Sosyalizm Kazanacak!
/ Enternasyonal / ISL Konferans Bildirgesi: Dünya Devrimcilerinin Bugünkü Görevleri

ISL Konferans Bildirgesi: Dünya Devrimcilerinin Bugünkü Görevleri

on 8 Ağustos 2021 - 11:59 Kategori: Enternasyonal, Manşet

ISL uluslararası konferansı 31 Temmuz’da, bugünün dünyasında ve pandemi sonrasında devrimcilerin karşılaştığı zorlukları ve görevleri tartışmak için toplandı. Konferansa Kenya, Kolombiya, Peru ve Brezilya gibi ülkelerden yeni katılımcılar da dahil olmak üzere beş kıta ve düzinelerce ülkedeki devrimci örgütten yoldaşlar katıldı.İspanyolca, İngilizce, Fransızca, Arapça, Türkçe, Rusça ve Portekizce dillerinde tercümelerle tartışmalar gerçekleştirildi. Etkinliğin sonunda oylanan bildirgeyi paylaşıyoruz:

Covid-19 pandemisinin başlamasından bu yana neredeyse bir buçuk yıl geçti. Bazı burjuva hükümetler virüse karşı zafer ilan etme telaşına düşerken, insanlığın büyük bir kısmı hala bu hastalığın ceremesini çekiyor ve yeni varyantlar bir tehdit olmaya devam ediyor. Dünya çapındaki aşı kampanyası, kapitalizmin insanlığın en temel ihtiyaçlarını çözemediğinin yeni bir kanıtı oldu. 2021 yılı birkaç aşının klinik testleri başarıyla geçtiğinin habercisi olsa da, geçtiğimiz 8 ayın sonunda insanlığın büyük çoğunluğu hala bu aşılara ulaşamamakta. Zengin ülkeler üretimin önemli bir bölümünü tekellerine almış durumdalar ve kendi patentlerine sahip olan ilaç şirketleri, gerekli aşıları uygun zaman içerisinde sağlama kapasitesine sahip olmasalar da, mümkün olan en yüksek karı sağlamak için ürünlerini üretme ve dağıtma “hakkını” saklı tutuyorlar. Pandemi yayılmaya devam ediyor çünkü kapitalist sistem, milyonlarca insanın sağlığı ve yaşamına değil kâra öncelik vererek pandemiyi durdurmak için gerekli olan kitlsel aşılamayı engelliyor.

Bugünkü dünya ve pandemi sonrası senaryoda ortaya çıkabilecek dünya, istikrar vadetmekten çok uzaktır. Bir yandan 2019’da başlayan isyan döngüsü, görece bir duraklamanın ardından yeniden kendini gösteriyor. Kolombiya sokaklarından Myanmar’daki darbeye karşı direnişe; Brezilya, Peru, Paraguay, İran, Filistin’e kadar 2021 dünya çapında sınıf mücadelesinde bir yükseliş gördü. Sola dönüşün de ifade edildiği Peru ve Şili gibi ülkelerde rejimlerden kopuş seçim alanında bile etkileri oldu ve Fransa’da çekimser oy dalgası Beşinci Cumhuriyet’in temellerini sarstı.Öte yandan dünya ekonomisi, 2008 krizinden bu yana güçlü bir şekilde kendini gösteren yapısal sınırlılıklarını çözmeyi bir yana bırakın, pandemi öncesi seviyesini bile yakalayamadı. Bütün bunlar, yeniden açılmanın yarattığı toparlanmaya ve devletlerin milyarlarca dolar takviyesine rağmen gelişti.

Bu çerçevede biz devrimciler çok büyük fırsatlara sahibiz ve aynı zamanda büyük zorluklarla yüz yüzeyiz. Kitlelerin yükselişi, önceki dönemin hegemonik liderliklerini sorguluyor ve sosyalist hegemonya mücadelesini temel bir görev olarak ortaya koymaya olanak sağlıyor.Bu anlamda, farklı biçimleriyle isyanların enerjisini burjuvazinin kurumsal kanallarına yönlendiren reformist kesimleri yenilgiye uğratma zorluğuyla karşı karşıyayız; çekimserliklerini devrimci retorik altınagizleyen hizipçilerle de. Bunu başarmak için, sağlam kurucu ilkelere dayanan ve aynı zamanda farklı devrimci geleneklerin kesişmesine açık olan uluslararası bir devrimci örgüt inşa etmeye devam etmeliyiz.

İsyanlar İçinde Bir Dünya

Salgın başlamadan önce, sınıf mücadelesinde birçok durumda keskin biçimler alan ve gerçek isyanlara dönüşen bir yükseliş döngüsü gelişmeye başlamıştı. 2018’in sonlarına doğru halihazırda Fransa’daki sarı yelekliler protestoları bu değişimi göstermeye başlamıştı. 2019’da Porto Riko, Ekvador, Kolombiya, Şili, Bolivya, Fransa, Tunus, Cezayir, Lübnan, Irak, İran ve Sudan gibi ülkelerde, yoğun sınıf mücadelesinin yaşandığı anlar gelişti. 2020’de pandemi, artan mücadelelerde göreli bir duraklama yaşattı. Ancak, ABD’de emperyalizmin temellerini sarsan ve uluslararası düzeyde bir protesto ve sempati dalgası yaratan tarihi ırkçılık karşıtı bir isyan vardı.Lübnan’da işçi ve gençlerin protestoları hükümeti devirdi ve Tayland’da rejime karşı sistemi sarsmasına rağmen amaçlarına ulaşamayan büyük bir hareket sahneye çıkt. Şili’de ayaklanma devam etti, Peru’da eylemler bir hafta içinde iki hükümeti devirdi ve Fujimorista rejimini vurdu. Belarus’ta, diktatör Lukashenko’nun hükümetini devirememesine rağmen, 1990’lardan bu yana görülmemiş bir halk hareketleri süreci gelişti. Gençlerin ön saflarda yer aldığı Batı Sahra halkı, Fas işgaline karşı yeniden ayaklandı.

Bu çerçevede Aralık 2020’deki son Uluslararası Konferansımızda “sınıf mücadelesinin yoğunlaşacağı bir döneme giriyoruz” demiştik. Bugün bu öngörünün gerçekleştiğini söyleyebiliriz. Bu yıl boyunca, sınırları ve çelişkileri ile bu hareketler, hükümetleri ve rejimleri aşındıran bir dizi isyan gelişti. İsyanların son kıvılcımı kimi yerde yeni kesinti paketleri oldu kimi yerde baskılar: Toplumsal patlama süreçlerinin yolunu açabilecek gündemlerin farklılaştığını gördük. Bunun açık bir örneği, Duque hükümetinin vergi reformu projesinin hızla isyana dönüşen bir direnişle karşılaştığı Kolombiya’dır.

Latin Amerika’da Kolombiya ve Şili’nin ayaklanmaların ön saflarında yer alması önemsiz bir husus değil. Bin yılın ilk on yılında kıtayı sarsan devrimci ayaklanmalar esnasında,rejimleri ve neoliberal modeli bozulmamış, emperyalizm tarafından takip edilecek örnekler olarak propagandası yapılan gericiliğin iki ana kalesiydiler. Halklarının ayaklanması ve bu rejimlerin çöküşü bölgede yeni bir döneme işaret ediyor ve geçtiğimiz on yılda birçok ülkede iktidara gelen gerici sağ kanat için büyük bir darbe olmakta. Bu, Bolsonaro’dan kurtulmak için kitle eylemlerinin başladığı Brezilya’da da, aylar önce Paraguay’ı sarsan ayaklanmalarda da görülmüştü. Latin Amerika’da içinden geçmekte olduğumuz yeni dönemin temel dinamiği: statükonun kitle hareketin tüketmesi, kitlelerin son dönemin hegemonik siyasi liderliklerinden kopması, kitlelerin hedef tahtasındaki bu siyasi liderlikleri yok etmek için kitlelerde ortaya çıkan sokaklara çıkma isteğidir.

Sınıf mücadelesinin yoğunlaşması Latin Amerika ile sınırlı değil. Haziran ayında İran’daki Mollaların gerici rejimi, stratejik petrol sektöründe 8 kentte 60 şirkette binlerce işçinin katıldığı bir grev dalgasıyla sarsıldı.Myanmar’da gençlik, işçi sınıfı ve ezilen milletler acımasız bir baskıya maruz kalarak aylarca darbeye karşı direndi. Hindistan köylüleri, sağcı Modi hükümetine karşı büyük protestolar düzenledi. Doğu Kudüs’te etnik temizliği sağlamaya yönelik Siyonist saldırı, Filistin halkının dünyanın farklı yerlerinde yankılanan büyük direnişiyle, Filistin halkıyla Londra, Paris, Amerika Birleşik Devletleri vb.’de muazzam dayanışma eylemleriyle karşılaştı. Kolombiya halkının mücadelesi aynı zamanda dünya çapında düzinelerce şehirde önemli eylemlerle bir uluslararası dayanışma dalgasını ortaya çıkardı. Güney Afrika’daki son toplumsal patlama, dünyanın en eşitsiz ülkesinde birikmiş tükenmişliği gözler önüne serdi.

Hükümetlerin ve rejimlerin yozlaşmışlığı, Kolombiya ve Şili vakalarında olduğu gibi, ister açıkça burjuva ve emperyalizm yanlısı sağdan, isterse “sol” veya “anti-emperyalist” söylemler altında maskelenmiş bürokratik kesimlerden olsun, tüm siyasi projeleri vuruyor. Nikaragua’daki Ortega hükümetinin veya Venezuela’daki Maduro’nun krizi bunun kanıtıdır.

Salgının şiddetlendirdiği ekonomik kriz, sınıf mücadelesindeki bu yükselişin gelişmesinin nesnel koşullarını besliyor. Küresel eşitsizlik pandemi esnasında daha fazla büyüdü. Bugün nüfusun %1’i dünya servetinin %45’ine sahipken, en yoksul 3 milyar kişinin borçları düşürüldüğünde hiç serveti yok. Bu şartlarda, emperyalist güçlerin hükümetleri, pandemiyle bağlantılı kısıtlamaların çoğunun sona ermesinin ve devletlerin muazzam dolar enjeksiyonunun etkilerinin birleşimine dayanan iyimser tahminler gösteriyor. Aslında, bu unsurlar dünya ekonomisinde bir toparlanma etkisi yaratıyor. Ancak, perspektifi genişletirsek, bu bir yanılgıya dönüşüyor. Dünya ekonomisi, kar oranındaki düşüşe bağlı düşük verimli yatırımlar nedeniyle pandemiden önce de zaten bir durgunluğa doğru ilerliyordu. 2008 krizinden başlayarak, devletlerden kapitalistlere yapılan muazzam para transferleri, muazzam bir spekülatif balonun gelişmesinin koşullarını yaratmıştı. Bugün de benzer bir tablo görüyoruz. Düşük kârlılığına neden olan koşullar tersine çevrilmediği için (kurulu kapasitenin yok edilmesi ve/veya düşük/sıfır reel kârlılığa sahip şirketlerin veya “zombiler”in ortadan kaldırılması yoluyla) kapitalistlere yönelik para enjeksiyonu, spekülatif balonu büyütmekte veya düşük büyüme ile enflasyonda artış için koşullar yaratmakta. Bütün bunlar, konjonktürel toparlanmanın ötesinde, derin kriz dönemleri yaratabilecek yapısal kriz koşullarının devam ettiği anlamına geliyor.

Zorluklar ve Tartışmalar

Yukarıda bahsettiğimi başlıkların tümü, dünya siyasi durumunun genel dinamiklerinin, bölgesel eşitsizliklerle birlikte kitle hareketinin mücadelelerindeki yükselişte kendisini güçlü şekilde ifade etmektedir. Pandemi sonrası siyasi dönem hakkındaki bu genel hipotez, temel tartışma konusu haline gelmiştir. Gerçekliği bütünüyle görmekten uzak ve yalnızca bir kısmını ele alarak sağın ve “faşizmin” güçlendiğini ileri sürenler de vardır. Bu analizin siyasi sonucu, Amerika Birleşik Devletleri’nde solun bir kısmının Biden’ı desteklemesine yol açan veya bugün Brezilya solunun bir kısmını PT’nin arkasında toplayan “demokratik cephe” varyantlarının ortaya çıkmasıdır. Dünya durumunun resmini oluşturan unsurları abartmadan ve küçümsemeden; gerçekliği somut biçimde değerlendirmenin önemini bu örneklerde görüyoruz. Kuşkusuz, son on yılda artan kutuplaşma güçlenen (Orbán ile Macaristan’da olduğu gibi) sağ ve hatta aşırı sağ unsurları ortaya çıkardı. Kapitalizmin sistemik krizi ve rejimlerin meşruiyet krizi kötüleştikçe, benzerleri de ortaya çıkmaya devam edecek ve siyaset sahnesinin bir parçası olacak. Ancak bunlar gerçekliğin tek unsuru, kısmi görüntüsüdürler; gerçekliğin tamamını ifade edemezler.

Genel dinamiğin, sınıf mücadelesinin yoğunlaşması yönünde olduğunu kabul etmemiz, zorluklara ve çelişkilere işaret etmekten vazgeçtiğimiz anlamına gelmez.Dünyanın farklı yerlerinde farklı oranlarda ifade edilen yükselişin düzensiz bir gelişimi var. Güçlü ayaklanmaların ve isyanların meydana geldiği yerlerde bile, zaferlere ortaya çıkmayabilir veya bu isyanlar kısmi kazanımlar elde edebilir. Çoğu durumda, kemer sıkma planları durdurulduğunda bile hükümetler düşmez çünkü liderlikler hoşnutsuzluğu sistem içi kurumlara veya seçim kanallarına yönlendirmeyi başarabilirler. Ancak toplumsal hareketlerin bazıları rejimleri değişmeye zorladı; Pinochet’nin Şili’sinde olduğu gibi isyanlar, en gerici bazı rejimlere ölümcül darbeler indirdi.

Bu sürecin nedenlerini anlamada kilit dinamik, dünyada son yıllarda meydana gelen değişiklikler ve bunların kitle hareketinin siyasi liderliğini etkileme biçimidir. Berlin Duvarı’nın yıkılması ve SSCB’nin dağılmasıyla birlikte, dünya çapındaki ana karşı-devrimci aygıtlardan biri olan Stalinizm, kapitalizmin restorasyonunun yarattığı büyük çelişkiye ve bu durumun kitle hareketinin bilincinde yarattığı kafa karışıklığına rağmen zayıfladı. Emperyalizmle birlikte Stalinizm, savaş sonrası devrimci süreçleri kontrol altına almak ve rayından çıkarmak için faaliyet göstermişti. Bu aygıtın varlığı, reformist ya da küçük-burjuva önderliklerin, kitlelerin enerjisini dizginlemeyi başarma planlarının biraz ötesine geçmesine izin verdi, çünkü bürokrasi bu çevreleme için sibop görevi gördü. Ama bugün, Stalinizmin yokluğunda, reformist ya da küçük-burjuva önderlikler kitle hareketinden ürküyorlar ve onu kontrol altına alacak hiçbir aygıt yok. Bu nedenle ilerlemek yerine sağa dönme tercihi ana eğilim oluyor. Bunu Yunanistan’da Syriza, İspanya’da Podemos veya Şili’de Frente Amplio gibi durumlarda açıkça gördük. Bu aşamada Küba devrimine benzer dinamikler gelişmedi. Hükümetleri devirmeye, emperyalizmle yüzleşmeye ve devrimci bir partinin önderliği olmaksızın burjuvaziyi mülksüzleştirmeyedoğru ilerleyen süreçler de ortaya çıkmadı

Bir diğer önemli tartışma ise sınıf bilinci ve işçi sınıfının dinamikleri ile ilgilidir. Sınıf mücadelesi süreçlerinde ilk elden sovyetler ortaya çıkmaz, çok zayıf örgütlenmeler ortaya çıkar. İşçi sınıfı mücadelelerde bir aktördür ancak hegemonik aktör değildir. Bunun nedeni liderlik sorunudur. Sınıf blinci yalnızca mücadeleler yolu ile ilerlemez: mücadele zihinleri açar ve ilerlemeler sağlar ancak bu bilincin pekişmesi ve gerçek bir sıçrama düzeyine çıkması için olmazsa olmaz olan şey devrimci örgüttür.

Bu çerçevede devrimcilerin kitleleri etkileme mücadelesi asli bir görevdir. Çoğu durumda işçi sınıfının ve kitle hareketinin önderliğinde baskın güçler olan reformist, kapitalizm yanlısı eğilimlere karşı mücadele etmeliyiz. Son on yıl, bu kesimlerin eylemlerinin birçok örneğini ortaya çıkardı. Yunanistan’daki Syriza’dan ABD’deki Sanders’a kadar, isyanların enerjisini kurumsal kanallara yönelttiler ve bazı durumlarda daha etkili bir moral bozukluğu yarattılar. Bu günlerde Brezilya’da, PSOL’un içinde yer alan unsurların, sözde faşizme karşı mücadele adına PT ile ortak cepheye bel bağlayarak burjuva partilerle anlaşma yoluna gittiği bir sürecin geliştiğini görüyoruz.

Yukarıda belirttiğimiz gibi, ABD ile Çin arasında artan emperyalist rekabetten kaynaklanan gerilimler, dünya durumunun önemli bir yönü olmaya devam edecek. Bu durum, Çin’i “ilerici bir kamp” olarak gören ve “anti-emperyalizm” adına Çin ve müttefikleriyle aynı çizgide olma eğiliminde olan reformist kesimlerle önemli bir tartışma başlığı. Emperyalist güçlerin birine karşı diğerinden yana olmak anlamına gelen “kampizm” politikası, ABD’ye rakip gibi görünen ülkelerde kitlelerin önderlik ettiği isyanları kınamaya yöneltiyor. Böylece İran, Nikaragua, Hong Kong ya da Venezuela’da işçi sınıfının ya da gençliğin bazı kesimleri tarafından yürütülen gerçek mücadeleleri emperyalizmin araçları olarak kınıyor ve otoriter ya da diktatöryal rejimlerinin savunuculuğundan yana tavır alıyorlar. Bu hükümetler kemer sıkma politikaları uyguladılar ve tüm diğer emperyalizm yanlısı ve kapitalist hükümetlerin yaptığı gibi krizi işçi sınıfına ve yoksullara yüklediler. Devrimciler, kampçı siyaseti reddetmeli ve kararlılıkla halkın isyanlarının ve gerçek mücadelelerinin yanında yer almalı. Aynı zamanda, ABD emperyalizminin her türlü müdahalesini reddetmeli ve fırsatçı bir şekilde halkın taleplerinden yararlanmaya çalışan sağcı liderlere karşı savaşmalıdır.

Devrimci Bir Kutup İnşa Etmek

Durumun önemli bir yönü, reformist liderliklerin harekete geçmesine ve çoğu durumda mücadele süreçlerini saptırmayı başarmasına rağmen, bunların bedeli olarak meşruiyetlerinin büyük ölçüde aşınmasıdır.Venezüela’da Maduro veya Bolivya’da Evo Morales gibi önceki dönemde Latin Amerika’da yükselişi hızlandıran milliyetçi, küçük-burjuva önderliklerin durumu buydu. Podemos ve Syriza gibi Avrupa’da ortaya çıkan “yeni” söylemlerde de durum böyledir. Şimdi Kolombiya ve Şili’deki merkez sol gibi günümüzün en kritik süreçleri bağlamında bu durum yeniden yaşanıyor. Doğru bir politikaya ulaşırsak bu süreçler, devrimciler için bir fırsatlar yaratacaktır.

Devrimci hegemonya mücadelesini yürütmek için uluslararası düzeyde bir kutbu güçlendirmek şarttır.Ulusal bir örgütün dar sınırları içinde devrimci önderlik sorununun üstesinden gelemeyiz. Devrimciler arasındaki uluslararası değişim ve tartışma ile fiili ortak müdahale, her ülkede sağlam devrimci örgütler inşa etmek için esastır. Bu anlamda, devrimci örgütlerin ve uluslararası bir örgütün inşasına her zaman ayrıcalık tanıyan devrimci Marksist geleneğe yüzümüzü dönüyoruz. Bu, isyanlarla yoğurulup ortaya çıkan yeni öncüye katılma görevi için esastır. Süreçlerde öncü rol oynayan, farklı siyasi geleneklerden gelen ya da son dönemde mücadele bağlamında radikalleşen gençlerden oluşan bir “ön cephe” var. Onları bu projeye çekmek için burada da başrol olabileceklerini görmeleri şart.

Savaş sonrası dönemden bu yana, Dördüncü Enternasyonal’in mirasını geri alarak bu anlamda ilerlemek için farklı girişimler oldu, ancak hepsi başarısız oldu. Bazı gruplar ulusal-Troçkizme düştü. Diğerleri ise, belli bir kadro birikimine ulaşmış bir partinin kendi akımını kurarak diğer ülkelerdeki daha küçük grupları kendi lideriği altına topladığı bir inşa modelini ortaya koydu. Bu modellerin içsel zayıflığı, farklı türden siyasi ve metodolojik hatalara, dogmatizme, sekter veya oportünist sapmalara yol açtı ve bürokratik yöntemleri  ortaya çıkardı. Geçmişteki krizler ve kırılmalar, son zamanlarda farklı örgütlerde tanık olduğumuz krizler de tüm bunlarla bağlantılı.Troçkizmin savaş sonrası dönem krizi, daha gelişmiş bir parti etrafında savunmacı gruplaşmaların ve uluslararası eğilimlerin oluşmasına yol açtı. Ancak bu zorunluluğu bir yönteme dönüştürmek büyük bir hatadır.

Ne yazık ki, kendisini Troçkizm içinde ifade eden hiçbir uluslararası akım, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla başlayan dönemde ve onu takip eden çalkantılı yıllardan bugüne karşı karşıya kaldığı sınavları geçemedi; hiçbiri öncü güç için dinamik bir çekim odağı haline gelmedi. Mütevazı bir şekilde, bu gidişatı dinamiği tersine çevirmeye başlamayı öneriyoruz. Bu nedenle mevcut yapılardan tamamen farklı uluslararası bir yapı modelini savunuyoruz.

Toplu olarak tartışan ve özenle detaylandıran güçlü bir uluslararası örgüte ihtiyacımız var. Farklı bakış açılarının katkısı, gerçekliğin bilimsel bir analizini oluşturmak için esastır. Onu dönüştürmek için etkili bir şekilde müdahale etmek ancak kolektif bir özveri ile mümkün olabilir. Bunun temeli: o anın görevlerine ilişkin ortak bir anlayış, devrimci sosyalizmin temel öğretilerini ele alan açık bir program ve sosyalist devrimin ve Leninist partinin savunmasında stratejik bir sınırlamadır. Elbette bu temel noktaların dışında farklılıklar ve tartışmalar var. Bu nedenle bu tartışmaların ortak müdahale çerçevesinde demokratik olarak gelişmesini sağlayan bir işleyiş yöntemine de sahip olmamız gerekiyor.Yakın zamanda yapılacak olan ISL Kongresi’nin bu konuda temel bir adım olmasını temenni ediyoruz.

Dünyada çeşitli devrimci gelenekler var ve dünyanın çok farklı bölgelerinden gelen somut deneyimler de yansıtılıyor. Bu nedenle bazı tartışmalar, siyasi detaylandırmayı sorun olarak görmekten çok zenginleştirecek nüanslar ve farklılıklar olarak dile getirilecektir. Uzun süredir ayrı ayrı yürüyen örgütlerin aynı enternasyonalde bir arada var olabilmelerini işçi sınıfının içinde bulunduğu liderlik krizini tersine çevirmek için bir zafer ve gereklilik olarak görüyor, en devrimcileri aynı bayrak altında bir araya getirmek için çalışmayı amaçlıyoruz. Şu anda, ISL içinde hali hazırda bazı konularda farklı görüşler mevcut. Siyasi durumu analiz etmek için kullandığımız kavramlar ve tanımlar etrafında nüanslarımız var, bu da teorik tanımları başkaca şekillede ele alan farklı geleneklerden geldiğimemizin bir yansıması.  Aynı şey, bazı süreçlerin karakterizasyonu için de geçerlidir. Zaman içinde ortak fiili mücadelenin  yeni bir gelenek inşa etmemizi sağlayacağını; yeni, üstün ve devrimci bir teorik, politik ve metodolojik senteze ulaşmak için gerekli olan karşılıklı güveni oluşturacağına eminiz.

Tek düşünce veya bürokratik merkeziyetçilik temelinde bir enternasyonalin inşası anlayışında değiliz. Demokratik Merkeziyetçilik yöntemini savunuyoruz, çünkü profesyonel militanlar ve hiyerarşik organizmalardan oluşan bir yapıyla birlikte, devrimci partiler inşa etmek; işçilerin ve halkın önderliğinde bürokrasi ve reformizme meydan okumak esastır. Enternasyonalin inşasında, merkeziyetçilikten ziyade demokrasiye öncelik vermek esastır çünkü siyasi tartışmalar farklı ulusal gerçekliklere, geleneklere ve liderliklere saygı duyarak gerçekleştirilmelidir.

Yaşadığımız kriz çok büyük fırsatlar ve zorluklar doğuruyor. İçinde bulunduğumuz dönemin dinamiğine işçi sınıfının ve halkların mücadeleleri damgasını vuracaktır. Bu da, önemli devrimci örgütler inşa etme olasılığını açabilecek bir radikalleşme ve sola dönüş sürecini getirecektir. Ancak, bu görev için uygun koşulların varlığı, tek başına başarıyı garanti etmez. Bu, analizden politikaya ve taktiklere kadar uygun şekilde yanıt verme yeteneğimize bağlıdır. Girmekte olduğumuz radikalleşme sürecinin büyüklüğü ve kapsamı, şu anda mevcut uluslararası örgütlerin kapasitesini aşmaktadır. Bu nedenle, farklı geleneklerden gelen devrimci sosyalist örgütlerin bir araya gelmesine açık bir örgüt inşa etmek elzemdir. Bu, göğüs germek zorunda olduğumuz bir zorluktur.

  • Dünyayı kasıp kavuran isyanları destekliyoruz. Mücadele eden halklara yönelik devlet baskısına karşı enternasyonalist ve militan dayanışmayı yükseltiyoruz.
  • İster açıkça burjuvazi ve emperyalizm yanlısı olsunlar, ister bürokratik, ister kendilerini anti-emperyalist olarak tanıtsınlar, tüm hükümetlerden bağımsız bir devrimci mücadeleyi savunuyor ve kampizmi reddediyoruz.
  • İsyanların bir parçası olarak, mücadelelerin gidişatına işçi bürokrasisi ve reformist önderlikler değil, onlar karar versin diye, işçi sınıfının ve mücadele eden ezilen halkların demokratik örgütlerini geliştirmek için mücadele ediyoruz.
  • İsyanları kurumsal mekanizmalarla ve seçim yoluyla dizginleme girişimlerine karşı, belirli ülkelerde, hareketi derinleştirmek ve ihanetçi liderliklerin maskelerini düşürmek için bir araç olarak, emekçi halkın ülkeyi yeni temeller üzerinde nasıl yeniden organize edeceğine demokratik olarak karar vermesi için Kurucu Meclis sloganını yükseltiyoruz.
  • Reformist bakış açılarına karşı, çoğunluğu oluşturan emekçilerin temel yaşamsal sorunlarını çözmek için kapitalizmden kopma ihtiyacını gündeme getiriyoruz. İşçi sınıfının kendi örgütleri aracılığıyla yönettiği bürokrasisiz bir sosyalizm modeli için savaşıyoruz.
  • Bu perspektifte ilerlemek için, reformistlere karşı sosyalist hegemonya için meydan okuyabilecek ve iktidar için başedebilecek büyük devrimci sosyalist örgütler inşa etmek üzere devrimcileri birleştirme ihtiyacını görüyoruz.
Yorumlar Kapalı

Yorumlar Kapalı