Sosyalizm Kazanacak!
/ Devrimci Perspektif / Toplumsal Muhalefet Nasıl Çıkış Yakalayacak? – Engin Kara

Toplumsal Muhalefet Nasıl Çıkış Yakalayacak? – Engin Kara

on 23 Ağustos 2017 - 13:50 Kategori: Devrimci Perspektif, Engin Kara, Yazarlar

Bu soru yalnızca bugünün sorusu değil. Muhalefette yaşanan tıkanıklığın nasıl aşılacağı sorusu, yıllardır gündemimizde önemli bir yer tutuyor. Giderek ağırlaşan dikta karşısında, AKP ile uzlaşması mümkün olmayan milyonlar arayış içerisinde. Kitlelerin AKP-dikta karşıtlığı, zaman zaman çeşitli yoğunlukta kitlesel hareketler yaratabilse de, kalıcı bir mücadele hattının mevcut olmadığı ortada. Sol-muhalif güçler, AKP karşısındaki enerjinin derinleştirilmesi görevini yerine getirmeyi henüz başaramadı.

Toplumsal Dengenin Kısa Bir Özeti

Milyonlar diktadan rahatsız, AKP’den kurtulmak istiyor. CHP’li, HDP’li, hatta bir kısım MHP’li, sosyalist, sosyal demokrat, Alevi, Kürt, kadın… Birbirinden farklı siyasi noktalar, kitlenin farklı kesimleri için rahatsızlığın temelini oluşturuyor. Ancak bu farklılıklar, temel ve merkezi bir kesişim noktasına sahip: ülkeyi kendi tasavvurları çerçevesinden yeniden dizayn etmek isteyen bir tek adam rejimi.

Yoksul AKP tabanı da aslında halinden pek hoşnut değil. Örneğin AKP’ye oy veren on binlerce taşeron işçi, iktidarın taşerona son verme yalanı karşısında kırgın, kandırılmış hissediyor, hatta öfkeli. Grevleri yasaklanan işçiler, OHAL’in grev yasaklarına bahane edilmesini kabullenemiyor. Asgari ücretteki dalavereler, milyonlarca yoksulu her geçen yıl daha beter koşullara mahkûm ediyor. Siyasi olarak AKP’yi destekleyen bu kesimlerde, iplerin giderek tek elde toplanmasına ve kendi içlerindeki problemlerin bile dile getirilememesine karşı bir hoşnutsuzluk da söz konusu.

Ancak bu rahatsızlığı politik olarak üstlenip AKP’yi yıkacak bir özne, bir türlü ortaya çıkamıyor. Her daim kendi niceliksel gücünün ötesinde etkiye sahip olmayı başarabilen sol, sistematik bir mücadele hattı geliştiremiyor. Tersine solun politik hattı gündelik meseleleri aşamıyor, gündem yaratmaktan çok gündemin peşinden sürüklenmekten kurtulamıyor.

Parlamenter muhalefet ise -zaten kendisinden pek bir şey beklenmese de- düzenin sınırlarını aşmaktan itinayla kaçınıyor. CHP’nin Adalet Yürüyüşü bu açıdan istisna oluşturdu. Ancak yürüyüşün sonundaki mitingin ardından, yeni hamleler gelmedi, şimdilik gelecek gibi de görünmüyor. Düzen muhalefeti bildiğimiz gibi.

Parlamenter muhalefetin bir parçası olan HDP, Kürt ulusal mücadelesi ve bünyesindeki sol unsurların etkisiyle, düzen ile kavgalı olan bir hareket. Ancak HDP’nin politikasının ulusal bir hat (Kürt halkının talepleri) üzerinden belirlenmesi dikta ve sömürü düzeni karşısında ülke genelinde bir alternatif haline gelmesinin önüne geçiyor. HDP, vekillerinin ve diğer çok sayıda yöneticisinin tutuklanması, çalışma alanlarının devlet zoruyla kapatılması sonucunda ciddi şekilde etkisizleşti. Şimdi hem bu sıkışıklıktan kurtulmak hem de CHP’nin Adalet Yürüyüşü sonrasında hamle yapmak ihtiyacıyla “Vicdan ve Adalet Nöbeti” başlattı. Şimdilik bu hareketin güçlenmesi –yine devlet zoruyla- engellenmiş durumda.

Bu tabloda, son zamanların kitleleri en çok umutlandıran gelişmesi, Ahmet Şık’ın tutuklu yargılandığı kurmaca davada mahkemede yaptığı savunma oldu. Ahmet Şık, iktidarın Gülen cemaatiyle ilişkilerini bir bir anlattı, AKP’nin pisliklerini tekrar hatırlattı ve ekledi: “Söylediklerim ifade veya savunma değil. Tersine ithamdır.” Gerçekten de Ahmet Şık, kendisini savunmak ya da “aklamak” gibi bir niyetle savunma yapmadı. Ahmet Şık, kendi özgürlüğü pahasına milyonların özgürlük mücadelesine güç verdi. Ve diktanın karşısında mücadele edenlerin nasıl motive edileceğini, mücadelenin nasıl bir kararlılık ve cesaretle yürütülmesi gerektiğini gösterdi.

Adalet Yürüyüşü ve CHP

CHP, bir burjuva-düzen partisi olarak, her ne kadar AKP ile siyasi rekabet içinde olsa ve hatta AKP iktidarı tarafından baskılansa da, her daim radikal bir muhalefetten, burjuva düzene ters düşmekten köşe bucak kaçıyor. Hatta Kılıçdaroğlu liderliğindeki CHP, kimi zaman muhalif görünme ihtimalinden bile çekiniyor. Kılıçdaroğlu, darbe girişimi sonrası “milli mutabakat” ruhuyla Erdoğan’ın Yenikapı mitingine gidiyor, muhalefete yönelik kullanılacağı garantili olan dokunulmazlıkların kaldırılmasına “safça” ya da işin doğrusu, kitlesini saf yerine koyarak destek çıkıyor. Mesele gündelik siyasi tartışmalardan da ibaret değil. CHP, AKP karşısında güçlenme arayışını, AKP’ye soldan yüklenerek değil, yıllar boyunca sağa kayarak gerçekleştirmeye çalıştı. Tabi sonuç fiyasko oldu.

Ancak CHP’nin tabanındaki sol eğilimler ve siyaset alanlarını gittikçe daha fazla daraltan iktidar, iki zıt taraftan olsa da CHP’yi de dikta karşısında aktif mücadeleye sürükledi. AKP diktasının böyle bir basıncı hep olmuştu ancak işin ucunun doğrudan CHP’ye de dokunması (vekil Berberoğlu’nun tutuklanması), CHP liderliğini bir anda sokağı işaret etmeye zorladı.

Kılıçdaroğlu, Enis Berberoğlu’nun tutuklanması üzerine olağanüstü bir araya gelen parti yönetimi toplantısından çıkışta “adalet için Ankara’dan İstanbul’a” yürüyeceğini ilan etti. Ertesi sabah buluşma noktasına binlerce insan geldi ve “adalet yürüyüşü” çağrısı toplumda ciddi bir yankı buldu. 24 gün süren yürüyüşe her gün binlerce insan katıldı. Yürüyüş, 9 Temmuz’da İstanbul-Maltepe’deki mitingle sona erdi. AKP medyası insan aklıyla alay eden rakamlar açıklasa da, mitinge en makul ölçütlere göre 2 milyona yakın insan katıldı. Kılıçdaroğlu’nun adalet talebi, mitinge katılan ve mitingi sahiplenenler dikkate alınınca, milyonlarca insanda yankı bulmuş oldu.

(Bu arada sosyalistlerin neden bu yürüyüşe katılması gerektiğini, buradaki kitleyle bağlar kurulması gerektiğini, yürüyüşe edilgen değil aktif bir katılım sağlanarak alana siyasi netlik taşınması gerektiğini vs. defalarca yazdık, Sosyalist Emekçiler Partisi olarak da bunlara uygun bir pratik gösterdik. Dileyenler bolsevik.org sitesinde konuyla ilgili yazılara ulaşabilir.)

Gelgelelim mitingde mücadeleye devam edeceğini ve sokakta olacağını ilan eden Kılıçdaroğlu, bu yazı yayına gönderilirken mitingin üzerinden bir ay geçmiş olmasına rağmen ortaya hiçbir mücadele planı koymadı. Sadece Ağustos sonunda “Adalet Kurultayı” yapılacağı duyuruldu. Sokaktan bir muhalefet yükseltmek adına ortaya bir program konulmadı. Böylece CHP ve Kılıçdaroğlu sınırlarını bir kez daha göstermiş oldu: “zorda kalmadıkça sokaktan uzak dur”

Ancak yine de Adalet Yürüyüşü, diktayla mücadele için gerekirse haftalar süren yolları tepmek gerektiğini göstererek, mücadele için emek harcamak konusunda bilinci yükseltmiş oldu. Özellikle İstanbul öncesindeki etaplarda yürüyüşe katılanlar genellikle sol-devrimci geleneğe yakınlık hisseden bir kitleden oluşuyordu. Sosyalistlerin bu kesimlerle kurduğu temaslar, bundan sonrası için değerli kazanımlar olarak görülmelidir.

Çok daha ciddi gelişmeler (örneğin daha fazla vekilin tutuklanması, Kılıçdaroğlu’nun da hedeflenmesi gibi) olmadıkça CHP’nin AKP karşısında radikalleşmesi zor. Ancak, AKP de yeni hamlelerle CHP’yi sokağa daha fazla sürükleyebilir. Bundan başka sosyalist sol adına CHP tabanındaki radikal kitleler kazanılabilir, yükselecek bir hareket daha kararsız unsurları da radikalleştirebilir.

Vicdan ve Adalet Nöbeti” ve HDP

HDP, 7 Haziran seçimlerindeki başarısına rağmen 1 Kasım sonrası atmosferde giderek yalıtıldı. Kürt kentlerindeki hendek savaşı siyasal alanı daralttı. Nihayet vekillerin tutuklanmaya başlaması ve bu sırada eş başkanlar Demirtaş ve Yüksekdağ’ın da tutuklanması, partinin çok sayıda yöneticisinin hapsedilmesi, yerel yönetimlerin kayyımlar eliyle gasp edilmesi gibi saldırılarla HDP’nin siyasi kanalları ciddi ölçüde tıkandı.

HDP, kısmen iki yıla yaklaşan siyasi sıkışmışlığı aşmak için, kısmen de Adalet Yürüyüşü’yle ciddi bir ilgi toplayan CHP’nin karşısında kendi muhalefet alternatifini ortaya koymak için “Vicdan ve Adalet” nöbetine başladı. Vekiller grup toplantılarını kent meydanlarında yapacak ve bir hafta boyunca meydanda nöbet tutacaklardı.

Ancak AKP, Adalet Yürüyüşü’nden sonra bir kitlesel eylemselliğe daha maruz kalmayı göze alamazdı. Nitekim vekillerin nöbeti önce Diyarbakır’da, ardından İstanbul’da ve nihayet yazı yazıldığı sırada Van’da polis tarafından yalıtıldı, kitlelerin nöbet alanına girmesi engellendi. Böylece çok daha geniş yankı oluşturabilecek bir hareket yerine daha zayıf ve polis tarafından kontrol edilebilen bir eylemsellik başladı.

Aslında AKP, Adalet Yürüyüşü’nü de başta yalıtmaya çalışmış ve eylemin başlayacağı Güvenpark’ı gece bariyerlerle çevirmişti. Fakat kitlesel katılım sonucu AKP eylemlere müdahale etmekten çekinmişti. Aslında bir sokak hareketini sürdürülebilir kılmak da ancak kitlesellikle AKP’ye geri adım attırabilirseniz mümkün. Bu nedenle HDP daha iyi hazırlanıp daha iyi organize olsaydı ve belki Diyarbakır’da değil ama mesela İstanbul-Kadıköy’deki nöbete binleri yığabilseydi, eylem böylesine yalıtılamazdı, AKP binlerce insana saldırmayı Kadıköy gibi bir yerde göze alamayabilirdi. Saldırsa da, farklı sonuçlar doğabilirdi.

HDP, Vicdan ve Adalet Nöbetlerinin ardına Eylül ayında birden fazla bölgede mitingler düzenleyeceğini duyurdu. Şayet bu mitingler iyi örgütlenir, öncesinde dikta ve sömürü karşısında öne çıkan talepler etrafında kampanyalar yapılırsa, etki alanları geniş olabilir. Bu arada CHP’nin de AKP karşısında ayakta kalmak istiyorsa yapması gereken tam da benzer bir şey: Maltepe’de ilan ettikleri talepler listesini derinleştirmek, OHAL’i ön plana çıkaran bir kampanya yürütmek ve mitinglerle kitlesel buluşmalar örgütlemek ve mücadeleyi ilerletmek.

HDP zaten diktanın ana hedeflerinden biri halinde. Başkanları dâhil ondan fazla vekili tutuklu, binlerce üyesi ve yöneticisi hapiste. CHP ise, Adalet Yürüyüşü’nün devamını getirmezse, sadece Enis Berberoğlu’yla sınırlı kalmayacaktır diktanın hedefi. Bu nedenle iki partinin de ayakta kalabilmeleri için toplumsal muhalefeti sokakta yükseltmeleri bir zorunluluk.

Cumhuriyet Gazetesi Davası ve Ahmet Şık

Cumhuriyet Gazetesi yönetici ve çalışanları 2016 sonlarında “terör örgütü ilişkisi” bahanesiyle hedefe oturtuldu. Sol basın organlarının KHK’larla kapatıldığı ve muhalif seslerin bir bir kısıldığı bir dönemde Cumhuriyet’e yapılan operasyon basın üzerindeki tahakkümün AKP için önemini gösterdi. Operasyona zemin olarak “FETÖ” seçildi. Gazete haberleri, atılan manşetler, gazetecilerin sosyal medya paylaşımları toplandı. Aslı astarı olmayan bir iddianameyle 12 Cumhuriyet çalışanı tutuklandı. 9 ay süren tutuklulukların ardından ilk kez temmuz ayında mahkeme karşısına çıkan Cumhuriyet yazarları, mahkemede ders niteliğinde savunmalar yaptı. FETÖ suçlamasını boşa düşürdüler ve gazetecilik faaliyetinin yargılandığını ortaya koydular.

Mahkeme sürecinde asıl dikkati Ahmet Şık’ın savunması çekti. Yıllardır her türlü iktidar odağının karşısında mücadeleci kimliğiyle tanınan, sosyalist bir gazeteci olan Şık, yargılandığı davada da tarihe geçecek bir savunma yaptı. Kendisi bu savunmayı “ifade ya da savunma değil, aksine itham” olarak nitelendirdi. Kendisine yöneltilen ve ciddiye alınacak bir yanı olmayan “suçlamalar”ı çürütme faaliyeti yerine, iktidarı suçladı. AKP’nin yıllar boyunca şimdi terör örgütü sayılan Fetocularla nasıl ilişki kurduğunu anlattı. AKP’nin pisliklerini mahkemenin yüzüne vurdu. Ve ekledi: “Zorbalar da şunu bilsin ki, hiçbir zalimlik, tarihin akışını engelleyemez. Kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet!”

Ahmet Şık’ın savunması, davayı takip eden çok sayıda insanı heyecanlandırdı, umut verdi ve kazanma imkânı olduğunu hatırlattı. Sonuçta Şık, kendi özgürlüğü pahasına milyonların özgürlük mücadelesine güç vermiş oldu. Dikta karşısında mücadelenin rahatını bozmadan, bazı bedelleri göze almadan yapılamayacağını hatırlattı.

Cumhuriyet Gazetesi davası, bir şeyi daha gösterdi. Dava için Çağlayan Adliyesi önündeki toplanma çok cılız geçti. Böylesi kritik bir konuda –basın özgürlüğü- kitlesel bir sahiplenme örgütlenemedi. Örneğin CHP, İstanbul’daki ilçe örgütlerini dava için organize etse binler gazetecilere sahip çıksaydı farklı bir tablo olabilirdi. Ya da sol güçler böyle bir konu için seferber edilebilir, ortak bir kampanya düzenlenebilir ve Adliye önüne ciddi bir kitle yığılabilirdi. Toplumsal muhalefet böyle böyle derinleştirilir.

Bir Kez Daha: Sosyalistlerin Görevleri

Toplumsal muhalefet bir çıkış yakalayacaksa ve bu çıkış AKP ve her türlü pisliğiyle burjuva düzeni hedef alacaksa, bu çıkış sosyalist safların güçlenmesinden bağımsız olmayacak. Kitlesel patlamalar her zaman gelişebilir. Ancak Gezi direnişi gibi bir hareketin tüm sınırlılığıyla geri çekilmesinin ardından yeni bir güçlü dalga, Gezi’deki patlamayla aynı tarzda ortaya çıkamaz. Kitleler sokağa çıkmak için, kendilerine önderlik yapacak bir somut güç arıyorlar. Mesela kimi sol gruplarda referandum sonrası eylemlerin “yeni bir Gezi” yaratabileceği iddiası ortaya atılmıştı. Ama referandum sonrası hareket hem çok cılızdı hem de derinleştirilmesi için hiçbir inisiyatif geliştirilmedi. Haliyle yeni Gezi beklentisi bir kez daha suya düştü.

Demokratik talepler nasıl kazanılacak? Burjuva düzenin pek demokrasi derdi kalmamış gibi. Sermayenin böyle bir ihtiyacı zaten yok. TÜSİAD gibi büyük sermayenin temsilcisi güçler, kitlelerin demokratik taleplerine sırt çevirmenin yanında, o talepler kitlelerden geldikçe karşısında da duruyorlar. Kendi “demokrasi” talepleri ise yatırımlarının güvenliği gibi kendi sınıfları açısında ihtiyaç duyduklarının ötesine geçmiyor. Sermayenin zaten tarihsel olarak da cılız olan temsilcileri olası bir alternatif bile oluşturmuyor. Burjuva düzenin siyasetini yürütenler arasında ise alternatifler sayılı. AKP iktidarda, MHP liderliği Erdoğan’ın emrinde. HDP’nin özel konumunu (ulusal hareket) bir kenara bırakırsak geriye bir tek CHP kalıyor ve onun sınırlarını da yukarıda ele aldık.

Sürekli devrim programı, soyut bir teorik söylem değil. Tersine, hayatın gerçekliği. Türkiye’nin daha kuruluşta bir ayağı çukurda olan burjuva düzeni, demokratik taleplere oldum olası kör, sağır ve dilsiz davranıyor. Çoğu kez de sopayla talep edenlerin üzerine koşuyor. AKP döneminin özelliği, sivil bir dönemde baskının en çok ayyuka çıktığı dönemlerden biri olması. AKP’nin kurduğu dikta düzeni karşısında demokratik taleplerin kalıcı olarak kazanılabilmesi için, Türkiye’deki düzenin derinlerinde yatan çelişkilerin aşılması gerekiyor. Yani burjuva düzenle hesaplaşmak gerekiyor. Bunun dışındaki alternatif, ancak askeri darbe gibi bir yol olabilir, bu da aksak düzenin restorasyonundan başka bir anlam ifade etmez.

Bu yüzden “demokrasi mücadelesi”nin kazanılması için sosyalist çizgide, düzeni karşısına alan bir hareket yaratmak zorundayız. Bunun için aynı Ahmet Şık gibi rahatımızı bozmak, kararlı ve cesur olarak ön plana çıkmak zorundayız. Kendisini sosyalist olarak adlandıran çok sayıda insan var böyle. Mesele bu kesimleri örgütlemek ve belirlenen hedeflere dönük motive etmek, mücadelede ön plana çıkarmak.

Tabii ki sosyalist hareketin, demokratik taleplerin kazanılması için kendisini bunlarla sınırlamaması, tersine sınıfsal gündemlere müdahil olması, emekçileri kazanması ve toplumsal muhalefetin merkezine yerleştirebilmesi gerekiyor.

Yorumlar Kapalı

Yorumlar Kapalı