Sosyalizm Kazanacak!
/ Dünyadan / Yeni Zelanda’nın Ardından: Kapitalist Barbarlık Kan Deryasının Önünü Açıyor!

Yeni Zelanda’nın Ardından: Kapitalist Barbarlık Kan Deryasının Önünü Açıyor!

on 19 Mart 2019 - 02:06 Kategori: Dünyadan, Emre Güntekin

Yeni Zelanda’da Cuma günü Christchurch kentinde bulunan bir camiye Cuma namazı sırasında yapılan ve 50 kişinin katledildiği saldırı tüm dünyada yükselen sağcı ve ırkçı politikaların nasıl bir barbarlığın kapısını aralayabileceğini biz kez daha gösterdi. Trumpların, Bolsonaroların, Erdoğanların dünyasında Brenton Tarront gibi katliamcıların yetişmesine şaşırmamak gerekiyor. Farklı etnik ve dini kimliklere, göçmenlere her gün yöneltilen suçlamalar, tehditler onun gibi birçok katilin yetişmesi için oldukça elverişli bir iklim yaratıyor.

Katliamı gerçekleştiren Tarront’ın 2017 yılında Avrupa’ya yaptığı ziyaret sırasında karşılaştıklarından etkilenerek yazdığı 74 sayfalık manifestosu, uzunca bir süredir saldırı hazırlıkları yaptığının bir işareti. Manifesto da özellikle göçmenleri ve Müslümanları hedef alan ırkçı ifadeler dikkat çekiyor. Hatta bazı bölümlerde “Avrupa uluslarının düşmanı” olarak nitelenen Erdoğan, Merkel ve Londra’nın Müslüman Belediye Başkanı Sadık Han’da hedef gösterilenler arasında yer alıyor. Manifestonun “Türklere” başlıklı kısmında şu ifadeler yer alıyor: “Topraklarınızda barış içinde yaşayabilirsiniz, size zarar gelmeyecek. Boğaz’ın Doğu yakasında… Ama Boğaz’ın Batı yakasında herhangi bir yerde yaşamayı dener, Avrupa’ya gelirseniz sizi öldüreceğiz ve hamam böceği gibi topraklarımızdan atacağız. Konstantinopolis’e (İstanbul’a) gelir, tüm cami ve minareleri yıkarız. Ayasofya, minarelerden kurtulacak ve Konstantinapol hak edildiği gibi tekrar Hristiyan şehri olacak.”. Manifesto’nun diğer bölümleri de oldukça koyu bir ırkçılıkla iç içe.

Bu olay bir kez daha şunu gösteriyor: Artık küresel düzeyde yükselen ırkçılıktan ve bundan beslenen şiddetten insanoğlunun kaçabileceği bir yer bulunmuyor. Brezilya’nın Amazon yerlilerinden, Filistinliler, Avrupa’daki Müslüman göçmenlerden, Türkiye’deki Kürtlere, Suriyelilere, Alevilere kadar herkes küresel boyutta yükselen ırkçılığın mikro ölçekte yarattığı saldırılarla ve çatışmalarla karşı kaşıya bulunuyor. Tarront’ın da Yeni Zelanda’yı katliamı gerçekleştireceği yer olarak seçerken vermek istediği mesaj açık: Dünyada beyaz ırk dışında kimse için güvenli bir yer yok!

Cumhuriyet gazetesinde Ergin Yıldızoğlu da benzeri bir noktaya vurgu yaptı: “Gerçekten de Yeni Zelanda dünyanın sorunlarından uzak bir yer değil miydi? O kadar uzaktı ki, geçen yıllarda süper zenginlerin, kapitalizmin çöküşüne, “proletaryanın kazma kürek villaların kapsına dayanma” olasılığına, dünyanın sonuna hazırlanmak için Yeni Zelanda’da arazi aldıklarına, korunaklı barınaklar yaptırdıklarına ilişkin haberleri şaşkınlıkla okuyorduk.
Bu haberleri okudukça aklıma “‘
Yüzde 0,1’, çoktan kapitalizmin, diğer bir deyişle onlar açısından dünyanın sonuna hazırlanmaya başlamışlar. Sistemin merkezindekiler, herkesten önce, durumun vahametinin ayırdına varmışlar” gibi düşünceler geliyordu. Son sığınak: Yeni Zelanda!… Şimdi onlar da tek bir dünya ve tek bir uygarlık olduğunu, bunun dışına çıkılamayacağını, sorunlarından kaçılamayacağını anladılar mı? Tüm insanlığın sorunlarının birlikte çözülmesine katkı yapmayı düşünecekler mi? Yoksa sağ popülizm, “neoliberal otoriterlik” (model aynı, biraz disiplin işte…) olarak pazarlanan faşist akımlara sığınmayı mı düşünecekler? Geçen yüzyılda benzer “vakitlerde” yaptıkları gibi…” (Cumhuriyet, 18 Mart).

24 yıldır Yeni Zelanda’da yaşayan Salih Akkaya ise katliam sonrası şoku “Katliamın nedenleri değil nasıl böyle bir şey meydana geldi… bu konuşuluyor. Hala inanamıyorlar. Milyon sene geçse terörün burada başarılı olabileceği akla gelmezdi. Herkesin buna inancı sarsıldı. Saldırıyı yapanın nefretten delirmiş bir ruh hali ile hareket ettiğini düşünüyorlar. Ve hala ‘Bize ne oldu?’ diye soruyorlar.” sözleriyle dile getirdi (T24, 18 Mart).

Dünyada buna benzer bir şok 2011 yılında Norveç’te yaşanmıştı. Faşist Andreas Breivik Utoya Adası’nda gerçekleşen İşçi Partisi Gençlik Kampı’na saldırı düzenlemiş ve 77 kişiyi katletmişti. Gelecekte dünyanın bir başka “korunak”lı bölgesinde yeni Breiviklerin, Tarrontların ortaya çıkmayacağının hiçbir garantisi yok.

Günümüzde sosyal medya aracılığıyla hızlı haberleşme imkânlarının gelişmesi ve bilginin yer küreyi saniyelerle ifade edilebilecek kadar kısa sürede tavaf edebilmesi saldırganlara zaman ve mekân seçimi konusunda esneklik kazandırıyor. Tarront saldırıya gidişini ve katliam görüntülerini eş zamanlı olarak Facebook canlı yayınından aktarırken, çok kısa bir süre içerisinde milyonlarca kişi bu görüntüleri izledi ve görüntüler hızlı bir şekilde yayıldı. Bu tam da saldırganın istediği bir durumdu. Nitekim katliamın ardından medya organlarında ırkçı-faşist propaganda içeren videoların ve bilgi akışının nasıl engellenebileceğine dair bir tartışma mevcut. Fakat Erdoğanların var olduğu bir dünyada bunu tartışmak havanda su dövmeye benziyor. Kamuoyunda katliam görüntülerinin paylaşılmamasına ve saldırganın propagandasına ortak olunmamasına yönelik bir duyarlılık söz konusuyken Erdoğan katliam görüntülerini miting meydanında dev ekrandan kitlesine izletti. Saldırganın Türk ve İslam karşıtlığının seçim kampanyasının mezesine dönüştürdü.

İster İslamcı isterse de Hristiyan, üzerinde hangi etnik ve dini kimliği taşırsa taşısın bu tarz saldırılar karşı tarafı da kutuplaşmaya zorlarken, kimlik çatışmasından beslenen ırkçı ve dinci siyasal öznelere güç ve propaganda imkânı kazandırıyor.  Herkesin kendi mahallesine hapsedilmeye çalışıldığı bir dünyada yaşıyoruz ve bu ayrışma geniş kitleler üzerinde etki yaratıyor. Bugün de Hollanda’nın Utrecth kentinde IŞİD bağlantılı bir Türk’ün gerçekleştirdiği saldırı önümüzdeki süreçte bu tarz katliamlarının sıklaşabileceğinin bir işareti.

Kapitalizm giderek tüm dünyayı bir şiddet sarmalına sürüklerken, kendisi de çürümenin bütün emarelerini dışavuruyor. Tüm dünyada her an her yerde barbarca katliamların işlenmesine ön ayak olacak ırkçı-faşizmin ve dini radikalizmin yükselişine dur diyebilecek ve her dilden her dinden kitleleri birleştirebilecek yegâne güç sınıf mücadelesidir. Emekçiler bir sınıf olarak ayağa kalkmadığı müddetçe ne etnik ve dini kimlik eksenli ayrışmalar son bulur ne de ırkçı saldırıların, katliamların önüne geçilebilir. 

Yorumlar Kapalı

Yorumlar Kapalı