Sosyalizm Kazanacak!
/ Emekçiden / Eğitim Sen ve KESK’in Krizine Dair: Koltuk Kavgaları Sendikayı Tüketiyor – Emre Güntekin

Eğitim Sen ve KESK’in Krizine Dair: Koltuk Kavgaları Sendikayı Tüketiyor – Emre Güntekin

on 30 Kasım 2020 - 07:07 Kategori: Emekçiden, Emre Güntekin, Polemik

Haftasonu gerçekleşen Eğitim-Sen Genel Kurulu, KESK’i yıllar içerisinde yiyip bitiren hastalığı bir kez daha gözler önüne serdi. Dar grupçuluk, sekterlik, sınıf sendikacılığından uzaklaşarak yerine kimlik mücadelesi ve sivil toplumculuğu ikame etme… Hastalık kendisini birçok semptomla herkes için aşikar hale getiriyor.

Eğitim-Sen’de yaşananları kısaca özetleyecek olursak… Önce Sol Parti’nin KESK içerisindeki örgütlülüğü olan Devrimci Sendikal Dayanışma (DSD) grubu yayınladığı bir bildiriyle, pandeminin yaratacağı sorunlar nedeniyle kongrenin ertelenmemesini ve örgüt içindeki “hakim siyasal anlayış”ın (kast edilen Kürt siyasal hareketi) dar grupçu ve dayatmacı yaklaşımını gerekçe göstererek genel kuruldan çekildiğini açıkladı. Öte yandan Yüksel Direnişçileri Acun Karadağ, Nuriye Gülmen ve Mehmet Dersulu genel kurulunda alınan kararla sendikadan ihraç edildi.

Başlarken belirtelim. İktidarın ihraç ettiği ve üstüne halihazırda hapiste olanların üyelerin sendikadan ihraç edilmeleri KESK ve Eğitim-Sen tarihinde kara bir leke olarak yer alacaktır. Yapılan yanlışlar eleştirilebilir, kınanabilir; ancak ihraç kararıyla birlikte bir yönüyle devletin ihraçları Eğitim-Sen yönetimi nezdinde de meşru hale getirilmiş oldu. Sormazlar mı? KESK ve Eğitim-Sen KHK’lara, ihraçlara hangi yüzle direnecektir? Ancak Eğitim Sen yönetimi bu ihraçların politik sonuçlarını önemsememektedir; onlar için esas mesele kendi dar çıkarlarıdır. Bu yüzden bir oldubittiye getirerek, böyle bir vebalin altına girmekten kaçınmamışlardır.

Yok Birbirinizden Farkınız!

KESK’in doğuşu, 12 Eylül karanlığından çıkışta önemli sınıfsal dinamiklerden birini oluşturan kamu emekçileri hareketinin bir sonucuydu. Öte yandan 12 Eylül’de büyük yıkım yaşayan Türkiye sol hareketi açısından da KESK ve kamu emekçileri hareketi önemli bir örgütlenme sahası olageldi. KESK’in 90’lı yıllardaki kuruluş sürecinde ve egemen sınıfların saldırısına karşı kamu emekçilerinin örgütlenme hakkını elde edebilmesinde sol hareketin enerjisinin önemi yadsınamaz. Fakat bu durum yıllar içerisinde KESK’in zayıf karnını da oluşturdu.

Özellikle siyasal iktidarların 2000’li yılların başından bu yana yaptığı yasal düzenlemelerle kamu emekçilerinin örgütlenme, toplu sözleşme ve grev gibi temel haklarına getirdiği kısıtlamalar KESK için bir anlam sorunu yaratmaya ve sendikanın kamu emekçilerinin genel kitlesinden koparak hakim olan sol hareketlerin şekilsiz bir toplamına dönüşmesine neden oldu. Türkiye devrimci geleneğine sirayet etmiş sekterliğin, dar grupçuluğun artık bu kadar alenileşmiş olmasının özünde bu süreç yatmaktadır. 

Yıllardır hemen her genel kurulda, KESK’te ve bağlı sendikalarda yönetimlerin ana omurgasını oluşturan Devrimci Sendikal Dayanışma, Demokratik Emek Hareketi, Sendikal Birlik gibi anlayışların koltuk pazarlıkları gündemin en temel maddesini oluşturmuştur. Eğer KESK içerisinde bir hakim anlayıştan bahsedilecekse bu öznelerin hiçbiri kendisini bir diğerinden ayırmamalıdır. Ancak sekterlik tam da böyle bir şey! Her biri yıllardır KESK’in ve bağlı sendikaların erimesi, kamu emekçileri hareketinin genel sorunları söz konusu olduğunda kafayı kuma gömmeyi, topu birbirine atmayı tercih etmektedir. Ancak Eğitim Sen Genel Kurulu KESK’in öznel sorunlarının derinliğini ve artık bunları tartışmaya açmanın kaçınılmaz olduğunu ayan beyan ortaya koymaktadır. 

Maalesef 90’lı yıllarda kamu emekçilerinin tabandan yükselen radikalizmiyle doğan KESK asıl gövdesini yukarıda belirttiğimiz dört unsurun oluşturduğu alan kapatmacı, sekter dar grupçuluğa ve bürokratizme teslim olmuş ve kamu emekçilerinin gerçeklerinden kopmuştur. Küçük olsun benim olsun anlayışıyla hareket eden ve hemen her genel kurul sürecinde kapalı kapılar arkasında sürdürdükleri koltuk pazarlıklarını asli gündem haline getiren yapıların kamu emekçilerine bir alternatif oluşturamayacağı ve kan kaybını durduramayacağı ortadadır.

Dahası KESK’in asli işlevi olan sınıf sendikacılığından kopuş, konfederasyona ve sendikalara hakim olan siyasal unsurlar tarafından bir problem olarak görülmemektedir. KESK, özellikle Kürt ulusal hareketinin de büyük etkisiyle postmodern kimlik siyasetinin bir aracına dönüşmüş ve gündemini Kürt sorunu, kadın sorunu gibi meselelerle sınırlandırmıştır. Sorun sadece Kürt ulusal hareketiyle de sınırlı değil… Türkiye solunun geniş bir gövdesi de bu postmodern kimlik siyasetinin çekiminden kurtulamamıştır. Dışarda nasılsa, KESK içinde de aynı şekilde hareket eden; sınıfın asli sorunlarından köşe bucak kaçarak KESK’i kendi dar gündemlerine hapseden yapılar da KESK’in şekilsiz bir siyasetler toplamına dönüşmesine katkıda bulunmuşlardır. 

Yakın geçmişe kadar sokaklarda, alanlarda KESK gövde gösterebiliyor, tabanın basıncını fiili meşru eylemlerle soğurabiliyor ve bir şekilde kendini gündeme taşıyabiliyordu. Özellikle 15 Temmuz sonrasında KESK üzerindeki baskıların artışı ve sokağın tamamen kapatılmasıyla birlikte krizin hızlı bir şekilde derinleşmesi kaçınılmazdı. 

Dönem dönem parlayan özel gündemler (sağlık emekçilerinin tepkileri, demiryollarındaki sürgünlere karşı mücadele vs.) kimseyi yanıltmasın. KESK içerisindeki birçok sendika, üye sayısı bakımından çok ciddi problemlerle karşı karşıya ve hala geçmişin mirası sayesinde ayakta durabilmektedir. Özellikle genç kuşak kamu emekçileri ile KESK arasındaki bağlar oldukça zayıf. Geçmişteki mücadelenin hatrına sendikaya hala emek harcayan kadrolarla bu kriz ancak bir süre daha taşınabilir. Ancak bu deniz de bitecek. KESK bu haliyle Kürt ulusal hareketinin arka bahçesi olmaktan ve bir sendika olarak işlevsizleşmekten başka bir yere yol alamayacaktır. Zira Kürt ulusal hareketinin gündeminde sınıf sendikacılığının olmadığı ve KESK’in radikal demokrasi mücadelesinde işe yarayacak bir sivil toplum örgütü olarak konumlandırıldığı geçmiş tecrübelerle ortadadır. 2013’te KESK Başkanı Lami Özgen’in akil insanlar heyetine katılmasının sendikaya verdiği zarar unutulmamalıdır.

Gelecek kazanılmak isteniyorsa KESK’in bir sınıf örgütü olduğunu hatırlaması, emeğin sorunlarını asli gündem haline getirmesi; koltuk kavgalarını, dar grupçuluğu bir kenara bırakması, genel kurulları tabanla bütünleştirerek bürokratizmin yerine örgüt içi demokrasiyi ikame etmesi mutlak zorunluluktur. İşyerlerinde, sokaklarda aktif kampanyalar örgütleyen, sınıfsal taleplerle kitlelere giden bir KESK, neoliberal piyasacılık karşısında kamu emekçilerinin asli ihtiyacıdır. KESK’in var olan krize rağmen bunu hayata geçirebilecek insani birikimi bulunmaktadır.

Ancak mevcut öznelerle bu başarılabilir mi? Pek sanmıyoruz. Zira bu tartışmaları ilk kez yapıyor olsak bir değişim yaşanabileceğine dair umuda sahip olabilirdik. Ancak bu tartışmalar ne ilk ne de son ve bunun KESK’e verdiği zararın farkında oldukları konusunda şüpheliyiz.

Başta ne dedik? Yok birbirinizden farkınız. Hiç kimsenin kimseye maval okumasına gerek yok. KESK’i hep birlikte bu hale getirdiniz. Ortadaki en bariz gerçek budur.

Yorumlar Kapalı

Yorumlar Kapalı