Sosyalizm Kazanacak!
/ Bolşevik Geleneğimiz / Ekim Devrimi ve Kadın – Derya Koca

Ekim Devrimi ve Kadın – Derya Koca

Kadının ezilmesinin tarihi Engels’in Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni’nde ortaya koyduğu üzere özel mülkiyetin ortaya çıkışıyla “insanlığın tarihsel yenilgisi” olarak ortaya çıkmıştır. Toplumsal üretim sürecinden dışlanarak ailenin içine ve ev işlerine hapsolan kadına tanımlanan bu rol onun toplumsal yaşamdaki yerini şekillendirmiş, bu konumlandırma kültürel dokulara yerleşmiş ve buradan tüm sınıflı toplumların tarihine taşınmıştır. Bugünün modern kapitalist toplumunda kadının rolü yeni işçi kuşaklarını yetiştirmek üzere doğum yapmak ve doğurduğu işçilerin bir sonraki iş gününe hazırlanmasını sağlamak üzere evdeki yemek, temizlik gibi ömür çürüten işleri yapmak olmuştur. Kadın çalışma yaşamının bir parçası olduğunda da iş süreci ev işleri ve çocuk bakımının üstüne ikinci bir yük olarak sırtına yüklenmiştir. Kadınların bu ezilmişliği kabullenmeleri de çeşitli burjuva egemen ahlaksal değerler ve kültürel kodlarla mümkündür. Hatta öyle ki kadın her alanda ikincil pozisyona itilmektedir.

Altını özellikle çizmek gerekir ki kadının ezilmesi sınıflı toplumlarda var olan onlarca ezilme ilişkisinden sadece birisidir. Yani tüm toplumsal eşitsizliğin kaynağı olan özel mülkiyet, kendi etrafında yarattığı eşitsizlikler yumağı ile ayakta durmaktadır: Sınıflar arasındaki eşitsizlik kadınların, ulusların, cinsel kimliklerin ve daha nice unsurun ezilmesinin önünü açmıştır. Marksistler, sınıflı toplumlar ortadan tamamen kalkmadan ezilme ilişkisinin sonra ermeyeceğini savunurlar. Lenin’in Bolşevik parti modeli ile Ekim Devriminde somutlaştırdığı eylem rehberi tarihsel dönüşümün kitlelerin kendi elleriyle mümkün olabileceğini gösterdi. Kitleler, mücadele içinde sınıfsız toplum mücadelesi verirken sınıflı topluların pisliklerinden, ahlak ve kültüründen ayrışır. Bu pratik sonuç kadının özgürlüğü için de kadınların erkeklerle birlikte mücadele ederek onların hemen bugün erkek egemen kültür ve düşüncelerden uzaklaşmasını savunur. Alman devriminin kadın önderlerinden olan Clara Zetkin kendi döneminde burjuva kadın hareketi ile amansız bir mücadeleye girerek komünist kadınların sınıf mücadelesine de önderlik etmiştir. Çünkü kadınların kurtuluşundan ve özgürlüğünden bahsedeceksek bu dönüşüm toplumdaki iki temel sınıfın programının bir parçası olarak gerçekleşir: Ya burjuva düzen devam edecek ve kadınlar bunun içinde küçük reformlarla yetinecek ya da işçi sınıfı iktidarı alacak ve tam bir eşitliğin yolu açılacak. O halde: “Tek başına kadın hareketi diye bir şey yoktur. Bir kadın hareketi sadece tarihsel gelişme bağlamında vardır. Bu yüzden burjuva ve işçi kadın hareketleri oluşmuştur ve işçi kadın hareketi burjuva toplumda sosyal demokrasinin [komünistlerin] yaptığından farklı hiçbir şey yapamaz. Bu önemli tespitin mantıksal sonucu şudur: Feminizmin kız kardeş ilan ettiği kadınlar kendi aralarında derin bir sınıfsal uçurumla ayrışmıştır ve işçi kadınlar burjuva kadınlara karşı verilecek mücadele olmaksızın özgürleşemeyeceklerdir.” Burjuvazinin feodalizme karşı savaşı tarihsel anlamda ilerici bir rol taşımış olsa da kurduğu yeni toplum feodalizmden devraldığı eşitsizlikleri aynen devam ettirmiş hatta daha da derinleştirmiştir. Öyle ki burjuva kadınlar uzun süre oy hakkı alabilmek için mücadele etmiştir. İngiltere’deki süfrajet hareket burjuva feminist dalganın önemli hareketlerinden birisidir ancak, radikal eylemlerine rağmen bile kazanım elde edememiştir. Buna karşın, Ekim Devriminin basıncı ile batılı burjuva devletler kadının oy hakkını tanımak zorunda kalmıştır. Yani burjuva kadınlar kendi sınıflarının tarihsel gericiliğinden kurtulamazlar. Bunu, işçi sınıfından kadınların devrimci enerjisi aşmaya muktedirdir. Bu enerji Ekim Devrimi ile dünyanın ilk başarılı sosyalist devrimini mümkün kılmıştır. Hem de kadınların tetiklediği bir ayaklanma ile.

Kadınların Ekimi

Ekim Devrimi sadece dünya proletaryasının ve sosyalizmin yaşanmış en yüksek aşaması değildir. O aynı zamanda uluslararası sosyalist kadın hareketinin de zirvesidir. 1917 gibi erken bir tarihte kadınlar eşitliğe işçi sınıfının iktidarı sayesinde kavuşmuştur. Yani işçi kadınların özgürleşmesi kendi elleriyle mümkün olmuştur. Ekim Devrimi’nin meşhur bir tarifi vardır: ezilenlerin şöleni. Gerçekten de Çarlık rejimi altında inim inim inleyen uluslar, dini azınlıklar, kadınlar Ekim Devrimi’nin Bolşeviklerin büyük dehası etrafında bir araya gelerek zincirlerini kırmıştır. Kadınlar, Çarlık rejiminde insanlık dışı her türlü zorbalığa maruz kalıyordu.

Gerici gelenekler kadınları aşağılıyordu: Kız babaları düğün gününde damadına gerektiğinde otoritesini kullanabilmesi için bir kamçı hediye ediyordu. Rusya’nın bazı bölgelerinde kadınlar çarşaf giyiyorlar ve genç kızlar satılıyorlardı. Kız çocukları ortalama 12 yaşında evlendiriliyordu. Çarlık rejiminin karanlığından köklü Rus devrimci geleneği devrimci kadınlar çıkarmasını bilmişti. En gerici koşullar içinde dünyanın en ilerici devrimci atılımı yükseliyordu. Bolşevikler bunu tarihin ilk başarılı işçi iktidarına dönüştürdü. Tarihte ilk defa kadınlar için eşitlikçi yasalar 1918 yılında çıkan yasalar ile somutluğa kavuşmuştur.

İşçi kadınların kapitalist üretimin sürmesi için hapsolduğu kölece işler işçi kadınların üretime el koymasıyla son buldu. Yemek, çamaşır, çocuk bakımı gibi işler toplumsallaştırıldı. Bolşevik kadınlardan Kollontay’ın verilerine göre 1919-1920 yıllarında Petrograd nüfusunun %90’ı ortak mutfaklardan (yemekhanelerden) beslendi. Aynı yıllarda Moskova nüfusunun %60’ı yemekhanelere kayıtlıydı. Yani kadının evden dışarı çıkmasının yolunu açan reformlar gerçekleştirilmişti. Tarihte ilk kez evlilikle mutfak ayrıştı. Bu basit bir yasama faaliyetiyle gerçekleşmedi. Bunun toplumsal gerçekliği Sovyetlere, yani burjuva devleti ve kapitalist toplumu yıkan ve iktidarı alan işçi sınıfının varlığına dayanıyordu. Öte yandan dünyanın en devrimci ve ilerici fikirleri, toplumun tutuculuğuna rağmen gayrimeşru çocuk ayrımını kaldırıyor, eşcinsellik tamamen özgür bırakılıyor, evlilik ve boşanma tarafların sadece başvurması ile mümkün olabiliyordu. Çocuklar ailenin değil, toplumun sorumluluğu altındaydı. 1920’de bugün halen tartışılan kürtaj yasalaştı ve parasız bir hizmet ve hak haline geldi. Kilise nikahı kaldırıldı.

Eşit işe eşit ücret ve kadınları çalışma hayatında koruyan kazanımlar yasalaştı. Kısacası burjuva ailenin gericiliği ve baskısı ortadan kaldırıldı. Yeni toplumda aile maddi zorunluluklara ve ezilmeye değil gönüllü birlikteliğe dayanacaktı. Yine de kazanılmış haklar otomatik olarak kültürel ve ahlaki değerleri bir günde değiştirmeye yetmiyordu. Bunun için toplumsal gelişme ilerletilmeli, gerici fikirlerle savaşılması ve kuşaklara yayılacak olan komünizmin inşası gerekliydi.

Kadınların çok geniş bir kısmı köylü ülkesi olan Rusya’da kırsalda yaşıyor ve okuma yazma dahi bilmiyordu. Krupskaya önderliğinde çok başarılı bir okuma yazma seferberliği başlatıldı. Devrimin özgürlüklerinin taşıyıcısı işçi kadınlar Bolşevik kadınların öncülüğünde kurulan Zjenodtel etrafında örgütlendi, kadınların Bolşevizme kazanılması ve işçi devletinin kadın haklarını ilerletmesi için kolları sıvadı. Çünkü erkek egemen fikirler toplumda sadece erkekleri değil, kadınları da ikna etmeden kalıcı olamazdı ve sosyalizmin zaferi, kadınların devrime katılımı oranında mümkün olabilirdi. Tüm Rusya İşçi Kadın Kongresi’nin 1918’de Kremlin’de yaptığı ilk kongre ile birlikte kadınları devrimci dönüşümün en önüne koymak üzere bir seferberlik başlatıldı. Buna göre emekçi kadınlar Sovyet modeli bir yapılanma ile kendi taleplerini iktidara taşıyordu. Buna göre kadınlar Sovyetlere kazanılacak, parti hükümet ve sendikada daha aktif hale getirilecek, ev içi kölelikle savaşılacak, kadın emeğinin ve anneliğinin korunması için mücadele edilecekti. Kongrenin çalışmaları binlerce yeni kadını devrimci saflara kattı, komünal inşanın bir parçası olarak yargıç, işçi, milis ve asker olarak yeni topluma kazandırdı.

Peki, alt yapıdaki bu muazzam gelişme kadınların tam anlamıyla kurtuluşuyla neden sonuçlanmadı? Çünkü kadınların kaderi ilk işçi devletinin kaderinden bağımsız olamazdı. Rusya’da Sovyet iktidarının ortadan kalkması, bürokrasinin karşı devrimi ve tek ülkede sıkışan karakteri kadınların da özgürleşmesini aynı oranda imkansız hale getirdi. Bu yükseliş ve düşüş ancak Sovyetlerin tarihini konuşarak anlaşılabilir.

İç Savaş ve Savaş Komünizmi

Tony Cliff, önemli eseri Kadınların Özgürlüğü ve Sınıf Mücadelesi kitabında “idealizmin muazzam zaferi; Bolşeviklerin cesur ve yürekli umutları Rusya’nın korkunç geriliğinin duvarına toslamıştı. Tarihin acımasız mirası, işçilerin görkemli istekleri ile maddi ve manevi yoksunlukları arasında keskin bir çatışmaya yol açtı” der. Çünkü Ekim Devrimi, geri bir ülkenin getirdiği dezavantajlara sahipti. Devrim kendi iç çelişkilerini aşmak için dünya devrimine muhtaçtı. Lenin ve Troçki’nin de ifade ettiği biçimde Rusya’da devrim dünya devrimi olmaksızın ayakta kalamayacaktı.

1918-1920 arasındaki İç Savaş dünyada görülmemiş bir kıtlık, açlık aynı zamanda da kahramanlık yıllarıydı. Sanayi üretimi 1/5 oranına düşmüş, salgın hastalık, savaş ve açlık 9 milyon kişiyi kırıp geçirmişti. En kararlı devrimciler devrimi savunmak üzere cephedeydi. İktidara el koyan işçi sınıfı şimdi onu savunuyordu. Ancak aynı zamanda savaşla birlikte niteliksel ve niceliksel olarak kan da kaybediyordu. Yine de Troçki önderliğindeki Kızıl Ordu imkansızı başardı. Savaşı kazandı. Ne var ki savaş yılları devrimin önceliklerini değiştirmişti. Kreş yemekhane gibi gider kalemleri cepheye harcandı. Verimliliğin artması için kadın işçilerin yerine erkekler alındı. Devrimci kadınların ajanlık, piyadelik, zırhlı birlik komutanlığı ve milis olarak savaştığı savaşın yıkıntısı kadınların haklarında gerilemeye sebep olmuştu. Devrimci kadın komiteleri, devrimi ayakta tutmanın birinci öncelik olduğu bilinciyle bu fedakarlıkları kendi kararları ile de onaylıyordu.

Sovyet ekonomisini ayakta tutabilmek ve kıtlığı engellemek için uygulamaya konulan NEP dönemi boyunca kadınların arasında işsizlik oranı çok yüksekti. Petrograd’daki işsizlerin %58.7’si kadındı. Eşit işe eşit ücret ilkesi uygulamaya konamadı. Moskova’da yemekhane hizmeti 20 bine, Petrograd’da 50 bine düşmüştü. Artık 100 çocuktan sadece 3’üne kreş imkanı tanınabiliyordu. Yoksulluk ve evsizlik 1922’de sayısı 9 milyonu bulan besprizorniki adı verilen terk edilmiş bir çocuk ordusu yaratmıştı. Fahişelik yeniden yaygınlaşmaya başladı. Kadın eski konumuna itiliyordu. Yine de devrimci irade sayesinde sosyalizmin inşası bu zorlukları aşmaya çalışıyordu. Sovyetler, tarihe karşı görülmedik bir irade savaşı veriyordu.

Karşı Devrim

İç savaş yıllarında kendisini işçi sınıfının yerine ikame etmek zorunda kalmış parti bürokratlaşmıştı. Stalinizm, NEP döneminde ortaya çıkan yeni ayrıcalıklı kesimin ve bürokrasinin eğilimlerini partide güçlendirdi. Lenin, ölmeden önce bu eğilimlere karşı son savaşını vermek üzere Troçki’ye işbirliği önermişti. Ancak işçi sınıfının maddi tükenmişliği her şeyi zorlaştırıyordu. 1924’te Bolşevizme taban tabana zıt “tek ülkede sosyalizmin” ilanı ile bürokrasi, devrimci programı kenara atıyor, kendi ayrıcalığını koruma rahatlığını ve tutuculuğunu güçlendiriyordu. Sınıflar bir kez daha karşı karşıya gelmişti.

1928-29 arasındaki sanayileşme ise göreli oranda kadın istihdamını arttırıyordu. 1922’de işçilerin %25’i (1.560.000) , 1940’ta %39’u (13.190.000) kadındı. Ne var ki kadın istihdamının artması kadınların özgürlüğü anlamına gelmiyordu. Stalinist rejim altında eski düzenin “aile”si restore edildi. Tüm ekonomi burjuva devletlerle yarış temelinde ağır sanayiye aktarılırken kadınlara yönelik harcamalar ekonomik büyümeye rağmen devede kulak kalıyordu. Savaş sonrası yaşanan nüfus gerilemesi ve yükselen muhafazakar zihniyet kadınların çocuk doğurmasını, çocuklarına bakmasını, yemek yapmasını salık veriyordu. Çocuk yeniden ailenin bireysel sorumluluğuna terk edilmişti. Aile kurumu rejimin işine yarıyordu çünkü aile bir kurum olarak aynı zamanda bürokratik yapının ihtiyaç duyduğu tutuculuğu güçlendirme işlevini de yerine getiriyordu. Troçki, İhanete Uğrayan Devrim’de rejimle aile arasındaki ilişkiyi “şimdiki aile kültürünün en belirgin motifi bürokrasinin kararlı hiyerarşik ilişkilere duyduğu gereksimindir” diyerek açıklar. Hal böyle olunca aile yeniden kutsandı.

1930 yılında çıkarılan bir yasayla aile kurumuna itibarı iade edildi. Znodtel, partinin en yüksek organı tarafından, bağımsız kadın hareketine gerek kalmadığı, kadınların kurtuluşunun gerçekleştiği ve devletin kadınların bütün ihtiyaçlarına cevap verebilecek durumda olduğu gerekçeleri ile dağıtıldı.

Düğün benzeri eski adetler yeniden ortaya çıktı. Boşanma sadece üst mahkemelerin yetkilendirildiği uzun bürokratik engellere tabi tutuldu. Boşananlara para cezası uygulanmaya başlandı. Yalnız yaşayanlara ek vergiler getirildi. Yine 1936’da kürtaj yasaklandı fakat bu binlerce kadının sağlıksız koşullarda devam ettirdiği kürtajlarda binlerce kadının ölmesi sonucu 1955’te yeniden yasalaştı. 1934’te eşcinsellik burjuva sapkınlığı olarak nitelenerek yasaklandı. Bilimsel hiçbir temeli olmadığı halde hipnozla tedavi edilebilen bir hastalık olarak görüldü. 1936-38 arası temizlikte buna karşı çıkan eşcinseller “dejenere burjuva kültüre sahip olmak”la itham edilerek cezalandırıldı. Dünyadaki KP’lere eşcinselleri partiden atma emri verildi. 1934 Büyük Britanya Komünist Partisi’nin eşcinsel bir üyesi hiç cevap alamadığı mektubunda Stalin’e şöyle yazıyordu*:

“Gelişmek için devasa bir yedek emek ordusuna ve savaşta ölüme gönderecek kitlelere ihtiyaç duyan kapitalizm eşcinselliği doğum oranlarını düşürme tehdidi içeren bir faktör olarak görmektedir (hepimizin bildiği gibi kapitalist ülkelerde kürtaj ve diğer doğum kontrol metotlarını cezalandıran yasalar mevcuttur)…. Ancak doğrusunu söylemek gerekirse bu imkan (eşcinselleri tedavi etmek) saptanmış olsaydı bile eşcinselleri heteroseksüellere dönüştürmenin ne kadar arzulanır bir şey olduğu konusunda emin olamazdım. Tabi ki bunu arzulanır kılan bazı siyasi nedenler olabilir. Fakat sanırım bu çeşit bir tek tipleştirme metoduna gereksinimin olağandışı güçlü nedenleri olması gerekir.” 

Bu güçlü neden bürokrasi idi. İktidarı uğruna milyonlarca muhalifi de katledecekti. Karşı devrimin ekonomisi uluslararası rekabet ekonomisiydi. Kalkınma söylemi (devrimci bir atılımdan farklı olarak) ulus etrafında ve büyük Rus şovenizmi etrafında şekillendirildi. Ulus kavramının temeli ise ailedir. Aileye zeval getiren her muhalefet SSCB’ye yönelik bir sabotaj olarak suçlandı. Gorki “Eşcinselleri ortadan kaldırın, faşizm ortadan kalkacaktır” derken Hitler de eşcinselleri katletmekle meşguldü.

Sovyetler artık Krupskaya, Armand, Kollontay gibi devrimci kadınların değil anne olmakla ödüllendirilen kadınların ülkesi haline getirilmişti. 1944’te kız ve erkek çocuklarının toplumdaki cinsiyetçi rollerini pekiştirmek için karma eğitime son verildi. Bugün karşısında mücadele ettiğimiz ne kadar gericilik varsa Stalinist SSCB sosyalizm adı altında tüm bunları gerçekleştiriyordu. Hitler rejiminin kadını koyduğu konum SSCB’deki anlayışa neredeyse oturuyordu. Doğurmak, anne-baba olmak büyük vatanın temeli ilan edilmişti. SSCB bürokratları için kadınların özgür olmasından anlaşılan şey sadece kadınların çalışma hakkına sahip olmalarıydı. Yani burjuva devletlerin bile çok gerisinde bir despotluk hüküm sürüyordu. Hollanda’daki Sovyet büyükelçiliği tarafından 7 Mart 1974’te yayınlanan bir enformasyon bülteninde şu satırlara rastlamak mümkün : “Günümüz kadınının gerçek yiğitliği ifadesini onun dış görünüşünde değil, toplum ve aile içindeki rolünde ve günlük hayatın uyum içinde devam etmesini sağlamasında, daha sonra hiç de kolay olmayan annelik sanatının doruğuna erişmesinde ve toplumun inşasına yaratıcı katkısında bulur.” (Meulenbelt, A. 1987:71 )

Milliyetçiliğin klasik anlayışı Büyük Rus ulusu için kadınları kuluçka makinesine dönüştürmüştü. Kadınlara doğurduğu çocuk sayısına göre madalyalar ve şerefler dağıtılıyor; 10 ve üstü çocuk doğuran kadınlar “kahraman anne” ilan ediliyordu. Ne var ki kahraman annelere doğum sonrası izin dahi verilmiyordu.

Sonuç

Dünyada değil yalnızca kadınların, hiçbir ezilen kimliğin kurtuluşu burjuvazi ile proletarya arasındaki savaştan bağımsız bir sorun değildir. Kadınların özgürlüğü için atılan en büyük adım hala Ekim Devrimi’dir. Ancak onun tarihsel çelişkileri kadının ilerlemesinin önünde de bir engel olmuş, dünya devriminin boğdurulması kadın düşmanı bir rejimi açığa çıkarmıştır. Ekim Devrimi de sosyalizmin inşası da kadın olmadan mümkün olamazdı. Fakat Sovyetler deneyiminde görüldüğü üzere sürekli devrim programının yaşama geçmediği bir dünyada ise kadının özgürlüğü mümkün olmayacaktır. Bugünden tüm haklarımız ve kazanımlarımız için emekçi kadınların sınıf mücadelesinin en önüne geçmesi ise sürekli devrim programını mümkün kılabilecek devrimci yükselişi sağlamak için elzemdir.

 

Yorumlar Kapalı

Yorumlar Kapalı