek grevin başına geçti. İşçileri işe dönmeye mecbur eden İrlandalı patronlarla İngiliz patronların işbirliği, yani açık düşmanların saldırıları olmadı. Asıl sorun, işçileri sınıf kardeşleri İngiliz işçilerin dayanışmasından mahrum bırakıp yalnızlaştıran İngiliz sendika ağaları oldu. Connolly ve Larkin’in İngiltere’de dayanışma genel grevi ve Dublin limanına mal getirip götüren grev kırıcı gemilerin engellenmesi çağrısı İngiliz TUC sendikasının sağ kanat liderliği tarafından reddedildi. İngiliz sendika ağaları dayanışma grevleri örgütlenmesi yolundaki girişimlerin tümünü sabote ettiler. İşte bu koşullarda işçiler 1914 Ocak’ında işverenin koşullarını kabul ederek işe döndüler.

Birçok militan işçi işten atıldı, hapsedildi. İşveren koşullarını kabul ettirmişti ettirmesine, ama zaferi anlıktı ve yaratılan militan sınıf savaşımı ve dayanışma geleneği sadece gelecek günlere hazırlanmak üzere pusudaydı. Bunun en büyük kanıtı da karşılaştığı yoğun saldırıya rağmen, ağır yara alsa da dağılmadan varlığını devam ettiren ITGWU oldu. 1913 direnişinin devrimci miraslarından birisi de Connolly tarafından yönetilen Avrupa’nın ilk Kızıl Ordusu, gerçek bir işçi milisi olan İrlanda Yurttaş Ordusu(ICA)’nun yaratılması oldu. Yurttaş Ordusu, organik olarak proletaryanın kitle örgütlerine bağlıydı; ITGWU da örgütlü, sınıf bilinci ileri işçilerden oluşuyordu.

ITGWU’nun milis gücüydü. 1916’nın birkaç yıl öncesinden Dublin sokaklarında geçit törenleri, talimler yapacak kadar meşruydu. Yurttaş Ordusu, direnişin kanla bastırılması karşısında işçi sınıfını polis, grev kırıcılar ve patronlara karşı koruyacak silahlı savunma birliği, işçi milisleri olarak yaratılmıştı. Yurttaş Ordusu’nun sınıf doğasını Connolly şu sözlerle ortaya koymaktadır:

“İrlanda işçi sınıfının silahlı örgütü İrlanda’da bir olgudur. Şimdiye kadar, İrlandalı işçiler, efendileri önderliğindeki orduların parçası olarak savaştılar, asla kendi sınıflarından birinin yönettiği, eğittiği ve esin verdiği bir ordunun üyesi olarak değil. Şimdi, ellerinde silahla, kendi yollarını çizmeyi, kendi geleceklerini şekillendirmeyi amaçlıyorlar.”

1916 Paskalya Ayaklanması

İrlanda’da sınıf hareketine büyük bir darbeyi de 1. Dünya Savaşının başlaması vurdu. Savaşın patlak vermesiyle birlikte Avrupa’nın her yanındaki işçi önderliklerinin çoğu gibi İngiliz sendika bürokratları da savaşı desteklediler ve kendi hükümetlerinden yana tutum aldılar.

İşbirlikçisinden milliyetçisine İrlandalı önderler de savaşta İngiltere destekçisi kesildiler. İkinci Enternasyonal’in ve Avrupa’daki sosyal demokrat partilerin çoğunun ihanetine karşın Rus, Sırp, Alman ve İrlandalı devrimciler onurlu örnekler yarattılar. Connolly, savaş çığlıklarının ilk anından itibaren Lenin’le bütün temel noktalarda aynı, şaşmaz bir enternasyonalist duruş sergiledi. Connolly, savaşı durdurmak için kitlesel bir sınıf eylemi örgütlemenin gerekliliğini savunuyordu:

“…başlangıçta, İrlanda henüz belki Avrupa yangınının meşalesi olacaktır. Bu yangın, son taht, son kapitalist bono ve senet buruşturulup son savaş lordunu yakacak cenaze ateşine atılmadan sönmeyecek.”

Connolly, bu görevi yerine getirebilecek sosyal demokrat partilerin çoğunun ihaneti karşısında bu mücadele doğrultusunda örnek alınabilecek bir eylem biçimi örgütlemeyi düşünmeye başlamıştı. Savaş karşısında sosyalizm ve İrlanda’nın özgürlüğünden yana bir ayaklanma propagandasına ve planlamasına girişti. Savaş sonrası ihanet dalgasının uluslararası sınıf hareketinde yarattığı dağınıklık ve kan kaybı, savaşın ilerlemesiyle birlikte savaşın sınıfsal karakterinin açığa çıkması ve sınıf çelişkilerinin derinleşmesiyle ortadan kalkmaya başladı ve sınıf mücadelesinde bir canlanma yaşandı.

1915’de yaşanan Glasgow grevi İngiltere’deki canlanmanın emareleri oldu. Ancak Connolly, Avrupa’da sınıf savaşımının tam olarak canlanmasının çok uzun zaman alacağı konusunda endişeliydi. Kıtada devrimci ateşi yakacak ve kapitalistlerin iktidarına son verecek nihai eyleme İrlanda’da girişerek hayatına mal olsa da buzu kırıp yolu açacak bir fırtınayı ateşlemek istiyordu. Savaşmak ve kaybetmek, kabullenmek ve teslim olmaktan yeğdi. İrlanda’da ayaklanmanın patlamasından hemen önce grevler yaşanıyordu, ancak 1913 lokavtının acı hatırası çok yeniydi. İşçi sınıfı sadece bu saldırı ile yorulmuş ve zayıflamış değildi, savaş sırasında dağılmış ve yolunu kaybetmişti. Ilımlı milliyetçiler işçilere siperlerde dövüşmek üzere savaşa katılma çağrısı yapıyorlardı. İngiltere’nin İrlanda’da zorunlu askere alma uygulaması yapacağı söylentileri etrafta dolaşıyordu ki İngiltere 1917 yılında bu projeyi uygulamaya koymayı denedi. İşte bu koşullarda Connolly İngiliz emperyalizmine karşı kavgaya girişmeye karar verdi.

Dünya savaşına karşı Avrupa’da işçi hareketini tetikleyecek bir meşale yakmak hedefindeydi. Başarısız da olsa ezilenler ve sömürülenlere ardından gidilecek bir gelenek bırakacaktı. Connolly, yaratacakları örnek ve geleneğin ölümsüz olacağı ve Sosyalist İrlanda Cumhuriyeti’ni kurma mücadelesinin temellerinde yatacağının farkındaydı. 24 Nisan’da Paskalya bayramında İrlanda Yurttaş ordusunun neferi 1500 silahlı devrimci Connolly önderliğinde ayaklandı.

Zorunlu askere alma tehlikesi karşısında ayaklanma gerekliliğine duyduğu inanç ve gündemin aciliyeti, Connolly’i savaşta İngiltere’nin yenilgisinin İrlanda için fırsatlar yaratacağı düşüncesiyle İngiltere tarafında yer alan diğer milliyetçi akımlardan ayrılan orta sınıf milliyetçisi İrlanda Gönüllülerinin ayaklanmada yer almasını kabule itti. Ancak Gönüllülerin ılımlı liderleri yalpalama gösterip son anda geri çekildiler. İrlanda ve diğer ülkelerin tarihinde çokça tekrarlandığı üzere orta sınıf liderliklerinin kararsızlıkları ve ihanetlerine bir yenisi ekleniyordu.

Başından itibaren küçük burjuva milliyetçilerinin sınıf doğası ve farklı amaçları hakkında Connolly’nin kafası netti. Her zaman işçi sınıfının bağımsız örgütlerini inşa etme için mücadele etmiş ve milliyetçi hareketin orta sınıf liderlerine güvenmemek konusunda işçileri uyarmıştı. Ayaklanmadan birkaç gün önce de şiddetle sınıf bağımsızlığını koruma çağrısı yapıyor ve Yurttaş Ordusu’nu Gönüllüler hakkında uyarı- yordu: “Bizim kazanma şansımız binde bir. Ama eğer kazanırsak tüfeklerinizi indirmeyin, çünkü Gönüllülerin farklı amacı olabilir. Hatırlayın, biz sadece politik değil, ekonomik özgürlük de istiyoruz.” Connolly, bu sözleri ile ayaklanmanın anlık bir zafer elde edeceği konusunda illüzyonlara sahip olmadığını da ortaya koyuyordu. O ve yoldaşları, gelecek mücadelelerin yolunu açmak, devrimci bir miras bırakmak için canlarını ortaya koymaktan çekinmediler. Paskalya haftası boyunca süren ayaklanmada Büyük Postane gibi Dublin’in stratejik binaları ele geçirildi. Şehir merkezinde sert sokak çatışmalarının İngiliz topçuları tarafından dövülmesiyle ayaklanma kanla bastırıldı. Egemenler, sınıf kiniyle şiddetle bastırdıkları ayaklanmanın liderlerini katlettiler. Ayaklanmanın liderliğini yapanlar ve 90 işçi ölüm cezasına çarptırıldı ve binlerce İrlandalı İrlanda ya da İngiltere’de hapse atıldı. Ağır yaralı olarak arkadaşlarını kurtarmak amacıyla teslim olan Connolly, 12 Mayıs 1916’da ayağındaki kangren nedeniyle oturur şekilde duramadığından sandalyeye iple bağlandıktan sonra kurşuna dizildi.

İngilizler anlık bir zaferle, İrlanda işçi sınıfının büyük önderini katletmeyi başardılar, ancak miras bıraktığı ve ilham verdiği mücadele geleneği İrlanda’da ateş olup yanmaya devam etti. 1. Dünya Savaşının sınıf mücadelesinde yarattığı karanlık dönemde devrimciler için umut meşalesi oldu. Uluslararası sosyalist hareket içinde de yankı uyandıran bu ayaklanmayı, darbe olarak kınayanlara Troçki ve Lenin’den tokat gibi yanıtlar geldi. Rus sosyal demokrat Plehanov’un “zararlı bir hareket” olarak nitelediği hareketi Troçki, “işçiler öçlerini Llyod George’un cellâtlarından alacaklardır” diyerek selamladı. Lenin, Dublinli işçilerin cesaret ve umut ateşini coşkuyla karşılayarak “İrlanda’lıların talihsizliği, Avrupa proletaryasının isyanının henüz olgunlaşmamış olduğu bir sırada yakalanmalarıdır” diye değerlendirdi. Paskalya ayaklanmasından sonraki iki yıl içinde Avrupa’da savaşa karşıtı atmosfer tamamen değişti. Özellikle Rusya’da devrimci kalkışmalar, disiplinli ve deneyimli bir devrimci parti, Bolşevik Parti’nin varlığında 1917 yılında zaferle sonuçlandı.

Connolly şüphesiz bir devdi; ancak döneminin çoğu devrimcisi gibi işçi sınıfının kapitalizmi devirmede kullanacağı araç konusunda net değildi. Rusya dışında Bolşevik Parti tarzında bir devrimci parti yaratma geleneğinin olmadığı koşullarda işçi sınıfını politik ve çalışma yaşamında örgütlemek için mücadele etse de işçi sınıfının devrimci öncüsünü yaratamadı. Lenin’in 1900’lerin başında belirttiği gibi böyle bir öncü ancak uzun ve sabırlı bir çalışmanın sonucunda yaratılabilirdi: “bir mücadele örgütünün inşası ve siyasi ajitasyonun yürütülmesi, “durgun, barışçı” her şart altında ve devrimci ruhun zayıflaması ne kadar belirgin olursa olsun her dönemde esastır.

Üstelik böyle dönemlerde ve böyle şartlarda bu tür çalışma özellikle gereklidir, çünkü patlama ve taşma zamanlarında örgütün kurulması çok geç olacaktır. Parti bir anda faaliyete geçebilmek için hazır durumda olmalıdır.” İşte 1916 ayaklanmasında bu kritik faktör, devrimci öncünün eksikliği her alanda gösterdi ve sonuçları trajik oldu.

Ayaklanma Sonrasında İrlanda Özgürlük Mücadelesi ve İşçi Sınıfı Hareketi

Paskalya Ayaklanması ile kanlarını akıtma pahasına devrimci bir gelenek yaratan ve İrlanda tarihinde yeni bir dönemin kapısını açan İrlandalı emekçiler, mücadelelerinin meyvelerini toplayamadılar. Ayaklanma sırasında önderliklerini yitiren, tabiri caizse başsız kalan işçi sınıfının açtığı yolun kazanımlarının üzerine İrlanda burjuvazisi kondu. Connolly’nin, bu büyük devrimci önderin katledilmesi İrlanda’nın özgürlük mücadelesi ve sınıf kavgasına verilebilecek en büyük zararlardan biriydi; bedeli ağır oldu. Sonrasında işçi hareketinin liderliğini üstlenen reformist kişilikler, onun bağımsız sınıf çizgisinden saparak işçi sınıfını küçük burjuva radikali milliyetçilerin kuyruğuna taktı. Connolly’nin katledilmesinden sonra proleter devrimci çizgi güç kaybederek özgürlük hareketinin liderliğini burjuva ve küçük-burjuva milliyetçilerine kaptırdı. Trajik biçimde Paskalya Ayaklanması’na katılmayan, Avusturya-Macaristan örneğinde olduğu gibi İngiltere-İrlanda ikili monarşisinin kurulmasını savunan Sinn Fein cumhuriyetçi bir kimliğe (tabii ki burjuva cumhuriyet) büründükten sonra hareketin politik liderliğini ele geçirdi.

Sinn Fein, İrlanda’ya ayrılmış sandalyelerin çoğunluğunu kazandıktan sonra imparatorluk parlamentosunu boykot ederek İrlanda Meclisi’ni kurdu. Bu süreçte bağımsızlık savaşını İngiliz kurumlarını tanımayı reddetmenin ötesine taşımak isteyen eski İrlanda Gönüllüleri’nin İrlanda Cumhuriyetçi Ordusu’nu (IRA) kurması ve düzenledikleri saldırıların Sinn Fein’in İrlanda Meclisi’nin desteğini almasıyla birlikte ulusal kurtuluş mücadelesi artık tamamen Sinn Fein’in küçük burjuva önderliği tarafından şekillendirilir duruma geldi. Sinn Fein’in yükselişinin yollarını Connolly’nin işçi sınıfı ve sendikalara dayanarak kurduğu İrlanda İşçi Partisi döşedi. Işçi sınıfına ihanetin parolası olan “Emek beklesin”, yani toplumsal sorun ulusal sorunun çözülmesine tabii kılınsın talebiyle İrlanda İşçi Partisi parlamento seçimlerinde Sinn Fein lehine aday göstermedi.

Bu siyasal tutum, Connolly’i aforoz etmekten başka bir anlama gelmiyordu. Connolly, her zaman sosyal ve ekonomik mücadelelerin kendi kaderini tayin hakkı için mücadeleden ayrılmasına karşı çıktı ve İrlanda’nın koşullarında bu mücadelelerin bir kombinasyonunu yaratmayı başardı. İşçi partisinin yeni liderliği ise geri çekilip hareketin liderliğini elleriyle küçük burjuva milliyetçisi Sinn Fein’e teslim etti. Connolly’nin açtığı yolda ilerleyerek bağımsız sınıf siyaseti çerçevesinde tarihin kendisine yüklediği misyonu oynamaktan uzak olan işçi hareketi liderleri, burjuva ve küçük burjuva milliyetçilerine Paskalya Ayaklanmasında olduğu gibi yeni ihanetlere imza atmaları için yol açtı.

Özgürlük hareketinin liderliğine oturan burjuva ve küçük burjuva milliyetçiler, Eamonn de Valera ve Michael Collins gibi muhafazakâr kişilikler, işçiler ve yoksul köylüler tarafından aşağıdan başlatılan ulusal ve toplumsal kavgaya, kendilerinden beklenilecek olanın dışına çıkmayarak, ihanet ettiler. Devrim korkusunun basıncı altında İrlanda burjuvazisi, İrlanda’yı bölme pahasına İngiltere ile anlaşmanın yoluna baktı. Bölünme sürecinde yaşanan olaylar Connolly’nin tahlillerini, burjuvazinin arkadan vuracağı tespitlerini tekrar tekrar kanıtladı. Bu ihanetin mirası bugünü de etkilemekte. İrlanda burjuva ve küçük burjuva milliyetçileri İrlanda ulusal özgürlük sorununu çözmekten aciz olduklarını ortaya koymaktalar. Connolly ve İrlanda işçi sınıfının açtığı sınıf mücadelesi geleneği işçi sınıfının hafızalarından bugüne dek silinmedi.

Burjuva ve küçük burjuva milliyetçisi liderlik zaman zaman görmezden gelmeye çalışsa, zaman zaman karşısına dikilse de sınıf kavgasına engel olamadı. Bağımsızlık savaşı boyunca güçlü bir sol hareket var oldu. Güneyde kendi anlaşmasının koşullarını dayatan İngiltere’ye karşı çarpışmalarla eş zamanlı olarak Belfast’ta imalat işçilerinden başlayan 44 saatlik çalışma haftası talebiyle başlayan mücadele Katolik ve Protestan işçilerin birleşik eylemi yarattığında, Sinn Fein tarafından oluşturulan İrlanda Meclisi bu mücadeleyi görmezden geliyordu. Sınıf kavgasının devrimci, sosyalist içerikle hareket ettiği çokça deneyim de yaşandı. 1919’da Limerick’te Cumhuriyetçi eylemleri bastırmak için sıkıyönetim ilan edilmesine karşı genel grev başlatan ve sıkıyönetim bitirilene kadar üç hafta şehrin yönetimini ele geçiren işçiler Limerick Sovyetini ilan ettiler.

İrlanda’nın parçalanmasını içeren anlaşmayı dayatmak için baskıyı artıran İngiltere’ye karşı siyasi mahkûmlar açlık grevine gittiğinde işçiler 3 günlük genel grevle destek vererek direnişin kazanılmasını sağladılar. 1920’de tersane işçileri araç yapımını, demiryolu işçileri asker taşımayı reddediyorlardı. Aynı yılda kırlarda topraksız köylüler ve tarım işçileri geniş topraklara el koyup paylaşıyorlardı. Tarım işçileri güneybatıda yağ fabrikalarının denetimini ele geçirdiler. Batıda madenciler madenleri işgal ettiler. Bu son iki olayda da kızıl bayrakları çeken işçiler Sovyetleri kurduklarını ilan ediyorlardı. Sınıf bilinçli bir önderliğin yokluğunda bile mücadele geleneğinin mirası ve uluslararası tecrübeleriyle bu derece öne çıkan işçi sınıfı ve onun bağımsız eylemi İrlanda burjuvazisini yeterince korkutmaya ve ulusal mücadelenin kaderini belirleyecek kararı almasına yol açtı. İrlandalı mülk sahibi sınıflar işçi sınıfının devrimci enerjisi karşısında İngiltere’ye daha çok yaklaştılar.

Cumhuriyetçi önderler, yerli burjuvaziyle yakınlaşma çerçevesinde ulusal mücadeleye hiçbir katkısı olmayan, hatta yer yer açıktan ihanet eden toprak sahipleri ve patronların temsilcileriyle görüşmelerinden sonra halkın enerjisinin ulusal sorundan toplumsal sorunlara çevrilmesini kınayarak el konulan toprakların geri alınması için harekete geçti. Bu iş için arazi mahkemeleri kuran Cumhuriyetçiler, İrlanda Cumhuriyetçi Ordusu(IRA)’nu toprakların geri alınması için kolluk gücü olarak kullandı. İngiltere de kurdurduğu paramiliter güçlerle kime saldıracağını iyi biliyordu: Kuzeyde, Belfast’ta sadece Katolik gettolarına değil, Katolik ve Protestan işçilerin ortak mücadelesini örgütleyen Protestan sendika önderlerine yönelik de katliamlar örgütledi. İngiltere ve uluslararası arenanın yanı sıra Cumhuriyetçilere Katolik kilisesi ve iş çevrelerinden gelen baskılar sonucu ılımlı unsurlar öne çıktı. 4 yıla yakın süre yürütülen gerilla mücadelesinin ardından İngiltere ile anlaşma imzalandı. 1922’de güneyde bağımsız bir devlet kurulurken, Kuzey İrlanda, İngiltere’ye bağlandı. Stratejik ve ekonomik olarak değerli bir liman ve sanayi bölgesi olan Kuzey, nüfusun yarıya yakınını Protestanların oluşturduğu bir bölge olarak İngiltere’nin elinde kalmış oldu.

Kuzey ve güney işçi sınıflarının mücadelesini birbirine bağlayabilecek ve ulusal kurtuluş mücadelesini işçi sınıfı öncülüğünde toplumsal kurtuluş mücadelesiyle birleştirebilecek siyasal bilinçteki bir önderliğin ve onun çevresinde birleşmiş radikal bir işçi sınıfı ve yoksul köylülerin mücadelesinin yokluğunda Connolly’nin çok önce yerinden yönetim tartışmaları sırasında ortaya koyduğu gibi “gericiliğin karnavalı” yaşandı. Kuzeyli işçi sınıfı, Protestanları Katolikleri katletmek için maşa olarak kullanan İngiliz egemenlerin elinde ağır bedeller ödediler. Güneyli mülk sahibi sınıflar ise kendi ulus-devletlerini kurmalarıyla birlikte İngiltere ile karşı karşıya gelmemek adına Kuzey’de yaşanan ulusal sorunu yok sayarak birlik talebinden vazgeçtiler.

 Kuzey’deki yara bugün de kapanmış değil. 1969’da Katoliklerle Protestanlar arasındaki çatışmayı bahane ederek bölgeye giren İngiltere her ne kadar Kuzey’deki varlığını IRA ile imzaladığı anlaşmalar çerçevesinde büyük oranda geri çekse de geçmişte tanıklık ettiğimiz üzere İrlanda ve İngiliz egemen sınıflarının sınıf çıkarları doğrultusunda ezilen halklar yeniden cendereye sokulabilir. Tarihin sunduğu deneyimler göstermektedir ki İrlanda’nın özgürlük sorunu gerçekten ancak toplumsal kurtuluş için öne atılan işçi sınıfının devrimci kalkışması temelinde çözülebilir. Patronlar sisteminin zaferi, işçi sınıfının yenilgisi olan şimdiki çözüm, sorunun kapitalist temellerde çözülemeyeceğini göstermektedir. Hayatı boyunca, Connolly, işçi sınıfının ulusal ve dinsel çizgilerin ötesinde birliği için mücadele verdi. Sınıf mücadelesi içinde Katolik ve Protestan işçileri ortak düş- mana- kapitalist sınıflara karşı birleştirmeyi başardı. Gerçek özgürlüğün yolu da sınıf mücadelesi, sosyalizm kavgası için birleşen İrlandalı Protestan ve Katolik işçilerin mücadelesinden geçmektedir.

SONUÇ OLARAK

Ezilen ulustan bir devrimci olarak Connolly, ulusal sorunun burjuva ya da küçük burjuva çözümlerine karşı çıkarak proleter devrimci bir duruş sergiledi. Yine bir ezilen ulus devrimcisi olan Rosa Luksemburg gibi ulusal harekete önderliğe soyunan burjuva milliyetçi akımları mahkûm ederek işçi sınıfının sosyalizm bayrağı altında birliğinin hem ezilen ulusları hem de tüm insanlığı özgürleştireceğini haykırdı. Mülk sahibi sınıfların ulusal sorunda da kendi sınıf çıkarlarının peşinden koştuğunun farkındaydı ve bir an bile bunun propagandasını yapıp işçileri uyanık olmaya çağırmaktan geri durmadı.

Patronlar, 1. Dünya Savaşı sırasında zorunlu askerliğe karşı çıktıklarında onların tavırlarını sınıf bakış açısının eleştirelliğiyle işte böyle değerlendiriyordu: “eğer burada ya da başka yerlerde ara sıra 1913’te bizimle savaşan patronları (Büyük Dublin lokavtında patronlar sendikamızı yok etmeyi denemişler ancak İrlandalı işçiler ve İngiliz yoldaşlarımızın dayanışmalarıyla bu amaçta başarısız olmuşlardı) bizim 1915’teki ulusal politikamızla anlaşmış şekilde buluyorsak bunun nedeni değişmeleri ya da güçlerini adaletsiz şekilde kullanmalarından utanmaları değildir. Basitçe zorunlu askerliği ekonomik olarak kârlarına görmüyorlar.” İrlandalı kapitalistlerin kendi sınıf yolunu takip ettikleri gibi işçi sınıfı da kendi yolundan gitmeliydi:

“İşverenleri kendi çıkarlarını takip ettikleri için hatalı bulabilir miyiz? Hayır. Hareketlerini güdüleyen nedenler konusunda illüzyonlar da beslemeyiz. Aynı suretle, biz de kendi sınıfımızın tavrıyla, açıkça kendi sınıf çıkarlarımıza göre duruşumuzu almalıyız. Ancak bu çıkarların insanlığın en yüce çıkarlarına inançla bunu yapmalıyız.”

Connolly, enternasyonalist bir duruşla Katolik ve Protestan işçi sınıfının birliği için mücadele etti. O, ancak bu sınıf birliğinin yaratacağı mücadelenin özgür İrlanda’nın kapısını açabileceğini savundu. İrlanda orta sınıfları ve mülk sahibi sınıflar “yatırım şeklinde binlerce ekonomik bağla İngiliz kapitalizmine bağlı” idiler. Bu nedenle sadece İrlanda işçi sınıfı İrlanda özgürlük mücadelesinin bozulmaz varisiydi. Bu analizlerinde ve “İngiliz Ordusunu yarın ülkeden çıkartıp yeşil bayrağı Dublin kalesine çekseniz bile, sosyalist cumhuriyetin kurulmasına yönelmiş değilseniz tüm çabalarınız boşa gidecektir.” tahlilinde ne kadar haklı olduğunu tarih defalarca kez kanıtladı. Burjuva ve küçük burjuva milliyetçisi önderlikler, kendi çıkarları için ve işçi sınıfının bağımsız devrimci eyleminin yarattığı korkuyla İngiliz egemenleriyle anlaşıp İrlanda’yı bölerek özgürlük mücadelesine ihanet etmekten çekinmediler.

Yerli ve işgalci mülk sahibi sınıfların zaferi, devrimci önderliğin yokluğunda ezilen ulus işçi sınıfının yenilgisi pahasına kazanıldı. İrlanda ve daha nice örnekte açığa çıktığı gibi ulusal sorunun burjuva temellerde çözümü güdüktür ve gerçek bir özgürlük sağlamaktan uzaktır. Ulusal sorun dahil insanlığın bütün sorunlarının çözümü, gerçek toplumsal kurtuluşu sağlayabilecek proleter devrim kavgasından geçmektedir. Bu çerçevede ezilen ulus devrimcilerine düşen görev, Rosa Luksemburg’un, James Connolly’nin açtığı yoldan giderek ezilen ulus işçi sınıfı ve yoksul köylü- lerinin kaderini insanlığın kurtuluşuna bağlamaktır. Yoksa yerli ya da işgalci mülk sahibi sınıfların kendi çıkarları doğrultusunda çizdikleri yollarda dost görünen düşmanların ihanetleriyle kurban edilirler. Ezilen ulus mülk sahibi sınıfları nasıl kendi sınıf çıkarlarının peşinden gidiyorlarsa ezilen ulus işçi sınıfı ve yoksul halkının da kendi sınıf çıkarlarının yolundan şaşmamalarını sağlamak ezilen ulus komünistlerinin görevidir.

Ezilen ulus işçi sınıfı ve yoksul halkının devrimci önderliğini oluşturmak ve enternasyonalist bir duruş çerçevesinde sömürülenlerin birliğini sağlayarak nihai kurtuluş için proleter devrim davasına onları kazanmak ezilen ulus devrimcilerin boynunun borcudur.

 

Yorumlar Kapalı

Yorumlar Kapalı