Sosyalizm Kazanacak!
/ Devrimci Perspektif / 40. Yılında Kıbrıs İşgali

40. Yılında Kıbrıs İşgali

on 21 Nisan 2014 - 18:29 Kategori: Devrimci Perspektif, Tarih

21 Nisan, 2014

Kasım 1973’te Yunanistan’da darbeyle iktidarı ele geçiren Albaylar Cuntası,15 Temmuz 1974’te Kıbrıs’ta paralel bir darbeye imza atarak Makarios’u devirir ve Nikos Sampson liderliğinde aşırı sağ bir cunta oluşturulur. Cuntanın ilk işi Kıbrıs’ı Yunanistan’a katmak (Enosis) için düğmeye basmak olur ve bu da Türkiye’ye Kıbrıs’a müdahale etme imkanı verir. Sağcı EOKA paramiliter gruplarının azınlık Türk nüfusa yaptığı baskı ve katliamlar gerekçesiyle 1964 sıralarında düşünülen ama ABD’nin engellemesiyle gerçekleştirilemeyen Kıbrıs çıkartması, 10 yıl sonra bu kez mümkündür. 20 Temmuz’da, zamanın başbakanı Bülent Ecevit’in kararıyla, TSK on binlerce askerle Kıbrıs’ı işgal etmeye başlar. İşgal, iki aşamada gerçekleşir ve başarılı olur. Kıbrıs ikiye bölünür, binlerce insan hayatını kaybederken Yunanistan’daki Albaylar Cuntası, Atina’daki Politeknik ayaklanmayla devrilir. Aradan geçen 40 yıla karşın ada halklarının bölünmüşlüğü, Türkiye ve Yunanistan’ın garantörlük adı altındaki baskıları ve emperyalizmin adadaki varlığı halen sürmektedir.

Genel Bir Bakış

Kıbrıs (Yunanca: Κύπρος, Kipros), Akdeniz’in üçüncü büyük adasıdır. Kuzeyinde Türkiye, doğusunda İsrail, Lübnan, Suriye; güneyinde Mısır; kuzeybatısında ise Yunanistan yer almaktadır. Doğu Akdeniz’de “batmayacak uçak gemisi” olarak değerlendirilen Kıbrıs, bölgede egemen olmak isteyen emperyalist güçler için de önemli bir konuma sahiptir. Adanın toplam nüfusu 1 milyon 100 bindir. Bu nüfusun yaklaşık 300 bini adanın kuzeyinde yaşamaktadır. 1980’lere kadar adada çok az nüfusla İngiliz, Ermeni ve Maruni topluluklarıda bulunmakta idi. 1974 harekatıyla birlikte özellikle 1983 yılında KKTC’nin ilanından sonra Türkiye’nin çeşitli bölgelerinden adaya göçler ile Kıbrıs’ın demografik yapısı TC tarafından değiştirilmiştir. Uzun zaman yerli Kıbrıs Türkleri ile göçmen Türkler arasında belirli bir mesafe mevcut olsa da yeni kuşaklarla birlikte bu mesafeler büyük ölçüde kapanmıştır.

Kıbrıs, 1571 yılında Osmanlıtarafından ele geçirilmiştir. 1878 yılında 93 Harbinde Ruslara karşı çok zor duruma düşen Osmanlı, Kıbrıs’ı’ Ruslara karşı alınan desteğin’ karşılığı olarak yıllık yaklaşık 92.000 altın bedeliyle Birleşik Krallık’a kiralamıştır. Osmanlımülkiyeti devam ediyor sayılmakla birlikte, yönetim tamamen Birleşik Krallık’a geçmiştir. Birleşik Krallık Ada’yı “Komiser” diye tabir ettiği yüksek rütbeli yöneticilerle idare etmiştir. 1.Dünya Savaşı’nda Osmanlı, Almanya’nın yanında yer alınca, 1914 yılında, Birleşik Krallık adayıilhak ettiğini ilan etmiştir. 1923’te imzalanan Lozan Barış Antlaşması’nın 21. Maddesi gereğince, Birleşik Krallık’ın ilhakı tanındı. 1925 yılında Kıbrıs Crown Colony olarak ilan edildi ve adaya ilk Türkiye Cumhuriyeti konsolosu atandı. Kıbrıs halkının bu emperyalist işgallere tepkisi ve mücadelesi her zaman olmuştur, ama bu tepki, adada yaşayan iki kardeş halkın birbirine düşürülmesiyle son bulma noktasına gelmiştir.

Kıbrıslılar, Türkiye, Yunanistan ve İngiltere

İngiliz işgaline karşı Kıbrıslılar mücadele verseler de Britanya yönetimi böl ve yönet taktiği gereği azınlık olan Türkleri önemli mevkilere getirip onları kayırıyor görüntüsü vererek Kıbrıs Rum ve Türk halkları arasına düşmanlık tohumları ekiyordu. Britanya idaresine karşı mücadele eden Rumların Enosis istekleri de KıbrıslıTürkleri Britanya’nın kucağına itmekteydi. Britanya yönetimine bağlı polis, savcı, gardiyan vb. görevlere çoğunlukla Türklerin atanmış olması etnik düşmanlığı körükledi.

Ocak 1950 tarihinde Doğu Ortodoks Kilisesi, Kıbrıs Türk toplumunun boykot ettiği bir referandum düzenledi. Referandumun sonucunda, katılan halkın %90’ı Kıbrıs’ın Yunanistan ile birleşmesi düşüncesi olan Enosis lehinde oy verdi. 1955’te Yunanistan iç savaşında komünistlere karşı savaşan Georgios Grivas’ın öncülüğünde kurulan aşırı sağcı ve anti-komünist EOKA örgütü, Birleşik Krallık kuvvetlerini adadan çıkarmak için silahlı eylemlere başladı. Kıbrıs Rumlarının bu silahlı mücadelesi, her ne kadar anti emperyalist bir ayaklanma olarak sunulsa da Yunanistan’a bağlanma taraftarı bir ayaklanmaydı ve adadaki Türklere karşı milliyetçi saldırıları içermekteydi. Bu zaman zarfında Kıbrıs Türkleri de kendi milliyetçi örgütlerini inşa etmeye koyuldular: Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT). Bu örgüt, zaman içerisinde TC kontrgerillasının güdümüne girdi, bu unsurlar tarafından organize edilmeye ve silahlandırılmaya başladı. TMT de tıpkı EOKA gibi aşırı sağcı ve antikomünistti. “Kurt”lu bir ambleme sahipti ve üyeleri için İslami bir tona sahip “mücahit” ifadesini kullanıyordu. Rum milliyetçilerinin polikası”Enosis”, Türk milliyetçilerinin politikası ise “Taksim” (bölünme) idi. Her iki toplumda da milliyetçi akımlar etkinlik kurdular, karşılıklı faşizan saldırılar gerçekleştirdiler ve enternasyonalist tutum alan Kıbrıslı solcuları ve işçi önderlerini katletttiler.

Kara Bir Leke 6 Eylül

6 Eylül 1955 yılında Selanik’te M.Kemal’in doğduğu evin bombalandığı haberi devlet eliyle gazete manşetlerine taşındı. Ardından ırkçı 6-7 Eylül kanlı olayları başgösterdi. Müslüman olmayan tüm halka özellikle Rumlara karşı saldırılar düzenlendi. 12 gayri-Müslüm öldürüldü, 300 kişi yaralandı, yüzlerce kadına tecavüz edildi, binlerce ev ve işyerleri ile yüze yakın kilise yakıldı ve yağmalandı. Saldırılar son derece örgütlü ve planlı bir şekilde ilerledi. “Kıbrıs Türktür Cemiyeti” ve “İstanbul Yüksek Okullar Talebe Birliği” gibi örgütler, saldırılara önderlik etmişlerdi. Ve hükümet her zamanki iftira politikasını yine uygulayarak bütün bunları komünistlerin yaptığını iddia etti ve hem Rumları hem de komünistleri hedef göstererek ikisini de aradan çıkarmış oldu. Yıllar sonra orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu, “6-7 Eylül olaylarıÖzel Harp dairesinin işiydi ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı.” diyerek gerçeği kendi ağızıyla itiraf etti. Yani sözde Kıbrıs’taki mazlum Türkleri korumaya çalışan Türkiyeli egemenler, İstanbul’da katledile katledile zaten bir avuç kalan Rum ve Ermeni nüfusuna karşıiğrenç bir kıyım gerçekleştirmiştir. TC’nin Kıbrıs politikasının bir yanıda içeride son kalan Rumlarıda göçe zorlayıp sıfırlamaktır. Nitekim bu amaçlarına ulaşmışlardır.

Kıbrıs’ta Baskılar

1950’lilerin ikinci yarısında Kıbrıs’ta bütün sol örgütler kapatıldı ve bütün sol yayınlar yasaklandı. Yaklaşık 140 kişi tutuklandıve kamplara gönderildi. 1959 Aralık ayına kadar bu baskılar sürdü. Bu dönemde EOKA’nın faşist liderlerinden Grivas’ın yönlendirmesiyle, pek çok sol kadro katledildi. Buna rağmen sol kadrolar illegal mücadeleye devam ettiler. Diğer taraftan sınıf mücadelesinde kritik bir yer tutan Kıbrıs’taki Stalinist komünist parti AKEL, milliyetçilikten nasibini fazlasıyla almıştı ve gerçek bir devrimci alternatif yaratması mümkün değildi.

1956 yılının ilk aylarında Makarios’la “özerklik” görüşmeleri başlatan İngiltere, Makarios’un “ulusun kendi kaderini tayin hakkı”nda ısrarcı olması üzerine, O’nu tutuklatarak sürgüne gönderdi.

1956 Temmuzu’nda İngiltere’nin çıkarlarına ters düşen bir gelişme yaşandı. Mısır’daki milliyetçi Nasır yönetimi, SüveyşKanalı’nıulusallaştırdığınıaçıkladıve kanaldan dolayıMısır’a yerleşmişolan İngiliz askeri üsleri kapatıldı. Bu arada, Kıbrıs’taki Rumların mücadelesi de artıyordu. Mısır’daki üslerini kaybeden İngiltere, bölgesel önemi iyice artan Kıbrıs’ıelinden tümüyle kaçırmamak için, “ulusun kendi kaderini tayin hakkını” tanımak zorunda kaldı. Ancak adadaki askeri üslerinin kalmasınışart koştu.

1957 yılının başlarında EOKA ateşkes ilan etti, Makarios’un serbest bırakılmasıyla silahlarını bir süre durdurdu. 1960 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti adıyla bağımsızlık kazandı.

TMT ve Adadaki Enternasyonalist Emek Hareketine Saldırılar

Kıbrıs Harekâtı’nın başladığı 20 Temmuz 1974 tarihinde TMT üyesi 17.151 mücahit bulunuyordu. TMT’nin temel hedeflerinden birisi de adada barışı ve bağımsızlığı savunan Türk emekçilerdi. Kıbrıslı Rumların ve Türklerin ortak düzenledikleri bir mitingin ardından, TMT, faşizan saldırılarla sendikalı Türk işçileri katletmeye başladı. Benzer bir şekilde, solcu Rum işçiler de faşist Rumlarca (EOKA tarafından) katledildiler. Emperyalizme karşı ortak bir şekilde mücadele veren işçi sınıfının katledilmesi gerekiyordu. Çünkü güçlenme ihtimali olan sınıf hareketini bir an önce bitirmezlerse tüm çabaları boşa gidecekti. İki taraftan paramiliter milliyetçi örgütler de bu işte tetikçiliği üstlendiler.

Kıbrıs’ın Bölünmesi

Adada 1974’te Yunanistan darbesinin ardından Türk Silahlı Kuvvetleri’nin gerçekleştirdiği harekât ve işgal sonucu adanın kuzeyinde tek yanlı Kıbrıs Türk Federe Devleti kurulmuş, bu devlet sonra Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti adını almıştır. Diğer taraftan bu mini devlet dünya tarafından tanınmayacaktır. (Diğer ülkelere göre bütün ada hala Kıbrıs Cumhuriyeti adıyla kabul edilmektedir. Kıbrıs’ın kuzeyi TC tarafından işgal edilmiş bölge olarak görülür ve KKTC adıyla resmi bir devlet tanınmamaktadır.) Ama TSK, 1974’teki Kıbrıs işgaliyle Türkiye’nin adada hakimiyet kurma emellerini gerçekleşmeye başlamıştır. Kuzey Kıbrıs ve Güney Kıbrıs adada her ne kadar iki ayrı bağımsız ülke gibi görünse de Kıbrıslılar gerçek bir bağımsızlık kazanamamışlardır. Kuzey Kıbrıs Türkiye’nin “yavru vatanı”,Güney Kıbrıs da Yunanistan’ın arka bahçesi olmaktan kurtulamamıştır. Ve tüm bunların yanında adada NATO üsleri de bulunmaktadır.

24 Nisan 2004 referandumuna göre adanın kuzeyinde yaşayan halkın büyük bir çoğunluğu Annan Planı çerçevesinde Güney’le birleşme taraftarıdır ama Güney halkının büyük bir çoğunluğu Annan Planı’na karşı çıkmıştır.

1 Mayıs 2004 tarihinde adanın Rumlar tarafından yönetilen Güney kesimi adanın tamamını temsilen, “Kıbrıs Cumhuriyeti” adıyla Avrupa Birliği’ne katılmıştır. Ama bu, çözüm anlamına hiçbir şey ifade etmemiştir. Bölünmüşlük devam ederken AB ekonomik krize girmiş, Güney Kıbrıs da Yunanistan’ı takip ederek ekonomik iflas yaşamıştır. Kuzeydeki mahrumiyet de aynen sürmektedir. Kısacası, çözüm AB’de değil Birleşik Sosyalist Kıbrıs ve onun enternasyonal mücadelesindedir.

6.Filo Eylemleri, Kıbrıs’ın İşgali ve Kötü Sınavlar

6. Filo’nun Akdeniz’e gelmesinde ki temel sebep İsmet İnönü’nün 2 haziran 1964’te Enosisçilerin ve Türk faşistlerinin adada kıyıma başlamış olmasının ardından adaya yönelik bir harekat düzenleme kararı almasıydı. İngiltere’nin taşeronu olan Yunanistan’a açılacak olan bu savaş, ABD’yi hayli rahatsız etmekteydi. ABD Başkanı Johnson, 5 Haziran’da İnönü’ye yolladığı mektupta, açıkça bu harekatı engelleyeceklerini bildiriyordu. Mektup Türkiye’nin adaya tek taraflı müdahalesinin iki NATO ülkesinin savaşması demek olduğunu ve Soğuk Savaş denklemleri içinde bunun kabul edilemez olduğunu anlatırken Türkiye’ye bölgede sadece bir taşeron olabileceği sertçe hatırlatılmış oluyordu. Bu süreçte ilk ABD karşıtı gençlik eylemleri de 27 Ağustos 1964’te düzenlendi. Mektubun ardından Türkiye müdahale kararından vazgeçse de 1967’de Yunanistan’da Albaylar Cuntası’nın iktidarı almasının ardından saldırganlaşan politikası ile Türk faşistlerinin Rumları katletmesi ada halklarının geri dönülmez bir kopuşa itildiği bir sürecin önünü açmış oldu. Durumdan faydalanmak isteyen Türkiye’nin 1964’tekine benzer bir harekata kalkışmaması için ABD’nin 6. Filosu derhal Akdeniz’e demirleyerek Kıbrıs’la Türkiye arasına girdi. 68 gençliği 6. Filo’ya karşı çıkarken hem halklarının katili olan ABD’ye karşı büyük bir öfkeyi dillendiriyor hem de Kıbrıs’a müdahalenin engellenmesine karşı acı bir şekilde milliyetçi tepkiler gösteriyordu.

”Soydaşlarımız katlediliyor” diye propaganda yapan gençlik M. Kemal’i ve Yunan askerlerinin denize dökülmelerini sık sık hatırlıyor ve ABD askerlerini denize dökerken ilhamını buradan alıyordu. Oysa o sırada Kıbrıs’ta büyük bir komünist avı başlamıştı. AKEL, toplumsal desteğini büyütmüştü. Rum ve Türk işçilerin birlikte örgütlendiği sendikalar ve üyeleri olan emekçiler Yunan ve Türk faşistlerince ağır bir saldırı altındaydı. Sorun enternasyonalizm sorunu idi.

Adalet Partisi’nin iktidarı döneminde ABD’yle gerilimi azaltmak amacıyla 6. Filo askerleri İstanbul’a “ihtiyaç molası” için davet edildi. TİP de dahil olmak üzere sol, işgalden yanaydı. Kıbrıs’ta ABD ve NATO’ya karşı, NATO üyesi olan TSK ile (!) bu savaş verilmeliydi. Sonuçta hedef sosyalizm falan değil, Milli Demokratik Devrim’di. Denizlerin, Mahirlerin ideolojik olarak Kemalizme böylesine derinden bağlı bir yurtsever-milliyetçi mirası sorgulayacak ne zamanı ne de araçları oldu.

Onlar emperyalizme büyük öfke duyuyorlardı; fakat Stalinizmin farklı versiyonlarından başka bir seçeneğin sunulmadığı gençlik anti-emperyalizmin, anti-kapitalizm olduğunu, bunun da enternasyonalist sınıf savaşımının ta kendisi olduğunu söyleyen bir programa sahip değildi. Bu sorun, solun 74’teki Kıbrıs işgalini desteklemesine neden oldu. Kısacası, Stalinist milliyetçilik sadece Yunanistan ve Kıbrıs solunu değil aynı zamanda Türkiye solunu da esir almıştı.

Kıbrıs İçin Gerçek Çözüm

Kıbrıs’ta yoğun şekilde bulunduğu tespit edilen doğalgaz yataklarıemperyalistleri iştaha getirmiş olacak ki emperyalist projeler hız kazanmışdurumda. Halklar arasında bir sorun olmamasına rağmen emperyalizm çözümsüz. Mesele emperyalist kapitalist sitemle alakalı, milliyetçi küçük unsurlarısaymazsak halkların birbirine bir düşmanlığı yok.

Kıbrıs’ın olası Suriye saldırılarına üs olma riski, Kıbrıs halkının bu kirli kan politikalarının ortasında kalması tehlikesini işaret ediyor. Kıbrıs halkı, “Birleşik Sosyalist Kıbrıs”ı kurup enternasyonalist bir çizgiyle dünyaya devrim mücadelesini taşımadıkça AB ve diğer kapitalist politikalardan boşuna çare umacaktır.

Kıbrıs’ın tarihi, emperyalist kapitalist sistem ve onların şovenist temsilcilerinin halkları birbirine nasıl düşürdüğünün acı örnekleri ile dolu. Diğer taraftan aradan onlarca yıl geçmesine rağmen emperyalist sistemin Kıbrıs’taki çözümsüzlüğü devam ediyor.

Kuzey Kıbrıs işgal edildiğinden beri gün yüzü görmedi. Türkiye’deki hakim sınıflar, kendilerinin de kışkırtıcısı olduğu etnik çatışmayı, yaşanan büyük acıları bir sopa gibi kullanarak, Rumlara karşı düşmanlığı sürekli kışkırtarak Kıbrıs’ın kuzeyini adeta bir sömürgeye dönüştürdü. Yunanistan ve Rum tarafındaki egemenlerin milliyetçi-şoven tutumlarıda uzun yıllar boyunca Rauf Denktaş ile Türkiye devletinin statükocu pozisyonlarını güçlendirdi.

İşgalin başladığı günden bu yana Türkiye egemen sınıfı ve ordusu adada kara para aklama ve zenginleşme yoluna gitmiştir. Kıbrıslılar ise “besleme” muamelesi görmüş; yavru vatan olarak “anavatana” her daim şükranlarını sunması beklenmiştir. Rauf Denktaş’tan İrsen Küçük’e Türkiye egemen sınıflarının emrine amade iktidarlar adadaki her türlü saldırıyı Kıbrıs halklarına reva görmüştür. Özellikle AKP döneminde Türkiye sınırlarında uygulanan her türlü kadrolaşma, baskı, özelleştirme politikasının Kıbrıs versiyonu, UBP eliyle uygulamaya geçirilmiştir. Ancak Kıbrıslı hakların “Ankara elini yakamızdan çek” diyerek sokaklara çıktığı 2011’de toplumsal öfke AKP’ye karşı kitlesel boyutlara ulaşmıştır. Bu nedenle AKP, Türkiye ile paralel olarak adadaki politikalarını da baskıcı hale getirmekte elini de çabuk tuttu.

Şu an Kuzey’de koalisyon iktidarında CTP-BG ve Demokrat Parti bulunmaktadır. CTP’nin sosyalist çizgide olduğunu söylemesi hiç birşeyi değiştirmemekte sömürü devam etmektedir ve Ankara’nın işbirlikçiliğini üstlenmesi sosyalizme yapılan açıktan bir hakarettir. CTP’nin bu durumu Stalinist revizyonizme uyum sağlamasından başka bir şey değil. Birleşik Sosyalist Kıbrıs kurulmadıkça ve bu enternasyonal sosyalist mücadeleye dönüşmedikçe ada halkı işgallere, sömürüye, emek hırsızlığına ve çete yuvası olmaya maruz kalacaktır.

Türkiye iktidarı ve diğer emperyalist devletler için çok önemli bir jeopolitik konuma sahip olan Kıbrıs, son zamanlarda önemini daha da çok artırmıştır. Suriye’ye yapılmak istenen emperyalist müdahelede üs olarak kullanılmak istenen Kıbrıs’ın kuzey ve güney halkının bu kirli ve kanlı savaş politikalarına karşı göstereceği ortak mücadelesi büyük önem göstermektedir.

Kıbrıs emekçileri bir yandan Türkiye egemenlerine karşı savaşırken diğer yandan da işçi sınıfının bölgesel birliği için çaba harcamalı, kapitalist sömürü düzenini yıkmayı hedeflemelidir. İşçi sınıfının bölgesel birliği ilk önce Kıbrıslı Türk ve Rum işçilerinin daha sonra da Türkiyeli ve Yunan emekçilerin birliği anlamına gelir.

Unutulmamalıdır ki neoliberal saldırılara karşı sadece Ortadoğu emekçileri değil başta Yunanistan olmak üzere Avrupa çapında emekçiler ayaktadır. Dünya kapitalizmi krizdedir, dünya emekçileri isyanlarla dünyayı sallamaktadır. Kıbrıslı emekçi dostlarımız da Kıbrıs’ın işgalinin 40. yılında yerel bir kurtuluş olmadığını bilmeli ve bu bağlamda birleşik bir sosyalist Kıbrıs mücadelesini verirken bunu da ancak sosyalist bir dünya devrimiyle tamamlayabileceklerini ve emperyalist saldırılardan bu sayede ebediyen kurtulabileceklerini unutmamalıdırlar.

Adadaki Tüm İşgal Güçleri Geri Çekilsin !

Kıbrıs Kıbrıslılarındır!

Yorumlar Kapalı

Yorumlar Kapalı