Sosyalizm Kazanacak!
/ Devrimci Perspektif / Türkiye'nin Libya'da Ne İşi Var? – Emre Güntekin

Türkiye'nin Libya'da Ne İşi Var? – Emre Güntekin

on 11 Aralık 2019 - 15:45 Kategori: Devrimci Perspektif, Emre Güntekin

Libya’da 2014 yılında bu yana düşük düzeyde seyreden iç savaş yeni bir bölgesel yangına mı dönüşüyor? Ortadoğu’da emperyalist rekabet Suriye İç Savaşı, Suudilerle Yemenli Husiler, Irak ve Lübnan isyanları üzerinden daha çok gündeme gelse de benzeri denklemlerin Libya’da da oluştuğunu söylemek gerekiyor.
2011’de Kaddafi’yi deviren aktörlerin iktidar mücadelesinin, bitmek bilmeyen yeni bir iç savaş sürecini tetiklediği Libya günümüzde fiilen üç (aslında iki buçuk demek daha doğru olacaktır.) parçaya bölünmüş durumda:

  • Fransa, Rusya, Mısır ve BAE’nin desteklediği General Halife Hafter liderliğindeki Tobruk merkezli Libya Ulusal Ordusu ve Temsilciler Meclisi ülkenin en büyük parçasını (yaklaşık % 78’ini) kontrol ediyor.
  • General Hafter’le işbirliği içerisindeki Tebu halkının kontrolündeki ülkenin yarı özerk güney bölgesi (ülkenin yaklaşık % 16’sı)
  • Türkiye, Katar ve bazı AB ülkelerinin desteklediği; BM tarafından da Libya’nın meşru temsilcisi kabul edilen Trablus merkezli Ulusal Mutabakat Hükümeti ülkenin yaklaşık % 6’sının kontrolüne sahip.

libya map civil war ile ilgili görsel sonucu"

Trablus’ta asıl savaş gücünü Türkiye ve Katar’ın Suriye’den taşıdığı El-Nusra Cephesi türevi radikal İslamcı çeteler oluştururken; İslamcılar 2014’te başarısız oldukları seçimin ardından yedi haftalık bir savaşla Trablus’u ele geçirmiş ve Ulusal Kurtuluş Hükümeti’ni kurmuşlardı. Bu olay ülkenin fiilen üçe bölünmesine yol açmıştı. 2014 seçimlerinde kurulan Temsilciler Meclisi Tobruk’a taşınırken, Halife Hafter’i askeri güçlerin başına getirmişlerdi. Trablus’taki duruma BM müdahale ederek 2015 Aralık ayında Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin kuruluşuna destek vermişti. 2016 Nisan’ında ise hükümetin başına Erdoğan’ın işbirliği yaptığı Fayiz es-Serrac getirilmişti. Radikal İslamcıların ve Müslüman Kardeşler’in desteklediği Ulusal Kurtuluş Hükümeti, Ulusal Mutabakat Hükümeti’ne karşı Halife al-Gawil öncülüğünde darbe girişiminde bulunsa da başarılı olamamıştı. Ancak bugüne kadar Trablus ile Tobruk arasında süren savaşta, Trablus cephesinde askeri olarak başat rolü radikal İslamcılar oynadılar. Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin uluslararası desteğine rağmen, dışardan empoze edilmiş bir yapı olması Libya’daki yerli egemen kliklerden aldığı desteği zayıflatıyor. Öte yandan Batılı güçlerin her iki hükümeti bir araya getirme girişimleri de bugüne kadar herhangi bir başarı sağlayamadı. 2018 Kasım’ında İtalya’da yapılan konferansta Aralık 2018 içinde seçim yapılmasında uzlaşma sağlansa da bugüne kadar bu uzlaşı da hayata geçirilebilmiş değil.

Libya’da dengeleri değiştiren olaysa Nisan 2019’da Rusya’nın Hafter güçlerine askeri destek vermesi oldu. Rusya daha önce Suriye, Orta Afrika ve Ukrayna’da savaşan ve Putin’e yakın isimlerden biri olan Yevgeny Prigozhin’e ait Wagner Group’a bağlı 1000 kadar paralı askeri bu kez Libya’ya gönderirken, Hafter güçlerine önemli bir avantaj kazandırdı. ABD, uluslararası kamuoyu önünde BM’nin tanıdığı Trablus hükümetine destek veriyor görünse de Rusya’nın savaşa müdahil olmasıyla birlikte Hafter’le de ilişki kurmaya başladı. Bu bir anlamda Rusya’nın Libya’da artan gücüne karşı bir ön alma hamlesi olarak okunmalı. Büyük emperyalist güçlerin sürece dâhil olmasıyla birlikte Libya’da kimsenin barışçıl bir geçiş süreci oluşabileceğine dair bir beklentisi kalmamış görünüyor. Zira askeri olarak Rusya’nın yoğun hava ve kara gücü desteği sayesinde Trablus inisiyatifi giderek kaybediyor.
ABD’de ise ana akım medyada şimdiden Libya’nın olası bir Rusya etkisine terk edilmesinin ülkenin küresel gücüne dair soru işaretlerini artırması açısından bir fiyasko olacağı yorumları yapılıyor. Bu nedenle 2012 yılında Bingazi’deki büyükelçilik baskının ardından Libya’daki varlığını minimuma düşüren ABD’nin bir şekilde sahaya yeniden inebileceği gündeme getiriliyor. Öte yandan ABD’nin Libya’ya silah gönderen ülkelere ve bu silahları taşıyan şirketlere yönelik yaptırımları sıkılaştırması yönünde çağrılar da artıyor. Libya’daki radikal İslamcıları silahlandıran Türkiye bu ağa takılır mı zaman gösterecek.
Türkiye’nin Libya’da Ne İşi Var?
2011 yılında Libya’ya NATO müdahalesi gündeme geldiğinde Erdoğan’ın ilk tepkisi “NATO’nun Libya’da ne işi var?” diye gürlemek olmuştu. Bu sözünü çok kısa bir sürede yutmak zorunda kalıp operasyona müdahil olmaya çalışsa da Fransa ve İtalya gibi Libya’da tarihsel iddiaları olan ülkeler Türkiye’yi sürecin dışında bırakmıştı. Dünyanın en büyük petrol üreticilerinden biri olan Libya’da hemen hemen herkesin bir işi olabileceğini Erdoğan anlamakta gecikmişti. Fakat Türkiye Libya’dan sonraki süreçte elini çekmedi.
Türkiye’nin, Libya’daki ortağı Katar’la birlikte İslamcıları silahlandırdığı ve her türlü desteği sağladığı uluslararası medyada sıkça dile getiriliyor. Geçtiğimiz yıl Aralık ayında Türkiye’nin Mersin ve İskenderun limanlarından yüklenen bir gemi Yunanistan tarafından Girit açıklarında durdurulmuş; gemide Libya’ya gitmek üzere olan ve bomba yapımında kullanılan amonyum nitrat, elektriksiz patlayıcılar ve 11 adet sıvılaştırılmış petrol gazı tankı bulunduğu ortaya çıkmıştı (CNN Türk, 11 Ocak 2018). Aralık 2018’de de Hafter öncülüğündeki Tobruk güçleri Trablus yakınlarındaki bir gemide 3.000 Türk yapımı silah, 2,5 milyon mermi ve çeşitli mühimmatlar ele geçirmişti (Reuters, 22 Aralık 2018). Buna benzer pek çok haber bulabilmek mümkün. Bu 8 yıllık süreçte Türkiye ve Katar ayrıca Libya ile Suriye arasında radikal İslamcı çetelerin transferlerine aracılık ettiler.
Geçtiğimiz günlerde BM Güvenlik Konseyi’ne sunulan raporda ise BM’nin ambargo kararına rağmen Ürdün ve BAE’nin Tobruk, Türkiye’nin ise Trablus merkezli güçlere silah sevkiyatını sürdürdüğü dile getirildi (DW Türkçe, 11 Aralık 2019). Raporda ayrıca Libya’da yükselen IŞİD tehlikesine dikkat çekildi. Bu rapor Türkiye’yi kaçınılmaz bir şekilde radikal İslamcı çetelerle ilişkilendirecektir. Zira Hafter başta olmak üzere Tobruk’un sözcüleri her fırsatta “terörizme karşı savaş” verdikleri iddiasıyla Batı kamuoyundaki meşruiyetlerini pekiştiriyorlar.
Türkiye’nin Trablus hükümetini her ne pahasına olursa olsun ayakta tutmak istemesinde bölgesel hedefleri başat rol oynuyor. 27 Kasım’da TSK ile Trablus arasında da gerekli durumlarda TSK’ya ülkeye girme izni tanıyan Güvenlik ve Askeri İşbirliği Anlaşması imzalanmıştı. Türkiye için en önemlisi Ulusal Mutabakat Hükümeti üzerinden bağ kurduğu Libya’nın Doğu Akdeniz’de tutunabilmek için bir araç olması. Erdoğan ile Sarrac 29 Kasım’da ‘Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası’nı imzalamışlardı. Muhtıra uyarınca Marmaris-Fethiye-Kaş kıyı hattı ile Libya’nın Derne-Tobruk-Bordiya kıyı hattı arasındaki “kama” görünümlü bölgede, Türkiye’ye sormadan kimsenin ekonomik bir girişimde bulunamayacaktı. Bu girişim söz konusu bölgenin “münhasır ekonomik bölge” ilanından bir önceki aşama olarak algılanıyor. Söz konusu deniz alanının münhasır ekonomik bölge olarak ilan edilmesiyle birlikte Türkiye bölgede çıkan gazı boru hatları aracılığıyla Avrupa’ya nakletmek isteyen İsrail-Mısır-Güney Kıbrıs Rum Kesimi-Yunanistan dörtlüsünün planlarını ortadan kaldırmayı hedefliyor.
türkiye libya mutabakat ile ilgili görsel sonucu"
Erdoğan, Fehim Taştekin’in de dile getirdiği gibi “zor oyunu bozar” mantığıyla tek taraflı adımlar atıyor; ancak Libya’daki ortaklarının giderek sıkışmaya başladığı düşünülürse büyük hayallerle kurulan planların kaderinin pamuk ipliğine bağlı olduğu görülecektir. Keza, hem Tobruk cephesinden hem de uluslararası destekçilerinden Türkiye’nin Trablus’la yaptığı anlaşmanın yok hükmünde olduğuna dair sesler yükselmekte gecikmedi.
Gelinen nokta Erdoğan’ın sadece vekiller aracılığıyla Libya üzerindeki çıkarlarını koruyamayacağını gösteriyor. Bu nedenle 9 Aralık’ta yaptığı toplantıda “Libya’nın Birleşmiş Milletler tarafından tanınan meşru hükümeti eğer bir destek isterse Türkiye’den askerimiz Libya’ya gider mi?” şeklindeki soru üzerine, “Böylesine bir çağrı özellikle Türkiye’ye tabii ki bu hakkı tanır. Yani Libya halkından, yönetiminden böyle bir davet geldiği anda bu bizim için adeta bir hak doğurur.” sözlerini dile getirmişti.
Burada Erdoğan’ın göz ardı ettiği nokta Trablus’u her ne kadar BM radikal İslamcı çeteleri kontrol altına alabilecek bir figür olarak tanıyor olsa da, bu yakınlaşmanın Türkiye’yi zaten ilişkilerin gergin olduğu Batılı ortaklarıyla ve yakın geçmişte yakınlaştığı Rusya ile karşı karşıya getirecek olmasıdır. Son olarak Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin Dışişleri Bakanı Muhammed Syala General Hafter’e bağlı güçlerin Rusların insansız hava araçları ve paralı asker desteği sayesinde başkenti ele geçirebileceğini dile getirdi. Türkiye ise şu an var gücüyle Trablus’un düşüşünün önüne set çekmeye çalışıyor. Bu durum Rojava’nın geleceği konusunda aralarında açı farkı oluşan Türkiye ile Rusya arasında yeni bir gerilim kaynağı olabilir.
Başka çarpıcı örnek de Libya’da Türkiye’yle beraber hareket eden Katar’ın Doğu Akdeniz doğalgazı meselesinde İsrail-Mısır-Yunanistan ortaklığına yanaşması… Kısacası, reel politikada yalnızlaşmayı dünya üzerinde Erdoğan kadar becerebilen başka bir ülke yok gibi. Batı basınında yer alan radikal İslamcı çetelere destek iddiaları dikkate alındığında, Türkiye Suriye’nin ardından Libya’da da kirli siciline yeni suçlar eklemeye devam etmektedir. Dahası Erdoğan’ın muhtemel bir asker gönderme hamlesi Türkiye’nin ikinci bir Suriye bataklığına saplanmasından öte bir sonuca yol açmayacak, emperyalist bir savaşın tam ortasına atacaktır.
Bir zamanlar değerli yalnızlığıyla övünen iktidar giderek o günleri arayacak hale geliyor. Mesele sadece iktidarla sınırlı kalmayacak elbet. Suriye’de Libya’da girişilen savaşların bedelini milyonlarca yoksul emekçi ödüyor. Hem ekonomik hem de politik… Bir yandan kriz derileşerek işsizlik ve yoksulluk yaygınlaşıyor ve bu toplumsal bir patlamanın zeminini yaratıyor. Diğer taraftan Erdoğan rejimi savaş politikalarını olası bir toplumsal yükselişe karşı milliyetçi-şoven rüzgarı körükleyecek bir araç olarak kullanıyor. Milyonlarca emekçinin bugünden tezi yok iktidara “Libya’da ne işin var?” demesi gerekiyor.

  • Dil Kılavuzuna Ekle
    • Kelime listesi yok Türkçe -> Türkçe…
    • Yeni bir kelime listesi oluştur…
  • Kopyala
Yorumlar Kapalı

Yorumlar Kapalı