Sosyalizm Kazanacak!
/ Polemik / Bir Ölümün Ardından: Miloseviç ve Yugoslavya

Bir Ölümün Ardından: Miloseviç ve Yugoslavya

on 12 Eylül 2014 - 21:29 Kategori: Polemik
Son dönemde insanları belki en çok şaşırtan gelişme, 90’lı yılların en tanıdık simalarından Slobadan Miloseviç’in ölüm haberi oldu. Bu haber bir dizi tartışmayı da beraberinde getirdi ve farklı çevrelerden farklı tepkilerle karşıladı. Kimileri Müslümanarla zulüm yapan bir kasabın ölümü karşısında sevindiler; kimileri ise ABD’ye kafa tutan bir anti-emperyalistin şüpheli ölümü karşısında üzülüp öfkelendiler.
Peki devrimci Marksistler bu konuyu nasıl değerlendirmeliler? Bu soruya cevap verebilmek için Miloseviç’in kim olduğunu bilmek, bunun için de Miloseviç döneminde Balkalarda yaşananları incelemek gerekiyor.
Yugolavya’nın Dağılış Süreci
Tito yönetiminde Yugoslavya, Bosna-Hersek, Hırvatistan, Makedonya, Slovenya, Sırbistan ve Montenegro olmak üzere 6 cumhuriyetten oluşuyordu. Her bir cumhuriyet sırayla Yugoslavya’yı yönetiyordu. Yugoslavya’da her ne kadar farklı cumhuriyetlerin varlığına müsade eden bir federasyon anlayışı benimsenmiş olsa da, bu federasyon proleter enternasyonalizmi ilkesine dayanılarak kurulan sosyalist bir federasyon değildi. Bu nedenle de ulusal önyargılardan, milliyetçilikten, alttan alta var olan öfkeden bağımsız değildi. Federasyonun kurucusu Tito bile kendi ölümünden sonra federasyonun ayakta kalıp kalamayacağından, varolan uluslar arasında savaşın başlayıp başlamayacağına emin olmadığını söylüyordu. Olaylar, Tito’nun öngörülerinden farklı bir rota izlemedi.
1989 yılı Doğu Avrupa’daki bürokratik sistemlerin yıkılışına tanıklık etti. Her ne kadar Tito Stalin ile, dolayısıyla SSCB ile arasını açmış olsa da Yugoslavya’daki ekonomik model SSCB’dekinin aynısıydı: bürokratik devlet kapitalizmi. Bürokratik devlet kapitalisti modelin serbest piyasacı model karşısındaki yenilgisini ifade eden bu dağılışın, bu modelin uygulandığı her ülkeyi etkileyeceği aşikardı. Bürokratik devlet kapitalisti modelde örgütlenen rejimler miladını doldurmuştu. Bu durum Yugoslavya için de geçerliydi.
Yugoslavya’nın dağılışının emarelerinin görünmesiyle farklı cumhuriyetlerin egemen elitleri, bu süreçten en büyük karı elde ederek çıkma yarışına giriştiler. Her bir yönetici sınıf kendi ulusal iktidarını en güçlü biçimde inşa etmek, böylece de uluslararası arenada etki kazanmak istiyordu. Bu rekabetin savaş gerektirdiği açıktı. Bu savaş da milliyetçiliğin güçlü olduğu bu bölgede gırtlaklaşmayı da beraberinde getirecekti, getirdi de. Yugoslavya’nın mirasından en büyük payı kim alacaktı? Bu sorunun cevabı gelecekte o devletin gücünü, emperyalist hiyerarşideki yerini ve gelişmişlik düzeyini etkileyecekti.
Bu savaşın ilk adımını Miloseviç attı. Ancak savaşın tek tarafı Miloseviç değildi. Balkanların kasabı tek başına Miloseviç değildi, diğer yönetici sınıflarda Miloseviç kadar suçlu ve katliamcıydılar.
Miloseviç’in İktidara Gelişi
Miloseviç 1987’de Sırbistan’da devlet başkanı oldu. Ancak iktidarı eline alması 1989’u buldu. Miloseviç yönetici sınıfın temsilcisiydi ve onun çıkarları doğrultusunda hareket ediyordu. Rejim kendi iç bütünlüğünü sağlayıp diğer cumhuriyetler aleyhine büyümek istediğinde Miloseviç, bunun için gerekli olan her türlü ideolojik ve fiziksel altyapıyı hazırladı. Yükselttiği Sırp milliyetçiliği ile bu hedefte kitleleri arkasına toplamaya çalıştı.
Miloseviç öncesindeki Tito rejimi, Latin Amerika ile birlikte uluslararası kurumlara en çok borçlananlar arasındaydı. Tito öldüğünde Yugoslavya’nın 20 milyar dolar borcu vardı. Borçları geri ödemek için IMF ile yapılan anlaşmalar sonucunda işçi sınıfının yaşam standartları yükelen işsizlik ve azalan ücretlerle birlikte düşmeye başladı. 1986’da enflasyon oranı %100’dü ve 1,2 milyon Yugoslav işçi işsizdi. İşçi sınıfının bu saldırılara cevabı, bürokrasinin bağımsız işçi eylemlerini yasaklayan yasasına karşın, büyüyen bir dalga şeklindeki grevlerle oldu. 1986’da 851 grev olmuşken, 87’de bu sayı ikiye katlandı ve 88’de grev sayısı 2 bindi. İşçi sınıfının büyüyen direnişine cevap olarak, her bir cumhuriyetteki Stalinist bürokratlar kitlelerin öfkesini bölmenin aracı olarak milliyetçiliği öne sürdüler. Miloseviç de milliyetçiliği en iyi kullananlardan biriydi.
Miloseviç Balkanlardaki Çatışmanın Fitilini Ateşliyor
Doğu Avrupa’da yaşananlar sonrasında SSCB ve Yugoslavya’nın dağılacağı netleşmeşti. Bu gelişmeler ışığında, Hırvat, Sloven ve Bosnalı Müslüman yönetici sınıflar, kendi iktidar etme güçlerini zayıflatan Sırpların kontrolündeki Yugoslavya’dan ayrılmayı düşünüyorlardı. Hırvat ve Solven elitleri başta Almanya olmak üzere emperyalist devletlerin desteğini arkasına almıştı. Sırp yönetici sınıfı ise eğer Bosna ve Hırvastistan’daki büyük Sırp nüfusunun Sırbistan’la ilişkileri zayıflarsa iktidarının tehlikeye gireceğini düşünüyordu. Miloseviç’in Sırbistan’da yönetici sınıfın iktidarını istikrarlı hale getirmek için yaptığı her şey Yugoslavya’yı istikrarsızlaştırdı. Diğer cumhuriyetlerde Sırp karşıtı milliyetçiler iktidara geldi. Hırvatistan’da Franjo Tudjman, Bosna’da Izetbegovic iktidara geldiler.
Yugoslavya’nın dağılması savaşı kaçınılmaz hale getirdi. Savaşın tek sorumlusu Sırplar değildi. Sırplar, Hırvat ve Bosnalı Müslümanlar büyüklüğü ve nüfusunun yayılması oranında etnik temizliklerin, canavarlıkların suçlusudur. Batı’nın bu savaşta Miloseviç karşısında yer almasının nedenini savaşan tarafların doğru veya yanlışlarında değil, emperyalist planlarda aramak gerekir. Bosna savaşıyla ABD hegemonyasındaki Nato ordusunun Rusya’nın sınırlarına kadar genişmesi mümkün olmuştur. Bu nedenle, ABD’nin Balkanlardaki müttefikleri Rus-yanlısı Sırplar değil, Hırvatlar ve Bosnalı Müslümanlar olmuştu. Bütün bu hesaplarla, ABD 1995’de Bosnalı Sırpları bombalamış ve Tudjman’a 200 bin Hırvatistan Sırpına etnik temizlik yapması için yeşil ışık yakmıştır. ABD ve İngiltere Kosovalı Arnavutlara yüzünü dönmüş ve 1999’da Sırbistan’ı bombalamıştır.
Miloseviç, 1989’da Sırbistan devlet başkanı olur olmaz Kosova’nın özerk statüsüne son verdi. Kontrolü sağlamak için Yugoslav birliklerinin bölgeye gönderildiği 1990’da Sırbistan, Kosova hükümetini feshetti. Hırvatistan ve Slovenya’nın Yugoslavya’dan 1991’de bağımsızlığını ilan etmesi üzerine Slovenya sınırlarına tanklar gönderdi. Kısa süren bir savaşı tetikleyerek, Slovenya’nın ayrılışını engelledi. Hırvatistan’daki Sırpları da silahlara sarılmaları için cesaretlendirdi. 1992 yılının Ocak ayında Hırvatistan’da ateşkes yürürlüğe girerken, Mart ayında Bosna-Hersek bağımsızlığını ilan etti. Miloseviç, bu kez Bosnalı Sırpların ayaklanması için destek verdi. Yaklaşık 250.000 kişinin öldüğü Bosna Savaşı’nın başlamasından üç yıl sonra, Hırvat ve Bosnalı liderlerle anlaşmayı kabul etti.
Yugoslavya’da Kasım ve Aralık 1996’da yapılan seçimlerde, eski Sırp liderinin müttefikleri genel seçimleri kazandı. Muhalefetteki koalisyon, yerel seçimlerde başkent Belgrad da dahil olmak üzere kentlerin çoğunda zafer kazandı. Ancak kendi kontrolündeki Seçim Komisyonu, yerel seçimleri iptal etti. 250 bin kişinin katıldığı seçim sonrası gösteriler nedeniyle, Miloşeviç 1997 Ocak ayında yenilgiyi kabullenerek, bazı kentlerin kontrolünü muhalefete bıraktı. 15 Temmuz’da parlamento tarafından Yugoslavya devlet başkanlığına getirildi.
Kosova’da Arnavutların ayaklanmasını bastırmak için Şubat 1998’de bölgeye birlikler gönderdi. 18-19 Mart’ta Fransa’da yapılan barış görüşmelerinde Kosovalı Arnavutlar bölgeye geçici özerklik tanınmasını öngören barış anlaşmasını imzaladı, ancak Sırplar anlaşmayı reddetti. Görüşmelerin başarısızlıkla sonuçlanması üzerine 24 Mart’ta NATO bombardımanı başladı. NATO bombardımanı Sırp askerlerinin Kosova’dan çekilmeye başladığı 10 Haziran’a kadar sürdü.
Savaşın arifesinde Sırplar Miloseviç’i desteklemediklerini ortaya koyuyorlardı. Yüzde 69, ulusal birlik hükümetine güvenmediğini açıkladı. Miloseviç’in kişisel oylaması hiçbir zaman olmadığı kadar düştü ve yüzde 20’den aşağı indi. Nato müdahalesi, rejimin, insanları “ulusumuzun düşmanları” argümanıyla ayakları üzerinde durabilmesini sağladı. Milliyetçiliğin gerçek karşıtlarına karşı bir cadı avı başladı. Devlet medyası tarafından pompalanan şovenist histerisi ile bir kısım insanın Kosova uğrunda ölmeye değere inanması sağlandı. İnsanlar dışarıda tepkisiz kalmayı tercih ederken, özel yaşamlarında savaştan dolayı Miloseviç’i suçlayanların sayısı arttı. Belgrad’da bir duvar yazısındaki şu sözler, savaş istemeyen Sırpların içinde bulundukları durumu özetliyordu: “Gökyüzünde Nato, yerde Miloseviç!”
Miloseviç, ülke çapında yükselen büyük gösterilerle 2000’de alaşağı edildi. Göstericiler parlamento binasını, televizyon binasını ve karakolları ele geçirdiler. Bu isyan Miloseviç’in iktidardaki sonu oldu.
Miloseviç: Anti-Emperyalist midir?
Miloseviç, Doğu Bloku’nun yıkılmasıyla birlikte Yugoslavya’daki gelecek çözülüşü gören Sırp yönetici sınıfının çıkarları doğrultusunda hareket etmiştir. Sırp yönetici sınıfının çıkarları parçalanacak Yugoslavya’dan alabildiğince büyük bir pay sahibi olmak, diğer unsurlar üzerinde hegemonya kurmaktan geçmektedir. Miloseviç de bu perspektifle içeride milliyetçiliği yükselterek kitleleri peşine takamaya çalışmış, dışarıda da diğer unsurlara karşı bir savaş yürütmüştür. Bu savaş sırasında etnik-temizlikten, sistematik işkencelerden, daha türlü iğrençliklerden uzak durmamıştır. Bu savaş kesinlikle savunma amaçlı yapılmamış, Sırbistan’ın emperyalist hiyerarşideki yerini güçlendirmek gayesiyle harekete geçilmiştir. Bu bağlamda, Miloseviç kesinlikle bir anti-emperyalist değildir, olamaz da. ABD’nin çıkarlarıyla örtüşmeyen hareketlerde bulunmak anti-emperyalist nitelendirmesi için yeterli bir ibare olsaydı bugün Çin’den Rusya’ya, Fransa’dan İran’a birçok devlet de anti-emperyalistler kervanına katılırdı. Kim bilir katanlar da olabilir! Ancak bu yaklaşımın Marksizmle yakından uzaktan bir ilgisi yoktur.
Miloseviç: Balkanlardaki Tek Katil Midir?
Miloseviç uyguladığı etnik temizliklerle, işkencelerle, daha birçok iğrenç yöntemlerle bir kasap olduğunu kanıtlamıştır. Ancak ABD ve Avrupa’nın çıkarları dolayısıyla yaşananların tek suçlusu olarak Miloseviç’i göstermeleri kabul edilebilir bir durum değildir. Hırvat ve Bosnalı Müslüman yönetici sınıfların yöntemleri Miloseviç’ten pek de farklılık göstermektedir. Tek fark Sırpların, Hırvatların, Bosnalıların nüfus büyüklüğünden ve yayılma alanından kaynaklanmaktadı. Miloseviç kadar UÇK, İzetbegoviç, Tudjman da kasaptır. İngiltere, ABD ve Avrupalı güçlerin iki yüzlülüğünü açıklamaya gerek yok!
Miloseviç’in uluslararası güçler tarafından öldürülmüş olması, işlerin karıştığı şu günlerde yeni sıkıntı kaynakları istememeleri (Lahey’de Miloseviç prestij kazanıyordu), bize daha önceden de bildiğimiz bir gerçeği tekrar göstermektedir: emperyalistler çıkarları gerektirdiğinde Miloseviç, Saddam gibi eli kanlı dikatatörleri desteklemekten uzak durmazken işleri bittiğinde, önlerinde engel olmaya başladıklarında infaz etmekten de çekinmezler. Miloseviç gibi eli kanlı bir diktatörün ölümü bu gerçeği tekrar su yüzüne çıkarmakla birlikte devrimci Marksistler açısından üzüntü kaynağı olamaz.
Balkanlarda Çözüm Ne?
Troçki, 1910’da yazdığı “Balkan Sorunu ve Sosyal Demokratlar” isimli bir yazısında Balkan sorunun çözüm yollarını şu büyük öngörü ile açıklar: “Balkanların yaşamlarındaki karışıklıktan, kaostan kurtulmalarının tek yolu bölgenin bütün insanlarının ulusal öğelerden her birine otonomi veren tek bir ekonomik ve politik birliğin içinde olmasından geçer… Sadece birleşmiş Balkan halkları Çarlığın ve Avrupa emperyalizminin utanç verici iddialarına gerçek bir reddediş olur. Balkan bölgesinin bir devlet olarak birliği ancak iki şekilde sağlanabilir: ya güçlü olduğunu kanıtlamış bir Balkan devletinin zayıflar aleyhine genişlemesiyle, yani yukarıdan (ki bu yol zayıf ulusların baskı altına alınması, imhası savaşının yoludur ve monarşizm ve militarizmi güçlendirir) ya da insanların kendilerinin biraraya gelmesiyle aşağıdan bir şekilde, ki bu yol devrimin yoludur.” Troçki, böyle bir federasyonun kuruluşu ancak proletaryanın birleşik devrimci mücadelesi ile gerçekleşebileceğini söyler. Balkan burjuvazisi, kapitalist gelişme sürecinde geç kalmış bütün ülkelerde olduğu gibi politik olarak kısır, yeteneksiz, korkak ve şovenizm ile çürümüştür.
Balkan burjuvazisi ilkeli ve eşitlerin birliği perspektifiyle bir Balkan federasyonunu yaşama geçiremeyeceğini 1910’dan bu yana kanıtlamaktadır. Bu görev, dün olduğu gibi bugün de proletaryanın omuzlarındadır. Balkanların proletaryasının birleşik, devrimci mücadelesi Balkanlara kalıcı barışı, halklar arasındaki kardeşliği getirebilir ve emperyalist müdahalelere, sömürü düzenine son verebilir. Çözüm Balkan proletaryasının birleşik ve devrimci mücadelesiyle kazanılacak Balkan Sosyalist Federasyonu’ndan geçmektedir.

0 YORUM YAP

Yorum Yap

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir