Sosyalizm Kazanacak!
/ Devrimci Perspektif / Kürt İllerini Saran Çatışma Sarmalı: Nereye Kadar? – Çağın Erdinç

Kürt İllerini Saran Çatışma Sarmalı: Nereye Kadar? – Çağın Erdinç

on 22 Nisan 2016 - 14:27 Kategori: Devrimci Perspektif

7 Haziran sürecinden sonra başlayan çatışmalarda resmî rakamlara göre 9 Eylül’e kadar 109; 11 Ekim’e kadar 145; 1 Kasım’a kadar 167; 22 Aralık’a kadar ise 204 asker ve polis öldü. Bugün itibariyle Haziran 2015’ten Nisan ortasına kadar 1000’e yakın asker ve polisin öldüğünü söyleyebiliriz (Erdoğan en son 700’den fazla kayıp olduğunu itiraf etmişti).

Bu süre zarfında Kürt halkının savaşan res 2unsurlarının yanında, çok sayıda kadın ve çocuk da hayatını kaybetti. Askerî hedefler ve sivil hedefler ayırt edilmeksizin vuruldu. AKP, bir nevi 7 Haziran’ın “diyetini” Kürt halkını topyekûn imhâ planlarıyla ödetmeye çalıştı. Evler bombalandı, insanlar sokakların ortasında öldürüldü. AKP’nin “savaş timi” olarak görev yapan PÖH ve JÖH gibi yapılanmalar insanların yatak odalarına girip duvarlara çirkin yazılar yazarak fotoğraf çektiler.

Peki bu durum sürdürülebilir mi? Yazıyı bu soru üzerinden şekillendireceğiz ve kısa, öz bir şekilde bundan önce yaşananların ışığında, bundan sonraki süreci öngörmeye çalışacağız. Evet, hemen soruya geri dönelim. Herkesin kafasında aynı soru var. Devlet her gün yeni kayıplar veriyor, siviller ölüyor, şehirler darmadağın oluyor. Kolluk kuvvetleri, sözde “kendi şehirleri” olan bölgelere mehter marşlarıyla, yerel halkı tahrik ederek, onları aşağılamaya çalışarak, işgalci ordular gibi giriyor. Bu durum sürdürülebilir mi?

Evvela, şunu söylemek lazım: Erdoğan’ın “şehitler” falan pek umrunda değil! Şehirlerin yıkılması da onun için önemli değil. RTE’nin şu anda önemsediği tek şey, geçmişteki çözüm sürecini felan unutturup sağ seçmeni konsolide etmek, HDP’yi şarampolden aşağı atmak, milliyetçi atmosferden yararlanıp herkesi terörist ilan ederek, otoriter eğilimleri topluma kanıksatmak. Bunu “başardığı” ölçüde çatışmaların geldiği nokta onu pek ilgilendirmeyecektir. Ancak Erdoğan dışında herkes sorunun silahla çözülemeyeceğinin farkında. (Aslında Erdoğan da farkında ancak silahlarla sonuç alınacakmış gibi yapmaya çalışıyor) 1984’ten beri sorun mermilerle çözülmeye çalışıldı. Ne elde edildi? Hiçbir şey!

Şimdilik hedeflenen şey, Kürt illerindeki direnişi tek tek kırmak. Bunu yapabilirlerse, sonrasında bir “yumuşama” sürecinin olması beklenebilir. Zira Ahmet Davutoğlu, “PKK 2013’ün Mayıs ayındaki gibi bir adım atarsa, silah bırakırsa, müzakere süreci yeniden başlayabilir” demişti. Ahmet Davutoğlu kamuoyu nezdinde etki doğuracak demeçler verirken üslubunu özenli kullanmaya çalışıyor (Bu konuda başarılı olamıyor, orası ayrı). Bu demeçteki satır aralarına bakıldığında, söylenenden çok daha fazla şey imâ edildiği görülecektir. Cümlede sanki PKK silah bırakırsa AKP’nin de gereken adımı atacağı söyleniyor gibi duruyor. Ancak hatırlayınız, Mayıs 2013’te ilk adımı Kürt hareketi değil, AKP atmıştı. Hatta Tayyip “Elimizi taşın altına soktuk” demişti. Davutoğlu’nun, 2013 Mayıs’ına gönderme yapması, sürecin yalnızca silahla ve zor yoluyla sürdürülemeyeceğini hükümet kanadının da kabul ettiği gerçeğini gösteriyor. Buradaki tek mesele, masaya güçlü oturmak. Davutoğlu’nun hedefi, Kürt illerindeki silahlı direnişleri kontrol altına aldıktan sonra, yönünü kendilerinin tayin edebileceği bir müzakere sürecine gitmek. Ancak Erdoğan’ın sert çıkışı, çözüm süreci düşüncesinin sadece sözde kalmasına neden oldu. Erdoğan’ın sert çıkışına ve Davutoğlu’nun çözüm süreci konusunda çark etmesine yazının ilerleyen bölümünde değineceğiz.

Kürt illerindeki çatışmaların ilelebet sürdürülemeyeceği gerçeğini görmek için müneccim olmak gerekmiyor. Örneğin devlet, direnişlere karşı topyekûn tutum almaktan bile aciz. Yaz döneminden beri devam eden çatışmalarda büyük birlikler operasyon bölgelerine sırayla kaydırıldı. Sur’a, Cizre’ye, İdil’e, Silopi’ye, Nusaybin’e, hatta Bağlar’a giden büyük birlikler, sayıca kendilerinden çok az olan YPS ve YDG-H güçlerine karşı tanklar ve ağır silahlar kullandı. Örneğin Sur’daki kontrol sağlandıktan sonra aynı birlikler Nusaybin’e yöneldi. Bu da YPS ve YDG-H’ye zaman kazandırdı ve onlar da bu zamanı çatışmalara çok daha iyi hazırlanmak için kullandılar. Bu durum, devletin birden fazla çatışma sahasında operasyon yürütemeyeceği gerçeğini ortaya koyuyor. Elbette AKP bunun bir strateji olduğunu söylüyor. Ancak bu bir strateji olsa bile, bu kadar asimetrik güç ilişkisi varken çok daha kısa zamanda devletin çatışma bölgelerinde kontrolü sağlaması gerekmez miydi? Bir örnek verelim. Yüksekova’ya 20 bin asker ve polis gitti. Bunların çoğu AKP’nin özel eğitimli savaş birlikleriydi. Yani bu birlikler, Polis Özel Harekât, Jandarma Özel Harekât ve Bordo Bereliler’den oluşan, şehir savaşları konusunda özel eğitim almış profesyonel birliklerdi.

Peki karşıdaki güç ne kadardı? Yaklaşık 600 YPS ve YDG-H militanı hendeklerin, barikatların arkasında bu güce karşı koymaya çalıştı. Böylesine asimetrik bir güç ilişkisi olmasına rağmen AKP’nin özel savaş birlikleri çatışmalarda uzun süre sonuç alamadı. Şırnak ili içerisinde (ilçeler de dahil) resmî rakamlara göre toplamda 150’ye yakın asker ve polisin hayatını kaybettiğini; 254 asker ve polisin ise yaralandığını söyleyebiliriz. Yaralılardan bazıları hayatını kaybetti. Geri kalanların birçoğu ise yaşamının devamını etkileyecek kadar ciddi yaralar aldı.

Buna karşılık resmî rakamlara göre 1000’den fazla YPS ve YDH-H militanının çatışmalarda hayatını kaybettiği duyuruldu. Ancak bu rakamın gerçekliğinin kuşkulu olduğunu söylemek lazım. Zira Kürt hareketinin kayıpları devlet nezdinde, psikolojik savaşın sonucu olarak çoğu zaman abartılıyor. Örneğin gerçek rakam 200 iken 500 denebiliyor. Bu noktada devletin abartısını gerçek rakamı vererek ifşa etmek pek mümkün değil.

Sürdürülebilir Değil!

Operasyon sahasında çatışmalar ciddi asimetrik güç ilişkileriyle devam etmesine rağmen, AKP adına ortada ciddi bir “başarı” olmadığını söyleyebiliriz. Örneğin Nusaybin’de çok ciddi çatlak sesler çıktı. Operasyonların başlamasının ardından Nusaybin’de çatışma bölgesine el yapımı patlayıcılara belli düzeyde dayanıklı olduğu bilinen Kobra Taktik Tekerlekli Zırhlı Araç’la (TTZA) birlik gönderilmesi ve ağır zaiyat verilmesiyle tartışmalar başladı. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar bu tartışmaların önüne geçmek için bölgeye gitti. Çünkü savaş devam ederken yaşanabilecek “sorgulama” ve tartışmalar domino etkisi yaratabilir.

Tartışma ve sorgulamaların artık iyiden iyiye yayıldığı zaten biliniyor. Güvenlik Stratejileri Araştırma Merkezi Başkanı Ercan Taştekin, Cumhuriyet Gazetesi’ne verdiği röportajda, Özel Harekât polislerinin başka birimlere geçmek için istifa dilekçesi verdiğini, istifa dilekçesi verenlerin sayısının 1000’i bulduğunu ve istifaların gerekçeleri arasında en öne çıkan nedenlerin “operasyonların sevk ve idaresinde yaşanan sorunlar, bürokratların siyasi iktidara yaranma duygusu”, “siyasi iktidarın kendilerini kullandığı düşüncesi”, “operasyonda dinlenme, beslenme yetersizliği” olduğunu söylemişti.

Sonuç olarak her gün asker ve polisler ölüyor; Kürt illeri yağmalanıyor, şehirler darmadağın ediliyor. Bunun sürdürülebilir olmadığını hükümet kanadı da görüyor. Davutoğlu bir an önce operasyonlardan sonuç alıp masaya oturmak konusunda istekli; ancak RTE’nin geleceğe dair hesapları ve Kürt hareketiyle hesaplaşma inadı, her gün evlere ateşler düşmesine sebep oluyor. RTE’nin bu konudaki inadı, işi Davutoğlu’nu azarlamaya kadar götürdü. Davutoğlu’nun çözüm süreci açıklamasından sonra Erdoğan çıkıp “Çözüm süreci artık yok! Bu yol denendi” diye açıklama yaptı. Davutoğlu bu açıklamadan sonra 180 derece dönüş yapıp Erdoğan’ın ağzıyla “çözüm süreci yok” demek zorunda kaldı. AKP’de herkes çatışmaların nasıl biteceğini çok iyi biliyor fakat hiç kimse müzakerelere işaret etmeye cesaret edemiyor. “Vatan sağ olsun” edebiyatıyla asker ve polis cenazeleri evlere gönderiliyor. Burjuva basın, tepkileri görmezden gelip “bir oğlum gitti, gerekirse diğerlerini de şehit veririz” diyen anne babaların sözlerini acıklı müzikler eşliğinde servis ediyor. Diyanet İşleri, el kadar çocuklar için “şehitliği” öven karikatürler bastırıyor. Uzun lâfın kısası AKP şimdilik tüm araçlarla bu kirli savaşı sürdürmeye çalışıyor. Önümüzdeki süreçte, en azından kısa vadede bölgeye baharın da iyiden iyiye gelmesiyle çatışmalar şiddetlenerek sürecek gibi görünüyor. Fakat tekrar söylemekte fayda var: Bu çatışma süreci uzun vadede sürdürülebilir değil.

Rojava Deneyimini “Kopyala Yapıştır” Uygulamak Mümkün mü?

Kürt hareketi Rojava’daki deneyimlerini Cizre’ye, Nusaybin’e, İdil’e, Sur’a, Bağlar’a aktararak şehir savaşı vermeye çalışıyor. Ancak Rojava’daki özgürlük savaşının oldukça özgün bir yapısı olduğunu söylemek lazım. YPG orada düzenli askerî birliklere karşı savaşmadı. IŞİD gibi Nusra gibi askerî mevzilere canlı bombalarla saldıran unsurlara karşı savaş verdi, veriyor. Aynı zamanda YPG, Rojava’da çok ciddi bir hava desteği de alıyor. Bu desteğin, işleri ciddi anlamda kolaylaştırdığını vurgulamak gerekir.

Ancak AKP’nin özel savaş birlikleriyle çatışmaları sürdürdüğü Kürt illerinde durum tam tersi. Hava desteği yok; aksine deyim yerindeyse “hava kösteği” var. F-16’lar Cizre’nin, Sur’un, Nusaybin’in ve çatışmaların devam ettiği diğer bölgelerin etrafındaki arazileri sürekli bombalayarak bu bölgelere gelebilecek desteğin önünü kesiyor. Ayrıca Rojava’dan farklı olarak yukarıda ifade ettiğimiz gibi, çatışmaların sürdüğü Kürt illerinde asimetrik güç ilişkileri söz konusu. Öyle ki, bazı bölgelerde AKP’nin 20 bin özel savaş birliğine karşı Kürt hareketi 600 kişiyle karşı koymaya çalışıyor. Bu şartlar, Kürt hareketi açısından savaşın askerî açıdan uzun vadeli sürdürülmesini zorlaştırıyor.

Ayrıca, Nusaybin’de direnişin şiddetlenmesi karşısında yine RTE’nin inisiyatifiyle binaların bombalanarak yıkılması önerildi. Yani aslında tanklar zaten kullanıldığı için havadan da bombalamanın başlayabileceği dillendiriliyor. Daha düne kadar Esad’a demediklerini bırakmayanlar şimdi kadim şehirleri tıpkı Esad gibi bombardımanla dümdüz etmeyi planlıyorlar. Buna hem ulusal hem de uluslararası kamuoyunun fazla ses çıkaramayacağını hesap ediyor RTE. Yani Kürt hareketinin işi çok zor, ama Nusaybin ve diğer şehirleri almak büyük bedel istiyor.

Kayıpların Artması PKK Açısından Ciddi Sonuçlar Doğurabilir

 AKP’nin Kürt hareketinin kayıplarını abarttığını söyledik ama gerçek kayıpların da hiç az olmadığını vurgulamak gerekir. Şimdilik bu kayıplar, asimetrik güç ilişkisinden dolayı sorgulanmıyor. Ağır silahlarla donanmış olan 20 bin kişilik özel savaş birliklerine karşı bugüne kadar verilen kayıplar askerî açıdan doğal karşılanıyor; fakat PKK açısından kontrol sahasının giderek daralması ve kayıpların artmasına bağlı olarak “şehir savaşı stratejisinin” sorgulanması PKK’nin üst düzey kadrosu açısından en kötü senaryo olur.

Bilindiği gibi, yüksek sesle olmasa da HDP’nin içerisinden Altan Tan gibi ağırlığı olan isimlerden bazıları “hendek savaşının” sonuç getirmeyeceğini net bir şekilde ifade etmişti. Kürt hareketinde, PKK içerisinden ya da dışından buna benzer eleştirilerin artması, PKK’nin askerî ve siyasî karar alıcıları açısından zor bir dönemin başlamasına neden olabilir.

Sivilleri Hedef Alan Eylemleri Kıyasıya Eleştirmek Gerekir!

Öte yandan Kürt illerinde verilen sivil kayıpların misillemesi olarak yapıldığı söylenen ve TAK denilen PKK’nin şehirlerdeki eylemlerini üstlenen yapının gerçekleştirdiği eylemlerin de ciddi anlamda tepki çektiğini söylemek lazım. Kızılay’ın göbeğinde evine gitmek için bekleyen emekçileri öldürmenin hiçbir açıklaması olamaz. Bu şiddet sarmalının bir sonu yok. Kürt hareketinin AKP’ye karşı direnişi meşrudur ve desteklenmelidir; fakat sivilleri, emekçileri hedef alan bu tarz eylemleri de kıyasıya eleştirmekten geri durmamak lazım.

Rojava

Kürt illerinde yaşanan çatışma sürecini ve geleceğe dair öngörüleri sıralarken Rojava konusuna değinmemek meseleyi bir yönüyle eksik bırakmak anlamına gelir. Çünkü Kürt hareketinin bugün aldığı siyasi ve askerî tutum Rojava’daki gelişmelerden bağımsız değil. Hatta birçok hamleyi belirleyen unsurların başında Rojava’daki gelişmeler geliyor.

Peki Rojava’da bugün neler oluyor? Bunların yansıması neler? Öncelikle Rojava’daki mevcut durumdan çok kısa bahsedelim. AKP’nin kırmızı çizgileri Rojava’da her geçen gün aşılıyor. YPG Fırat’ın batısından selam yolluyor! Mimbic operasyonu kapıda. ABD her gün Mimbic’i bombalıyor. AKP’nin “en kırmızı çizgisi” Cerablus’a, Mimbic operasyonu üzerinden gerçekleşecek hamle de çok yakın. Kısacası AKP’nin kırmızı çizgileri yine rengini değiştirecek gibi görünüyor.

Öte taraftan Rakka operasyonu da artık ciddi ciddi konuşulmaya başladı. Marksist Bakış’ın Şubat sayısındaki yazımızda Rakka operasyonu konusunda ABD’nin YPG’yi teşvik edebileceğini söylemiştik. 4 Nisan Pazartesi günü ABD koalisyon güçleri sözcüsü Steve Warren, Rakka’yı Suriye rejim kuvvetlerinin ele geçirmesindense YPG’nin de içinde bulunduğu Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDF) ele geçirmesini tercih edeceklerini söyledi. Yani ABD, PYD’yi ehven-i şer olarak görüyor.

Peki Rakka operasyonuna PYD ne der? Her şeyden önce Rakka farklı bir saha. Yoğun bir Arap nüfus var. IŞİD’in başkent olarak gördüğü ve ölümüne savunacağı bir alan. Bu durumda PYD’nin ABD’den yeterli güvenceyi almadan böyle bir maceraya girişmeyeceğini fakat eninde sonunda Rakka operasyonunun YPG eliyle başlayabileceğini söyleyebiliriz. Zira Rakka yakınlarındaki Ayn El İsa kasabası YPG’nin elinde. Ayn İsa’dan güneydeki Rakka’ya ortalama bir hızla giden araçla 1 saatte ulaşmak mümkün. İki bölgenin arası 80 kilometre. YPG Rakka’ya bu kadar yakın!

Kısacası Rojava’da her şey Kürt hareketinin lehine ilerliyor. Bunun Türkiye’ye yansıması ise AKP açısından ciddi açmazlara sebep oluyor. AKP hemen güneyinde adım adım oluşturulan kantonların birliğini izlemekle yetiniyor. Örneğin Rojava’da ilan edilen gürültülü özerklik, AKP nezdinde birkaç cılız sitemle karşılanmak zorunda kaldı. Rus uçağını düşürmenin en büyük bedelinin AKP açısından Suriye’den uzaklaşmak olacağını söylemiştik. AKP şimdi bu bedeli ödüyor.

Kürt hareketi içinse, Rojava’daki siyasi ve askerî başarılar ciddi bir motivasyon kaynağı oluyor. Rojava’daki başarı öykülerinden güç alan Kürt hareketi bu motivasyonla Kürt illerindeki savaşı sürdürüyor. Aynı zamanda Rojava’dan gelen zırh delici roketlerin, kanas silahların ve bombaların da savaşı etkilediğini söylemekte fayda var.

Kürt Sorunu Konusunda Devrimci Marksistler Nasıl Tutum Almalı?

Eleştirel destek noktasından taviz vermemek gerekiyor. Erdoğan’ın kişisel hırsları ve 7 Haziran sürecinden sonraki rövanşist anlayışı Kürt illerini cehenneme çevirdi. Bu noktada Kürt hareketine sahip çıkmak ve AKP’nin geriletilmesini sağlayan her türlü adıma destek olmak gerekiyor. Kürt illerindeki katliamlara karşı ses çıkartmak devrimci Marksistlerin temel görevidir. AKP başkanlık sistemini her gün tartışıyor; fakat Kürt hareketi “özerklik” dediğinde terörist ilan ediliyor. Kürt hareketinin özerklik talepleri meşrudur ve savunulmalıdır.

Desteğin eleştirel ayağını da gözden kaçırmamak lazım. Yukarıda belirtmiştik ama tekrar söyleyelim: Sivillerin hedef alındığı hiçbir eylem meşru değildir. Ayrıca, TAK’ın bağımsız bir yapı olduğu masalları da hiç inandırıcı değil.

KCK, “Artık siviller konusunda daha hassas davranacağız” diye açıklama yapmıştı. O zaman insanın aklına “bu ne perhiz; bu ne lahana turşusu” deyimi geliyor. Hani TAK bağımsız bir yapıydı? Sivillere yönelik saldırılar şiddet sarmalını arttırarak AKP’nin baskı sürecine kapı aralamaktan başka hiçbir işe yaramaz. Baskı dalgası demişken; bu konuda hâlâ güncelliğini koruyan ve Troçki’nin adete bugünü yaşayarak kaleme aldığı “Marksistler Bireysel Terörizme Neden Karşıdırlar?” makalesini tavsiye ederiz.

Sonuç olarak; Kürt sorunu yıllardır devam eden bir sorun. Ve kapitalizm var oldukça daha on yıllarca bu sorunu konuşuruz. Sistem içerisinde müzakere süreçlerinde kısa süreli rahatlamalar olabilir. Ancak sorunun özüne yani sisteme dokunmadıkça katliam sarmalı daha çok uzun süre devam eder. Kürt sorununa, kapitalizmin ürettiği bir sorun olarak bakmak gerekir. Ulusların kendi kaderini tayin hakkını mevcut sistem içerisinde uygulamak ve çözüm getirmesini sağlamak mümkün değil. Tüm ezilenlerin nihaî kurtuluşu için kapitalist barbarlığa karşı inatla, sabırla ve özveriyle savaşmak geliyor. Zalimlere karşı kızıl bayrağı yükseltmekten başka seçeneğimiz yok.

bolsevik.org

Marksist Bakış

 

Yorumlar Kapalı

Yorumlar Kapalı