Sosyalizm Kazanacak!
/ Bolşevik Geleneğimiz / Komünist Enternasyonal – V.U. Arslan

Komünist Enternasyonal – V.U. Arslan

Bolşevikler, Rusya’da tarih yazarken aynı zamanda bütün dünyayı da salladılar. İnsanlık tarihinde sömürünün ve insanın insanı ezmesinin toptan kaldırılmasına ve yeni bir uygarlık evresine en çok yaklaşılan dönem, bu dönemdi. Bolşevikler, Rus devrimini dünya sosyalist devriminin bir sıçrama tahtası olarak görüyordu. Dünya devrimi ve komünizmin kaldıracı olarak 3.Enternasyonal’i, namı diğer Komünist Enternasyonal (kısaltılması Komintern), örgütleyeceklerdi.

Kuruluş amacını dünya devrimi olarak ilan eden Komintern, hedefini “silahlı güçler dahil, mümkün olan bütün araçlarla uluslararası burjuvaziyi devirmek ve devletin topyekun ortadan kaldırılması için gerekli olan geçiş sürecinde uluslararası Sovyet cumhuriyetini kurmak” olarak özetler.

Komintern bu hedefini gerçekleştiremedi. Maalesef bir asır sonra aynı görev önümüzde duruyor: Uluslararası burjuvaziyi devirmek ve devletin, sınıfların, sınırların ortadan kaldırıldığı yeni bir dünya yaratmak. Bu görev için kavgaya gözlerimiz bağlı olarak girmek istemiyorsak geçtiğimiz yüzyılın sağlam kavranışına ve buradan çıkan derslere sahip olmamız gerekiyor. Bu yüzden de her devrimci kadro, dünya devriminin örgütü Komintern’in öyküsünü çok iyi bilmek durumundadır.

2. Enternasyonal’in Çöküşü

Birinci Dünya Savaşı öncesine gelen dönemde 2. Enternasyonal’in burjuva politik yörüngeye oturduğu iyiden iyiye belli olmaya başlamıştı. Profesyonel politikacılar, sendikal bürokrasi ve gelişmesi burjuvazinin yükselişiyle el ele gitmiş olan müreffeh orta sınıflara dayanan revizyonist eğilimlerin agresif kanser hücreleri gibi bütün vücuda yayıldığını ise çok az kişi öngörebilirdi. Nitekim 2. Enternasyonal karar alıcıları caniyane bir kararla emperyalist savaşta kendi burjuvaları ile beraber yurtsever bir tutum takındılar. On milyonlara işçi, emekçi, köylü emperyalistlerin karları uğruna ölmeye ve öldürmeye cephelere gönderildi ve 2. Enternasyonal buna karşı bırakın mücadele etmeyi bu kararı destekledi. Üstelik 2. Enternasyonal savaşın ilk yılları boyunca işçi sınıfı içerisinde ezici bir farkla otoriteye sahip olmaya devam etti.

Burjuvazinin yurtseverlik-milliyetçilik silahı, en güçlü savaş uçaklarından ve bombalardan daha etkili olduğunu gösterdi. Marksizm bu silahı susturmak için en başından beri proletarya enternasyonalizmi silahını kullandı. Komünist Manifesto “işçi sınıfının vatanı yoktur” ilanını gerçekleştiriyor, “bütün dünyanın işçileri birleşiniz” ölümsüz şiarıyla son buluyordu.

2.Enternasyonal’de Balkan ve Rus fraksiyonları dışında emperyalist savaşa karşı enternasyonalist devrimci tutum alanlar bir avuçtan fazlası değildi. Lenin’in hayal kırıklığı ve öfkesi büyük olsa da kararlılığı tamdı: “Proleter enternasyonal çökmemiştir ve çökmeyecektir. İşçi kitlesi, önündeki engeller her ne olursa olsun, yeni bir Enternasyonal yaratacaktır… Yaşasın bütün ülkelerin burjuvazisinin şovenizmine ve vatanseverliğine karşı işçilerin uluslararası kardeşliği! Yaşasın oportünizmden kurtulmuş bir proleter Enternasyonal!”

Devrimciler içi boş iddialarla esip gürlemezler. Nitekim Lenin ve O’na yakın düşünenler, gerekenleri yapmak için kolları sıvadılar. İlk sonuç Zimmerwald Solu’nun doğuşu oldu. İsviçre’nin Zimmerwald kentinde 1915’te yeni bir enternasyonalin kurulması için ilk toplantı yapıldı. Ertesi yıl Kienthal’de bir toplantı daha gerçekleşti.

Zimmerwald Solu

Gelgelim durum, en azından ilk etapta, pek parlak değildi. Zaten çok zayıf olan Zimmerwald solu, heterojen bir toplamdı. Savaşa karşı olan pasifistler ile emperyalist savaşa karşı devrimci eylemden yana olan devrimciler arasında önemli mesafeler bulunuyordu. Emperyalist savaşın yükselttiği yurtsever heyecanlar, eski devrimci efsanelerin kof bir sosyal şovene dönüştüğünü ortaya çıkarıyordu. Rusya’da Marksizm’in babası Plehanov, Engels’den sonraki “en büyük Marksist” Kautsky, anarşizmin babalarından Kropotkin… Böyle bir ortamda savaşa karşı pasifist bir şekilde karşı çıkanlar bile sayıca çok azdılar ve devrimciler cephesinde kati bir şekilde dikkate alınmayı hak ediyordu. Nitekim Lenin derhal yeni bir enternasyonalin kurulması fikrine karşıydı, ama zaman ilerledikçe durum değişecekti…

Lenin, Zimmerwald Solu’nun iç tartışmalarını için ve bir yandan devrimci kadroların perspektif ihtiyacını karşılamak üzere, “Oportünistler ve şovenistlerle ayrılık devrimcilerin baş görevidir.” söylemini temel alan Sosyalizm ve Savaş broşürünü kaleme aldı. Broşür emperyalist savaşta kendi devletleri ile beraber hareket eden sözde Marksistleri sosyal şoven ilan ediyor ve pasifizme karşı devrimci eylemi ön plana çıkararak emperyalist savaşı iç savaşa çevirmenin koşullarını araştırıyordu.

1917’de yayınlanan meşhur Nisan Tezleri‘nde Lenin, “devrimci yenilgicilik” tavrını geliştirecekti. Bolşevikler, emperyalist savaşta Rusya’nın yenilmesinin devrim için daha iyi olacağını ilan ediyorlardı. Gerçekten de Birinci Dünya Savaşı’nı kaybeden Almanya, Avusturya, Macaristan gibi ülkelerde devrimler gerçekleşti. Rusya’daki Çarlık rejimi ise güçlü işçi hareketi ve radikal devrimci geleneğin basıncı altında savaşın sonucunu göremeden çözüldü.

Lenin, Zimmerwald Solu içerisinde ilk etapta yeni bir enternasyonal konusunda keskin bir tavır ortaya koymadı. Ama 1916 sonlarında işçi hareketi içerisinde kesin bir ayrışmaya gitmenin ve bunun bir sonucu olarak da yeni bir Enternasyonal, yani 3. Enternasyonal kurmanın zorunlu olduğunu savunmaya başlayacaktı. Ne var ki eldeki güçler henüz çok zayıftı. Ama 1917 Şubatında Rusya’da başlayan devrim fırtınası her şeyi değiştirecekti.

3. Enternasyonal Kuruluyor

Dünya tarihinde ilk kez sömürülen emekçiler iktidarı ele geçiriyor, ayaklar baş oluyordu. Ama Rusya’daki işçi-emekçilerin iktidarı, Sovyet Cumhuriyeti, içeriden ve dışarıdan gelen saldırılar karşısında ayakta kalabilecek miydi? Evet, kapitalizmle işçi iktidarı aynı anda uzun süre var olamazdı. Kapitalizm ancak uluslararası arenada yenilebilir, komünist bir dünya ancak devrimin dünyaya yayılmasıyla kurulabilirdi. Ayrıca Rusya’da devrimin ayakta kalabilmesi de ancak devrimin yayılmasıyla mümkündü. Yani bir anlamda en iyi savunma saldırıydı. İşte dünya devriminin örgütü olarak 3. Enternasyonal bu perspektifle örgütlendi.

Ekim Devrimi, bütün dünyada emekçi ve gençlik kitlelerinin sola kaymasını beraberinde getirdi. Diğer taraftan emperyalist savaş kapitalist hakim sınıfları iyice zor durumda bırakmış, kitlelerde dayanma gücü iyice azalmıştı. Nitekim Bolşevikler hiç zaman kaybetmediler. Devrimin üzerinden daha 16 ay geçmişti ki hazırlıkları tamamlanan 3. Enternasyonal’in kuruluş kongresi gerçekleşti (2-6 Mart 1919). Kongreye 34 partiyi temsilen 53 delege katıldı. Kongrenin ana belgeleri Lenin, Troçki ve Kollontay tarafından kongreye sunuldu. Belgelerin işlediği temel konu: burjuva demokrasisi ile proletarya diktatörlüğü arasındaki farktı.

3.Enternasyonal’in ilk kongrelerinin Rusya’da devam eden ölümcül bir iç savaşla aynı anda yürütüldüğü göz önüne alınırsa Bolşeviklerin dünya devrimine ne kadar bağlı olduğu fark edilebilir. Bütün zorluklara karşın devrimin ülkesinde büyük bir iyimserlik hakimdi. Kongrenin toplandığı sıralarda Bela Kun önderliğinde Macaristan Sovyet Cumhuriyeti ilan ediliyordu. Almanya, Avusturya, Bulgaristan vb orta ve doğu Avrupa ülkelerinde devrimler oluyor ve dünya devrimi için uygun adım ilerlendiği düşünülüyordu. Gerçekten de devrimci işçi hareketi, toplumsal devrim için çok büyük bir fırsat yakalamıştı.

Ama işler hiç de o kadar basit değildi. Bolşeviklerin devrimcileşen sürece liderlik edebilecek güçleri, deneyimleri ve eşsiz önderleri vardı. Avrupa’daki diğer devrimlere öncülük etmesi beklenen komünist örgütlerde ise ne güç, ne deneyim, ne de eşsiz önderler vardı. Lenin ve Troçki gibi devlerle boy ölçüşebilecek yegane Marksist önder olan Rosa Lüksemburg, Ocak 1918’deki Spartakist Ayaklanmasında yoldaşlarıyla birlikte katledilmişti.

Devrimci liderlik sorununun farkında olan Bolşevikler, hızla küçük sektlerden kitlesel devrimci partiler yaratma yoluna gittiler. 3. Enternasyonal’e davetli olan partilerden bir kısmının oportünizme bir kısımının da sol sekterliğe yatkın olması, Bolşevik liderlerin Ekim Devriminin büyük otoritesi altında bu sapmaları denetim altına alacakları konusunda kendilerine ne kadar güvendiklerini ortaya koyar.

1919’dan 1926’ya kadar Komünist Enternasyonal’in lideri Zinovyev olsa da Ocak 1924’teki ölümüne dek esas dominant karakter Lenin’dir. Tabi Lenin’in son yılında zaman zaman aktif siyasetten çekilmesine neden olacak kadar ağırlaşan hastalığının etkisiyle son sürecin bu konuda biraz gölgeli olduğunun altını çizmek gerekir. Lenin’in sağlığında gerçekleşen 3. Enternasyonal’in ilk dört kongresi, dünya işçi sınıfı mücadelesi bakımından çok verimli ve üretken bir süreç olarak tarihi bir zirveyi temsil etmiştir. Yine bu kongre metinlerinin en önemlilerinin yazarı olan Troçki’nin de Lenin ile beraber Komintern’in lideri olduğunu belirtelim. Dünyanın o sıralarda Ekim Devrimi’ne Lenin-Troçki devrimi demesi boşuna değildir. Bu süreç boyunca Troçki’nin Kızıl Ordu’nun başında iç savaşı yönettiği de akılda tutulmalıdır.

Strateji ve Taktikler

Komintern’in 2. Kongresi 35 ülkeden 217 delegenin katılımıyla Temmuz-Ağustos 1920’de toplandı. Dünyada devrimci dalga sürüyor, ama ayaklanmalar genç ve deneyimsiz komünist partilerin yetersizliği neticesinde başarılı olamıyordu. Ayrıca 2. Enternasyonal’in sosyal demokrat partileri de devrimci taarruzları etkili bir şekilde bloke ediyordu. Bu da Komintern’in ikili bir savaş yürütmesine yol açıyordu. Bir tarafta burjuva devlete hayat öpücüğü veren sosyal demokrasiye karşı izlenmesi gereken siyasi taktikler ve buna paralel olarak Komintern’e katılan sosyal demokratik unsurların eski eğilimlerini törpüleme mücadelesi, diğer yandan daha cılız olan ama hiç de tesirsiz olmayan, zıt kutup durumundaki sol sekterliğe karşı verilen mücadele.

Bu çerçevede ilk olarak 3.Enternasyonal’e kimlerin katılmasına izin verileceği sorunu ele alındı. Lenin’in vazgeçilmez koşullar diye değerlendirdiği 21 koşul, oportünist yozlaşmanın Komintern’e sızmasını engellemek için bir araç olarak gündeme getirildi. Buradaki asıl amaç, seksiyonların burjuva parlamenter budalalığa ve onun legal düzlemine adapte olması tehlikesine karşı tedbir almaktı. 2. Enternasyonal üyesi partilerden büyük çaplı kopuşlar 3.Enternasyonal’in içerisinde merkezci eğilimlerin serpilmesine yol açabilirdi. 21 madde, komünist partilerle sosyal demokrat partiler arasında sınır çizgisi olacaktı. Yani işçi hareketindeki reformist ve merkezci eğilimlere karşı sadece ideolojik-politik değil, aynı zamanda örgütsel olarak da mücadelede edilmiş oluyordu.

Ezilen Uluslara Destek

Komünist Enternasyonal, üyesi seksiyonlardan bağlı bulundukları ülkelerdeki  ezilen ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını savunmasını istiyordu. Alınan en önemli kararlardan birisi olarak sömürge ülkelerdeki ulusal kurtuluş hareketleri desteklenecekti. Böylelikle kızıl sancak tüm dünya ezilenlerinin gözünde bir özgürlük bayrağı olarak yükselirken bir yandan da emperyalist merkezlere sömürgelerden akan kaynaklar kurutulmuş olacaktı. Emperyalizmin krizinin derinleşmesi ise dünya sosyalist devrimi için gerekli şartları olgunlaştıracaktı. Böylelikle anti sömürgeci hareketlerin devrimci işçi sınıfı hareketinin müttefiki olduğu vurgulanıyordu. Diğer taraftan bu hareketlerin kızıla boyanıp bunlar içerisinde erime tehlikesine dikkatleri çekiyordu. Nitekim başta İngilizler olmak üzere emperyalist merkezler Komintern’in devrimci çizgide olduğu süre boyunca bu politikadan fazlasıyla zarar göreceklerdi.

Aşırı Solculuğa Karşı Mücadele

2. Kongre’nin diğer bir mücadelesi ise aşırı solculuğa karşıydı. Komintern, önemli sayıda anarşist, sendikalist ve aşırı sol kanat unsurları kendisine çekmişti. İtalyan komünist Bordiga önderliğindeki bu kesim, parlamentoyu ve seçimlere katılmayı reddediyor, mevcut sendikalar içerisinde mücadele perspektifini de kabul etmiyordu. Bu sekter eğilim, fazla güçlü olmasa da ciddi kafa karışıklığına yol açabilirdi. Diyalektikten hiç anlamayan, gerçekliğin mekanik bir şekilde kavranışına dayanan sol sekterlik, devrimci öncünün kendisini izole etmesine ve kitlelerden koparak zayıflamasına yol açabilirdi. Ayrıca, 1921’de Almanya’da gerçekleşen macerada olduğu gibi (vaktinden çok önce girişilen ayaklanma denemeleri) aşırı solculuk, devrimci işçi hareketini serüvenciliğe sürükleyebilir, işçi hareketinin ağır yaralar almasına neden olabilirdi. Kitlelerin burjuva politikadan tamamen koptuğu devrimci dönemler dışında uygulanacak boykot taktiği sadece devrimci öncünün kendi etkisini sınırlandırmasına yarardı. Örneğin parlamento seçimlerinin gününün geçtiği komünistler için apaçık olabilirdi, ama önemli olan emekçi kitlelerin bu konudaki pozisyonuydu: “Eğer parlamentoyu ortadan kaldıracak bir durumda değilsek, onun içine girip kürsüden işçilere basit ve anlaşılır bir dille devrimin gerekililiğini anlatmalıyız” Lenin’in savunduğu bu pozisyon sadece sol sekterliği çürütmüyor, aynı zamanda reformist eğilimlerle arasındaki farklılığı da kesin bir dille ifade etmiş oluyordu.

Lenin, ayrıca, komünistlerin mevcut sendikalardan ayrı olarak kendi sendikalarını kurma fikrine de şiddetle karşı çıktı. Komünistler ne kadar yozlaşmış olurlarsa olsunlar, mevcut sendikalarda kalıp sendikal bürokrasiye karşı taban inisiyatifini örgütlemeliydiler. Kendi küçük sendikalarını kurmak komünistleri tecrit etmekten başka bir sonuç doğurmazdı. Neticede 2. Kongre, sol sekterliğin yenilgisiyle sonuçlandı. Lenin’in bu konudaki mücadelesini yazıya döktüğü Sol Komünizm: Bir Çocukluk Hastalığı, devrimci diyalektiğin sınıf mücadelesine nasıl uygulanabileceği konusunda çok önemli dersler barındırırken bugün de tartışmalarının tüm canlılığıyla güncelliğini korumaktadır.

2.Kongre sol sekterliği yenilgiye uğratırken çok önemli devrimci ilkeleri de netleştirdi. Buna göre partili vekillerin parlamentoya girişi partinin kararı ile olacak ve aynı zamanda parlamentodaki faaliyet parti tarafından belirlenecekti. Böylelikle parlamenter faaliyet parti disiplinine ve parlamento dışı mücadelenin belirleyiciliği altına giriyordu. 2. Enternasyonal’in yozlaşması bu kanalların işlemeyişi ya da hiç olmaması ile bağlantılıydı.

Birleşik Cephe Politikası

Komintern’in 4. Kongresi birleşik cephe taktiğini şu şekilde açıklar: “Birleşik cephe taktiği, komünistlerin işçi sınıfının farklı siyasi partilerine mensup üyelerine ya da bağımsız işçilere işçi sınıfının burjuvazi karşısındaki temel ve acil çıkarlarını savunmak için ortak mücadele çağrısı yaptığı bir inisiyatiftir.”

Komintern’in gerisinde bıraktığı mirasın en önemli halkalarından birisi birleşik cephe taktiğidir. İlk isyanların başarısızlığı ve devrimci dalganın geri çekilmesi ardından Komünist Enternasyonal, geniş işçi kesimlerini devrimci politikaya kazanmanın yöntemleri üzerine kafa yormak zorunda kalacaktı. 3. Enternasyonal, küçük sektlerden kitlesel örgütlere dönüşen komünist partilere sahip olsa da emekçi kesimler üzerinde sosyal demokrat partilerin hegemonyası sürüyor ve uluslararası burjuvazi savaş ve kriz ortamının ardından duruma hakim olmasını biliyordu. Burjuvazinin toplumsal hayattaki kontrolü ile sosyal demokrat partilerin işçi kitlesi üzerindeki hegemonyası, el ele giden durumlardı.

3.Enternasyonal bu durumu aşmak için komünist partilerden geniş ve heterojen işçi kesimlerini biraraya getirecek birleşik işçi cepheleri inşa etmeye girişmesini istedi. Bunun somut anlamı, geniş emekçi kitlelerinin burjuva sistemden kaynaklanan somut talepleri etrafında sosyal demokrat partilerle “şeffaflık, eleştiri özgürlüğü ve politik bağımsızlık temelinde” ittifak politikaları kovalamaktı. Sosyal demokrat partiler bu teklifleri ciddiye almak zorundaydılar, ne de olsa bu partiler de tabanlarındaki emekçilerin talepleri ve basınçlarını hissediyorlardı. Eğer böyle bir cephe kurulabilirse ortak mücadele sırasında sosyal demokrat bilinçteki emekçiler, devrimci işçilerle omuz omuza dururken radikalleşeceklerdi. Fiili mücadelede devrimciler her zaman inisiyatif sahibi olduklarından aradaki etkileşim kaçınılmazdır. Şayet, sosyal demokrat partilerin liderleri, böyle bir ortak mücadeleye yanaşmazlarsa komünist partiler bu sekterliği ve mücadele kaçkınlığını emekçilere teşhir edecekti. Emekçilerin çok ihtiyacını hissettiği konularda yan çizen sosyal demokrat liderler iyice köşeye sıkışacak ve parti tabanından komünist partiye doğru kaymalar yaşanabilecekti.

Komünist Enternasyonal’in birleşik işçi cephesi taktiği, daha sonra Stalinizm tarafından bir kenara atıldı. Bunun yerine sınıf işbirlikçiliğinden başka bir şey olmayan ve devrimci proletaryayı dünya çapında felce uğratan “ilerici” burjuvalarla kurulması öngörülen halk cephesi taktiği, resmi politika haline geldi. Birleşik işçi cephesi ise “Troçkizmin” bir alameti farikası haline gelecekti.

Sonuç

Komintern’in üçüncü kongresi 1921’de, dördüncü kongresi 1922’de toplandı. Bu ilk dört kongredeki tartışma ve kararlar, uygulamaya sokulan strateji ve taktikler dünya işçi sınıfı hareketinin o güne kadarki zirve noktasını oluşturur ve günümüz mücadeleleri için de rehber olma özelliğini muhafaza eder. Ayrıca ilk 4 kongre süresince 3. Enternasyonal gerçek bir dünya gücü olmayı başarmış ve uluslararası örgüte bağlı seksiyonlar çoğu ülkede gerçek bir devrimci kitle partilerine dönüşmüşlerdi.

Ama öte yandan en kritik zamanlarda devrim Rusya dışındaki ülkelere sıçrayamamıştı. Devrimci ayaklanmalar peşi sıra yenilgiye uğradılar. En çok umut bağlanan 1923’teki ikinci Alman devrimi de yenilince sonuçlar çok ağır oldu.

Rusya’daki işçi iktidarı iç savaşı kazanmasına kazanmıştı, ama ölümcül yaralar almıştı. İşçi sınıfı, korkunç iç savaş boyunca toplumsal-politik bir güç olmaktan çıkmıştı. Neticede işçi ülkesinde ipler kendisini ayrıcalıklı bir elit kesim olarak örgütleyen bürokrasinin eline geçecekti. Bu kesimin lideri Stalin, devrimin mezar kazıcısı olarak hızla yükseldi. Bu dejenerasyon süreci kaçınılmaz olarak Komintern’i de pençesine alacaktı, çünkü Komintern’in merkezi, liderliği ve ezici gücü Rusya’da idi.

5.Kongre’ye gelindiğinde Komintern artık ölmüştü. Bu kongre ile beraber dünyadaki komünist partilerin Stalinizasyonu büyük aşama kaydedecekti. Direnenler tasfiye edildiler, kimileri de öldürüldü. Bu saatten sonra Komintern, milliyetçi Stalinist devlet geleneğinin dış politika manevralarında kullandığı bir araçtan başka bir şey olmayacağı gibi 1925-26 Britanya genel grevi, 1926 Çin Devrimi ve 1936 İspanya’sında karşı devrimci bir tutum takınacaktı.

Stalinist bürokrasi, Sol Muhalefet şahsında devrimci işçi sınıfına karşı yürüttüğü karşı-devrimci taarruzun bir gereği olarak, 1924’teki Beşinci Kongreden sonra, tüzüğü de hiçe sayarak, bir kongre toplanmasına engel olmuştur. Stalinist bürokrasi Rusya’da parti ve devleti büyük oranda ele geçirmiş olmasına rağmen henüz Komintern’de bunu gerçekleştirebilmiş değildi. Bürokratik karşı-devrimin de kendince bir eşitsiz gelişimi söz konusuydu. Stalin önderliğindeki bürokrasi son derece önemli olan Komintern’i de ele geçirebilmek için, önce onun başlıca yöneticileri olan Zinovyev ve Buharin’le, Zinovyev’in tasfiyesinin ardından da, büyük ölçüde tek yönetici konumunda olan Buharin’le bir ittifak yaptı. Çünkü Stalin ve ekibi ne Komintern’in kuruluş yıllarındaki çalışmalarda yer almışlar, ne de dolayısıyla Komintern’de tanınmışlardı. Özellikle Troçki’nin ve dolayısıyla Sol Muhalefetin Komintern üzerindeki güçlü etkisinin kırılması gerekiyordu. Bunun araçlarından biri, bürokrasinin tabiatına uygun bir örgütsel önlem olarak kongreyi toplamamaktı. Örgüt denetiminden ve açık tartışmadan kaçmanın evrensel ve şaşmaz bir yolu! Ne zamanki bürokrasi, sayısız tasfiyeler yoluyla Komintern’i ele geçirdi, o zaman bir kongre yapılabilir hale geldi.

Öte yandan, kongrenin toplanmasını bürokrasi açısından zorlaştıran başka hususlar da vardı. Komintern yönetimi 1923 Ekimindeki Almanya felaketiyle başlayan ve bu kitapta bazıları Troçki tarafından ayrıntılı olarak ele alınan 1924 Bulgaristan, 1924 Estonya, 1926 İngiltere, 1927 Çin olayları gibi kritik durumlarda belirginleşerek süren tam bir kronik başarısızlık tablosu sunuyordu. Bu başarısızlıklarla kâh iç içe geçen kâh onlara eklenen diğer bir dizi başarısızlık da, İngiliz-Rus Sendika Komitesi, Köylü Enternasyonali (Krestintern), Kuomintang’a katılma, Hırvatistan’dan Amerika’ya kadar birçok bölgedeki burjuva ve küçük burjuva fırıldakçı köylü önderleriyle, onları kızıl renklere boyama eşliğinde girişilen iki-sınıflı parti girişimleri vs. gibi, Komintern yönetiminin içine girdiği çeşitli örgütsel deneylerin fiyaskosuydu. İşte bu tablo yılda bir kez toplanması gereken Komintern kongresini tam dört yıl sonraya atmıştır. Aslında bir sonraki kongre olan Yedinci Kongrenin bundan tam yedi yıl sonra 1935’te yapılması ve daha sonra 1943’te kapısına bürokrasi tarafından kilit vurulana kadar hiç kongre yapılmaması düşünüldüğünde, buna şükretmek bile gerekebilir. Tek başına bu olgu bile, bürokrasinin vahim etkisinin grafik bir artışını görmek için yeterlidir. İç savaşın en nazik günleri de dahil olmak üzere devrimin en zorlu günlerinde dahi kongrelerin sektirmeden yapılışını sağlayan devrimci ruh ve azimle karşılaştırıldığında, bürokrasinin, kâbusu andıran boğucu ağırlığıyla bu devrimci örgütü nasıl dirhem dirhem soldurup mezara gömdüğü daha çarpıcı hale gelir.

Kongre her şeyden önce bürokrasinin Troçki ve Sol Muhalefet şahsında proletaryaya karşı kazandığı zaferi bütün Komintern nezdinde tescil ettirmek ve başta tek ülkede sosyalizm teorisi olmak üzere bu mücadelede ileri sürdüğü görüşleri değişmez resmi çizgi olarak kayda geçirmek zorundaydı. Kongre gündeminin başında yer alan program sorunu, buna gerekli biçimsel çerçeveyi vermek için bir anlamda biçilmiş kaftandı. Böylece tek ülkede sosyalizm teorisi, emperyalist aşaması da dahil olmak üzere kapitalizmin uluslararası organik bir işbölümüne dayanan karakterinin özde reddi, eşitsiz gelişme yasasının adeta bir yalıtık gelişme yasası olarak yorumu, sürekli devrimin reddi temelinde aşamalı devrim anlayışı, ülkeleri gelişme derecelerine göre birbirlerinden kopuk devrim aşamalarına oturtarak kompartımanlara bölen ulusalcı devrim anlayışı, uzlaşmacı strateji ve taktikler, bürokratik örgütsel işleyiş vb. konular, programda kendilerine özgü anlatımlarını bularak dünya komünist hareketinin geleceğine damgasını vuran temel referanslar oldular. Bu program egemen sınıf katına yükselen bürokrasinin gelişiminde önemli bir dönüm noktasını temsil ediyordu. Programa ruhunu veren ilkeler, Lenin’in sağlığında yapılan ilk dört kongreye yön veren ve bu kongrelerde benimsenen sayısız programatik belgede açık anlatıma kavuşturulmuş olan ilke ve yöntemlerin tasfiye edildiğini ilân ediyordu.

Partimiz, kahramanlık dönemini, tek ülkede sosyalizme değil tümüyle uluslararası devrime yönelmiş bir programla geçmiştir. GKB [Genç Komünistler Birliği –ç.n.], üzerinde, geri Rusya’nın tek başına kendi güçleriyle sosyalizmi inşa edemeyeceğini yazan bir programatik bayrak altında, en zorlu iç savaş yıllarının, açlığın, soğuğun, zorlu Cumartesi ve Pazar çalışmalarının, salgın hastalıkların, karne usulü çalışmaların ve ileri atılan her adım için katlanılan sayısız özverinin içinden geçti. Partinin ve GKB’nin üyeleri cephede savaştılar veya tren yolu istasyonlarına kütük taşıdılar; bu kütüklerden ulusal sosyalizmi inşa etmeyi umdukları için değil, Sovyet kalesinin dayanmasını –ve ilâve her kütük Sovyet kalesi için önemlidir– zorunlu kılan uluslararası devrim hedefine hizmet ettikleri için. Bizim soruna yaklaşım tarzımız budur. Zaman ve ortam değişmekle (henüz, o derece köklü biçimde değil) beraber, ilkesel yaklaşım şu anda bile tüm gücünü muhafaza etmektedir. İşçi, yoksul köylü, partizan ve genç komünist, yeni incilin ilk kez ilân edildiği 1925’e kadar, tüm davranışlarıyla ona ihtiyaçları olmadığını önceden gösterdiler. Fakat ona ihtiyacı olan, yukarıdan kitleleri hor gören memurdur; rahatsız edilmek istemeyen küçük yöneticidir; her şeyi koruyan ve avutan bir formül kılıfı altında hükmetmeye çalışan aygıt uşağıdır. Cahil insanların “iyi habere” gereksinimi olduğunu ve avutucu teoriler olmaksızın insanlarla ilişkinin olamayacağını düşünenler onlardır. “%90 sosyalizme” ilişkin yanlış sözlere sarılanlar onlardır; zira bu formül, onların ayrıcalıklı konumunu, hükmetme ve yönetme hakkını, “şüpheciler” ve “inancı az” olanlardan gelen eleştirilerden kurtulma ihtiyacını onaylar.

-Komintern Programı tüm ruhu ve lafzıyla milliyetçi komünizm anlayışının, aşamalı devrim anlayışının, burjuvaziyle uzlaşmacı siyasetin programatik resmiyete kavuşturulduğu bir dönüm noktası olmakla birlikte, lafızda bazı sahte-devrimci formülleri de bulanık biçimde içermesi nedeniyle eklektik bir nitelik arz etmekte ve bu haliyle bazı gönülleri avutucu rol oynayabilmektedir.

Sektlerden Kitlesel Partilere

3. Enternasyonal’in genç partilerinin deneyimsizliği sonucu Rusya dışında hiçbir ülkede iktidar işçilerin eline geçemedi.

Devrimci strateji ve taktikler

Bu koşullar üye olan partilerin devrimci sosyalist bir yapıda olmasını sağlamaya yönelikti.

İkinci kongrede hem aşırı sol hem de merkezci kanadın fikirleri yenilgiye uğradı. Lenin’in fikirleri ve 21 koşul kabul edildi. Kongreden geriye kalan en önemli taktik adım ise reformist işçilerle komünist işçilerin ortak talepler etrafından birleşik cephe oluşturmasıydı. İşçi kitlelerinin mücadele içinde değişeceğini kabul eden ‘birleşik işçi cephesi’, komünistlerin en güvenilmez unsurlarla dahi geçici ittifaklar kurarak geniş işçi kesimlerine ulaşmasını ve onları devrimin gerekliliği fikrine kazanmasını temel bir mücadele taktiği olarak öne çıkardı.

Komintern’in üçüncü kongresi 1921’de, dördüncü kongresi 1922’de toplandı. Bu ilk dört kongredeki tartışma ve kararlar, dünya işçi sınıfı hareketinin o güne kadarki tüm ders ve deneyimlerinin en özlü ifadesini oluşturur, günümüze de ışık tutmaya devam eder.

Tek ülkede sosyalizm ve Komintern’in ölümü

1923’te ikinci Alman devrimi de yenildi. Rusya’da, Alman devriminin zaferini bekleyen işçi iktidarı toplumsal temelini yitirirken parti ile devlet iç içe geçmeye başlıyordu. Kızıl Ordu’nun ve bürokrasinin gücü artarken işçi konseyleri ve komiteleri sadece bir kabuktan ibaret hale geliyordu.

Lenin yaşamının son yıllarında Bolşevik Parti içinde öne çıkan bürokrasiye karşı mücadele etti. Stalin’in Rusya’nın eski sömürgelerindeki partiler üzerindae Rus egemenliğini dayatmasına karşı çıktı. Bu dayatma, Komünist Enternasyonal açısından da büyük bir tehdit anlamına geliyordu.

Rusya’da iktidar işçi sınıfından bürokratik sınıfın eline geçerken, Komintern’deki Rus egemenliği diğer ülkelerin komünist partilerinin Stalin ve arkadaşları ne derse yapmasına yol açtı; 1924’te toplanan 5. Kongre ile Komintern’in yozlaşması ve devrimci bir örgüt olma özelliğini yitirmesi süreci başladı.

Dünya devriminin artık sona erdiğini düşünen Stalin, 1926’da tek ülkede sosyalizmin mümkün olduğunu savunmaya başladı. Ulusal sosyalizm mümkünse bir dünya devrimine ve bu devrimi örgütleyecek bir dünya partisine de ihtiyaç yoktu. Oysa gerçekte, devrimci dalga bitmemişti. İngiltere’de 1926’da o zamana kadarki tarihin en büyük genel grevi gerçekleşti. Çin’de 1927’de işçiler devrim için ayaklandı. Komintern iki büyük olay ve sayısız daha küçük ölçekte olaya müdahale etmeyerek yenilgilerine zemin hazırladı.

Komintern’in 6. Kongresi 1928’de devrim programının merkezine tek ülkede sosyalizmin mümkün olduğu fikrini oturttu. SSCB, sosyalizmin anavatanıydı ve Komintern üyesi partilerin başlıca görevi SSCB’nin savunulmasıydı. Aynı yıl Rusya’da ‘beş yıllık plan’ ile hızlı sermaye birikimi başlatılıyor ve bürokratik devlet kapitalisti bir rejim inşa ediliyordu. Bürokrasinin derdi bir yandan kendi iktidarını pekiştirmek, bir yandan da Batı’yla ekonomik, siyasî ve askerî alanlarda rekabet etmekti. Komintern bu rekabetin aracı olarak kullanıldı. Komünist partiler, SSCB’nin birer uydusu haline getirilerek kendi ülkelerinde devrim yapma fikrinden uzaklaştırıldı.

Almanya’da 1933’te Naziler iktidara geldi. Nazilerin iktidarı komünist ve sosyal demokrat işçilerin birleşik cephesiyle önlenebilirdi. Ancak Stalinist bürokrasi Komintern’in ilk dört kongresinde hakim olan birleşik işçi cephesi taktiğini reddederek Nazilerin iktidara yürüyüşü sırasında “sosyal-faşist” olarak nitelediği sosyal demokratlara karşı mücadele etmeyi Alman komünistlerine önerdi. Sonuç felaket oldu, ancak Komintern bu ağır yenilgiyle yüzleşmedi.

Komintern’in 7. ve son kongresi 1935’te toplandı. Stalinist bürokrasi Komintern partilerine kendi ülkelerindeki “demokrat burjuvalarla” ittifak kurmasını önerdi. Stalin, SSCB’nin Naziler tarafından işgal edileceğini düşünüyor, Batı kapitalizmini ise ittifak kurulacak güç olarak görüyordu. Komintern’e üye olan devrimci partilerin devrim yapması engellendi, çünkü bu zaten Komintern’den nefret eden ve kapatılmasını isteyen Batı kapitalizmiyle ittifakı bozardı.

Komintern, SSCB’nin isteğiyle kapatıldı. Fransa ve İspanya’da 1936’da gerçekleşen işçi devrimleri SSCB’nin uydusu olan komünist partiler tarafından boğuldu. Uluslararası işçi hareketinin reformizmle devrimci sosyalizm arasında bölünmesinden doğan 3. Enternasyonal yeni bir ayrışmayı hazırlayarak tarihe karıştı.

Yorumlar Kapalı

Yorumlar Kapalı