Sosyalizm Kazanacak!
/ Güneş Gümüş / Bu Kadarı da Olmaz Demeyin: Söz Konusu TKP Olunca Oluyor! – Güneş Gümüş

Bu Kadarı da Olmaz Demeyin: Söz Konusu TKP Olunca Oluyor! – Güneş Gümüş

on 12 Eylül 2014 - 22:01 Kategori: Güneş Gümüş, Polemik

2012 Aralık ayında TKP’ye ait Yazılama Yayınevi, Stalinist kokuşmuş iftira geleneğine yeni bir utanç vesikası ekledi: “Stalin ve Demokrasi, Trotskiy ve Naziler”. Stalinist gelenek geçmişte kara çalma kampanyalarına daha sık başvururdu. SSCB’deki hâkim bürokrasi, özellikle de Stalin, her daim paranoyaya dönüşen Troçkizm korkusuyla yaşadı. Bu yüzden de Stalin’in kimle arası bozulsa Troçki o ülkenin ajanlığına transfer olurdu: Bazen Alman, bazen Japon, bazen, Amerikan, bazen de Fransız ya da İngiliz… Aklı başında herkes, Troçki’ye atılan iftiralara gülüp geçecektir ve namuslu herkes bu iftiracıların ne kadar düşük kalitede olduğunu teslim edecektir.

TKP bürokratları da bal gibi söz konusu iddiaların en aşağılık iftiralar olduğunu bilincindeler. Peki TKP nasıl oluyor da bu kokuşmuş iftiraları yeniden gündeme taşıyor? Çünkü TKP bürokratları ile samimiyet ve dürüstlük arasında aşılmaz dağlar var. Sen hem her fırsatta AKP “karanlığından” dem vurup, “aydınlanmadan”, “bilim namusundan” dem vuracaksın hem de karaçalmakta sınır tanımayıp en alçak yalanları bile bile etrafta yaymaya çabalayacaksın. Kendi içlerinden okuyup ikna olan var mıdır bilemeyiz; ama yazılanlar komünistlerin zekâsına hakaret! Onca yılda Troçki ve Troçkizm’i tanıyamadınız mı, başka belge mi ortaya çıkmadı(!) da hala 1936 Mahkemeleri’nin iğrenç iftiralarına sarılarak yaşıyorsunuz, onlardan medet umuyorsunuz. Yakışır doğrusu.

Nazilerin Propaganda Bakanlığı’nı yapmış Goebbels’in büyük yalan stratejisi vardır, anlaşılan TKP bunu iyice özümsemiş: “Eğer yeterince büyük bir yalan söyler ve sürekli tekrar edersiniz, insanlar eninde sonunda buna inanacaktır.” İşte bu anlayışla TKP, günlük gazetesi Sol’dan haftalar boyunca bu kitabın tanıtımını yapmak suretiyle iftiraları tekrarlayıp durdu.

TKP bürokratları, dedik ya, hangi dalavereler içerisinde olduklarını gayet iyi biliyorlar. Kitapta hiç utanmadan Nazi ajanlığıyla suçladıkları Troçki’yi “Ekim Devrimi’nden Portreler” adlı bir yazılarında şöyle betimliyorlar: “Leon Troçki (1879-1940) Öğrencilik yıllarında sosyal demokratlara katıldı. 1898’de tutuklandı ve Sibirya’ya sürüldü. Yurtdışına firar etti. İskra’nın yayın kurulunda yer aldı ve 1903’teki ayrışmada Menşeviklerden yana saf tuttuysa da bir yıl sonra aralarından ayrıldı. Ekim Devrimi sürecinde Bolşeviklere katıldı, dış ilişkiler ve halk komiserliği görevlerine getirildi. Brest-Litovsk Anlaşması’nda imza yetkisi aldı. Başkomutan sıfatıyla Kızıl Ordu’nun kuruluşuna öncülük etti ve iç savaşta bu görevi sürdürdü. Komünist Enternasyonal’in hazırlanması ve kurulmasında işlev gördü. 1929 yılında yurtdışına sürüldü. Burada alternatif bir enternasyonal kurma çalışmaları içindeyken Meksika’da öldürüldü.” (http://haber.sol.org.tr/dunyadan/ekim-devriminden-portreler-haberi-35530)* Şimdi bizim ne düşünmemiz gerekiyor? TKP’nin bu bir hayli eksik Troçki portresi, aslında Troçki’nin Lenin ile beraber Ekim Devrimi’nin iki önderinden birisi olduğunu gizlemeyi amaçlasa da yine de devrim adına efsaneleşmiş bir isimden söz edildiği anlaşılıyor. Peki, hani bu adam bir Gestapo ajanıydı. Tek kanıtı insanlardan binbir türlü korkunç işkencelerde alınan itiraflar ve suçlamalar olan 1936 Düzmece Mahkemeleri’ne bakacak olursak sadece Troçki değil, bütün Bolşevik önderler Alman ya da başka ülkelerin ajanıydı. Bu durumda da ister istemez Bolşeviklerin bir ajanlar örgütü olduğu sonucuna varmamız gerekiyor. Ekim Devrimi’ne de Bolşevikler öncülük ettiğine göre o zaman Ekim Devrimi ajanların yönlendirdiği bir provokasyondan başkası olamazdı. Hain ve ajan Troçki Kızıl Ordu’yu kurup Beyazlar’ı yendiğine göre bu işte de bir bit yeniği olmalı?.. Ama ne?

“İmkânsızı… kabul edelim. Eksiksiz şekilde Troçkistlerin -ilkelerine, programlarına, mevcut yazılarına ve kişisel örtüşmelerini (sorgulamanın herhangi en dürüst komisyonunun emrine amadedir) tezat şekilde- teröristler haline geldiğini kabul edelim, içsel mücadeleler ya da ayrılmalar; kaçınılmaz ayrılmalar ve ele vermeler olmaksızın. Onlar için terörizmin kapitalizmi restore etmek için gerekli olduğunu kabul edelim. Neden bu yeni program herkes tarafından sessizce kabul edildi; lanetleme, eleştiri, muhalefet olmadan? Daha ötesini -birkaç absürtlük çok ya da az önemli değil- kapitalizmin restorasyonunu garantilemek ve faşizmin zaferi (evet, evet, hatta faşizm) için, Troçkistleri Gestapo ile pakt imzaladıklarını ve en azından 1931’den 1936’ının ortasına kadar terörist faaliyetler yürüttüklerini kabul edelim. Nerede? Nasıl? Ama bu çok önemli değil. Bunların hepsi dördüncü boyutta gerçekleşti.”(8) (“Shame!”, 18 Kasım 1936)

TKP’li Kıvılcım Çağla’nın Kruşçev’i suçlarken onu eski Troçkist yapmasına da ne diyelim artık!: “…eski Troçkist ve Moskova parti komitesi birinci sekreteri Nikita Hruşçov…” (http://haber.sol.org.tr/yazarlar/kivilcim-cagla/yasanmis-sosyalizm-4-bir…)

Biz bu TKP’yi anlamakta güçlük çekiyoruz. Bir yanda karalamak için eski Troçkist sıfatını yapıştırmayı farz sayan yazarlar, diğer yandan 1908 devriminin burjuva demokratik devrim olarak değerlendirilmesinde destek almak için Lenin ile birlikte Troçki’ye başvuranlar. Hiç yakışık alıyor mu Alman faşizmi ile işbirliği yapan Troçki’yi referans almak!:

“Lenin ve Troçki de 1908’i bir burjuva demokratik devrim olarak değerlendirmekte ve Jön Türkleri selamlamaktadır.” (http://haber.sol.org.tr/yazarlar/merdan-yanardag/27-mayis-devrim-mi-darb…)

Ne diyelim 1917 Ekim Devrimi’ne öncülük etmiş Bolşevikleri resimlerden silen, isimlerinin geçtiği kitapları basmayan, sadece Bolşevik geleneğin neferlerini, Kızıl ordunun iç savaş kahramanlarını değil SSCB’ye sığınmış diğer ülkelerin komünistlerini de katleden bir rejime ve Lenin’in kitaplarının işlerine gelen kısımlarını hasıraltı ederek kitaplar basan, bu kitaplara kendi ideolojilerine uygun (ama Lenin’e aykırı) isimler veren, onun değişik ülkelerdeki epigonlarına çok mu? Değil elbet.

Furr ve Kanıtlar

Sol Gazetesi’nde haftalarca reklamı verilen kitabın arkasındaki metinde ve girişte yazar Grover Furr, Troçki’nin Almanya ve Japonya ile ilişkilerine açıklık getiren, “bugün var olan kanıtlar”dan bahsediyor. Oysaki kitabın tamamını okuyan bir okurun göreceği tek “kanıt”, 1936 Mahkemeleri sürecinde yargılananların itirafnameleri ve başkaları üzerlerine verdikleri ifadeler. Kitabın en çok okunacak bölümünde, kapaktaki tanıtım yazısında, utanmazca, olmayan “kanıtların varlığından” dem vurmak niteliğinizi yeterince ortaya koyar, fazla söze gerek bırakmaz. Ama böyle deyip bırakmak, düzenbazların foyalarını tam olarak açığa çıkarmamak olmaz.

Ne yapsınlar; ortada delil yok ki sunsunlar. 1945’de Nazi rejiminin çökmesi ve Nuremberg Mahkemeleri ile ortaya çıkan en ufak bir belge yok! İkinci Dünya Savaşı bitiminde Japonya’daki faşist rejim çökmüş; bir belge yok! 1991’de Doğu Bloku dağılmış yine bir belge yok!

Aslına bakarsanız Nazilerle yapılan bir ittifak belgesi var; o da ne hikmetse Troçki’ye değil Stalin’e ait: 1939’da imzalanan Saldırmazlık Paktı ve devamında yapılan ticaret anlaşmaları. Naziler iktidara gelemeden önce ve sonra Yahudilere, komünistlere, sendikacılara, işçi mücadelesine ve tüm ezilenlere kan kusturmakla meşgulken Stalin sadece Nazi Almanyası ile anlaşmakla, birlikte Polonya’yı işgal etmekle** kalmadı; SSCB’den Nazilere yönelik kimi zaman yumuşak, kimi zaman övgü dolu sözler yükselebiliyordu.

Molotov, 31 Ekim 1989’da Yüksek Sovyet (olağanüstü) 5. oturumunda sunduğu ‘Sovyetler Birliğinin Dış Politikası’ isimli raporunda şunları söyleyebilmektedir: “Onların Almanya ile savaşma amacı, Hitlerizmin imhasından ne eksik, ne fazla. […] Bu tür bir savaş için elbette bir haklı sebep yok. Hitlerizm ideolojisi, herhangi başka bir ideolojik sistem gibi, kabul edilebilir ya da reddedilebilir. Bu bir politik bakış meselesidir.   “(http://www.oldgazette.ru/lib/propagit/21/01.html)

31 Ekim 1939 tarihli konuşmasında ise Molotov, Almanya’nın güçlenmesinin katkılarına(!) dem vuruyordu: “Almanya ile ilişkilerimiz radikal biçimde gelişti. Bu gelişme, dostça ilişkilerimizi güçlendirme, pratik işbirliğimizi geliştirme ve barışçı çabaları için Almanya’ya politik destek sağlama çizgisi boyunca devam etti… Güçlü bir Almanya’nın Avrupa’da kalıcı barışın vazgeçilmez koşulu olduğunu daima savunduk.” (Soviet Peace Policy: Four Speeches by V. Molotov, Lawrence and Wishard, London, 1941, p. 28, 31, 32)

Molotov, 1940 Ağustosu’nda Nazi Almanyası’nın orduları Norveç, Danimarka, Belçika, Hollanda ve Fransa’yı işgal ettiği sırada Almanların ‘büyük başarıları’ndan söz ettikten sonra, utanmazca, “Hükümetimizin titizlikle uyduğu bu anlaşma, Sovyet-Alman ilişkilerinde anlaşmazlık ihtimalini ortadan kaldırdı. Sovyet tedbirleri Batı sınırlarımız boyunca uygulandı ve bu durumu aynı zamanda Almanya’ya bir emniyet duygusu sağladı.” diyebiliyordu (Soviet Peace Policy: Four Speeches by V. Molotov, p. 71-3).

Furr’un kitabına geri dönelim. Kitabın temel dayanağı dediğimiz gibi bugün hiçbir ciddi tarihçinin kelimenin terim anlamınd bir mahkeme olarak görmediği 1936 Mahkemeleri’nde yargılananların itirafları. Furr diyor ki aynı davanın sanıkları birbirlerini destekler şekilde ifade vermiş (örneğin hem Buharin hem Radek), öyleyse doğrudur. Peki bu ifadelerin iddia makamınca yazılıp tutuklulara zorla imzalatıldığını düşünemeyecek kadar salak mı zannediyor insanları bu Furr zavallısı. İşkence altında verilmiş ifadelerin hepsi kurguymuş; Grover için sorun değil. Furr açısından Moskova Mahkemesi sanıklarına işkence yapıldığına dair kanıt(!) yok, işkence olsa da fark etmez. Ne kurgusu; gerçek işte gerçek! Tanık ifadeleri birbirini tutuyorsa, hem de ayrıntılarda!, yeter de artar bile. İşkenceyi yap, imzaları attır, attıramadıklarını öldür, attırdıklarını da sonradan öldür, sonra da ifadeler birbirini tutuyor, bu da en büyük kanıt olsun!

Gelelim sanık ifadelerine. Biz anlamakta güçlük çekiyoruz, belki de kavrayışımız yetmiyor: Nasıl oluyor da yıllardır (kimi 1921’den beri) Troçki ile birlikte Alman gizli servisine çalışan, faşistlerle ortaklaşa işler yürüten bir ajan birden bire aydınlanıyor ve yaptığı herşeyi itiraf edip çok berbat biriyim beni öldürün diye çıkabiliyor. Bu nasıl bir aydınlanma!

Hele Troçki’nin akılsızlığına ne demeli; Gestapo ile iş yürütmek için hep Yahudileri bul: Olberg, Berman-Yudin, David ile M. Lurye ve N.Lurye kardeşler. Hele ki N. Lurye’nin 1932 Nisan’ında Gestapo’nun kendisini özel olarak Rusya’ya gönderdiğini söylemesine ne demeli? Bir senaryoyu bile doğru dürüst yazamıyor bunlar! Naziler bu tarihten 11 ay sonra iktidar olup Gestapo’yu kurdular; bunu da mı bilmiyorsunuz (Report of the Court Proceedings in the Case of the Trotskyite Zinovievite Terrorist Centre, p.102-3). Stalin’e bakın; Nazilerle çalışırken hiç öyle bir dikkatsizlik gösteriyor mu? Almanya ile Saldırmazlık Paktı’na girişmeden hemen önce(!) Yahudi Dışişleri Bakanı Maksim Litvinov’un yerini Molotov alıveriyor.

Ya da Piatakov’un itiraflarına ne demeli; diyor ki 1935 Kasım’ında Berlin’de bir iş gezisinde iken Gestapo’nun uçağı ile Oslo’ya gönderildim ve orada Troçki ile buluştum. Arkadaş Norveç gazetesi Aftenposten açıklamış Kasım 1935’te bir tane bile yabancı uçak Oslo’ya inmedi diye. Bir de yetmezmiş gibi; 29 Ocak’ta Norveç hükümeti, 19 Eylül 1935’ten 1 Mayıs 1936 arasında Oslo’daki havaalanına bir tane uçak inmediğini söylemiş. Ne diye dikkat etmiyorsunuz ifadelerinize! Stalin yönetimindeki Mahkemeleri zor duruma düşürüyorsunuz!

Ya şu hikayeye ne demeli: 21’lerin yargılanması sırasında Krestinsky mahkemede “1921’de Troçki’nin ona Alman Genelkurmay Başkanı Seeckt ile görüştüğünü ve illegal Troçkist faaliyetleri geliştirmek(!) için kendisine düzenli ödenek vereceklerinin sözünü verdiğini; Troçki ile bu konu üzerine konuşması sonrasında hesaplamasıyla gerekli paranın toplam 250 bin altın mark (yani yılda 60 bin dolar) olduğuna karar verdiğini söylemişti (Report of the Court Proceedings in the Case of the Anti-Soviet ‘Bloc of Rights and Trotskyites’, Moscow 1938, p.6).

Kanıt ne? Krestinsky imzalamış ya bu ifadeyi, daha ne olsun? Bu mantıkla Obama’nın yakınından bulunmuş herhangi bir politikacıya işkenceyle Obama’nın aslında İran’dan para alan bir İran casusu olduğunu iddia eden bir belge imzalatılırsa bütün dünya, Obama’nın Hamaney hesabına çalışan bir ajan olduğuna inanmalıdır. Obama’nın İran hesabına çalışan bir casus olduğu ne kadar ciddiyetsiz bir savsa Troçki hakkındaki iftiralar da tarihi birazcık da olsa bilenler için o kadar paçavra durumundadır.

Büyük Demokrat Stalin!

Yazılama Yayınevi, Grover Furr’un kitabında Troçki ile ilgili iftira dolu zırvalamaların dışında Stalin ve Demokrasi başlıklı yazılara da yer veriyor. Tabii insan soramadan edemiyor: TKP ya herkesi aptal sanıyor ya da cahil! Kendilerini bilmeyiz ama biz devrimci Marksistler ikisi de değiliz. Hani aptal filan olsak; Stalin’in aslında demokratik bir rejime geçmek istediğine ama yerel parti sekreterlerinin şiddetli(!) tepki koyuşları nedeniyle engellendiğine inanacağız. Furr, bu durumun nedeni konusunda okuyucusunu aydınlatmaktan geri durmuyor (argüman ikna edici olmadığından temellendirilmesi gerekiyor): Stalin’in de seçilmek, yani parti kongresinde delegelerin yüzde 50’sinden fazlasının oyunu almak zorunda olduğundan parti sekreterlerini ikna etmeden harekete geçemediği hususunda.

Peki, o büyük demokrat Stalin’in yöntemlerine dair biz bir örnek verelim: Ocak 1934’te 17. Parti Kongresi’nde seçilen 139 Merkez Komite üyesi ve adayının sadece 21’i (yani yüzde 15’i), Mart 1939’daki diğer Kongre’de yeniden seçilebildi. 17. Kongre’nin 1966 delegesinin yüzde 56,5’u (1108 kişi) gelecek beş yıl içinde öldürülmüş olacaktı (Kruşçev’in 20. Kongre’deki Gizli Konuşması). Bir de isterseniz Stalin’in hesaba katmak zorunda kaldığı(!), dönemin parti kongrelerine bir bakalım:

16. Parti Kongresi – Haziran-Temmuz 1930

17. Parti Kongresi – Ocak-Şubat 1934

18. Parti Kongresi – Mart 1939

19. Parti Kongresi -Ekim 1952

Biz bu dönemde 4 tane parti kongresi sayabildik. Bolşeviklerin yıllık, en fazla 2 ya da 3 yılda bir gerçekleşen parti kongrelerine karşılık 22 yılda 4 parti kongresi! Stalin’in karşısında ne büyük bir sorumluluk duyduğu, ne çok dikkate aldığı bir merci! Özellikle de 17. Kongre delegelerinin akıbeti düşünüldüğünde!

Bitmez Yalanlar

Troçki’nin ölüm haberi Pravda’da “hayal kırıklığına uğramış bir Troçkist” tarafından gerçekleştirildi diye verilmişti. Stalinistler yıllarca ve hatta halen Troçki’yi ona karşı umutsuzluk ve hınca kapılan kendi yoldaşı öldürdü söylemleriyle propaganda yürüttüler. Troçki’nin katili Roman Mercader’in Stalin tarafından gıyabında Lenin nişanı verilmesine, 1961’de serbest kaldıktan sonra Sovyetler Birliği Kahramanı madalyası ile ödüllendirilmesine, gizliliği kaldırılan arşivlerde bir NVKD ajanı olduğunun açığa çıkmasına rağmen.

Furr da bize hiç yabancı gelmeyen bir hikâyeyi Troçki’nin oğlu ve yoldaşı Leon Sedov için piyasaya sürüyor. Sedov, SSCB’nin bir başka ajanı olan ve onun yakın çevresine sızmayı başaran Mark Zborowski’nin organize ettiği bir operasyon sonucu öldürülmüştü. Furr ise Leon Sedov’un umutsuzluğa kapılıp “kadın, içki ve kumar”dan öldüğünü söyleyebiliyor. Zborowski sadece Sedov’un cinayetine imza atmakla kalmamış, Troçki’yi katledecek olan Ramon Mercader’in de Troçki’nin sekreteri ile tanışmasını sağlamış ve dolayısıyla Troçki’nin suikastinin de örgütleyicilerinden biridir. NVKD’nin üst düzey bir yöneticisi olan Alexander Orlov -ki Sedov’un ölümünden sonra doğrudan isim vermeden Mark Zborowski’nin bir NVKD ajanı olduğu ve kendisine yönelik bir suikast girişimi konusunda Troçki’ye bir uyarı mektubu göndermiştir- Zborowski’nin faaliyetlerini şöyle anlatır:“Öyle çok değerliydi ki Stalin bile onu tanıyordu. Onun değeri, sonradan anladığım gibi, Troçki’nin oğlunun ve Troçki’nin suikastinin örgütleyicisi olmasından geliyordu.” (Testimony of Alexander Orlov before the Subcommittee to Investigate the Administration of the Internal Security Act and other Internal Security Laws, of the Committee on the Judiciary, United States Senate, December 28, 1955, US Government Printing Office, 1962, p. 2).

Troçki’nin katili 1961’de, yani Kruşçev döneminde madalya ile ödüllendirildi. Stalin’in miras bıraktığı geleneğin devam ettiğinin daha iyi bir kanıtı olabilir mi? Troçki ve yoldaşları sadece Stalin ve devamcılarının nefret ve öfkesini kazanmadılar; dünyanın egemenleri de düşmanlarını iyi tanıyorlar. Troçki’nin devrimci geleneği onlarda da tedirginlik, nefret ve öfke uyandırıyor.

New York Times’ta 20 Aralık 1940’ta şunlar yazıyordu: “Troçkist proleter dünya devrimi ideolojisinin rehberlik ettiği bir Komünist Enternasyonal’in yıkıcı ve, sonuç olarak, intihar faaliyetleri nedeniyle”dir ki Hitler, “pek çok Alman’ı korkutup kendi kampına çekecek bir sorun çıkarabilmiş ve Birleşik Devletler dâhil her yerde benzer haçlılar oluşturma konusunda bir taraftar kitlesi kazanabilmiştir.”

Birleşik Devletler Başkan Yardımcısı Henry Wallace ise 8 Mart 1943’te “eğer Rusya dünya çapında devrim kışkırtan Troçkist fikre bir kez daha kapılırsa 3. dünya savaşı… kaçınılmaz olur.” demişti. Wallace’ın konuşması 9 Mart 1943 tarihli New York Times’ta yayınlandı.

1936 Mahkemelerine Dair Gerçekler

Moskova Mahkemeleri’nde yaşananları burada uzun uzun ele alacak, Furr’un iddialarının tutar yanı varmış gibi cevap üretecek değiliz. Konuya dair daha geniş bilgi edinmek isteyen okurlara; Troçki’nin “Stalin’in Cinayetleri”ni, Leon Sedov’un ‘Kızıl Kitap’ı, Vadim Rogovin’in ‘Stalin’s Terror of 1937-38: political genocide in the USSR’ı, Tony Cliff’in Troçki’nin biyografisini anlatan kitap serisinin ilgili bölümlerine (Trotsky: The Darker The Night The Brighter The Star 1927-1940;http://www.marxists.org/archive/cliff/works/1993/trotsky4/14-trials.html) bakmalarını tavsiye ederiz. Ancak Moskova Mahkemeleri’nin Stalin’in gerçekleştirdiği karşı devrimin cisimleşmesi ve devrimci kuşağın toptan tasfiyesini ifade ettiğini göstermeden geçmeyeceğiz.

Furr kitapta 1936’dan 1938’in ortasına kadar süren Moskova Mahkemeleri’nin halka açık yürütülen ve en azından bir mahkemede gerçekleşen, şov niteliğindeki 3 mahkeme ile üst düzey askeri görevlilerle ilgili gizli bir diğer mahkemeye atıf yapıyor. Biraz dikkatli birinin tarihe geçmiş, üzerine büyük tartışmalar dönmüş bu mahkemeler sürecinin sadece yüzü bulmayan sayıda insanın yargılanmasıyla (ki bu kişilerin her biri Sovyet rejiminin en önde gelenleri olsa da) sınırlı olmayacağını fark edecektir. Furr, davası görülmeden cezası kesilen Moskova Mahkemeleri sanıklarına hiç değinmese de Batı’daki üst düzey Sovyet ajanlarından biri olan ve 1937’de Stalinist rejimle bağını koparan General Walter Krivitsky Moskova Mahkemeleri’nin gerçek kurbanlarına dair şunları söylüyor: “gerçek şaşılacak şey, yenilmişlik/tükenmişlik koşullarına ve GPU tarafından uygulanan canavarca işkence biçimlerine rağmen Stalin’in politik muhaliflerinin bu kadar azının itirafı kabullenmesidir. Üç ‘İhanet Davası’nda yer alan 54 mahkûmun her birine karşılık en az 100 tane kişi çözülmeden vuruldu.”(W.G. Krivitsky, I was Stalin’s Agent, London 1939, p.212)

1936 Mahkemeleri üzerine araştırmalar yapan ve konu üzerine bir kitap yayınlayan Rus Marksist tarihçi ve sosyolog, Profesör Rogovin de aynı gerçeği, teslim olmayı reddedenlerin büyüklüğünü vurguluyor:

“Burada ilginç bir noktaya işaret etmek, 1936’da ilk Moskova duruşması hazırlanırken sürgündeki onlarca muhalifin Moskova’ya geri getirildiğini belirtmek gerekir. Bunların bir tek tanesi bile yalan ifade vermeyi kabul eden bir teslimiyet belgesini imzalamayı kabul etmedi. Bu nedenle bunlar ilk Moskova Duruşmasına dâhil edilmediler, ancak gizli olarak yapılan dava öncesi soruşturma sırasında öldürüldüler.” (Rogovin, Stalin’in Büyük Terörü: Kökenleri ve Sonuçları,http://www.wsws.org/tr/2004/aug2004/rog1-a21.shtml)

1936 Mahkemeleri üzerine yazan Roy Medvedev ise şu rakamları veriyor: “1936-39 arasında, en temkinli tahminlere göre, 4 ila 5 milyon insan politik nedenlerle baskıya maruz kaldı. Bunların en az 400 ila 500 bini -bilhassa üst düzey görevliler- vuruldu; geri kalanı uzun süreli hapse mahkûm edildi.”(R. Medvedev, Let History Judge, Nottingham 1972, p.239)

Şimdi gelelim Moskova Mahkemelerinin davalarına…  Moskova Mahkemeleri, 1936 Ağustosu’nda Zinovyev’in dâhil olduğu “16’lar Davası”; 1937 Ocak’ında Piatakov, Radek, Sokolnikov, Muralov, Serebriakov’un dâhil olduğu “17’ler Davası”; 1937 Haziran’ında Mareşal Tukaçevski ve en üst düzey Kızıl Ordu generalleri grubunun gizli yargılaması; son olarak da 1938 Mart’ında Rikov, Buharin, Krestinsky, Rakovski, Yagoda’nın yargılandığı “21’ler Davası”ndan oluşuyor.

Mahkemede yargılanıp hainlik suçuyla öldürülenlere veya ölüm cezasına çarptırılanlara başlıcalarına bir bakalım:

•                     Lev Troçki: Petrograd Sovyeti Başkanı, Lenin ile birlikte Ekim Devrimi’nin örgütleyici ve lideri; Kızıl Ordu’nun kurucusu, başkomutanı; Beyazlara ve emperyalistlerin ordularına karşı Sovyet iktidarının zaferinin yaratıcısı; Komintern’in kurucusu; Lenin-Troçki hükümeti olarak bilinen ilk hükümetin Dışişleri Halk Komiseri;

•                     Zinovyev:35 yıllık Bolşevik parti üyesi; sürgünde Lenin’in en yakın ortağı; Komünist Enternasyonal’in ilk başkanı; Petrograd Sovyeti’nin yıllarca başkanı; Komünist Parti’nin Merkez Komitesi ve Politbürosu’nun yıllarca üyesi.

•                     Kamenev:35 yıllık Bolşevik parti üyesi; Lenin’in yokluğunda Politbüro’nun başkanı; Moskova Sovyeti’nin başkanı.

•                     Smirnov:İç Savaş döneminde ünlü 5. ordunun önderi; ‘Sibirya’nın Lenin’i’ olarak adlandırılır; onlarca yıldır Bolşevik parti üyesi.

•                     Yevdokimov: Lenin’i cenazesinde partinin resmi konuşmacısı; Leningrad parti örgütünün yıllarca lideri; Kirov öldüğünde Merkez Komite’nin üyesi.

•                     Ter-Vaganian:Ermeni komünistlerin teorik lideri; parti dergisi ‘Marksizmin Bayrağı Altında’nın kurucusu ve ilk editörü.

•                     Mrachkovski: İç Savaş döneminde Ekaterinoslav’ı Beyaz birlikleri ve müdahaleci Çeklere karşı savundu.

•                     Bakayev:Moskova’da eski Bolşevik lider; Lenin döneminde Merkez Komite ve Merkez Kontrol Komisyonu’nun üyesi.

•                     Sokolnikov:İngiltere’deki Sovyet büyükelçisi; ilk Sovyet parası “chervonetz”un yaratıcısı.

•                     Tomski:Rusya sendika merkezinin yıllarca başı; işçi kökenli bir eski Bolşevik; Merkez Komite ve Politbüro’nun yıllarca üyesi.

•                     Rikov: Eski Bolşevik lider; Lenin’den sonraki Halk Komiserleri Konsey başkanı.

•                     Serebriakov:Komünist Parti’nin Stalin’den önceki parti sekreteri.

•                     Bukharin: Yıllardır Bolşeviklerin en seçkin teorisyenlerinden biri; Zinovyev’den sonra Komintern’in başkanı; o dönemde resmi hükümet organı Izvetsia’nın editörü; 1936 SSCB anayasasının yazarı.

•                     Kotsubinsky:Ukrayna Sovyet Cumhuriyeti’nin esas kurucularından biri.

•                     General Schmidt:Ukrayna’da ilk Kızıl Süvari birliklerinden birinin lideri ve ülkeyi Beyazlardan kurtaranlardan biri.

Gizli bir davada ‘ihanet’ suçlamasıyla yargılanan ordunun komuta kademesinden Tukaçevski, o dönemde Savunma Komiseri Yardımcısı, Kızıl Ordu’nun modernleştiricisi ve mevcut başkomutanı; General Gamernik, o dönemde Kızıl Ordu politik komiseri; General Uboreviç, dönemin Moskova Askeri Akademisi Komutanı ve General Yakir ise o günün Leningrad komutanıydı.

Roy Medvedev verdiği sayısal verilerle Moskova Mahkemeleri sürecinde orduda (yönetim kademesindeki) gerçekleşen temizliğe ışık tutuyor:

“5 mareşalin 3’ü; 4 birinci derece ordu komutanından  3’ü; 12 ikinci derece ordu komutanının tamamı; 67 kolordu komutanının 60’ı; 199 tümen komutanının 136’sı; 397 tugay komutanının 221’i; birinci derece donanma amiralinin her ikisi…, ikinci derece donanma amiralinin her ikisi, birinci derece 6 amiralin hepsi; 15 ikinci derece amiralin 9’u; birinci derece ordu komiserlerinin her ikisi; 15 ikinci derece ordu komiserinin tamamı; 28 kolordu komiserinin 25’i; 97 tümen komiserinin 79’u ve 36 tugay komutanının 34’ü. Üstsubaylar ve subaylar arasında da devasa kayıplar vardı.” (R. Medvedev, p.213)

Savaş döneminde bile görülemeyecek bir kayıp!

Lafı çok uzatmadan, derin derin 36 Mahkemelerine girmeden (ki bu konuda gerekli kaynakları okuyucuya önermiştik); bu mahkemeler sürecinin sonunda durumu bütün netliğiyle ifade eden bir özet olarak şunu söyleyelim: Stalin, kendisi hariç, Lenin’in Politbürosunun tamamını sanık sandalyesine çıkardı ve katletti. Troçki de gıyabında yargılandı ve sonra Stalin’in bir ajanı tarafından katledildi. Bu dönem bittiğinde 1917 Ekim Devrimi döneminde Bolşeviklerin Merkez Komite üyesi 21 kişiden sadece 2’si hayatta kalmıştı: Stalin ve Kollontay.

Öyle bir rejim düşünün ki rejimi kuranların hepsi hain, hem de en zirvede oldukları dönemde (1921’den başlayan) bir hainlik. 1936-7’de ülkenin ordu komuta kademesinin neredeyse %90’ı ihanet içinde. Diğer yönetim kademelerine baksan yine öyle. 1934’te 17. Komünist Parti Kongresi’nin delegelerinin %56’sı öldürülmüş durumda. Bu nasıl bir rejimmiş! Rejimin neredeyse bütün yönetici kadrosu hain, yine de ayakta kalıyor!

Son olarak Moskova Mahkemeleri’nin sanık itiraflarının olduğu ve dolayısıyla halka açık davalarının geri planına dair bir örnek verelim de 54 sanığın neden itiraflarda bulunduklarına dair bir düşünme bağlamı açalım:

NVKD, 1935’in başlarında ‘Troçki-Zinovyev Yeraltı Örgütlenmesi’nin tasfiyesi için tutuklamalar gerçekleştirmeye başladı. Zinovyev ve Kamanev 1,5 yıllık bir hapisten sonra sorgulama için Moskova’ya getirildi. Zinovyev’in hücresinden Stalin’e yazdığı mektuptaki şu satırlar bir Nazi işbirlikçisinin değil, kendisini rakip ve tehdit olan gören birini ikna etmeye çalışan ve bu konuda başarılı olacağını düşündüğünde her şeyi yapmaktan çeinmeyecek bir adamı bize resmediyor: “Ruhum bir istekle yanıyor: sana, bundan böyle bir düşman olmadığımı kanıtlamak. Bunu kanıtlamak için yerine getirmeyeceğim bir arzu yok…” (Rogovin, 1937: Stalin’s Year of Terror, Mehring Books, p.5)

Rusya’da Stalin’e karşı muhalefetin (Troçkist ya da değil) yenilgisinin nedenlerini anlamak isteyenlere Troçki’nin etkileyici “Stalin Muhalefeti Nasıl Mağlup Etti?”(http://www.bolsevik.org/content/stalin-muhalefeti-nasıl-mağlup-etti-i-lev-troçki) yazısını okumalarını tavsiye ederek bitirelim.

 

* Ekim Devriminden Portrelerin yer aldığı sayfa oldukça ilginç; çünkü Troçki gibi Buharin, Kamanev, Zinovyev, Lunaçarski, Gorki’nin kaderi, “hainlikleri”  üzerine bir kelimeye rastlamıyoruz. Lenin’in en yakın yoldaşlarının, Bolşevizmin önde gelen figürlerinin Stalin dönemindeki sonlarından bahsetmek zor mu geldi ne!
** Sol.org.tr’de çıkan yazılarında Kıvılcım Çağla, Polonya’nın işgaline dair  Saldırmazlık Paktı’nda bir gizli protokol olmadığını, bu belgenin uydurma olduğunu söylüyor. Troçki ve diğer muhaliflerle ilgili hiçbir belge olmadan her şeyi doğru kabul edenler işlerine gelmeyince bütün belgeleri uydurma kabul edebiliyorlar. Ne bilimsel, ne aydınlanmacı bir bakış açısı! Ama ne ilginçtir ki belgelerle yaşananlar birbirini destekliyor. Stalin Derneği’nin Şubat 1990’da Londra’da düzenlediği “1939 Alman-Sovyet Saldırmazlık Paktı” konulu seminerde sunumu gerçekleştiren Bill Bland’ın konuya dair kendisine yöneltilen soruya cevabı Polonya işgali konusunda TKP’den farklı şeyler söylüyor:
“Soru: Saldırmazlık paktının bir parçası olarak, Polonya haritası üzerinde bir hat çizen ve bu ülkenin Sovyetler Birliği’nin ve Nazi Almanyası’nın nüfuz alanları arasında bölünmesine yol açan bir protokol imzalanmış mıydı? Bu, Batı’da gizli protokol olarak anılan belge midir; böyle bir protokol gerçekten de var mıydı?…
Yanıt: Anglo-Amerikan emperyalistleri, Alman Dışişleri Bakanlığının elegeçen arşivlerinde keşfettiklerini ileri sürdükleri ‘gizli protokol’u İkinci Dünya Savaşından sonra yayımladılar. Merhum Sovyet Devlet Başkanı Andrei Gromiko’nun Anıları’nda ‘ek gizli protokol’u, sahte olduğunu ileri sürerek mahkûm ettiğini biliyorum; ancak ben bu kötü ünlü revizyonisti herhangi bir biçimde güven duyulacak bir kaynak olarak görmüyorum. Anımsadığım kadarıyla, zamanın Sovyet hükümeti bu belgenin sahiciliğini ne doğruladı, ne de yadsıdı. Bununla birlikte, Sovyet Enformasyon Bürosu’nun 1948’de yayımladığı Falsifiers of History (=Tarih Çarpıtıcıları) adlı broşürde bu belgenin düzmece olduğu yolunda bir suçlama yapılmıyor ve bu resmi broşürde şunlar söyleniyor:
‘Sovyetler Birliği Sovyet-Alman Paktından, savunmasını güçlendirmek,… sınırlarını büyük ölçüde Batı’ya doğru taşımak ve Alman saldırganlığının hiçbir engelle karşılaşmaksızın Doğu’ya doğru ilerleyişinin önünü kesmek için başarıyla yararlandı.’ (Falsifiers of History, adıgeçen yapıt, s. 45)
Burada (nüfuz alanlarından ya da sınırlardan söz etmeyen) anlaşmanın kendisine değil, sadece ‘gizli ek protokol’e göndermede bulunulduğu anlaşılıyor. Daha önce de söylemiş olduğum gibi, devletler arasında ‘nüfuz alanları’nın olmasının mutlaka kınanması gereken bir olgu olduğunu ileri süren görüşe katılmıyorum. Savunması için zorunlu gördüğü kendi nüfuz alanları olabilecek olan sosyalist bir devletin, bu alanların diğer devletlerin nüfuz alanlarıyla çatışması durumunda bu devletlerle anlaşmaya varmaya çalışması, onlarla barışçı ilişkiler içinde olabilmek için planlar yapması benim görüşüme göre doğrudur. Halihazırda elimde bulunan kanıtlar temelinde, yayımlanmış bulunan ‘gizli protokol’un sahici olduğuna inanıyorum.” (http://www.marxists.org/turkce/bland/almansovyetpakti.htm)
0 YORUM YAP

Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir